birazdan anlatacaklarım tümü bir bütün olarak değerlendirince hayatımın en güzel anlarından biri...
10.12.2013 / salı üniversite 1. sınıftayım, o gün sınavım falan yok... önceki gece tedirginlik vardı çünkü uefa'ya kalmamız bile garanti değildi. "bari beraberlik alalım, hiç değilse uefa'ya gideriz." diyenlerin sayısı hiç de az değildi. ama ben yeneceğimizi düşünüyordum. yenersek tarihi bir şey olacaktı ve bunu yine biz yapacaktık. heyecanla tv başında maç saatini beklemeye başladık, hava kötü ama maçın bi anda bu şekilde duracağı ve ertesi güne erteleneceğini kimse düşünemezdi. bi yandan grubun diğer maçı falan. maç başladı. pek iyi bi izlenim vermiyoruz ama 1-0 olsa olacak işte, o umut hep var. neyse maç ertelendi bi şekilde ve ben de dahil olmak üzere herkeste galatasaray'ı bir gün daha beklemek zorunda olmanın verdiği kızgınlık var. neyse ki güzel bir şey oldu ve grubun diğer maçının o gün oynanması ve uefa'nın garantilenmesi çok iyi oldu. futbolcuların kafası rahat olacaktı ertesi gün.
11.12.2013 / çarşamba sabah saatlerinden itibaren gerek sözlükte, gerek twitter'da "stat mutlaka dolmalı, kimse dışarıda kalmayacak." şeklinde söylemler başlamıştı. benim de içimdeki "ulan acaba?"lar gittikçe kendini gösteriyordu. evet bu maça mutlaka gitmeliydim. babası, abisi, akrabalarının geneli, kendisinin bebekliği fenerli olan ama benim sayemde galatasaray'ı seçmiş ve sevmiş 10 yaşındaki kuzenim kaan beni iyice cesaretlendirdi. "abi mutlaka git bu maça." yola çıkmak üzere hazırlanırken ona verdiğim atkımı getirdi "abi bunu tak." diyerek. "tamam lan." dedim, aldım, taktım. mutluluğu gözlerinden okunuyordu. onu ilk kez bu kadar galatasaray aşığı görüyordum. sımsıkı giyinmişim, ayağımda ağır botlar, ama mecbur; işin ucunda galatasaray!
yola çıktım, hava çok kötü ama çok güzel. hava buz gibi ama sımsıcak. içim içime sığmıyor. metrobüste galatasaray formalıları görünce iyice heyecanım artıyor. konuşmalarından duyuyorum ki çoğunda bilet falan hak getire ama hepsi benim gibi umutlu. derken o da ne; çocukluk arkadaşım ve uzaktan akrabam kerem'le karşılaşıyoruz metrobüste. yanında da başka bir arkadaşı. hemen soruyorum "nereye lan?" diye. size garip gelebilir bu soru ama sormamın sebebi şu; kerem hasta beşiktaşlı. maça gideceği aklımın ucundan geçmiyor. "nereye olacak maça." diye gülerek cevap veriyor. "e ama beşiktaş?" gibi belli belirsiz kelimeler çıkıyor ağzımdan, şaşkınlığım dorukta. "abi şampiyonlar ligi maçı ve gündüz, tarihi bir gün bugün. bizim de işimiz yoktu bu tarihe yerinde tanıklık etmek istedik." diyorlar. ağlasam mı gülsem mi bilemiyorum. metrobüsten iniyoruz, doğru metroya... her yer tıklım tıklım, "acaba arena dolar mı?" tereddütünde olanlar çoktan "acaba yer bulabilir miyiz?" endişesine kapılmışlar. metroda aktarma yapmamız gerekiyor stayum durağına ama imkansız. metrekareye 4 insan düşüyor tabiri caizse. aktarma yapmadan iniyoruz, inip stada koşacağız. bizim gibi bir çok insan var. her yer çamur, her yer kar. botlarla koşmaya başlıyoruz ama bir süre sonra sanki ayağımıza minik havuzlar giymişiz de öyle koşuyoruz. stada varıyoruz sonunda ama maç çoktan başlamış ve polisler barikat kurmuş. biletsiz almıyorlar. o sırada kerem ve arkadaşını kaybediyorum kalabalıkta. başlıyorum polislere yalvar yakar dil dökmeye. gözüme yaşça daha genç bi polisi kestiriyorum ve yanına gidiyorum. yapacak bi şey yok, başlıyorum yalan söylemeye. "biletim arkadaşımda, bakın -barikatın arkasını göstererek- el sallıyor bana. gelemiyor buraya, geçmiş turnikeden." bu ve buna benzer yalanlarla 5 dk daha kaybediyorum, aynı zamanda barikatın arasına dalmak için boşluk bekliyorum. bir kaç dakika sonra baskılarıma dayanamayan polis diğer arkadaşının kolundan çıkıyor ve geçmem için yaklaşık 1-2 saniye sürecek bir boşluk bırakıyor. ve oldu, geçiyorum polisleri! zaten 31. dakikada başlayan ilk yarı bitmiş ve ikinci yarı çoktan başlamış bile. koşa koşa geçiyorum açık turnikeden. yeşil zemini nereden görebilirsem göreyim hiç önemi yok. ama öyle bir yerdeyim ki birazdan atılacak olan tarihi golün olacağı kalenin tarafına denk gelmişim, bilmiyordum. sahaya bakar bakmaz anlıyorum zaten; ikinci yarı savunma yapacağımız yarı saha berbat durumda, diğeri ise nispeten daha iyi. maça gelelim; içeri girdiğimde dakika 60 civarıydı. hemen bu anı ölümsüzleştirmek için fotoğraf çekmeye başlıyorum falan. ama ellerim titriyor bi türlü güzel bir açı bulamıyorum, neyse. sonra gözüme bir pankart çarpıyor karşı tribünde. (bkz:
#1380324) dakikalar geçiyor gol bir türlü gelmiyor. yanı başımda ardı ardına sigaralar yanıyor. ve o tarihi an geliyor... sanki tüm stat o golün geleceğini biliyor. golü anlatmaya gerek yok; bir şekilde nasıl olduysa o turuncu topu efsane kalecinin yanından ağlarla buluşturuyor wes. tüm oyuncuların ve teknik ekibin sevincine ayrı ayrı odaklanarak izliyorum hepsini. boğazım yırtılıyor adeta. tanımadığım adamlarla sarılıyoruz. hiç böyle bir şey hissetmemiştim daha önce. gol sırasında önümdeki kızın kamerası açıktı ve çekimdeydi, gol sevincini çekerken bir an dalıyor izlemeye kamerası kayıyor. uyarıyorum; "sahayı izleme, tarihi anları kaydediyorsun." diye. gülümsüyor bana ve devam ediyor. maç bitiyor. herkes bir garip; çocuk gibi olmuş koca koca adamlar. sevinçle eve dönerken kerem'i arıyorum. girememişler maça, kafede izlemişler. ve o yanındaki eleman da hasta fenerliymiş. işe bak! eve nasıl geldim hatırlamıyorum. her tarafım ıslak, burnum ve gözlerim akıyor. tam bir hafta yatıyorum, ama ne yatmak! dünya'nın en güzel yatması...
http://imgim.com/1194incix1645670.jpg *not: bu tarihi golle ilgili ilginç bir bilgi de var.
10 numaralı wesley,
11.
12.
13 tarihinde saat
14:
15'te
* son
16'ya kalmamızı sağlayan, kendisinin şampiyonlar ligi'ndeki
17. golünü atıyor.
ulan gaassaray!