21
abiler, kardeşler, arkadaşlar... tam 15 yıl öncesinden bahsedeceğim size. 9 yaşında, hayattaki tek tutkusu futbol ve galatasaray olan küçük bir çocuktum ben. her erkek çocuk gibi benim de rol modelim babamdı. hem de ne rol model! futbol ve galatasaray hastası bir adamdan söz ediyoruz. böyle bir adamın böyle bir çocuğu olunca da ona anlatacağı çok şey oluyor tabi ama karşısında da öyle bir çocuk var ki 24 saat o eski maçlardan bahsetsen dinleyecek. bu sayededir ki o yaşta yakın galatasaray tarihini nerdeyse ezbere biliyordum. her sabah okula giderken yolda bi spor gazetesini de hatim ettiğimden dolayı neyin ne olduğunun oldukça farkındaydım. yani galatasaray avrupa maçlarına çıkarken ne kadar büyük bir arenada olduğumuzun bilincindeydim. işte ben 9 yaşındayken 1998-99 şampiyonlar ligi sezonunda o zamana dek hayatımın en büyük travmasını yaşadım.
della alpi'de 2-2 berabere kaldığımız maçın ertesi günü okulda arkadaşlarım benimle berabere kaldık diye dalga geçiyorlardı. halbuki ben o kadar mutluydum ki... juventus gibi bir takımla berabere kalmıştık, hem de deplasmanda! ki o juve, iki sezon öncesinin şl finalisti bir italyan deviydi. nasıl mutlu olamazdım? ama onlar durumun farkında değillerdi, kızmıyordum. ertesi maç... atheletic bilbao'yla samiyen'de oynuyoruz. bu maçı çok uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. 90+'lar oynanırken sadece ağladığımı ve babamın bana kızdığını hatırlıyorum. annem de bi yandan ertesi gün okul var diye başımın etini yiyordu. işte tam o sırada çakıyordu golü hagi! inanın bana, o gün yatağa yattığımda benden daha mutlu bir insan yoktu bu dünyada... 3.maç rosenborg deplasmanına gidiyoruz, yalnız lider olarak! oysa geçen sene şl'de 6 maçta sadece 1 puan toplamıştık. o günkü durumu göz önüne alırsak maça dair nasıl bir umut içinde olduğumu çok daha iyi anlayabilirsiniz. dayımın kayınçosunun evinde * izlemiştik maçı. yemeğe çağırdıkları için gitmek zorunda kaldım ben de oysa evde babamla izlemek istiyordum maçı. olmadı. hakikaten olmadı. tam anlamıyla olmadı o akşam. gerçek bir deplasmandı benim için. hem evde değildik hem de bizden daha iyi olduğuna asla inanmadığım bir takımdan 3 yemiştik... yine de bu durum 4.maça yansımayacaktı biliyordum. öyle ya, 3-0'ın intikamını 3-0'la aldık norveçlilerden! kral'ın gecesiydi o gece...
norveçte bıraktığımız liderliği istanbul'da tekrar elimize geçirmiştik. havalarda uçuyordum o günlerde. galatasaray'ın idrak edebildiğim en iyi avrupa macerasını yaşıyordum. juve maçı geliyordu. her gün kafamda defalarca maçı oynuyordum. öyle ki o yıllarda şampiyonlar ligi'nde en iyi 2 ikincinin de bir üst tura çıktığını bildiğim için onu bile hesaplıyordum. hoş, liderdik ama onu bile düşünüyordum çünkü karşımızda juve vardı. bizim 2001-02 şl sezonunun 2.grup aşamasında yaşayacağımız o beraberlikler silsilesini yaşıyorlardı. grubun en büyük favorisi o maça çıkarken 3.'ydü. o haftalar geçmek bilmedi. abdullah öcalan sorunu, ülkede yaşanan büyük bir italya nefreti falan derken maç 1 hafta ertelenmişti. varolan tutku ve heyecanım sürü psikolojisi sayesinde bir yandan da italyanlara duyduğum öfkeyle birleşmişti. sonunda maç günü gelip çatmıştı. okuldan eve gelir gelmez yatıp uyudum. heyecana dayanamıyordum. haberlere kadar uyudum, uyumaya çalıştım. debelendim. haberleri de sadece arada maçla ilgili bilgi verdikleri ve canlı yayın yaptıkları için izliyordum. star, şampiyonlar ligi maçlarının olduğu günlerde stadla canlı yayın bağlantısı yapar, adrenalini tavana çekerdi. maç saati gelmiş, babam gelmemişti. annem o gün nasıl bir ruh hali içinde olduğumu benim kadar bildiği için gıkını çıkarmamıştı. tek başımaydım. babamın olmamasının da etkisiyle maç başlarken baya korktuğumu hatırlıyorum. maç boyunca çok iyi oynamamıza rağmen kaçan goller korkumu iyice yükseltmişti ki amoruso'nun o yüzyılın en balık gollerinden olan golü gelince üzüntüden yere yattım ama ne gariptir ki rahatlamıştım. artık korku yok, sadece heyecan vardı. annem de içeri gelmişti, dua ediyordu. 90+2'de suat'ın o golünde annemle hayatımızda ilk defa bir galatasaray golünde birbirimize koştuğumuzu hatırlıyorum. inanılmazdı, tarif edilemezdi...
sonunda dananın kuyruğunun kopacağı ve benim ne yazık ki bir müddet hayata küseceğim o 90 dakika gelip çatmıştı. aslında hava o gün rezalet olmasına rağmen babamla maçı beraber izleyeceğimiz için çok mutluydum. kral'ın eksikliği büyük bir handikap olsa da bize beraberlik bile yetebilirdi. aslında içten içe juve'nin kazanmasını da istiyordum çünkü hedefsiz 3 puanlı bilbao'dan puan alacağımıza inanıyordum. tarihimizde ilk defa şampiyonlar ligi gruplarında tur atlayabilirdik. benim için inanılmaz bir olaydı. içim içime sığmıyor, maç oynansın ve tura çıkalım istiyordum. * maç başlamıştı. derken 16.dakika'da juve'nin gol haberi geldi. star ekranın sağ altından golü gösteriyordu. aslında her şey istediğimiz gibiydi. o an 9 puanla liderdik. nitekim juve'nin 2.golüyle liderliğimiz iyice perçinleşmişti ki fatih akyel'in saçmasapan hatası neticesinde yediğimiz o gole kadar. devre arasında babam camda sigara içerken, ''atarız dimi baba?'' diye sorduğum o soruyu hatırlıyorum hala. 2.yarı başlarken tek düşündüğüm şey maçı asla bırakmayacağımızdı. hagi ve suat'ın golleri aklımda tekrar tekrar oynuyordu. dakikalar 90+4'ü gösterdiğinde ise hayatımın en büyük travması başlıyordu. ceza sahası içinde burak akdiş'in 6 pastan kaçırdığı o inanılmaz kafa vuruşu... * allahım, bu nasıl bir acı? üzüntüden ağlayamıyorum bile. şoktayım. babam da donmuş vaziyette. dışardan biri gelse salonda iki ceset var diyip polisi arar, öyle bir haldeyiz. o gece nasıl yattım, ertesi gün okula nasıl gittim, arkadaşlarım neler söyledi hiçbir şey hatırlamıyorum. tek söyleyebileceğim şey o pozisyon benim hala dün gibi aklımda. sırf bu pozisyon için bi bu kadar daha yazabilirim ya o da ayrı mesele!
uzun lafın kısası; sizden tek bir ricam var. allah rızası için bana o travmayı unutturun, o intikamı alın ve çocukluğumun en güzel günlerini geri verin!
della alpi'de 2-2 berabere kaldığımız maçın ertesi günü okulda arkadaşlarım benimle berabere kaldık diye dalga geçiyorlardı. halbuki ben o kadar mutluydum ki... juventus gibi bir takımla berabere kalmıştık, hem de deplasmanda! ki o juve, iki sezon öncesinin şl finalisti bir italyan deviydi. nasıl mutlu olamazdım? ama onlar durumun farkında değillerdi, kızmıyordum. ertesi maç... atheletic bilbao'yla samiyen'de oynuyoruz. bu maçı çok uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. 90+'lar oynanırken sadece ağladığımı ve babamın bana kızdığını hatırlıyorum. annem de bi yandan ertesi gün okul var diye başımın etini yiyordu. işte tam o sırada çakıyordu golü hagi! inanın bana, o gün yatağa yattığımda benden daha mutlu bir insan yoktu bu dünyada... 3.maç rosenborg deplasmanına gidiyoruz, yalnız lider olarak! oysa geçen sene şl'de 6 maçta sadece 1 puan toplamıştık. o günkü durumu göz önüne alırsak maça dair nasıl bir umut içinde olduğumu çok daha iyi anlayabilirsiniz. dayımın kayınçosunun evinde * izlemiştik maçı. yemeğe çağırdıkları için gitmek zorunda kaldım ben de oysa evde babamla izlemek istiyordum maçı. olmadı. hakikaten olmadı. tam anlamıyla olmadı o akşam. gerçek bir deplasmandı benim için. hem evde değildik hem de bizden daha iyi olduğuna asla inanmadığım bir takımdan 3 yemiştik... yine de bu durum 4.maça yansımayacaktı biliyordum. öyle ya, 3-0'ın intikamını 3-0'la aldık norveçlilerden! kral'ın gecesiydi o gece...
norveçte bıraktığımız liderliği istanbul'da tekrar elimize geçirmiştik. havalarda uçuyordum o günlerde. galatasaray'ın idrak edebildiğim en iyi avrupa macerasını yaşıyordum. juve maçı geliyordu. her gün kafamda defalarca maçı oynuyordum. öyle ki o yıllarda şampiyonlar ligi'nde en iyi 2 ikincinin de bir üst tura çıktığını bildiğim için onu bile hesaplıyordum. hoş, liderdik ama onu bile düşünüyordum çünkü karşımızda juve vardı. bizim 2001-02 şl sezonunun 2.grup aşamasında yaşayacağımız o beraberlikler silsilesini yaşıyorlardı. grubun en büyük favorisi o maça çıkarken 3.'ydü. o haftalar geçmek bilmedi. abdullah öcalan sorunu, ülkede yaşanan büyük bir italya nefreti falan derken maç 1 hafta ertelenmişti. varolan tutku ve heyecanım sürü psikolojisi sayesinde bir yandan da italyanlara duyduğum öfkeyle birleşmişti. sonunda maç günü gelip çatmıştı. okuldan eve gelir gelmez yatıp uyudum. heyecana dayanamıyordum. haberlere kadar uyudum, uyumaya çalıştım. debelendim. haberleri de sadece arada maçla ilgili bilgi verdikleri ve canlı yayın yaptıkları için izliyordum. star, şampiyonlar ligi maçlarının olduğu günlerde stadla canlı yayın bağlantısı yapar, adrenalini tavana çekerdi. maç saati gelmiş, babam gelmemişti. annem o gün nasıl bir ruh hali içinde olduğumu benim kadar bildiği için gıkını çıkarmamıştı. tek başımaydım. babamın olmamasının da etkisiyle maç başlarken baya korktuğumu hatırlıyorum. maç boyunca çok iyi oynamamıza rağmen kaçan goller korkumu iyice yükseltmişti ki amoruso'nun o yüzyılın en balık gollerinden olan golü gelince üzüntüden yere yattım ama ne gariptir ki rahatlamıştım. artık korku yok, sadece heyecan vardı. annem de içeri gelmişti, dua ediyordu. 90+2'de suat'ın o golünde annemle hayatımızda ilk defa bir galatasaray golünde birbirimize koştuğumuzu hatırlıyorum. inanılmazdı, tarif edilemezdi...
sonunda dananın kuyruğunun kopacağı ve benim ne yazık ki bir müddet hayata küseceğim o 90 dakika gelip çatmıştı. aslında hava o gün rezalet olmasına rağmen babamla maçı beraber izleyeceğimiz için çok mutluydum. kral'ın eksikliği büyük bir handikap olsa da bize beraberlik bile yetebilirdi. aslında içten içe juve'nin kazanmasını da istiyordum çünkü hedefsiz 3 puanlı bilbao'dan puan alacağımıza inanıyordum. tarihimizde ilk defa şampiyonlar ligi gruplarında tur atlayabilirdik. benim için inanılmaz bir olaydı. içim içime sığmıyor, maç oynansın ve tura çıkalım istiyordum. * maç başlamıştı. derken 16.dakika'da juve'nin gol haberi geldi. star ekranın sağ altından golü gösteriyordu. aslında her şey istediğimiz gibiydi. o an 9 puanla liderdik. nitekim juve'nin 2.golüyle liderliğimiz iyice perçinleşmişti ki fatih akyel'in saçmasapan hatası neticesinde yediğimiz o gole kadar. devre arasında babam camda sigara içerken, ''atarız dimi baba?'' diye sorduğum o soruyu hatırlıyorum hala. 2.yarı başlarken tek düşündüğüm şey maçı asla bırakmayacağımızdı. hagi ve suat'ın golleri aklımda tekrar tekrar oynuyordu. dakikalar 90+4'ü gösterdiğinde ise hayatımın en büyük travması başlıyordu. ceza sahası içinde burak akdiş'in 6 pastan kaçırdığı o inanılmaz kafa vuruşu... * allahım, bu nasıl bir acı? üzüntüden ağlayamıyorum bile. şoktayım. babam da donmuş vaziyette. dışardan biri gelse salonda iki ceset var diyip polisi arar, öyle bir haldeyiz. o gece nasıl yattım, ertesi gün okula nasıl gittim, arkadaşlarım neler söyledi hiçbir şey hatırlamıyorum. tek söyleyebileceğim şey o pozisyon benim hala dün gibi aklımda. sırf bu pozisyon için bi bu kadar daha yazabilirim ya o da ayrı mesele!
uzun lafın kısası; sizden tek bir ricam var. allah rızası için bana o travmayı unutturun, o intikamı alın ve çocukluğumun en güzel günlerini geri verin!