• 101
    2008 yada 2009 yiliydi adidas bir turnuva duzenlemisti biz de arkadaslar toplanalim gidelim dedik ama cocuklar mahhalleden toplama degil suan hala profesyonel futbol hayatina devam edenler var bu takimin icinde ama farkli takimlardandik.herneyse ilk macimizdaki rakibimiz turnuvayi birinci bitirip almanyadaki turnavaya katilan takimdi.tuzlanin altyapi takimiydi aslinda onlardan iyidik ama onlar birbirlerini daha iyi tanidigi icin 2-1 kaybettik.normalde eleniyorduk yenildigimiz icin, ama gorevliler aciklama yapti 29 takim falan tamammis 3 takim eksikmis geri kalan takimlar o 3 takim arasina girmek icin tekrar mac yapicak dediler neyse sevindik felan bi takim cikti karsimiza takim bizden yasca kucuktu abi falan diyodular hatta neyse mac basladi ve biz yine 2-1 yenildik.kalecimiz forvetimiz ortasamiz hepsi futbolcuydu karsi takim ise bildigim mahalle takimi ama ne oldugunu anlayamadik.sadece yenildik.tabi bunda maclarin 10 dk olmasininda etkisi oldugunu dusunmuyor degilim.elindik.donduk evimize.bir iki ay sonra fanatik te gordum ki o ilk macta yenildigimiz takim almanyaya gitmisti iste.buda boyle bir hikayemdir.
  • 105
    futbol dünya üzerindeki en evrensel şeydir herhalde, o kadar çok ekmeğini yedim ki anlatamam...

    dün japon bir kızla tanıştım, her zamanki sorum olan memleket meselesine geldi sıra, kız diyor yahu bilmezsin kem küm çok bilinen bir yer değil vs. yahu söyle dedim gitti gitti "nagoya" dedi, "nagoya grampus eight" dedim, dumur oldu... harbi ne alaka lan, nasıl kalmış aklımda?

    brezilyalı bir kızın memleketi olan porto alegre'yi de futbol takımı üzerinden bilerek bolca prim yaptım...

    bask bir vatandaş san sebastian'lıyım bilir misin falan diyecek gibi oldu sonra kırk saat real sociedad muhabbeti yaptık, bizim maçlar, nihat, tayfun havada uçuştu...

    siyahi bir kız kem küm etti yine lille'de oturuyorum paris'in kuzeyinde* aslında ufak bir yer vs. vs... "lille osc" dedim, vay vıy voy nereden bildin naptın nettin derken yine paçayı kurtardım...

    alman kız bielefeld diyeceğine kırk saat şimdi dortmund var bochum var bilmem ne var diye dil döktü, arminia bielefeld'i alınca sustu...

    son olarak bugün haftasonu evde göt göbek salmayalım diye dışarı çıktım parka gittim, 12 yaşında bir veletle tanıştım james diye, top mop oynadık muhabbet ettik. oxford altyapısındaymış, türkiye'den hiç takım bilmiyormuş, üzerimdeki formamı gösterdim son çare olarak yine çıkaramadı... sordum liverpool taraftarıymış, iyi hoş, dedim baros var bildin mi? bildi. riera var bildin mi? bildi. kewell var bildin mi? onu da bildi... işte dedim baros ile riera'nın oynadığı, kewell'in de geride kalan 3 sezon oynamış olduğu türk takımı benim takımım, araştırırsın artık dedim... song, xavier falan da dedim ama çıkartamadı, yaşı tutmadı herhalde=) inşallah bu akşam araştırır da kendi öğrenir, kalıcı olur, yoksa ayaküstü kimseye "gelıteşıray" dedirtip 3 dakikada anlı şanlı tarihini özetleyemem yani ne o öyle misyonerlik gibi=)

    tüm bu olaylar son 3 günde geldi başıma, şaka gibi! götüm kalktı amk önüme gelene memleket soruyorum nüfus müdürü gibi... işin acı kısmı iki üç dakikalık gülüşmeler dışında pek bir artısını görmedim... ama arkadaş olmak ve muhabbet açmak için şu an futbol gerçekten en büyük silahım...
  • 109
    yıllar önce ortaokuldayım sözlük. futbolu mahalle aralarında oynuyorum. hem de ne oynamak, forvetim o zamanlar. dayım futbolu sever, oynamışlığı da vardır. bir gün tuttu elimden beni bir kulübe yazdırdı. o zamanlar öğleciyim. her allahın günü sabah antreman akşam okul.

    bir türlü kadroya giremiyorum. bırak oynamayı yedek bile olamıyorum o derece. antremanda nadiren de olsa iyi şeyler yapıyorum. bir yandan gözüm antrenörde. yok bakmıyor herif. disiplinliyim ama yok olmuyor.yağmur çamur kar kış demeden tüm sezonu tamamlıyorum. sezon sonu demek karne demek. karnemi babama göstermemle futbol kariyerimde bitmiş oluyor. 3 zayıf beni ali sami yen çimlerine çıkmamı engelliyordu.

    tamam lan tamam, rezildim, kabul
  • 110
    yıllar önceydi, amcam gibi olan bir yakınımız ve onun küçük oğluyla, lisenin bahçesinde futbol oynuyoruz. ama o zamana kadar bizim küçük kuzen * beni hep met ederdi, herkese. mahalledeki en iyi oyuncuydum, o zamanların messi'si yani. pek havalı biri de değildim. asla rakibi küçümsemezdim, sadece işimi yapardım futbol oynarken, şımarmadan oynardım falan. neyse bu amcam gibi dediğim abimiz beni o gün oynadığımız maçta keşfetmişti. hatta bana "seni altay'ın alt yapısına yazdıralım" demişti. "özellikle gidip konuşurum bu konuda altay teknik direktörü ile futbol oynamak istersen. sen futbol oynamak için doğmuşsun sanki." bile demişti. gerçi babam da bu konuda benim yeteneğime inananlardandı. ama gözlüklü olmamdan dolayı bu konuda üzülerekte olsa, bu teklifi reddetmiştim. "gözlük sorun olmaz, gerekirse lens takarsın ve yaşın büyüdüğünde de lazer ameliyetı olursun. bu yeteneğin boşa gitmesin." diye bana bir hayli telkinde bulunmuştu. ama ben bütün bu ısrarlara rağmen lens ile oynayamayacağımı söyleyip her defasında reddetmiştim. bugün bile o abiyi görsem bana söyler durur. şu galatasaray'da senin gibi bir adam olsa uçururdu bu takımı diye. ve futbolcu olmama kararımın hata olduğunu başıma kakar durur. 70 yaşına da gelsem * içimde bir ukte olarak kalacak aslında dışarıya karşı çaktırmasamda. acaba yanlış mı yaptım ha sözlük?
  • 111
    kasım ayında nişanlanıyorum. tarih olarak bakmadım, kasım'ın ilk pazarı diyordum herkese. sülaledeki denyo fenerliler 6 kasım'a denk geldiğini duyunca dillerine doladılar, gerzek gerzek espriler yapmaya başladılar. sayıları da az amına koyim ama can sıkıyorlar arkadaş. neyse işte sırf o gerzekleri ömür boyu dinlememek için ayın yedisine erteledim nişanı. hatunun haberi yok, çaktırmayın abi.
  • 116
    bu gece metin kurt muhabbeti olunca aklıma geldi, itiraf etmek şart oldu. daha önce yazmıştım ama tekrar edeyim. bundan 19-20 sene önce 3.ligde dikilitaş'ta oynuyorum. takımın başına önce ayhan akbin geldi, balon oldugu 2. hafta anlaşıldı, gönderildi. yerine metin kurt geldi. takım biraz bir şeyler yapmaya başladı, ama hala işler kötü. kulüpte para yok, ben amatör kümede bile sezon başı kampına giderken burada gitmedik, istanbul'da idmanlar yaptık. topçulara paralar ödenmiyor, durumlar tatsız.

    neyse efendim, kulüp başkan degiştirdi, biraz para buldu. maçlardan önce kamp yapmaya başladık. kampları bazen merter güneş otel'de bazen cihangir'deki cihangir otel'de yapıyoruz. bir de o zamanlar türkçe rock'ın ilk günleri. bu cümleden itibaren işler karışıyor zaten.

    cihangir'deki bilsak'ın en üst katı rock bar, işleten de arkadaşım. tesadüfe bak. ben zaten hafta içi 3-4 gün oradayım. şahane gruplar çıkıyror. bulutsuzluk özlemi, leke*, erkin koray, asım can gündüz, kramp falan. bir grup daha var, aslında bu yazının konusu.

    takım cihangir'de kamp yapınca gecenin ilerleyen saatlerinde ben takımdan bir kaç kafa adamla birlikte kamptan bilsak'a kaçıyorum. kafa adam dediysem, sadece kafa dengi adam anlamında değil, takımın papazları, yılların profesyonelleri. aslında çok takılmıyoruz, bir kaç bira içip dönüyoruz otele. ertesi gün kadro açıklanıyor, captano ya yedek ya tribünde. bara gittiğimiz adamlar ilk 11. ilk başlarda diyorum ki, herhalde hoca beni düşünmedi, dedim ya hoca da metin kurt. tabii işi uyandık ama neredeyse sezon bitiyordu, zaten damgayı da yemiştik. gerçi metin hocayı çağırmış olsaydık, kesik yemezdim gibi geliyor ya neyse, hoca sever bira içmeyi.

    yazının asıl konusu: bu bilsak gecelerinin bazılarında kesmeşeker'de çıkardı be. tesadüfe bak. metin kurt-kesmeşeker-captano. sanırım cenk* o zamanlar metin kurt'un hikayesini bilmiyordu. yoksa, o kadar muhabbet sırasında bahsederdi.

    sezon sonu düştük zaten.
  • 118
    küçüklüğümden beri basketbol oyuncusu olmak isterdim hep. babama yalvardım yakardım kendisi de sağolsun ben hiç istemediğim halde götürüp o dönem çalıştığı kurumun voleybol klübüne kaydettirdi. ilk zamanlar hiç sevmemiştim ağlaya zırlaya gidiyordum.
    sonrasında artık ilahi işaret mi verildi bana nedir bir aylık süre zarfında muadillerim içinde sivrilip çıkmaya başladım adeta çılgın atıyordum.
    hatta bazen benden büyüklerin arasına filan koyup oralarda denedikleri de oluyodu hocaların.
    sonra zaten sıkıldım beni alın gitmicem sevmiyorum ben voleybol dedim. o gün bu gündür de voleyboldan nefret ederim bi kez bile voleybol karşılaşması izlemedim. izlemem de. *
  • 119
    halı saha ayakkabısı, forma, tozluk vs her türlü ekipmana dünya para harcadım, en tarz olanları aldım. fakat halı sahada 10dk falan iyi işler yapıyorum. sonra resmen saçmalıyorum.
    sanırım saha kenarından taktik verip, arkadaşlarla dalga geçme konusunda yetenekliyim bende.
    yani olmayınca olmuyor sözlük. ben halı sahada yeteneksiz olduğumu fark ettim.
    bu yüzden ayakkabıyı formayı giyip futbol oynamak yerine tv başında izlemeyi ve play station'da oynamayı daha çok sever oldum.
  • 120
    erasmus takımında kaleciyim, sırf sentetik sahaya falan uygun olsun diye eldiveninden ayakkabısına, çorabına kadar bi dünya para bayıldım. şansıma bi delikanlı bana kullanmadığı tozlukları falan vermişti evvelden.
    neyse giriş kısmını geçelim, bir kaleci olarak ben eldivenleri elime geçirince daha bir gaza gelmiş hissediyorum kendimi. sürekli müthiş kurtarışlar yapıp arkadaşlarım tarafından tebrik edilmek istiyorum. gelgelelim bizim takımın defansı, fizik gücü yüksek kuzey afrikalılardan, bekleri de bir alman bir fransız, bir de orta afrika ülkelerinin birinden gelen bir arkadaştan oluşuyor. birebirlerde iyiler, kolay çalım yemiyorlar; lakin topa vurmayı çok da iyi bildiklerini söyleyemem, biraz vurayım da nereye giderse gitsin havasında yapılan uzaklaştırmalar mevcut.
    bugün, ilk defa bambaşka bir sahada oynuyoruz. saha acayip güzel. kaleler 7x32'ye 2x44, ben görece hımbıl bir kaleciyim ama günümdeysem reflekslerimin de etkisiyle harikulade maçlar çıkarabiliyorum. öyle ki bizim savunma rakibe genelde geçit vermiyor. ben de sıkılıyorum ve karşı takımın tehlikeli atak geliştirmesini istiyorum. onun dışında elime topun değdiği yok zaten.
    40'ar dakikadan iki devre oynuyoruz, ilk devrenin 36. dakikası falan, 1-0 da öndeyiz. ama karşımızdaki rakip o ana kadar oynadığımız en aklı başında takım. boş yerlere iyi kaçıyorlar, toplara hurraa diye vurmak yok. teknikler. fizikleri de fena değil. lakin gol atacakları kalede benim oynadığımı bilmiyorlar. millet oynarken ben de dalıyorum, hatta kendimi taffarel'in henry'nin kurtarışını yaparken hayal ediyorum. bundan 2 dakika sonra maç güzel güzel devam ederken sol kanadımızın arkasına doğru atılan bir pasta bizim sol bek ile rakip sağ açık başlıyorlar koşmaya. bizim sol bek az biraz zayıf ve yavaş ama bir türlü topa yetişiyor ve rakipten önce dokunup bana dönüyor. iki dakika evvel taffarel kurtarışının hayalini kuran ben, o topu fevzi gibi ayağımın altından kaçırıyorum ve arkama bakmıyorum bile. her ne kadar takım arkadaşlarım "önemli değil, olur öyle şeyler" dese de, biliyorum içlerinden dümdüz sövüyorlar bana.
    moral bozukluğu, konsantrasyon kaybı derken, 6-2 kaybediyoruz maçı. bense soyunma odasında hiç konuşmuyorum ve dikkat çekmeden oradan ayrılıyorum.
  • 121
    o sıralar galatasarayımın forvetinde kubilay türkyılmaz var, bir maçta da kubilay defans oyuncusunun önünden giderken yere düşüyor, hakem devam diyor, ben ve yanımda ne kadar galatasaraylı varsa basıyoruz kalayı. pozisyonun tekrarında, kubilay'ın önde giderken ellerini geriye doğru uzatarak rakibini öne, kendine doğru çektiği gözüküyor, ve hepimiz göt oluyoruz. fotoğraf aklıma yerleşiyor.

    okul turnuvasında finale kaldık. herkes orada. okulumuzun bahçesinde bulunan sahada, demir kale direkleri, nizami ölçülere yakın futbol sahası da var. bütün okul orada nerdeyse. hoşlandığım kız da orada tabi. onun gazı da var. oysa onun sikinde değil. herkes gelmiş diye gelmiş işte.

    final maçı, hakem beden öğretmeni, 2-1 öndeyiz, son dakikalar oynanıyor, goller benden, ama yürüyecek halim kalmadı, dil dışarıda, engin baytar krampları giriyor her yerime, adamlar da saldırıyor can havliyle, onlar hücum ederken savunmadan serseri bir top geldi, önüme düştü, savunmacı arkamda kaldı, sadece bir tane savunmacı o da okulun en hızlı koşan piçi, luton shelton sanki, ben olmuşum hakan balta, neyse aldım topu, rakip kaleye 40 metre falan, adam da az arkamda, biraz sürdüm topu, arkama yapıştı semih kaya gibi, ben de yürüyecek hal yok, aklıma gelen kare, kubilay türkyılmaz oldu, attım ellerimi arkaya, sardım onu biraz, ikimizde düştük, kırmızı kart gördü rakip, biraz kavga çıktı, ergün penbesoğukluğunda uzaklaştım, kupayı da aldık. bu arada kızın sikinde olmadı hiç.
  • 122
    kenan sofuoğlu ile aynı pistte yarışa çıkmak ve press cup ikincisi olmak. birinci belli.
    gerçi bu bir itiraf değil, bu bir başarı öyküsü baylar. yani öyle olmasını umuyorum :(

    sonra bir de itiraf yapayım:
    tam pratikler, antrenmanlar, test sürüşleri derken yarış takviminde ikinci ayak organizasyonu için kendimi hazırlıyorum. gün geldi galatasaray sözlük halı saha maçı için altunizade/vezirspor'da maça çıktık. 10. dakikada sağ ayak bileği yırtılması yaşadım. tüm planlarım suya düştü. şimdi hafta sonları tekrardan çalışmalara başladım ama atı alan üsküdar'ı değil, okyanusları aşa aşa uçtu gitti. kısmet.
  • 123
    şu anda oturduğumuz apartmana 2000 senesinde taşındık, ben o zamanlar küçüğüm tabi, futboldan anlıyorum ama topa vurmayı dahi bilmemek bir kenara vücudum armut gibi ham. oturduğumuz yerden dünyayı keşfediyoruz.

    dahiliyeci bir alt komşumuz vardı, ali rıza abi... tip olarak ruud van nistelrooy'a acayip derecede benzerdi... annem-babam da doktor oldukları için merhaba-merhabamız var haliyle ama ben bir türlü açılamıyorum tabi adama, durup dururken ne diyeyim yani "abi sen van nistelrooy'a çok benziyorsun" mu diyeyim, ya tanımazsa, "o kim yahu?" falan derse? belki futbol ile uzaktan yakından ilgisi bile yok nereden bileyim ama ne zaman apartmanda denk gelsek bana eğlence çıkıyor tabi... sonra 2008 civarı bunlar başka bir yere taşındılar, yerlerine de yarak gibi bir çift geldi paso bağırış çağırış, gelen gideni aratırmış ya neyse... haliyle zamanla mevzuyu unuttum tabi... ben de o aralar gerçek anlamda futbol oynamaya başlayıp iyice sardım da halı saha, çim saha, okul bahçesi demeden müdavimi oldum...

    dün ilkokulu okuduğum okulun bahçesinde her hafta olduğu gibi mahalle maçımız var gençlerle, takımları falan kurduk tam başlayacağız, çat diye geldi ali rıza abi oğlu ile, büyümüş de kerata sahaya alınacak yaşa gelmiş... çok da güzel bir top getirmiş hani şu üzerinde 90 yazan mavi şeritli nike marka sarı top. bizim takımdaki en iyi adamı karşıya verdik, ali rıza abi ve oğlu bize geçti, şaka gibi lan o ara ben hala "bu top oynuyor muymuş lan? yoksa oğlana eğlence olsun diye hanımın zoruyla mı getirmiş?" diye soruyorum kendi kendime... neyse tabi abilik yaptı kalede başladı önce, sonra maç biraz sıkışınca ileri geçti de ikimiz birlikte forvet hattına oluşturduk, aman aman bir paslaşmalar, bir goller, kafayı yiyeceğim lan herif baya iyi golcüymüş, uzaktan şut atıyor, bana ara pası atıyor asist yapıyor falan, nasıl mutlu oldum... şimdi buna benzer bir şey öncesi ile şu an yine olsa belki akşama unuturum ama işin ta çocukluğa uzanan bir geçmişi olunca haliyle değişik oldu tabi...

    20-18 kaybettik ama vatan sağ olsun gerçekten uzun zamandır böyle maç yapmamıştım, müthiş keyif aldım... maçtan sonra da ali rıza abiye teşekkür ettim ve sadece "güzeldi" diyebildim, aslında daha bir şeyler diyecek gibi oldum ama diyemedim, ne desem deli muamelesi görme ve en başta kitlenme ihtimalim var çünkü, ben de buraya yazayım bari dedim...

    bir şey çocuklukta kafaya girmeye görsün, gerçekten insana çok acayip şeyler sunuyor lan...
  • 124
    sevgili sözlük, yerel kahramanlıklarımı anlatacağım senden başka kimsem yok;

    bugün maç vardı, geç kalmışım amk. oyuna girdiğimde 10-5 yeniliyorduk, sonra 22-18 kazandık. önce 12-12 oldu, sonra kafa kafaya gitti bir süre ama farkı açtık en sonda... çok pis yoruldum lan, hava da sıcaktı zaten... stoper, orta saha ve forvet oynadım ama arada kanatlara da deplase oldum, ne yaptım ben yahu tam anlamadım aslında... çok gol attım, attırdım... ilk girdiğimde böyle taze kan hesabı attım üst üste en az 7-8 tane, milan baros var hep aklımda onu örnek almışım ne bileyim... sonra skoru korumak için defansa geçtim biraz, en son da millet golü atsın da maç bitsin hesabı orta sahadan xavi'lik yaptım...

    kafamı musluğun altına sokmayı özlemişim... yaz geliyor lan...
  • 125
    insan ne ile yaşar sorusunun cevabıydı benim için basketbol.

    dur, oraya gelmeden önce birkaç nüans vardı. onlardan söz etmek lazım gelir.

    yedinci sınıfta tanışacaktım ilk kız arkadaşımla. belki erken, belki geç bilemiyorum. o zamanlar futbol sokağa hakim spordu ve tabii ki okul bahçesine. galatasaraylılar'a fenerbahçeliler ne maçlar yapardık. neyse, o farklı bir hikaye. ilgimi çeken iki şeyden bir tanesiydi aynı zamanda futbol, diğeriyse tabii ki kızlar. dersler mi? -ne alaka.

    kızlar genel olarak bir yuvarlak oluşturup voleybol oynarlardı. güzel de oynarlardı açıkçası. bir gün okul bahçesinde top oynarken, topumuz yuvarlağın içine kaçtı. durur muyum atıldım. bizim topa vurdum. baktım kızların topu dışarı kaçıyor, bir manşetle karşılayıverdim. sonra birden yuvarlağın bir parçası olarak buldum kendimi. bizimkiler çok seslendi ama duyan kim! hep bir kıza atıyordum ama topu, onun da hep bana atması ümidiyle. belki sürekli bana atmadı o topu ama ardından 1 yıl çıktık onunla. ve ben o 1 yıl boyunca okul voleybol takımında oynuyor olarak buluyordum kendimi. nasip.

    ilkokulun son yılı, ertesi yıl. ilk sevgilimden ayrılıyordum, kafam 2 numara. voleybol takımında olmanın artısıyla voleybol toplarına erişim imkanım vardı. dersimiz boştu ve bizi bekleyen bir spor salonu vardı. ve fakat alt sınıfların da beden eğitimi dersi, takmadık. başladık maça. voleybol filesinin hâlâ yerinde olması bizi biraz zorluyordu ama bu bizi pek durduramadı. alt sınıftakiler bizi izliyordu. top bizim kaleciye gelmişti ve ben elim havada sağ taraftan koşturuyordum; "bana at" diyordum. kaleci anlamış olacak ki önüme doğru attı, sağolsun. hızlandım. yüzümü dönmemle havaya kalkmam bir oldu. kafam fileye geçmiş, o hızla ayaklarım ön tarafa doğru havalanmıştı. tüm bedenimle havadaydım, fazla uzun sürmedi. yere düştüm. zar zor nefes alabiliyordum. bizimkiler gülüşüyordu. aslında biraz da numara da yapıyor olabilirim. işin ucunda çok pis şamataya konu olmak vardı çünkü. bir kız geldi baş ucuma, ne kadar da güzeldi o pembe eşofmanla... voleybol takımından atılıyordum ve ikinci kız arkadaşımla tanışıyordum orda.

    sekizinci sınıf basketbol ve futbol arasında debelenerek geçti. okul kızlar basketbol takımına karşı yaptığımız bir maçtan sonra arttı heyecanım basketbola. ama oradan bir sevgili çıkartamadım. *

    lise hayatım okul basketbol takımında geçti. ama okuldan hiç sevgilim olmadı. ya ben kördüm ya bu sporda bir şey vardı. çok sevgilim oldu belki ama hiç basketbol ile alakası olmadı, olamadı.

    üniversite hayatımda tenis ile tanıştım, malumunuz. *

    bir ara hentbol takımına da girdim ama o çok çok farklı bir hikaye. o hikayenin içinde de bir kız hikayesi yatar fakat. anlatırız onu da.

    bu kadar yaşanmışlığın arasına bir basketbol/kız ilişkisi koyamadım. eğer bir maç esnasında kızın tekiyle bakışmamızı saymazsak. gerçi orda da maça odaklanamayı tercih etmiştim. etmeyedebilirmişim, şimdi düşünüyorumda. zaten o maçı farklı kazanmıştık. sporu çok farklı amaçlar için kullanan ben için; temiz kaldı basketbol anlayacağınız.

    yoksa şairin dediği gibi "basketbol da dünyadaki diğer her şey gibi seks içindir." miydi?

    henüz değil.

    *
App Store'dan indirin Google Play'den alın