lise 3'tü sanırım. evet 3 olması lazım, çünkü takımdaki ikinci yılımdı. lise 1'de almamışlardı beni takıma çünkü takım; şampiyonluğa oynayan, baya sıkı bir takımdı.
kendi sınıfımdan bi arkadaşım takımdaydı. ibne sürekli dersten çıkıp maça gidiyordu. düşenebiliyo musunuz lan, dersten çıkıp top oynamaya gidiyo. bi de gözümüzün içine baka baka. rahat rahat, hocadan izinli tabii.
işte bunlar yine sabah maç için okuldan çıkıp, öğleden sonra döndüler ama ne dönüş. bir laflar dolanıyor ortada, ''son saniye'', ''orta saha'' falan diye. sonra, 1 yıl sonra koçtan dinleyince inandım. 2 sayıyla mağlupmuşuz, bizim takımın guard'ı da, bizim pota altından sallamış. girmiş o top. ben hala inanmıyorum amk. öyle şey mi olur. son saniyede sallayacak da kendi sahasından, girecek de falan filan. neyse o takım şampiyon oldu. müdür pek sikine takmamıştı ama. aferin dedi, fotoğraf çektiler bitti. bizim sınıftaki çocuk olmasa haberim olmayacaktı amk. diğer sınıflar bilmiyordur, bu başarı öyküsünü. ben şampiyon olduklarına da inanmadım gerçi, o da ayrı.
neyse işte, bu takım dediğim gibi cidden sağlam takımdı. guard'ı, pivot'u, işte skorer guard'ı falan ülke çapında değişe bile il çapındaydı. şampiyon olunca, 2010-2011 sezonundaki trabzonspor gibi dağıldı hepsi. burslu kolejlere yerleştiler. bir tanesi istanbul'a gitti.
ertesi sene takım bize kaldı. lise 1'de yalnızca 1 oyuncu yollayan sınıfımız, lise 2'de 4 oyuncu birden yollayarak büyük sükse yaptı. -kimsenin sikinde değildi-
* okuldaki turnuvalarda, kasıp kavuruyoruz ortalığı. bizi tehdit eden son sınıflar dahil yenemediğimiz takım yok. 4 kişiye buluyoruz sınıftan1 kişi daha taş gibi takım oluyor. deli gibi şut sokuyoruz. uzunlarımız acayip. ben de takımın oyun kurucusuyum. oradan gördü zaten hoca. öyle girdik takıma.
ben 2 yıl bir kulüpte oynamıştım. vasatın altıydım ama, antrenman nedir, ne değildir, bir fikrim vardı. o, ilk sene takımda olan çocuk zaten biliyordu mevzuyu. diğer 2 arkadaşım ilk antrenman sonunda ölüyorlardı. ertesi gün okula gelmediler falan. ama o antrenman, yani ilk antrenman,12 kişi yaptığımız 4-5 antrenmandan biriydi. sorumluluk duygumuz müthişti.
o sene yine fena değildi takım. oynuyorduk bir şekilde. bir maçta 50'ye yakın fark yedik ama gruptan çıkmayı bildik. 50 sayı fark yediğimiz maçta da
* rakip seyircilerin yoğun küfürlü tezahüratına maruz kalmıştık :( ağlama melis karikatürünü bizzat yaşadım ben. çünkü tribündeki tek seyircimiz, takımın mvp'sinin kız arkadaşıydı. fark etmediler iyi ki. lan ısınıyoruz, şut kaçırınca tribünler coşuyor. beni kimse o salonda 100 kişi olduğuna inandıramaz. zaten 10 şut atarsak, min. 4'ü kaçıyor. salonda sürekli bir coşku. ben sahada o kadar küçüldüğümü hatırlamıyorum. müthiş baskı kurmuşlardı. 2. periyotta koptu zaten maç. 2.periyodun sonu ve 4. periyodun başı olmak üzere 10 dakika sahada kaldım. en uzun 10 dakikaydı hayatımdaki. şimdi hatırladım o sene gruptan çıkamamıştık lan, son maçlarda ortalık karışmıştı. averajla mı ne gruptan çıkamadık. vay ak ya:(
nerden hatırladım; çünkü o sene anlatacağım diğer maçı düşündüm, biraz daha düşündüm, öyle bir maç yok ne yazık ki. elendik biz o sene.
heh, geldik 11.sınıfa. takımın mvp'si diye, artis artis anlattığım çocuk saldı kendini. baya bira göbeği oldu 17 yaşındaki çocuğun. sigara falan. bir de sınav senesiydi onun, antrenmanlara da katılmadı pek. takıma bir tane oyun kurucu geldi. bir alt sınıftan. iyi çocuktu, hakkını yemeyeyim. o sene takımdan bir bok olmayacağı belliydi de, bu kadar saçmalığı göreceğimi hiç tahmin etmiyordum. örneğin takımın pivotu, pivot dediğime bakmayın çok uzun değil. 1.90 civarı. hala görüşürüm kendisiyle 1.97 oldu hayvan. neyse işte... bu çocuk, bir gün antrenmandan sonra yanıma gelip, ''ya gardaş ya, ben içerde oynamak istemiyom ya :('' dediğinde sezon kapanmıştı benim için. allahtan ilk beşe düşünülmüyordum.
derken kuralar çekildi falan. odtü'yle eşleştik. bir tek onları hatırlıyorum o gruptan. odtü'nün lise takımı. üniversite'nin lise takımı mı olur amk? olmuş, baya da iyi olmuş. cidden iyi olmuş.
biz hazırlanıyoruz odtü maçına. mutlak galibiyet parolamız yok tabi. geçen sene bir maçtan önce denk gelip izleme fırsatı bulmuştuk kendilerini. şerefli mağlubiyet parolamız. belki son periyoda kafa kafaya gireriz diye düşünüyoruz. son idmanı da yaptık, evlerimize gittik.
sabah okuldan salona gideceğiz servisle. ben rahatım ama. ilk beş değilim ya. sabah oldu. geldik okula, benim minik oyun kurucum, canım arkadaşım, bir alt sınıfım, takımımızın gözbebeği servise geliyor. 10 dakikadır onu bekliyoruz. gelene kadar 5 dakika daha bekliyor. hıyar oyun kurucumuz, akşam arkadaşlarıyla yaptığı halı saha maçında sakatlanmış. bileğini burkmuş it. topallaya topallaya, seke seke geliyor. koç ağzına sıçtı tabi bunun. sorumsuzluğundan girdi, takım ruhundan çıktı. çok içli bir konuşma dinledik yol boyunca.
salona girdik ama ayaklarım geri geri gidiyor. girmek istemiyorum oraya. o cehennem gibi soyunma odalarına girmek de istemiyorum. okuluma gidip efendice dersimi dinlemek, not tutmak istiyorum. eve gidip uyumak istiyorum derken kendimi soyunma odasında buldum. 13 numaralı forma. çok artistiz ya, uğursuz numara uğurum olacak hesapta. oldu amk oldu.
koç esame listesini yazdı. sonra da beşi söyledi. işte x sen, y sen, z sen, t sen... uzun bir düşünme faslı yaşandı. ben bekliyorum ki, bir uzun daha koyacak. rakibi yanıltacak. ters köşe yapacak. ama yok. mondi sen, dedi en son. sonra ısınmaya çıktık. odtülü ibneler çembere asılıyor, biz turnike kaçırıyoruz. o ibne guardımız da utanmadan sağlıkçıya bandaj değiştirtiyor kenarda. utanmaz herif. hee bak asıl şeyi unuttum yine; koç ilk beşimizi söyledikten sonra bir set çizdi. benim görevim, topu, takımımızın sergen kıvamındaki yıldızına vermek. ya da ben öyle zannediyorum. alan savunması yapıcaz ama o kesin. ondan eminim. önde ben ve başka bir kısa arkadaşım, arkada da 3 deve.
böyle böyle, yavaş yavaş gaza gelerek, koça sözümüzü vererek maça başladık, ilk hücum onların. lise düzeyindeki basketbolda, yine aynı düzeydeki alan savunmalarında öndeki 2 kısa oyuncunun önden delinmemesi gerekir. veya rakip pivotun ortada, boyalı alanın faul çizgisi civarı topla buluşmaması gerekir. ilk sayıyı oyun kurucunun pivota, onun da kat eden forvete verdiği pasla buldular. 2-0. evet, top bende. ilk hücumumuz. baskı yok, yapmam gereken belli. topu sergen'e vericem. o da sayı atacak. yarı sahayı sol elimim işaret parmağı havada, çok cool bir guard görüntüsü çizerek geçtim. keşke fotoğrafımı çekselerdi. profil resmim yapatdım şimdi, neyse. ulan, yarı sahayı geçtim, sergen'i göremiyorum. yok ortada. bir takım perdelerden kurtulacak da topu alacak 7 saniye var zaten. o pivot kardeşime<3 verdim topu. o da sağolsun geri verdi. ben de uzaklardan yolladım üçlüğü. girmedi.
sonra top yine onlara geçti. biz yine aynı oyundan sayıyı yedik. sonra aynı şekilde sayı atamadık. onlar yine attı. ilk periyot 22'ye 2 bitti. ikinci periyotta küfürler eşliğinde bench'e geldim ama nasıl rahatladım. o bench dünyanın en güzel yeriydi o sırada. bizim sınıftaki diğer 2 çocukla muhabbet ettim. sonra koç kızdı. biz aynı şekilde sayı yemeye devam ettik. koç yine kızdı. 80'e 45 mi ne, o civarlardaki bir skorla kaybettik.
bütün takım, koç dahil, ilk çeyrek o kadar farklı bitmeseydi maçı başa baş sürdüreceğimizi söyledi. ibneler. nah! başa baş götürürdünüz. ben odtü'nün gazını aldım sakinleştirdim, onlara istediklerini verdim de öyle 70 sayı fark yemediniz. hala konuşurum o koçla. hala da aynı şeyi söylerim. mezun olunca insan daha rahat konuşuyor tabi.
okulda turnuvalar devam ediyor, bizim sınıf takımı da ortalığı sikip atıyor afedersiniz. bir gün, rakibin ismini hatırlamıyorum, bir maçtan önce beden dersimiz vardı. takımımızın sergen'i de son sınıf olduğu için gelip bizle oynadı. koç da hakemlik yaptı. başladık. ben iyi başladım. iyi savunma yapıyorum. ribaundu aldığımızda ok gibi fırlayıp sayı atıyorum. bu sergen'den top falan çalıyorum, blok yapıyorum falan. coştum lan. kaç yıl oldu, o performansın üzerine çıkmadım. üçlükler üst üste geliyor falan. tribünlerde de kızlar ders çalışıyor. ulan maçı izleseler, çıkışta imzaya almaya gelecekler.
bir pozisyonda okul takımındaki 3 deveden biriyle birebir kaldım. cross-over yaptım. şuta kalktım el üzerinden. bu da zıpladı, üstüme çıktı hayvan. ama bloklayamadı mal. ben bi şekilde attım, topu potaya. nasıl attım bilmiyorum ama müthiş göründüğü kesin :s. hayatta başıma gelen en güzel şeylerden biri geldi. 3 sayılık basket bir de faul oldu. faulü de soktum. ve yarınki maçta ilk beşe kesin gözüyle bakıyorum. koç da öyle bakıyor, belli.herkes maçtan sonra kutladı beni. böyle yazınca da çok ''elit'' oldu. ''oha amınakoyim, naptın lan maçta, pezevenk kobe kesildi başımıza'' böyle şeyler duydum genel olarak. kızlara sordum, ''naptınız, yoksa maç falan mı izlediniz :)))))'' diye, ''yok soru çözdük:('' dediler.
hepsini attım bi tarafa yarınki maça konsantre oluyorum. maçı kafada oynamak diye bir şey var cidden, eğer sahada olacaksanız. yok maçı yorumlayacaksanız, olmaz o. aynı hissi vermez tahmindir. oyuncunun kafasında oynaması, şutu soktuğunu görmesi, hayal etmesi önemlidir. o hayali kurup, şutu soktuğunu görürse, maçta da sokar.
ben o gece bütün şutları soktum. hiç kaçırmadım. çok hazırdım. belki terli terli, soğuk havada bahçeye çıkıp kızlara ''maçı izlediniz mi :)))) '' diye sormasaydım daha hazır olacaktım. sabah kalktığımda yürüyemiyordum nerdeyse. 38.5 derece ateşim vardı. efsane flu-game geldi aklıma. sonra kendime gülüp koçu aradım, ben ölüyorum hastalıktan, gelemiyorum, gelirsem de tribünde otururum, dedim, diyebildim. ateşim 38.5. sonra izlemeye de gidemedim maçı. kalkmadım yerimden. yenilmişiz. çok merak ediyorum, nasıl o sikindirik takıma yenilmeyi başardılar. ismini hatırlamadığıma göre sikindirikti.
ertesi gün 2. mağlubiyetin de faturası bana kesildi. ulan oynasam ben sorumluyum, oynamasam yine ben. o wonder-kid'ini biraz hazırlasaydı da iyi bir guardımız olsaydı. sonra, o moralle son 2 maçı da kaybedip, 2 senede 8 maçta 2 galibiyet alıp, turnuvayı kapattık. ertesi sene ''idmanlara gelecekseniz katılalım'' dedi koç. kimse ''tabi ki geliriz!!'' diyemedi. takım kurmadık son sene. öyle bitti lise basketbol kariyerim. güzel 2 sene geçti. okul turnuvaları ayrı güzeldi zaten. herkesi yeniyorduk. ama işler resmileşince öyle olmuyormuş o işler onu anladık.
güzeldi ya. yazarken bile eğlendim. şimdi basket oynamak için 6 kişi toplamaya çalışırken ömrümün yarısı gidiyor, genelde de toplayamıyorum. o zaman her allahın günü basket oynuyorduk.
bak ama aşk hikayesiz olmaz;
hani teee en başta dedim ya; kimsenin sikinde değildi ya da ben öyle zannediyordum diye. öyle değilmiş son sene çıktı ortaya. diğer sınıftan bir kızla aynı dersanede, aynı sınıfa düştük. 1 ay kadar da birlikte oturduk. dersane sınıfı 20 kişilikti. bu kız beni tuttu güzel bir kızla tanıştırdı aynı sınıftan. ''bu mondi, okulun basket takımında oynuyor'' diye.ama ben yine aynı sınıfta başka bir kıza vurulmuştum :((. 5 ay gibi bir süre peşinden koştum, olmadı. çok uğraştım ama lan. bir türlü ikna olmadı.
dedi ki hatta; bu sene son senem, çalışıp, kazanmam lazım, böyle şeyler vakit harcayamam, sen de harcama.
bunu dediği sırada başka bir çocukla çıkıyormuş tabi. 3 gün sonra gördüm. o tanıştırıldığım güzel kız da başkasıyla çıktı. sıra arkadaşım başka basketçi bir çocukla çıktı. kızda da takıntı mı var amk, nedir. ama beni bildiğini bilmem hoşuma gitti aslında. kimse takmıyor sanıyordum takımı. ama o coştuğum maçı izleyecektiniz be :(
neyse, işte böyle. çok daha kısa bir şey yazıp çıkacaktım aslında. ama konuyu bağlayamadığım için 2 senelik basket hayatım ve kısa süreli aşk hayatımı anlattım.
yazmaya başladığımda saat 3'tü. şimdi dört buçuğu geçmiş. okuyan herkese teşekkür ederim. ben yazarken çok eğlendim. (bkz:
biz çekerken çok eğlendik) eğer siz sıkıldıysanız, özür dilerim şimdiden.