• 9
    seneeee senesini unuttum, lisedeyim. futbol turnuvasında en sıkı maçlardan birisi oynanıyor. ben takımın 170 cm boyundaki cengaver stoperi olarak mücadele ediyorum. koşmaktan, mücadele etmekten ciğerler patlayacak...

    devamını birazdan anlatacağım. onun öncesinde başka bir olayı anlatacağım.
    ortaokulda hiçbir aşk yaşayamayan bendeniz, yağız delikanlı smyrna lisede bir bakıyorum herkeste bir lise aşkı modası. ulan bir bakıyorum herkes birbirine aşık. haliyle bende sarışın bir hatuna vuruluyorum, hatun çok güzel ama öyle böyle değil. kızla konuşmak için cesaretim yok. bir fırsat kolluyorum. terslenmekten de çok korkuyorum, tam lise genciyim yani. bir türlü cesaret edemiyorum konuşmaya, kızı 100 metre uzakta görsem kalbim tavana vuruyor heyecandan. neyse şimdi bu iki hikayeyi bağlayalım.

    topu rakipten kapıyorum ve kontra atağa kalkıyoruz. önümde bir tane iri kıyım savunma var, kafayı kaldırıyorum kalenin yan tarafında ne göreyim, vurgun olduğum kız orada duruyor. hatunu farkediyorum. pas isteyen arkadaşlarım artık umrumda değil. bu golü yazarsam hatunun önünde karizma tavan yapabilir. yalnız bir sorun var iri kıyım defans hala karşımda. çalım atmayı göze alamıyorum çünkü çalım yeteneğim servet çetinvari bir seviyede ve ben bunun farkındayım ki yıllardır ben çakılı defansım ayağına defanstan çıkmıyorum hiç. halbuki hikayeee, bildiğin balta teknik olduğum için çıkmıyorum ileriye. neyse bakıyorum kaleci biraz kalenin solunda. allah diyorum oğlum smyrna, yapıştır şutu açık olan tarafa, yaz golü, karizma tavana vursun. zaten defansı geçme ihtimalin yok. dannnn bir yapıştırıyorum topa ama öyle bir vuruş yok hagi gibi hami gibi gerrard gibi vuruyorum. allahım diyorum nolur gol olsun. top gidiyor gidiyor ama yolun ortasında top sağa doğru sapıyor. sağ tarafta direğin bir metre yanında malum kişi var, top resmen hatuna gidiyor. o sırada dua ediyorum, gol olmuyor, bari top kıza çarpmasın. ama nafile. top kızın suratında patlıyor ama ne patlamak. arkadaşlar kıza vurgun olduğumu biliyor ya hepsi başlıyor gülmeye zuhahahaha diye. kızın yanına gidiyorum, yanında kız arkadaşı kolundan tutmuş destek oluyor. kızın suratı kıpkırmızı olmuş. ince bir sesle ya kusura bakma diyeceğim anda sözümü kesiyor git başımdan be gerizekalı...

    tüm hayallerim yıkılıyor. allah belamı verseydi de, o şutu çekmeseydim diyorum kendi kendime. neden tanrım diyorum neden? uefa kupasını bizim almamızı isteyen tanrı neden bana yardım etmedi? liseyi bitirene kadar kızın yüzüne bakamıyorum bir daha ve oğlum ileriye çıksana, hücuma destek versene diyen takım arkadaşlarıma siktir gidin lan, ben çakılı defansım diyebiliyorum bu yaşıma kadar...

    rumuz: nişanlımduymasınbenikeser
  • 131
    lise 3'tü sanırım. evet 3 olması lazım, çünkü takımdaki ikinci yılımdı. lise 1'de almamışlardı beni takıma çünkü takım; şampiyonluğa oynayan, baya sıkı bir takımdı.

    kendi sınıfımdan bi arkadaşım takımdaydı. ibne sürekli dersten çıkıp maça gidiyordu. düşenebiliyo musunuz lan, dersten çıkıp top oynamaya gidiyo. bi de gözümüzün içine baka baka. rahat rahat, hocadan izinli tabii.

    işte bunlar yine sabah maç için okuldan çıkıp, öğleden sonra döndüler ama ne dönüş. bir laflar dolanıyor ortada, ''son saniye'', ''orta saha'' falan diye. sonra, 1 yıl sonra koçtan dinleyince inandım. 2 sayıyla mağlupmuşuz, bizim takımın guard'ı da, bizim pota altından sallamış. girmiş o top. ben hala inanmıyorum amk. öyle şey mi olur. son saniyede sallayacak da kendi sahasından, girecek de falan filan. neyse o takım şampiyon oldu. müdür pek sikine takmamıştı ama. aferin dedi, fotoğraf çektiler bitti. bizim sınıftaki çocuk olmasa haberim olmayacaktı amk. diğer sınıflar bilmiyordur, bu başarı öyküsünü. ben şampiyon olduklarına da inanmadım gerçi, o da ayrı.

    neyse işte, bu takım dediğim gibi cidden sağlam takımdı. guard'ı, pivot'u, işte skorer guard'ı falan ülke çapında değişe bile il çapındaydı. şampiyon olunca, 2010-2011 sezonundaki trabzonspor gibi dağıldı hepsi. burslu kolejlere yerleştiler. bir tanesi istanbul'a gitti.

    ertesi sene takım bize kaldı. lise 1'de yalnızca 1 oyuncu yollayan sınıfımız, lise 2'de 4 oyuncu birden yollayarak büyük sükse yaptı. -kimsenin sikinde değildi-* okuldaki turnuvalarda, kasıp kavuruyoruz ortalığı. bizi tehdit eden son sınıflar dahil yenemediğimiz takım yok. 4 kişiye buluyoruz sınıftan1 kişi daha taş gibi takım oluyor. deli gibi şut sokuyoruz. uzunlarımız acayip. ben de takımın oyun kurucusuyum. oradan gördü zaten hoca. öyle girdik takıma.

    ben 2 yıl bir kulüpte oynamıştım. vasatın altıydım ama, antrenman nedir, ne değildir, bir fikrim vardı. o, ilk sene takımda olan çocuk zaten biliyordu mevzuyu. diğer 2 arkadaşım ilk antrenman sonunda ölüyorlardı. ertesi gün okula gelmediler falan. ama o antrenman, yani ilk antrenman,12 kişi yaptığımız 4-5 antrenmandan biriydi. sorumluluk duygumuz müthişti.

    o sene yine fena değildi takım. oynuyorduk bir şekilde. bir maçta 50'ye yakın fark yedik ama gruptan çıkmayı bildik. 50 sayı fark yediğimiz maçta da * rakip seyircilerin yoğun küfürlü tezahüratına maruz kalmıştık :( ağlama melis karikatürünü bizzat yaşadım ben. çünkü tribündeki tek seyircimiz, takımın mvp'sinin kız arkadaşıydı. fark etmediler iyi ki. lan ısınıyoruz, şut kaçırınca tribünler coşuyor. beni kimse o salonda 100 kişi olduğuna inandıramaz. zaten 10 şut atarsak, min. 4'ü kaçıyor. salonda sürekli bir coşku. ben sahada o kadar küçüldüğümü hatırlamıyorum. müthiş baskı kurmuşlardı. 2. periyotta koptu zaten maç. 2.periyodun sonu ve 4. periyodun başı olmak üzere 10 dakika sahada kaldım. en uzun 10 dakikaydı hayatımdaki. şimdi hatırladım o sene gruptan çıkamamıştık lan, son maçlarda ortalık karışmıştı. averajla mı ne gruptan çıkamadık. vay ak ya:(

    nerden hatırladım; çünkü o sene anlatacağım diğer maçı düşündüm, biraz daha düşündüm, öyle bir maç yok ne yazık ki. elendik biz o sene.

    heh, geldik 11.sınıfa. takımın mvp'si diye, artis artis anlattığım çocuk saldı kendini. baya bira göbeği oldu 17 yaşındaki çocuğun. sigara falan. bir de sınav senesiydi onun, antrenmanlara da katılmadı pek. takıma bir tane oyun kurucu geldi. bir alt sınıftan. iyi çocuktu, hakkını yemeyeyim. o sene takımdan bir bok olmayacağı belliydi de, bu kadar saçmalığı göreceğimi hiç tahmin etmiyordum. örneğin takımın pivotu, pivot dediğime bakmayın çok uzun değil. 1.90 civarı. hala görüşürüm kendisiyle 1.97 oldu hayvan. neyse işte... bu çocuk, bir gün antrenmandan sonra yanıma gelip, ''ya gardaş ya, ben içerde oynamak istemiyom ya :('' dediğinde sezon kapanmıştı benim için. allahtan ilk beşe düşünülmüyordum.

    derken kuralar çekildi falan. odtü'yle eşleştik. bir tek onları hatırlıyorum o gruptan. odtü'nün lise takımı. üniversite'nin lise takımı mı olur amk? olmuş, baya da iyi olmuş. cidden iyi olmuş.

    biz hazırlanıyoruz odtü maçına. mutlak galibiyet parolamız yok tabi. geçen sene bir maçtan önce denk gelip izleme fırsatı bulmuştuk kendilerini. şerefli mağlubiyet parolamız. belki son periyoda kafa kafaya gireriz diye düşünüyoruz. son idmanı da yaptık, evlerimize gittik.

    sabah okuldan salona gideceğiz servisle. ben rahatım ama. ilk beş değilim ya. sabah oldu. geldik okula, benim minik oyun kurucum, canım arkadaşım, bir alt sınıfım, takımımızın gözbebeği servise geliyor. 10 dakikadır onu bekliyoruz. gelene kadar 5 dakika daha bekliyor. hıyar oyun kurucumuz, akşam arkadaşlarıyla yaptığı halı saha maçında sakatlanmış. bileğini burkmuş it. topallaya topallaya, seke seke geliyor. koç ağzına sıçtı tabi bunun. sorumsuzluğundan girdi, takım ruhundan çıktı. çok içli bir konuşma dinledik yol boyunca.

    salona girdik ama ayaklarım geri geri gidiyor. girmek istemiyorum oraya. o cehennem gibi soyunma odalarına girmek de istemiyorum. okuluma gidip efendice dersimi dinlemek, not tutmak istiyorum. eve gidip uyumak istiyorum derken kendimi soyunma odasında buldum. 13 numaralı forma. çok artistiz ya, uğursuz numara uğurum olacak hesapta. oldu amk oldu.

    koç esame listesini yazdı. sonra da beşi söyledi. işte x sen, y sen, z sen, t sen... uzun bir düşünme faslı yaşandı. ben bekliyorum ki, bir uzun daha koyacak. rakibi yanıltacak. ters köşe yapacak. ama yok. mondi sen, dedi en son. sonra ısınmaya çıktık. odtülü ibneler çembere asılıyor, biz turnike kaçırıyoruz. o ibne guardımız da utanmadan sağlıkçıya bandaj değiştirtiyor kenarda. utanmaz herif. hee bak asıl şeyi unuttum yine; koç ilk beşimizi söyledikten sonra bir set çizdi. benim görevim, topu, takımımızın sergen kıvamındaki yıldızına vermek. ya da ben öyle zannediyorum. alan savunması yapıcaz ama o kesin. ondan eminim. önde ben ve başka bir kısa arkadaşım, arkada da 3 deve.

    böyle böyle, yavaş yavaş gaza gelerek, koça sözümüzü vererek maça başladık, ilk hücum onların. lise düzeyindeki basketbolda, yine aynı düzeydeki alan savunmalarında öndeki 2 kısa oyuncunun önden delinmemesi gerekir. veya rakip pivotun ortada, boyalı alanın faul çizgisi civarı topla buluşmaması gerekir. ilk sayıyı oyun kurucunun pivota, onun da kat eden forvete verdiği pasla buldular. 2-0. evet, top bende. ilk hücumumuz. baskı yok, yapmam gereken belli. topu sergen'e vericem. o da sayı atacak. yarı sahayı sol elimim işaret parmağı havada, çok cool bir guard görüntüsü çizerek geçtim. keşke fotoğrafımı çekselerdi. profil resmim yapatdım şimdi, neyse. ulan, yarı sahayı geçtim, sergen'i göremiyorum. yok ortada. bir takım perdelerden kurtulacak da topu alacak 7 saniye var zaten. o pivot kardeşime<3 verdim topu. o da sağolsun geri verdi. ben de uzaklardan yolladım üçlüğü. girmedi.

    sonra top yine onlara geçti. biz yine aynı oyundan sayıyı yedik. sonra aynı şekilde sayı atamadık. onlar yine attı. ilk periyot 22'ye 2 bitti. ikinci periyotta küfürler eşliğinde bench'e geldim ama nasıl rahatladım. o bench dünyanın en güzel yeriydi o sırada. bizim sınıftaki diğer 2 çocukla muhabbet ettim. sonra koç kızdı. biz aynı şekilde sayı yemeye devam ettik. koç yine kızdı. 80'e 45 mi ne, o civarlardaki bir skorla kaybettik.

    bütün takım, koç dahil, ilk çeyrek o kadar farklı bitmeseydi maçı başa baş sürdüreceğimizi söyledi. ibneler. nah! başa baş götürürdünüz. ben odtü'nün gazını aldım sakinleştirdim, onlara istediklerini verdim de öyle 70 sayı fark yemediniz. hala konuşurum o koçla. hala da aynı şeyi söylerim. mezun olunca insan daha rahat konuşuyor tabi.

    okulda turnuvalar devam ediyor, bizim sınıf takımı da ortalığı sikip atıyor afedersiniz. bir gün, rakibin ismini hatırlamıyorum, bir maçtan önce beden dersimiz vardı. takımımızın sergen'i de son sınıf olduğu için gelip bizle oynadı. koç da hakemlik yaptı. başladık. ben iyi başladım. iyi savunma yapıyorum. ribaundu aldığımızda ok gibi fırlayıp sayı atıyorum. bu sergen'den top falan çalıyorum, blok yapıyorum falan. coştum lan. kaç yıl oldu, o performansın üzerine çıkmadım. üçlükler üst üste geliyor falan. tribünlerde de kızlar ders çalışıyor. ulan maçı izleseler, çıkışta imzaya almaya gelecekler.

    bir pozisyonda okul takımındaki 3 deveden biriyle birebir kaldım. cross-over yaptım. şuta kalktım el üzerinden. bu da zıpladı, üstüme çıktı hayvan. ama bloklayamadı mal. ben bi şekilde attım, topu potaya. nasıl attım bilmiyorum ama müthiş göründüğü kesin :s. hayatta başıma gelen en güzel şeylerden biri geldi. 3 sayılık basket bir de faul oldu. faulü de soktum. ve yarınki maçta ilk beşe kesin gözüyle bakıyorum. koç da öyle bakıyor, belli.herkes maçtan sonra kutladı beni. böyle yazınca da çok ''elit'' oldu. ''oha amınakoyim, naptın lan maçta, pezevenk kobe kesildi başımıza'' böyle şeyler duydum genel olarak. kızlara sordum, ''naptınız, yoksa maç falan mı izlediniz :)))))'' diye, ''yok soru çözdük:('' dediler.

    hepsini attım bi tarafa yarınki maça konsantre oluyorum. maçı kafada oynamak diye bir şey var cidden, eğer sahada olacaksanız. yok maçı yorumlayacaksanız, olmaz o. aynı hissi vermez tahmindir. oyuncunun kafasında oynaması, şutu soktuğunu görmesi, hayal etmesi önemlidir. o hayali kurup, şutu soktuğunu görürse, maçta da sokar.

    ben o gece bütün şutları soktum. hiç kaçırmadım. çok hazırdım. belki terli terli, soğuk havada bahçeye çıkıp kızlara ''maçı izlediniz mi :)))) '' diye sormasaydım daha hazır olacaktım. sabah kalktığımda yürüyemiyordum nerdeyse. 38.5 derece ateşim vardı. efsane flu-game geldi aklıma. sonra kendime gülüp koçu aradım, ben ölüyorum hastalıktan, gelemiyorum, gelirsem de tribünde otururum, dedim, diyebildim. ateşim 38.5. sonra izlemeye de gidemedim maçı. kalkmadım yerimden. yenilmişiz. çok merak ediyorum, nasıl o sikindirik takıma yenilmeyi başardılar. ismini hatırlamadığıma göre sikindirikti.

    ertesi gün 2. mağlubiyetin de faturası bana kesildi. ulan oynasam ben sorumluyum, oynamasam yine ben. o wonder-kid'ini biraz hazırlasaydı da iyi bir guardımız olsaydı. sonra, o moralle son 2 maçı da kaybedip, 2 senede 8 maçta 2 galibiyet alıp, turnuvayı kapattık. ertesi sene ''idmanlara gelecekseniz katılalım'' dedi koç. kimse ''tabi ki geliriz!!'' diyemedi. takım kurmadık son sene. öyle bitti lise basketbol kariyerim. güzel 2 sene geçti. okul turnuvaları ayrı güzeldi zaten. herkesi yeniyorduk. ama işler resmileşince öyle olmuyormuş o işler onu anladık.

    güzeldi ya. yazarken bile eğlendim. şimdi basket oynamak için 6 kişi toplamaya çalışırken ömrümün yarısı gidiyor, genelde de toplayamıyorum. o zaman her allahın günü basket oynuyorduk.

    bak ama aşk hikayesiz olmaz;

    hani teee en başta dedim ya; kimsenin sikinde değildi ya da ben öyle zannediyordum diye. öyle değilmiş son sene çıktı ortaya. diğer sınıftan bir kızla aynı dersanede, aynı sınıfa düştük. 1 ay kadar da birlikte oturduk. dersane sınıfı 20 kişilikti. bu kız beni tuttu güzel bir kızla tanıştırdı aynı sınıftan. ''bu mondi, okulun basket takımında oynuyor'' diye.ama ben yine aynı sınıfta başka bir kıza vurulmuştum :((. 5 ay gibi bir süre peşinden koştum, olmadı. çok uğraştım ama lan. bir türlü ikna olmadı.

    dedi ki hatta; bu sene son senem, çalışıp, kazanmam lazım, böyle şeyler vakit harcayamam, sen de harcama.

    bunu dediği sırada başka bir çocukla çıkıyormuş tabi. 3 gün sonra gördüm. o tanıştırıldığım güzel kız da başkasıyla çıktı. sıra arkadaşım başka basketçi bir çocukla çıktı. kızda da takıntı mı var amk, nedir. ama beni bildiğini bilmem hoşuma gitti aslında. kimse takmıyor sanıyordum takımı. ama o coştuğum maçı izleyecektiniz be :(

    neyse, işte böyle. çok daha kısa bir şey yazıp çıkacaktım aslında. ama konuyu bağlayamadığım için 2 senelik basket hayatım ve kısa süreli aşk hayatımı anlattım.

    yazmaya başladığımda saat 3'tü. şimdi dört buçuğu geçmiş. okuyan herkese teşekkür ederim. ben yazarken çok eğlendim. (bkz: biz çekerken çok eğlendik) eğer siz sıkıldıysanız, özür dilerim şimdiden.
  • 24
    öss'ye gireceğim sene. sınavdan 40 gün önce. çok çalışıyoruz ya halı sahada maç yapıp kafa dağıtacağız. ben michael jordan misali uğurlu şortumu giyip, canavar gibi koşmaya başlıyorum halısahada. koşuyorum ama takıma katkım hüseyin çimşir kadar. yine bu boş koşuların birinde gereksiz cengaverlik gösteriyorum, tekmeye kafa uzatma tabirini gerçekleştiriyorum ancak adam benden önce davranıp topa vuruyor ve o top benim sol gözümde patlıyor.

    ilk olarak benim yavşak arkadaşlarım benim gözümü tutarak yerde kıvranmalarıma inanmadılar. seçilmiş yavşaklardan birinin: " ne kadar kıvrandın amına koyim al topu tamam."cümlesini duyuyorum bir ara. durumun vehameti anlaşıldı tabi. ben gözümü yavaş yavaş açınca ortalığı bembeyaz görmeye başladım. tek seçebildiğim halısahanın ışıklarıydı. işte bu yavşak arkadaşlarımın birinin arabasıyla hastaneye doğru yol almaya başladım ama yol boyunca konuşulan konu timsahların çiftleşmesiydi. hayır arkadaşlarım belgesel izleyen adamlar değildi. muhtemelen kanal değiştirirken çiftleşen timsahlar ilgilerini çekmiştir konulu sapıkların.

    hastaneye vardığımızda doktor gözümü muayene ederken, ben olayın tüm vehametine rağmen, eski türk filmlerini anımsatan şu yavşakça cümleyi kurdum: "görebilecek miyim doktor"ulan gözünün teki bembeyaz görüyor, sen işin taşağındasın. ee tabi bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyle diye boşa dememişler.

    neyse efendim, ben gözümün içini kanatmayı becermiş hastanade birkaç hafta yatmak zorunda kalmıştım. tabi burada oda arkadaşları bayağı önem taşıyor. zira narkozun etkisinde doktora ana avrat kayıp hastaneyi inleten hastalarla ya da "bu top yüzünden kör olan var" diye moral veren amcalarla muhattap olabiliyorsunuz. yine de bana almanya'dan aldığı kaliteli diş fırçasını göstererk moralimi düzeltmişti amca. zira o kadar kaliteliymiş ki 7 senedir aynı fırçayı kullanıyormuş amcam.

    sonuca geldiğimizde sınav öncesi 40 gün heba oldu ama yine de girebildik biryerlere. uğurlu şort mu? hayatına yer bezi olarak devam etmekte...
  • 141
    sevgili sözlük,

    3 aydır milano'da olmama rağmen nedense bugün ilk defa italyan futboluna fiilen adım attım ve halı sahada benden yaşça biraz büyük, tamamı italyan bir ekiple yediye yedi futbol oynadım ve daha önce de benzer şekilde yaşayarak gözlemleme fırsatım olduğu ingiliz, alman ve ispanyol futbolu tecrübelerime bir yenisini daha ekledim.

    ahahaha maç 0-0 bitecekti lan abartmıyorum :) hayatımda bu kadar uyuz bir futbol anlayışı görmedim. millet resmen sıkıcı futbol oynamak için para veriyor. tamam 6-1 bitti biz kazandık ama gollerin çoğu son dakikalarda geldi ve maçın büyük kısmı 0-0 (ilk yarı sonucu) ve 2-1 (son on dakikaya kadar) geçti. yahu aynı sürede türkiye'de kafadan 15'i bulurduk biz takım başına.

    neyse, geyik bir yana çok düşük tempoda ama akıllı bir şekilde oynuyor italyanlar, sanki hepsi 35 yaşında da böyle tempoyu ayarlayarak, çok zorlamayarak ama yeri gelince de mücadeleden kaçmayarak, hakikaten durağan ama bir o kadar da sert. kontrollü olsa da halı saha düzeyinde hayatımda hiç görmediğim sertlikte mücadeleler oldu ve buna şaşırdım gerçekten. hiç gerginlik olmadı yani bunu yapan da yapılan da uygun bir şekilde yerine getiriyor, "oha çok pis daldı" gibi değil yani, nasıl ayarladıklarına biraz şaşırdım açıkçası. bir de her iki takımda da aslan gibi birer kaleci vardı yani az gol olmasında bu da bir etken olabilir. öyle dönüşümlü değil yani baya uçan, pozisyon alan, kaleci gibi kaleciydi, maçı güzel kıldı.

    ben sol çizgide görev yaptım ve tam bir hakan balta performansı gösterdim ya kendimle gurur duyuyorum. kewell'likten hakan balta'lığa yatay geçiş yaptım. tabi bunda ortamın yeni olması sebebiyle temkinli oynamamın da payı var ama bildiğin defansta kofti, hücumda eh işte, maçı tamamladım. koca maç boyunca rakip takımın belki de en etkili ismine adam adama markaj uyguladım ve hiç etkili olamadı. sonra vatandaş öteki yana geçti, benim karşıma diğer çizgideki eleman geldi, bir kez çalım denedi ve geçti, aynı hakan balta gibi böyle arkadan tutarak, omuz atarak falan ahahaha aynı ya :)) neyse yani öyle bir imaj uyandırdım ki sanki böyle çok iyi defansmışım hiç adam kaçırmazmışım gibi ama kofti yani, rakip takım da biraz tırstı tabi bundan. oysa bir iki numarayla kolayca geçebilirler çünkü ne çok güçlü biriyim ne de savunmada gerçekten iyiyim ama sadece maçı gerçekten takip ederek birkaç tane çok iyi top kestim, ehem öhöm "ters kademe" yaptım :( hücuma da basit verkaçlar ile çıktım, yalandan birkaç şut, orta falan, bir bok da olmadı tabi. hakan balta'dan tek farkım kondisyon olabilir, allah var koştum yani markaj için de git gel için de enerjiye acımadım ama bu "sıkı defans" imajını çok sevdim lan allah bozmasın. bildiğin tırstı adamlar yani mevkimi hiç boş bırakmadım, ileriye çıksam da hep geri döndüm. hakan balta olmak bir şereftir :( neyse asıl hikaye bundan sonra...

    buradan sonrasını argo içerik sevmeyenler gerçekten okumasınlar baştan uyarıyorum, eleştiri de kabul etmiyorum.

    soyunma odası ile duş kısmı han kapısı gibi bir şeyle bağlı ama kapı yok. duşlar da birbirlerinden ayrılmamış, açık bir şekilde sıralanmış. yahu maç bitti zaten ortalık ayak ve taşak kokusundan geçilmiyor, ben hariç herkes soyunmaya başladı, ama harbiden soyundular yani dal taşak, adamlar bildiğin antik roma'daki hamam geleneğini devam ettiriyorlar yani akşam akşam 14 (fazladan bir eleman daha vardı değişmeli oynadık) göt, çük ve taşak çifti görmüş bulundum. yani şimdi olabilir böyle duşta muşta arada perde açılır, ya da şipşak soyun-giyin tarzı durumlarda, almanya, ingiltere ve türkiye'de bunlar oldu ama bu abiler dal taşak bir şekilde muhabbet, goygoy, yani ekstra bir rahatlık söz konusu, kesin roma devrinden beri süregelen bir alışkanlık bu. malum tuvaletleri de yan yanaymış bilen bilir, omuz omuza sıçarlarmış, ya hakikaten öyle böyle değil ya, taşak okşama, çük sıvazlama (sünnetsiz oldukları için böyle deriyi götür getir hareketi falan), göt kaşıma esnasında işte yok juve ne yapar, mancini başarılı olur mu, balotelli ne piç adam ya muhabbeti çeviriyorlar. acele bir durum yok, kah duş altında kah soyunma odasında çırılçıplak ve leş kokulu bir ortamda müthiş bir "taşak" muhabbeti. sonra da önümüzdeki hafta için bana da duş tavsiye ettiler. yahu duşu sikeyim size bir şey olmasın, hayattan soğudum da demeyeceğim hani transa geçtim desem belki bir nebze çünkü insan algıyı kapatıyor yani şoka giriyor gibi bir şey. yatılı okulda okudum, arkadaş arasında tabi ki samimi durumlar oldu ki askerde de oluyordur muhakkak ama iki dk önce uzun uzun taşağını kaşıyan adam saniyeler içinde aynı eliyle tüm ekiple vedalaşmak için tokalaşınca ve bundan herkes memnun gibi gözükünce biraz garip oldum. olm millettin siki nasıl lan böyle yaratık gibi. kafayı yedim yardım edin lan. hani sansar değil şansal repliğini içeren meşhur maraton dublajı var ya komikli, onda efsane bir replik var, erman toroğlu "çıkar hocam yarakları salla salla salla" dediğinde şansal "hocam seninki ele geliyor, benimki biraz küçük kalmış" diye :( acaba dedim ondan mı dert yaptım diye ama her halükarda garipti yani naptı millet öyle ya ahahah gözüme uyku girmiyor lan italyan malı yaraklar, taşaklar, kıllı kıllı götler dönüyor kafamda psikolojim bozuldu. yardım edin... bu kadar "samimi" bir şey hayatımda hiç görmemiştim. oysa her şey ne de güzel başlamıştı hakan balta performansım ile... lanet olsun ki şu goygoy futbolu oynamak için (tebrik edenler falan oldu) gidesim de var ama o sahneden nasıl tüyeceğimi bilemiyorum, kaçış yok aq yavaş yavaş beni içine alacak bu oluşum ve yakında böyle biri olacağım :(

    argo bölüm bitmiştir. herkese iyi geceler.
  • 243
    dizimde çıkan kemik büyümesi nedeniyle 3 yıllık futbol hayatımı 8. sınıfta sonlandırıyorum. jubile maçımdayım. tribün falan yok ama babam izlemeye gelmiş. antalyada eyup sabri tuncer mi böyle bi ismin sponsor olduğu turnuvada oynuyoruz. iddiamız yok. son maç zaten. hoca beni aldı oyuna ikinci yarı. girdim ama nasıl bi resital sunuyorum anlatamam. resmen gattuso gibiyim. son maç diye üzerimde bi agresiflik var, hayata karşı tepkiliyim ama o tepkiyi topa ve rakibe yönlendirmiş şekildeyim. neyse rakip yolspor muydu neydi daha ben oyuna girmeden üçlemişlerdi bizi. onlar da çok kasmıyordu. maçın sonlarına doğru penaltı oldu. hoca elessar sen kullan dedi. geçtim topun başına. kalecinin gözlerine bakıyorum. sonra sol köşeye odaklandım. oraya atacağımı iyice hissettirdim. kaleci oraya zıpladı ama ben sağ köşeye vurmuştum. o andan sonrası slow motion olarak ilerledi. yavaşça gitti top ve direğe vurup dışarı çıktı. babamla bir göz göze geldik.

    görev bölgeme ağlaya ağlaya döndüm...
    2 dakika sonra da hoca beni oyundan çıkardı.

    penaltı kaçırdı diye jubile maçında adam mı çıkarılır amınoğlu.
  • 199
    türk telekom arena'da izlediğim hiçbir maçı kaybetmedik. ara sıra iç saha maçına gidip yenilmemek tesadüf olabilir fakat;
    2018-2019 sezonunda kombine aldım. lig, türkiye kupası ve şampiyonlar liginin olduğu dolu bir sezondu.
    maça gidemeyip biletimi devrettiğim 3 maçta da berabere kaldık.
    benim gidip de kazanamadığımız tek maç, fenerbahçe maçı oldu. o da 2-0 öndeyken 2-2 bitti, hala sinirleniyorum* geri kalan bütün maçları kazandık
    şampiyonlar liginde lokomotif moskova galibiyeti ve schalke 04beraberliği yaşadım. porto maçını ve uefa kupasındaki benfica maçını devrettim. ikisinde de yenildik.
    sözün özü, burayı okuyan yöneticilere sesleniyorum. aklınız varsa bana bir loca tahsis edersiniz, şampiyonluğun anahtarı bende.
  • 146
    lise sınıflararası futbol turnuvası vardı. ben de takımdayım ve cidden çok hırslı çekişmeli geçiyor turnuva. yani şöyle diyeyim yarı finaldi sanırım, bizim takımın maçını 150 küsür kişi izlemişti. ayaklar titriyor tabi ister istemez.

    neyse benim de eşit ağırlıkçılardan sevdiğim bir kız vardı. bizim sınıftaki kızların yakın arkadaşı. kızın sınıfıyla maçımız var. arkadaşlara dedim bu iş sizde kızı ne yapıp edin maça getirin. ama nasıl bilendim. gattuso, cantona karışımı bir şey oldum. ergenlik tabi. kızın sınıfından çocukların kafasını koparınca hoşlanacak sanıyorum. ne kadar da sert erkek gibisinden*.

    maç başladı. yaklaşık 70, 80 kişi izliyor. kız yok. ulan bakıyorum arkadaşlar da yok. dakika 10 felan attım bir tane. ama sürekli uğraşıyorum karşıdaki çocuklarla. arkadaşlarım hepsi aynı mahallenin çocuklarıyız. ama çirkefe yatıyorum atılsın biri de maç kolay geçsin şov yapalım diye.

    hoca beni uyardı. topuna bak diye. dakika 15 gibi bir tane daha sıkıştırıverdim. 2-0 oldu ama ben sevinemiyorum kız yok piyasada. ulan diyorum allah belanızı vermesin bir şey istedik bunu da beceremediniz diye. yarı yaklaşırken arkadaş faul yaptı. ittirdiler arkadaşı arbede çıktı ulan ayırayım dedim kız geliyor gördüm. sahadan çok kenara bakıyorum zaten. ulaş diye bir arkadaş hakkını helal etsin. el ense çekip kenara ittim topuna bak "lan" dedim. hoca gördü.

    yavrucum ben seni uyarmamış mıydım dedi. pis bir hocaydı zaten şerefsiz. attı beni oyundan. allah belanı versin dedim duymadı allahtan bir de kızın önünde sopa yiyip iyice rezil olmadık. maç 3-3 bitti. ve o beni kırmızı kartla atan hoca ertesi hafta tacizden tutuklandı. sınıftaki arkadaşların toshack malzemesi olduk tabi. ulan bize beddua okuma, yanlışımız varsa söyle gibisinden.

    kızla ne oldu asıl mesele o. abi kıza 3 kere teklif ettim. kız 3 kere kibarca taca yolladı. allah sahibine bağışlasın.
  • 218
    13 yaşındayım. samsunspor süper ligde. bir samsunspor-gaziantepspor maçı. tribündeyim.
    işte erman toroğlu o... çocuğu, zıpla-zıpla zıplamayan ibnedir tezahüratları vs. pis bir ortam. bilenler bilir canikli mekansızlar diye bir taraftar grubu. onların içindeyim. önümdeki adamlar omuz omuza yapıyor, tabi benim olduğun sıra da aynı şekilde. o sıra arkadakiler itince öne doğru bir salındım.
    öndeki 25 yaşlarında delikanlı döndü arkasına, bizi mi si*ecen napıyorsun lan dedi. tabi hiçbir şey demedim. zaten 13 yaşındaki çocuğa niye öyle bir şey dedi hala anlamadım. yavşak.
    aradan on dakika kadar geçti, hala devam ediyoruz. o anda çocuğun tepkisi geldi aklıma. yüzümde hınzır bir tebessüm oluştu. o mal tebessüm yüzümde iken aynı çocuk arkaya döndü ve o gülüşümü yakaladı. niyetimin kötü olduğunu düşündü herhalde ki, sen yine bir şey mi yapıyorsun lan deyip yumruğunu kaldırdı. dedim aha geliyor sağlam bir tane. tam o sırada samsunspor’un bir pozisyonu oluyor(hatta tunuslu kaies ghodhbane diye bir futbolcu güzel bir gol atıyor, tabi canlı göremedim orası ayrı) ve çocuk önüne dönüyor. ben fırsat bu fırsat deyip sıvışıyorum oradan. az kalsın gümbürtüye gidiyordum sözlük. 13 yaşında statlara küstürülüyordum.
    düzenleme: futbolcu ve zaman düzenlenmesi.
  • 91
    lisedeyim, okula yeni nakil oldum. böyle havalıyım, herkesin gözü üzerimde falan.. tabii bunda, yeni olduğum için okul kıyafetimin * olmaması da etkili olmuş olabilir, bilmiyorum. * neyse, sonra yavaş yavaş alıştık okula. okul üniformam da geldi, bakışlar birden bire kesildi. hemen hemen her okulda olduğu gibi bizde de beden eğitimi derslerinde futbol oynanırdı. sordular oynar mısın diye; eh.. bir iki topa vurmuşluğumuz var dedik. fena da oynamadık, takıma girdik. bir ay sonra olması lâzım turnuvalar başlıyor. antremanlarda, hazırlık maçlarında fena oynamıyorum. herkes iyiden iyiye bana güvenmeye başladı. ben de havaya girdim iyice derken maç günü geldi çattı.

    maçtan önce kenetlendik, yemin ettik. ben forvette başladım, iyi oynuyorum ya.. derken golü yedik. ardından ikiyi yedik. benim de pek haz etmediğim ayı gibi bir arkadaşım vardı. takımın en zayıf halkasıydı. bu ayı arkadaşım iki gol attı; ama ne gollerdi, hâlâ unutamam. kendisinden beklenmeyecek işler yaptı maç boyunca. takım mücadele ediyor, savaşıyor. karşımızda da birçoğu lisanslı futbolcu, fizik olarak bizden çok üstün bir takım var. zaten sonra turnuvayı şampiyon olarak bitirdiler. neyse, maça döneyim. adamlar sürekli akın halinde, akıl almaz golleri falan kaçırıyorlar. soranlar olabilir; 'sen nerdesin, hiç bashetmiyorsun kendinden' diye.. ben maça forvette, takımın yıldızı olarak başladım. ikinci yarı defansa çekildim, * aslında kenara da alabilirlerdi; ancak antremanlarda o kadar iyiydim ki, bir umut değil mi insanı yaşatan, belki bi işe yarar dediler herhalde, bütün maç oynadım.

    maçı 4-2 kaybettik, elendik. ee nerde itiraf diyeceksiniz. hemen açıklıyorum; ben bütün maç lale gibi dolandım, topları ezdim falan.. anlamışsınızdır. maçlar da tek maç usulü oynanıyor, kaybettin mi eleniyorsun. beraberlik durumunda penaltılar.. maç bitti. ben topu aldım penaltı noktasına diktim. herkes bana bakıyor. derken o ayı arkadaşım geldi, napıyorsun der gibi baktı ki; nasıl sinirli ama, burnundan soluyor. güldüm, ilk penaltıyı ben atayım dedim. 'ne penaltısı lannn!' diye bağırdı. allah allah, ne penaltısı olacak, maç berabere bitti ya dedim ve kaçmak zorunda kaldım. uzun süre kovaladı beni. diğer arkadaşlar da hem ayı arkadaşımı sakinleştirmeye çalışıyor, hem de 'bırak abi allah'ından bulsun' gibisinden bir şeyler diyorlardı. sanırım maçı sattığımı falan düşündüler. evet, ben maçı 3-3 sanıyordum. sormayın nasıl olur diye, bilmiyorum. bazı iyi niyetli arkadaşlarım, 'sen böyle oynamazdın, n'oldu?' diye sordular onlara da cevap veremedim. baskıyı kaldıramadım sanırım.

    bunları yazmak kolay olmadı. sanırım heyecanlanınca saçmalıyordum o zamanlar. tabii artık büyüdük, aştık bu sorunları. işte bu da benim sportif itirafım. ha, bir de halı sahada 3 dakikada bayılmam var, hiç girmeyeyim. sigaradan diyip, bitireyim. okuduğunuz için teşekkür ederim.
  • 208
    beşiktaş adlı takımın galatasaray'ımız ile şampiyonluk yarışına girdiği 1999 senesinin son haftalarında samsunspor ile inönü stadı'nda lig maçı vardı. tek kale oynanan maçta, ki bjk bir penaltı bile kazandı fakat şifo mehmet penaltıyı kaçırdı, 0-0'lık sonuçla bjk şampiyonluk yarışı(!)nda ağır yara aldı.

    bilin bakalım penaltı kaçınca çarşı'nın solundaki eski açık tribünde "oley be" çeken tek kişi ve maç sonunda da sarı kırmızı örgü sallayıp küçük bir kutlama yapan kimdi.
  • 209
    ilkokul 4. sınıftaydım ve hayatımda ilk kez salonda bir basketbol maçına çıkacaktım. okullar arası turnuvada iddiasızdık, ancak ben okulumun "wonderkid"iydim ve taşıyacaktım, en azından benim için öyle gibiydi.(u: :()
    işin saçma sapan kısmı ise kendi kendimle yetinmek istemiyordum, sınırlarımın üstüne çıkmak zorunda hissetmiş olacağım ki başvurduğum yöntem ne oldu dersiniz? enerji içeceği. şu powerade, gatorade türlerinden de değil dümdüz redbull gibi olanlardan, dandik bir marka üstelik. gittim o sabah okulun yan tarafındaki tekel büfeden tam 3 tane aldım. harbiden kanatlanacağımı filan düşünüyordum sanırım. acayip de hypelanmıştım. her neyse ben bunları maçtan önce zoru zoruna gömdüm. bekliyorum böyle asteriks ve oburiks'teki gibi bir anda iksir etkisi yapacak. maça çıktık, nabzım sanırım 200 filan oldu. 25-30 dakika toplasan 3 saniye sürmüş gibiydi. neticede de benim muhteşem bir işe imza atarak kaydettiğim 4 sayı, sırtımda taşıdığım okuluma galibiyet için yetmedi.(u: :((()
    bir de bi' blok yediydim ki tam "kanadımı kırdılar uçamadım anne..."
  • 193
    bir maçta 98 gol yedim. nasıl oldu derseniz ilkokulda teneffüslerde maç yapardık. o zaman teneffüslerden bazıları 20 dakikaydı ve gerçekten maç bitene kadar adana sıcağında sırılsıklam olurduk. biz sivri zekalı çocuklar her teneffüs maçı kaldığı yerden devam ettirirdik. gün sonunda skor yüzleri geçerdi. ben en fazla 98 gol yedim bir maçta ama benden çok daha fazla yiyen arkadaşlarım vardı.
  • 220
    sene 2002-2003 fenerbahçe altyapısında sol stoper oynuyorum. deniz diye bi çocuk var sarışın tam bir dortmund altyapısından fırlamış alaman pırpır kanat oyuncusu.

    çocuk hem çok güçlü hem de mükemmel bir tekniği var. hocalar üzerine titriyor. sürekli ilk antrenmana onun olduğu takım çıkıyor biz 45 dk kenardan izliyoruz.

    sonra bi gün fb tv yayın yapacak diyorlar, rıdvan dilmen de gelecekmiş.

    erdem hocamız vardı beni de severdi. deniz'in takımıyla benim takımımı maç yaptıracaklarmış ve rıdvan da kenardan izleyecekmiş.

    çok da şeyimde değildi, zaten galatasaraylı biri için bişey ifade etmiyordu bu durum ancak yine de istemsizce bir hırs sarmış içimi ne bileyim çocukluk işte..

    neyse efenim, maç başladı deniz ve arkadaşları akın akın hücum ediyor. bi korner pozisyonunda bu deniz kafa vuruşunu ıskalıyor ben de aa ne güzel yükseldi topa diye bakarken dalgınlıkla top dizime çarpıp bizim kaleciyi terse yatırıyor.

    bu deniz de sanki golü o atmış gibi seviniyor arkadaşları falan kutluyor.

    işte ne olduysa ondan sonra oldu, bizim beceriksiz sol kanat (ismini hatırlamıyorum) yine hızlı hücumda topu kaptırıyor ve deniz topu soluna alıp messi gibi üzerimize koşuyor..

    ben de canıma yetti haaa diyerek onun sol bileğine gelişine bir taban yapıştırıyorum ve çocuk çığlıklar eşliğinde yerde taklalar atıyor. ben de çok üzülmüş ve pişmanmış gibi erdem hocamdan icazet alıp kenara geliyorum.

    hiç pişman değilim sarı oğlan bugün olsa yine aynısını yapardım..

    keşke bostancı uzak ya deyip de galatasaray yerine fenerbahçe'ye gitmeseydim...
  • 222
    2002 senesinin yazı, orta 2'den orta 3'e yeni geçmişim, seneye lise sınavı var ama sınava nasılsa daha çok var deyip evde kebap yapıyorum. annem ise evde durmamı istemediğinden olsa gerek, 2 çocuğu birden eskişehir altyapısında oynayan komşu teyzelerden birinin gazına gelip benim de eses altyapı denemelerine katılmam doğrultusunda bir karar veriyor. kadının büyük oğlu zaten lise grubunun yıldızlarından, küçük ve benimle yaşıt olan oğlu ise tam bir pırpır kanat oyuncusu, ben ise mahalle maçlarında hücum oynayacak kadar yetenekli değilim ama kaleye geçecek kadar da kötü olmayanlardanım. takımlar belirlenirken "geriye kalanların en iyisi" olmak gibi çakılı bir rolüm var. altyapı kim ben kim ama işte yaz günü yapacak daha iyi bir şey olmadığından kabul ettik, gittik tesislere.

    tesislere ilk girdiğim anda doğru yerde olmadığımı anladım, ne üst baş, envanter olarak oraya uygunum ne de mentalite olarak. tamam şişman bir çocuk değilim zorlasan fit de sayılırım ama atletizm ile aram da "merhaba merhaba" düzeyinde. yeni gelenler hocaya mevkilerini söylerken kısa boyuma, yeteneksiz olduğum için defansta oynamaya alışkın olmama ve nispeten daha az rezil olurum umuduyla sağ bek olduğumu iddia ettim ve kayıtlara öyle geçti. günlerce yapılan antrenmanları anlamaya, dalağı ilk şişen olmamaya çalıştım, oynanan türlü top kapma, top sürme antrenmanlarında amacım hep "en kötü olmamaya çalışmak" oldu çünkü elimden gelebilen tek buydu. (sanırım kalecilerden filan daha iyiydim bu konuda)

    2 haftalık bu acılı bir antrenman sürecinin ardından kendimi ilk kez gerçek çim sahada gerçek kurallarla yapılan bir maçta buldum. hoca da akıllı adammış ki sağ bek gibi bir mevkiye hayatında ilk kez tam saha maça çıkacak olan beni koymadı ama daha büyük bir hata yaparak sağ stopere yerleştirdi. daha maçın hemen başında sağ bekteki kavruk çocuğa attığım ilk pasın çim zemin yüzünden ne kadar saçma bir yere gittiğini görünce, hayatında asfalt, beton, toprak taş çatlasa halı sahada top koşturmuş olan benim kafamda "ahanda şimdi sıçtık" zilleri çalmaya başlamıştı.

    45 dakikalık maçta ne yalan söyleyeyim götümü yırttım, çalım yedim geri koştum, sorloth karşısında birebir kalan emin bayram çaresizliğini de yaşadım, es kaza maçı aşırı küfür yemeden tamamladım. sol kanatta oynayan 7 numaralı bebe sağolsun herkesi geçecek kadar tekniğe sahip olmasına rağmen, en sonunda yorulup taça çıka çıka hocanın tüm ilgisini kendi üzerine çektiği için gözden kaçmış olabilirim umudunu taşıyarak da olsa maçı bitirdim.

    maç sonrasında hoca yanına çağırdı, "tamam hocam hakarete, aşağılamaya gerek yok, ben köyüme dönüyorum" mazlumluğu ile yanına gittiğimde son derece babacan bir ses tonuyla "haftaya gelirken yanında kimlik fotokopisi ve vesikalık resim getir, sana lisans çıkartacağız" dediğinde dünyam değişti sandım. çocuk aklıyla bir anda kendimi sağ stoper olarak birinci ligde hayal etmeye vs. başladım, acaba lise sınavına girmesem mi?, belki sakatlanırım filan da çoktan başlamış olan futbol hayatım biterse pişman olur muyum? acaba ailem "tamam futbolda çok iyisin ama dersler de önemli" deyip darlar mı? bu sorulara cevaplar aramaktaydım.

    gözden kaçırdığım en büyük detay ise şuydu, oynadığım o eleme maçı ile lisansım çıkana kadarki sürede antrenmanları hep dışarıdan takip etmeye başlamıştım. hoca herkese kafa vuruşu çalıştırırken bana top sektirmemi söylüyordu. herkes birebir çalım öğrenirken ben gene tek başıma top sektiriyordum. çocuk aklımla "lisansım çıkmadan ve ailemin izin kağıdı olmadan ciddi antrenman yapmam yasak herhalde" diye düşünüyordum sanırım. belki de hoca top sektirterek tekniğimi biraz daha geliştirmemi istiyordu ki ileride esas mevkim olan sağ beke geçebileyim diye. kim bilir, hayat.

    neyse bir kaç günlük beklemenin ardından lisansım çıktı, sabahtan hoca ufacık bir kimlik verdi, tesise girerken bunu göstereceksin artık dedi, bir adet dolap tahsis edip bunu kullanabilirsin dedi, sevinçten zıplaya zıplaya öğlen gene top sektirdim, akşamına ise "bir daha gelme, beğenmedik seni" dediler. sanırım belirli sayıda topçuya lisans çıkartma kotası filan vardı diye boş yere top sektirtmişlerdi bana. ondan sonra neden altyapıdan yıldız yetişmiyor, yetişmez tabi aq :(

    üzerinden yıllar geçti hala top sektirmeyi sevmem.
  • 170
    halı sahalarda maçın 40-45 dakikası hiç koşmayan çakılı stoper olup takımda kritik müdahalelerle bulunan adam gibi adam oluyorum.

    sonra hiç enerji sarf etmediğim için maçın son 10-15 dakikası hayvan gibi koşabiliyorum. bu sayede "ciğersiz ibne", "nası koşuyon şerefsiz", "yavaş itoğlu it" gibi zahiri kötü aslı iltifat olan sözcükler işitiyorum. pek tabiî rakip defanslar da ileri geri gitmekten yorgun düştükleri için (maçta yani) onları geçmek de kolay oluyor. gol yahut asist ile -genelde asist- biten bir çok atak başlatıyorum. hele çok iyi becerdiğim bir iki güzel hareket yapınca maçın yıldızı yapıyorlar.

    insanoğlu çok garip ak.
  • 202
    ne zaman fener maçlarını izlesem, mağlup durumdalarken whatsapp "galatasaray" grubunda sevindiğimi belli eden ifadeler, yorumlar yaptığımda tak diye gol atıyor herifler. inanılmaz bir şom ağızlılık içerisindeyim nedense. bu sebepten dolayı, son zamanlarda benzer durumlarda sadece işaret parmağı ile sessiz olun emojisi yapıyorum, ve işe yarıyor gavur*
    https://gss.gs/KLn.png
  • 244
    yaş 11-12 izmir'de başka semtin takımında top oynarken birden önümüze bir fırsat çıktı ve değerlendirmek istedik.
    annem ile birlikte göztepe tesislerine gittik. tamam dediler yarın gelin başlayalım.
    hiç unutmam kendisini hoca olarak tanıtan biri geldi mevkiin ne diye sordu. o yaşlarda tabi öyle stoper libero bek tabirleri yok bende. dedim defans oynamayı seviyorum.
    tamam dedi ilk idmana başladık, top kontrolüdür kafa topudur bir sürü idman yaptık. hadi dedi hoca şimdi çift kale maç.
    sen dedi geç forvete.!!!
    3 gol attım,bir o kadar da pas verdim. tam bir ay boyunca böyle gittim geldim göztepe tesisine.
    dediler yarın şuraya gelin hazırlık maçı var karşıyaka ile. bindirdiler bizi servislere götürdüler toprak bir sahaya.
    haliyle yedek başladım, ikinci yarı aldı beni oyuna.
    sen dedi sağ açıksın.
    ne bilirim ben sağ açığı hocam, manyak mısın? ilk önce nasıl oynanır öğretsene diyemedim tabi.
    maç bitti tesislere döndük hoca annemi yanına çağırdı.
    hanımefendi oğlunuz çok yetenekli ancak bizim paralı futbol okulumuz var oraya gelsin bir kaç ay orada dursun,biz sonra onu alırız dedi.
    benim ne hevesim kaldı ne heyecanım.
    annem ne yapacaksın diye sordu bana. anne bu hikaye biter dedim.
    zaten çocukken de galatasaray'ı tutuyordum ancak izmir takımı tutmamamın en büyük sebeplerinden biri olmuştur bu olay.
    ben futbola küsmedim askere gidesiye kadar amatör olarak 2 takımda,üniversite takımında ve halı saha da çok koşturdum.
    ancak benim bu ülke futbolunun alt yapısına olan inancım şuurum yerine geldikten sonra yitip gitti.
    ben hala daha aynı olduğuna inanıyorum bu durumun.
    futbolu bana 17 yaşında güllükspor da oynarken adil diye bir fenerbahçe'li eski profesyonel futbolcu öğretti.
    adamın bakkalı vardı bir de hobi olarak takım çalıştırıyordu. fener idmanlarını izler gelir bize yaptırırdı.
    ancak amatör ya da yaşı küçük bakmadan saatlerce pozisyon anlatırdı. kim nerede oynuyorsa tek tek ilgilenirdi.
    benim guardiola'm adil abiydi.
App Store'dan indirin Google Play'den alın