• 126
    lise 1'in daha ilk günü. ders falan yapılmadığı için ilk haftalarda, biz de sınıftaki erkekler toplanıp çim sahada maç yapalım dedik. *

    neyse maç başladı. benim kötü bir huyum vardır. gazoz kapağına da maç yapsak sanki şampiyonlar ligi final maçıymış gibi aşırı hırslı oynarım. her zamanki stoper bölgeme geçtim. rakip takımın forveti kaleciyi de geçti yavaşça topa vurdu. bende bir ihtimal koşayım belki çıkarırım dedim. koş koş koş... yetiştik topa ama kalenin filelerinin bir kısmı yerlerde süründüğü için ayağım takıldı. resmen süpermen misali kale arkasındaki beton duvara doğru uçuyorum. kolumu öne attım kafam duvara çarpmasın diye. sonra hafif bir karanlık sahne ve ben acılar içinde yerlerdeyim. millet toplandı tabi. hoca da geldi hemen:

    - noldu evladım.
    - lan kolum kırıldı galiba!! *
    - sakın bakma koluna kalk revire gidiyoruz.

    neyse götürdüler apar topar. revirde de kafadan kontak bir kadının teki var. 8. sınıfta ateşim çıkmıştı gideyim dedim. uzandık işte aç ağzını aa de dedi aaaa dedik. ne güzel sesin var niye operaya başlamıyorsun dedi kadın. ve işin acı tarafı bunu gayet ciddi bir biçimde söyledi. neyse öyle bir kadın var işte revirde. yatırdılar beni yatağa ben nasıl acılar içindeyim. geldi manyak kadın baktı koluma hareket ettirmeye çalıştı. ben nasıl bağırıyorum. '' bir şeyin yok incinmiş dinlen biraz geçer. '' dedi. ben ağrıdan duramıyorum amk dayanamadım babamı aradım hastaneye götürsün diye.

    neyse babam geldi götürdü hastaneye. doktor hafif elleyerek dışardan baktı önce. '' omzu yerinden çıkmış sanırım ama biz yine de emin olmak için film çektirelim. '' dedi. havalara bak amk. neyse film çektirdiler çıkık mıkık yok. omuz kırılmış. mala bak emin olmasa gidip kırık şeyi yerine takmaya çalışacak. ''yalnız kırık yere çivi takılması lazım kemiğin kaynamasını ancak o sağlar o bölgede. bizim hastanede de bunu yapamıyoruz.'' dedi. kalktık başka hastaneye gittik. adana sıcağında kırık omuzla hastane hastane dolaşıyorum. psikopatlığa bak hele. neyse gittik başka bir hastaneye film falan çekildi. ameliyat olacakmışız ertesi sabah. sağ omzuma 2 tane yarısı içerde yarısı dışarda kalacak şekilde çivi takılacakmış.

    ameliyatı olduk. 1 ay biyonik adam gibi dolaştım sokakta. lan reale gidiyorum cihazın içinden geçerken omzum yüzünden alet ötüyor. neyse onun için de ayrı bi kart verdiler. 1.5 ay okula gidemedim. topu çizgiden çıkardık ama bana 1.5 aya mal oldu. lisenin müdürü de babama '' efendim biz hastaneye götürecektik fakat hangi hastaneye gittiğinizi bilmediğimiz için bir şey yapamadık.'' demiş. * ben yokken sınıfta da şöyle bir diyalog geçiyormuş.

    - çocuklar ozan'a noldu?
    + gol oldu hocam hehehehe
  • 127
    28 yıllık hayatımda ,pratikte, spor adına harcadığım zaman toplamda 1 saati geçmediğinden pek bir başarıdan bahsedemediğim mevzu. taraftarlığımı saymazsak tabii. lisede okuldaki futbol turnuvalarında holiganlık yapar, bizim sınıfın maçlarında tezahüratlar yazar, halihazırda var olanları takıma uyarlar ve tribünde milleti bağırtırdım. bensiz kimse seyretmezdi maçları. bizim sınıfın çoğu cimbomluydu, o yüzden işim kolaydı.
    tribündeki sportif başarım da lisede kaldı zaten. arenaya yine bir defa gitmiş olmama rağmen ali sami yen'e gidemedim mesela hiç! yanarım da buna yanarım sözlük.
  • 128
    yıl 2000'lerin başı sözlük.. lise yıllarının başlangıcı, basketbola yeni yeni başlamışım diyebilirim. o zamanlarda bana da yazan bi kız var, bi gün basket oynamaya gittim, aradı o esnada napıyosun falan diye, basket maçı var bitince görüşürüz dedim. yalan olmasın ya 1e 1, ya da 2ye 2 maç, tek pota yani.. ama ben final maçı gibi anlattım.. maç sonrası "nasıldı maç"sorusuna verdiğim cevap: "14 sayı, 8 ribaund, 5 asist, 3 top çalma, 2 blok yaptım." ne kadar all-around bi oyuncu olduğumun farkına o zaman vardım!
  • 129
    bu haftasonu çok acayip şeyler yaşadım sözlük. ilk önce 26 ekim 2012 kasımpaşaspor beşiktaş maçında durum 2-1 iken bakkala girdim. sivok atacak dedim. çıktım. eve geldiğimde 3. golü sivok atmış. daha sonra 27 ekim 2012 galatasaray kayserispor maçında cris'in golünden önce selçuk kavisli yollayacak içeri cris atacak dedim. attı. dün 28 ekim 2012 bayern münih bayer leverkusen maçında televizyonu açtım. münih gol attı. 1-1'e getirdi skoru. kapatiyim de yesin ibneler dedim. kapattım televizyonu. yemişler. 2-1 kaybettiler. 28 ekim 2012 real mallorca real madrid maçında ikinci golden 10 saniye önce orta sahada top kaptırdı mallorca. yediler dedim. 10 saniye sonra ronaldo yazdı. nasıl oldu ben de anlamadım ama oldu işte.
  • 131
    lise 3'tü sanırım. evet 3 olması lazım, çünkü takımdaki ikinci yılımdı. lise 1'de almamışlardı beni takıma çünkü takım; şampiyonluğa oynayan, baya sıkı bir takımdı.

    kendi sınıfımdan bi arkadaşım takımdaydı. ibne sürekli dersten çıkıp maça gidiyordu. düşenebiliyo musunuz lan, dersten çıkıp top oynamaya gidiyo. bi de gözümüzün içine baka baka. rahat rahat, hocadan izinli tabii.

    işte bunlar yine sabah maç için okuldan çıkıp, öğleden sonra döndüler ama ne dönüş. bir laflar dolanıyor ortada, ''son saniye'', ''orta saha'' falan diye. sonra, 1 yıl sonra koçtan dinleyince inandım. 2 sayıyla mağlupmuşuz, bizim takımın guard'ı da, bizim pota altından sallamış. girmiş o top. ben hala inanmıyorum amk. öyle şey mi olur. son saniyede sallayacak da kendi sahasından, girecek de falan filan. neyse o takım şampiyon oldu. müdür pek sikine takmamıştı ama. aferin dedi, fotoğraf çektiler bitti. bizim sınıftaki çocuk olmasa haberim olmayacaktı amk. diğer sınıflar bilmiyordur, bu başarı öyküsünü. ben şampiyon olduklarına da inanmadım gerçi, o da ayrı.

    neyse işte, bu takım dediğim gibi cidden sağlam takımdı. guard'ı, pivot'u, işte skorer guard'ı falan ülke çapında değişe bile il çapındaydı. şampiyon olunca, 2010-2011 sezonundaki trabzonspor gibi dağıldı hepsi. burslu kolejlere yerleştiler. bir tanesi istanbul'a gitti.

    ertesi sene takım bize kaldı. lise 1'de yalnızca 1 oyuncu yollayan sınıfımız, lise 2'de 4 oyuncu birden yollayarak büyük sükse yaptı. -kimsenin sikinde değildi-* okuldaki turnuvalarda, kasıp kavuruyoruz ortalığı. bizi tehdit eden son sınıflar dahil yenemediğimiz takım yok. 4 kişiye buluyoruz sınıftan1 kişi daha taş gibi takım oluyor. deli gibi şut sokuyoruz. uzunlarımız acayip. ben de takımın oyun kurucusuyum. oradan gördü zaten hoca. öyle girdik takıma.

    ben 2 yıl bir kulüpte oynamıştım. vasatın altıydım ama, antrenman nedir, ne değildir, bir fikrim vardı. o, ilk sene takımda olan çocuk zaten biliyordu mevzuyu. diğer 2 arkadaşım ilk antrenman sonunda ölüyorlardı. ertesi gün okula gelmediler falan. ama o antrenman, yani ilk antrenman,12 kişi yaptığımız 4-5 antrenmandan biriydi. sorumluluk duygumuz müthişti.

    o sene yine fena değildi takım. oynuyorduk bir şekilde. bir maçta 50'ye yakın fark yedik ama gruptan çıkmayı bildik. 50 sayı fark yediğimiz maçta da * rakip seyircilerin yoğun küfürlü tezahüratına maruz kalmıştık :( ağlama melis karikatürünü bizzat yaşadım ben. çünkü tribündeki tek seyircimiz, takımın mvp'sinin kız arkadaşıydı. fark etmediler iyi ki. lan ısınıyoruz, şut kaçırınca tribünler coşuyor. beni kimse o salonda 100 kişi olduğuna inandıramaz. zaten 10 şut atarsak, min. 4'ü kaçıyor. salonda sürekli bir coşku. ben sahada o kadar küçüldüğümü hatırlamıyorum. müthiş baskı kurmuşlardı. 2. periyotta koptu zaten maç. 2.periyodun sonu ve 4. periyodun başı olmak üzere 10 dakika sahada kaldım. en uzun 10 dakikaydı hayatımdaki. şimdi hatırladım o sene gruptan çıkamamıştık lan, son maçlarda ortalık karışmıştı. averajla mı ne gruptan çıkamadık. vay ak ya:(

    nerden hatırladım; çünkü o sene anlatacağım diğer maçı düşündüm, biraz daha düşündüm, öyle bir maç yok ne yazık ki. elendik biz o sene.

    heh, geldik 11.sınıfa. takımın mvp'si diye, artis artis anlattığım çocuk saldı kendini. baya bira göbeği oldu 17 yaşındaki çocuğun. sigara falan. bir de sınav senesiydi onun, antrenmanlara da katılmadı pek. takıma bir tane oyun kurucu geldi. bir alt sınıftan. iyi çocuktu, hakkını yemeyeyim. o sene takımdan bir bok olmayacağı belliydi de, bu kadar saçmalığı göreceğimi hiç tahmin etmiyordum. örneğin takımın pivotu, pivot dediğime bakmayın çok uzun değil. 1.90 civarı. hala görüşürüm kendisiyle 1.97 oldu hayvan. neyse işte... bu çocuk, bir gün antrenmandan sonra yanıma gelip, ''ya gardaş ya, ben içerde oynamak istemiyom ya :('' dediğinde sezon kapanmıştı benim için. allahtan ilk beşe düşünülmüyordum.

    derken kuralar çekildi falan. odtü'yle eşleştik. bir tek onları hatırlıyorum o gruptan. odtü'nün lise takımı. üniversite'nin lise takımı mı olur amk? olmuş, baya da iyi olmuş. cidden iyi olmuş.

    biz hazırlanıyoruz odtü maçına. mutlak galibiyet parolamız yok tabi. geçen sene bir maçtan önce denk gelip izleme fırsatı bulmuştuk kendilerini. şerefli mağlubiyet parolamız. belki son periyoda kafa kafaya gireriz diye düşünüyoruz. son idmanı da yaptık, evlerimize gittik.

    sabah okuldan salona gideceğiz servisle. ben rahatım ama. ilk beş değilim ya. sabah oldu. geldik okula, benim minik oyun kurucum, canım arkadaşım, bir alt sınıfım, takımımızın gözbebeği servise geliyor. 10 dakikadır onu bekliyoruz. gelene kadar 5 dakika daha bekliyor. hıyar oyun kurucumuz, akşam arkadaşlarıyla yaptığı halı saha maçında sakatlanmış. bileğini burkmuş it. topallaya topallaya, seke seke geliyor. koç ağzına sıçtı tabi bunun. sorumsuzluğundan girdi, takım ruhundan çıktı. çok içli bir konuşma dinledik yol boyunca.

    salona girdik ama ayaklarım geri geri gidiyor. girmek istemiyorum oraya. o cehennem gibi soyunma odalarına girmek de istemiyorum. okuluma gidip efendice dersimi dinlemek, not tutmak istiyorum. eve gidip uyumak istiyorum derken kendimi soyunma odasında buldum. 13 numaralı forma. çok artistiz ya, uğursuz numara uğurum olacak hesapta. oldu amk oldu.

    koç esame listesini yazdı. sonra da beşi söyledi. işte x sen, y sen, z sen, t sen... uzun bir düşünme faslı yaşandı. ben bekliyorum ki, bir uzun daha koyacak. rakibi yanıltacak. ters köşe yapacak. ama yok. mondi sen, dedi en son. sonra ısınmaya çıktık. odtülü ibneler çembere asılıyor, biz turnike kaçırıyoruz. o ibne guardımız da utanmadan sağlıkçıya bandaj değiştirtiyor kenarda. utanmaz herif. hee bak asıl şeyi unuttum yine; koç ilk beşimizi söyledikten sonra bir set çizdi. benim görevim, topu, takımımızın sergen kıvamındaki yıldızına vermek. ya da ben öyle zannediyorum. alan savunması yapıcaz ama o kesin. ondan eminim. önde ben ve başka bir kısa arkadaşım, arkada da 3 deve.

    böyle böyle, yavaş yavaş gaza gelerek, koça sözümüzü vererek maça başladık, ilk hücum onların. lise düzeyindeki basketbolda, yine aynı düzeydeki alan savunmalarında öndeki 2 kısa oyuncunun önden delinmemesi gerekir. veya rakip pivotun ortada, boyalı alanın faul çizgisi civarı topla buluşmaması gerekir. ilk sayıyı oyun kurucunun pivota, onun da kat eden forvete verdiği pasla buldular. 2-0. evet, top bende. ilk hücumumuz. baskı yok, yapmam gereken belli. topu sergen'e vericem. o da sayı atacak. yarı sahayı sol elimim işaret parmağı havada, çok cool bir guard görüntüsü çizerek geçtim. keşke fotoğrafımı çekselerdi. profil resmim yapatdım şimdi, neyse. ulan, yarı sahayı geçtim, sergen'i göremiyorum. yok ortada. bir takım perdelerden kurtulacak da topu alacak 7 saniye var zaten. o pivot kardeşime<3 verdim topu. o da sağolsun geri verdi. ben de uzaklardan yolladım üçlüğü. girmedi.

    sonra top yine onlara geçti. biz yine aynı oyundan sayıyı yedik. sonra aynı şekilde sayı atamadık. onlar yine attı. ilk periyot 22'ye 2 bitti. ikinci periyotta küfürler eşliğinde bench'e geldim ama nasıl rahatladım. o bench dünyanın en güzel yeriydi o sırada. bizim sınıftaki diğer 2 çocukla muhabbet ettim. sonra koç kızdı. biz aynı şekilde sayı yemeye devam ettik. koç yine kızdı. 80'e 45 mi ne, o civarlardaki bir skorla kaybettik.

    bütün takım, koç dahil, ilk çeyrek o kadar farklı bitmeseydi maçı başa baş sürdüreceğimizi söyledi. ibneler. nah! başa baş götürürdünüz. ben odtü'nün gazını aldım sakinleştirdim, onlara istediklerini verdim de öyle 70 sayı fark yemediniz. hala konuşurum o koçla. hala da aynı şeyi söylerim. mezun olunca insan daha rahat konuşuyor tabi.

    okulda turnuvalar devam ediyor, bizim sınıf takımı da ortalığı sikip atıyor afedersiniz. bir gün, rakibin ismini hatırlamıyorum, bir maçtan önce beden dersimiz vardı. takımımızın sergen'i de son sınıf olduğu için gelip bizle oynadı. koç da hakemlik yaptı. başladık. ben iyi başladım. iyi savunma yapıyorum. ribaundu aldığımızda ok gibi fırlayıp sayı atıyorum. bu sergen'den top falan çalıyorum, blok yapıyorum falan. coştum lan. kaç yıl oldu, o performansın üzerine çıkmadım. üçlükler üst üste geliyor falan. tribünlerde de kızlar ders çalışıyor. ulan maçı izleseler, çıkışta imzaya almaya gelecekler.

    bir pozisyonda okul takımındaki 3 deveden biriyle birebir kaldım. cross-over yaptım. şuta kalktım el üzerinden. bu da zıpladı, üstüme çıktı hayvan. ama bloklayamadı mal. ben bi şekilde attım, topu potaya. nasıl attım bilmiyorum ama müthiş göründüğü kesin :s. hayatta başıma gelen en güzel şeylerden biri geldi. 3 sayılık basket bir de faul oldu. faulü de soktum. ve yarınki maçta ilk beşe kesin gözüyle bakıyorum. koç da öyle bakıyor, belli.herkes maçtan sonra kutladı beni. böyle yazınca da çok ''elit'' oldu. ''oha amınakoyim, naptın lan maçta, pezevenk kobe kesildi başımıza'' böyle şeyler duydum genel olarak. kızlara sordum, ''naptınız, yoksa maç falan mı izlediniz :)))))'' diye, ''yok soru çözdük:('' dediler.

    hepsini attım bi tarafa yarınki maça konsantre oluyorum. maçı kafada oynamak diye bir şey var cidden, eğer sahada olacaksanız. yok maçı yorumlayacaksanız, olmaz o. aynı hissi vermez tahmindir. oyuncunun kafasında oynaması, şutu soktuğunu görmesi, hayal etmesi önemlidir. o hayali kurup, şutu soktuğunu görürse, maçta da sokar.

    ben o gece bütün şutları soktum. hiç kaçırmadım. çok hazırdım. belki terli terli, soğuk havada bahçeye çıkıp kızlara ''maçı izlediniz mi :)))) '' diye sormasaydım daha hazır olacaktım. sabah kalktığımda yürüyemiyordum nerdeyse. 38.5 derece ateşim vardı. efsane flu-game geldi aklıma. sonra kendime gülüp koçu aradım, ben ölüyorum hastalıktan, gelemiyorum, gelirsem de tribünde otururum, dedim, diyebildim. ateşim 38.5. sonra izlemeye de gidemedim maçı. kalkmadım yerimden. yenilmişiz. çok merak ediyorum, nasıl o sikindirik takıma yenilmeyi başardılar. ismini hatırlamadığıma göre sikindirikti.

    ertesi gün 2. mağlubiyetin de faturası bana kesildi. ulan oynasam ben sorumluyum, oynamasam yine ben. o wonder-kid'ini biraz hazırlasaydı da iyi bir guardımız olsaydı. sonra, o moralle son 2 maçı da kaybedip, 2 senede 8 maçta 2 galibiyet alıp, turnuvayı kapattık. ertesi sene ''idmanlara gelecekseniz katılalım'' dedi koç. kimse ''tabi ki geliriz!!'' diyemedi. takım kurmadık son sene. öyle bitti lise basketbol kariyerim. güzel 2 sene geçti. okul turnuvaları ayrı güzeldi zaten. herkesi yeniyorduk. ama işler resmileşince öyle olmuyormuş o işler onu anladık.

    güzeldi ya. yazarken bile eğlendim. şimdi basket oynamak için 6 kişi toplamaya çalışırken ömrümün yarısı gidiyor, genelde de toplayamıyorum. o zaman her allahın günü basket oynuyorduk.

    bak ama aşk hikayesiz olmaz;

    hani teee en başta dedim ya; kimsenin sikinde değildi ya da ben öyle zannediyordum diye. öyle değilmiş son sene çıktı ortaya. diğer sınıftan bir kızla aynı dersanede, aynı sınıfa düştük. 1 ay kadar da birlikte oturduk. dersane sınıfı 20 kişilikti. bu kız beni tuttu güzel bir kızla tanıştırdı aynı sınıftan. ''bu mondi, okulun basket takımında oynuyor'' diye.ama ben yine aynı sınıfta başka bir kıza vurulmuştum :((. 5 ay gibi bir süre peşinden koştum, olmadı. çok uğraştım ama lan. bir türlü ikna olmadı.

    dedi ki hatta; bu sene son senem, çalışıp, kazanmam lazım, böyle şeyler vakit harcayamam, sen de harcama.

    bunu dediği sırada başka bir çocukla çıkıyormuş tabi. 3 gün sonra gördüm. o tanıştırıldığım güzel kız da başkasıyla çıktı. sıra arkadaşım başka basketçi bir çocukla çıktı. kızda da takıntı mı var amk, nedir. ama beni bildiğini bilmem hoşuma gitti aslında. kimse takmıyor sanıyordum takımı. ama o coştuğum maçı izleyecektiniz be :(

    neyse, işte böyle. çok daha kısa bir şey yazıp çıkacaktım aslında. ama konuyu bağlayamadığım için 2 senelik basket hayatım ve kısa süreli aşk hayatımı anlattım.

    yazmaya başladığımda saat 3'tü. şimdi dört buçuğu geçmiş. okuyan herkese teşekkür ederim. ben yazarken çok eğlendim. (bkz: biz çekerken çok eğlendik) eğer siz sıkıldıysanız, özür dilerim şimdiden.
  • 132
    yıl 2006. 10-11 yaşlarındayım. fizik tedavi ile sol ayağımın güçlendiği ve topa vurabildiğim yılların başlangıcı. ben hep böyle şeyler yazınca sol ayağıma dem vuruyorum ama inan bana sözlük futbol oynamak o yıllar benim için büyük bir tutkuydu ve ben hep kahroluyordum o yıllar, çocukluğumun en verimli top oynayabileceğim dönemlerini hep kitap okuyarak geçirdiğim için. tamam kabul etmek gerekirse o kitaplar şimdi çok işime yarıyor, iyi ki okumuşum ama biraz daha fazla futbol oynayabilseydim eminim ki çok daha mutlu olurdum.

    neyse konumuza tekrar geri dönelim. nerede kalmıştık ? ha evet malum 2006 yılında 5.sınıfta okul futbol turnuvaları vardı ve ben mahalleseytani o zamana hayatında galatasaray'ının katıldığı futbol turnuvalarını izlemek dışında hiçbir turnuvaya dahil olmayan ben, sınıf takımında stoper oynayacaktım. o nasıl oluyor başka oyuncu mu yok dediğinizi duyuyorum ama abilerim ve ablalarım ben halen bilmiyorum nasıl seçildiğimi ondan önceki oynanan gırgırına maçlarda pek de kötü performans göstermediğimi biliyorum ama yine de beni seçmeleri tuhafıma gitmişti. düzen genelde böyle şeylerde bellidir, en yetenekli olan takımın kaptanıdır ve ilk 7'yi o seçer. en sona beni yazdığında ben nasıl garip bir mutluluğa girmiştim halen hatırlamıyorum.

    eve geldiğimde babama ve anneme böyle heyecanlı heyecanlı anlattığımda aslında hiç umurlarında olmadığını ve kendi dönemimden birinin seçimini bu kadar önemsememe kızdıklarını biliyordum ama onlar yine de sevinmenin rolünü iyi yapıyorlardı. antremanlarda bile ben sevinçten sırıtıyordum ama çok fark edildiğinde hemen ciddi görünmeye çalışıyordum ama içimde nasıl mutluluk patlakları patlıyor ben bunu dile getiremiyorum. antremanlarda bana hep bire bir adam savunmasını anlatıyordu o takımın en iyi oynayanı, çocuk bilmiyorum zannediyordu ama ben o sokaklarda oynarken bütün futbolun taktiklerini, şampiyonalarını, maçlarını, yalayıp yutmuştum. ha ama uygulamasını bilmiyordum ve o çocuğun öğrettiklerinin pek de işe yaramadığı çok değil 1 hafta sonra belli olacaktı. çok abartıyorsun bir top oynamışsın bile diyebilirsiniz ama kendinizi benim yerime koyduğunuzda eminimki beni anlayacaksınız.

    maçlar başladı, başlayacak ama bizde forma sıkıntısı var. maddi durumu pek iyi bir sınıf değildik açıkcası. diğer sınıfların biri kendilerine özel forma yaptırmıştı ve bizim ilk maç oynacağımız sınıf ise bir korsan forma dükkanıyla anlaşıp her biri farklı chelsea'li oyuncunun korsan formasını almıştı. ve o zaman devreye yine ben girdim, aldım evden bütün galatasaray formalarını, getirdim hepsini arkadaşlarıma giydi hepsi tek tek. komik duruyordu benim sırtımda 100. yıl forması birinin 2003-2004 iç saha forması, birinin 2001-2002 iç saha forması falan komikti ama sonuç olarak galatasaray olarak çıkmamızı sağlamıştım - forma krizinden dolayı koyu fenerli takım kaptanı ve orta saha oyuncumuz bile giymek zorunda kalmıştı. ulan kapitalizm sen nelere yol açıyorsun ! -ve o formayı giyip sahaya çıktığımda mutluluğunun nirvanasını yaşıyor gibiydim.

    drogbayı o zaman hiç sevmedim. biz b sınıfıydık rakibimiz a sınıfıydı yani chelsea formalılar. onlarda drogba formasını giyen çocuk galatasaray'ın altyapısında oynuyordu o zamanlar ve çocuk cidden çılgın yetenekliydi be abi. bir de hasselbaink forması giyen bir çocuk vardı çocuk o zaman 1.65 falandı ki ben anca 1.45-1.50 falanım. ve o çocuk en uçta oynuyor yani direk benim markajımdaydı ve o çocuk da çok iyiydi yani allah yetenek vermiş diyip kendimizi avutuyorduk. bizim takım kaptanımız bizden 3 yaş büyük doğulu bir çocuktu. harbi sahadaki en iyi fiziğe ve en iyi yeteneğe o sahipti ama kendi ailemdekilerden bildiğim için her yetenekli doğulu top oynayanın amacı herkesi çalımlamak olduğu için o çocuk da diğer doğulu akranları gibi bencil bir profil çiziyordu. ben de doğuluydum ama coğrafyamın bana verdiği yetenekler belki de küçükken geçirdiğim yanlış operasyonla "ayağımdan" alınmış böylece stoper oynamak zorunda kalmıştım.

    maç başladı. stoperde yanımda o zaman ki en yakın arkadaşım var. takımın taktiği oldukça basitti ne yapıp edip drogbaya topu vermemek ve bizim takım kaptanına topu atmak ve 1-2 tane gol atmasını beklemek. cidden taktik buydu ve bu basit kurguyu uygulamakta oldukça sıkıntı yaşadık. daha doğrusu olayı özetlemek gerekirse they have didier drogba we have mahalleseytani abi ben hayatımda bu kadar rezil olan savunma görmedim. adam bacak aramdan geçiriyor sağdan atıyor soldan geçiyor, böyle artistlik çalımlar falan darma duman oldum . ama içten içe seviniyorum olm bu çocuk galatasaray'da parlarsa takım dehşet olur falan diyorum böyle kendi kendime. takım kaptanı top drogba formalı çocuğa geldiğinde hasselbaink'e markajda bulunmamı söylemişti ama ben onu dinlemedim tabikide ve her drogba formalı çocuğa top geldiğinde servet şevçenko ilişkisi yaşıyorduk ve ilk 25 dakika( bir devrenin süresi) 4-2 onların üstünlüğü ile sonuçlanıyordu. takımda cidden üzülen bir ben vardım bir de takım kaptanı ama ben kararlıydım giydiğim forma galatasaray'ımın formasıydı ve ben bu formayı şerefimle taşımak zorundaydım.

    ikinci yarı başladı. cengaver stoper ben ikinci yarı başlar başlamaz bir pas atmışım sözlük, yani savunmadan selçuk inan'ın burak yılmaz'ın önüne atması gibi bir şeydi o. tabikide bizim kaptan boş geçmedi ama kimse pozisyonu anlamadı ilk başta. herkes top ayağıma geldiğimde aha yine bittik dercesine davranıyordu ama o pası attıktan sonra gol oldu ya. yedekler dahil bütün takım üstüme çullandı öne geçmişcesine seviniyorduk. sonra bizim takıma direnç geldi ve bildiğin çılgın oynamaya başladık. paslar, verkaçlar şut denemeleri falan takım çılgın atıyordu kelimenin tam anlamıyla ama onların kalecisi devleşmişti ama orada devreye biri girecekti. hikayede tabikide kahramanlık duygusuda katıcaz. maçın bitimine yaklaşık 10 dakika kalmıştı. korner pozisyonu oldu. arkadaşıma dedim ki sen gel buraya ben çıkayım. çıktım korner pozisyonuna arka direğin orada bekliyorum. kaptan aslında uzun arkadaşımıza atıcaktı ama o da sektirdi ve top bana doğru yükseldi. o sene anelka'nın elle gol atmasına bu kadar tepki gösterirken elle gol attığımı düşününce hayat harbi basit bir ironiye kaçıyor gözümde. golü attım ama kimse beni fark etmediği için elle attığımı fark etmemişti. her o gol aklıma geldiğinde kahkaha atarım şu an attığım gibi. takım nasıl seviniyor anlatamam kaptan 3 yaş büyük, öküz gibi güçlü beni sırtına alıyor falan gol attım diye. bir arkadaşım ayakkabı silme sevincini yaşıyor ama vicdanım rahat değil. nasıl olsun elle gol atmışım abi ben. futbolun en büyük hayranlarından ben, dürüstlüğe bu kadar önem veren ben bildiğin elle gol atmışım. neyse takımın huzurunu bozmamak için çaktırmıyorum, işime tekrar geri dönüyorum.

    maçın son dakikasıydı yine korner oldu. bu sefer o arkadaş dedi hadi çıkalım ikimizde belki birimiz atar diye. ama düşündüm bu sefer arka direğe birini koyacaklardı ve benim hava hakimiyetim neredeyse sıfır olduğu için ben ceza yayının orda durmayı tercih ettim orası yakın sonuçta okulda düzenlenen bir turnuva ve saha ortalama bir okul sahası büyüklüğünde. korner kullanıldı. o uzun boylu çocuk yine sektirdi ve yine o lanet olası top bana geldi. ama bu sefer ceza yayını orada. tek şansım vurmaktı. topu kontrol ettim tam vuruyordum bir anda arkamda birinin rüzgarını hissettim. ben hayatımda o kadar üşümemiştim. o rüzgar drogba formalı çocuğun rüzgarıydı. tam vurucakken yandan topu kapmış ve son dakikada golünü yazmıştı. skor 5-4 onların lehine sonuçlanmıştı. işin güzel yanı olması gereken olmuştu ilahi adalet elle attığım golü böyle cezalandırmıştı. aynı ilahi adalet o kadar şaibeli olaya rağmen bizi 2005-2006 sezonunda 16. şampiyonluğumuza ulaştırmıştı. takım arkadaşlarım beni teselli etmeye çalışıyor falan ama üzgün değilim ki ben hatta bir nevi vicdanımın rahatlığına çok güzel bir anı eklemenin mutluluğunu yaşıyordum.

    sonraki maç oynamadım. soğuk algınlığı yaşamıştım. bu da başlı başına yeterdi. zaten 3.lük maçında kendi formasını yaptıranlara kaybetmemiz oldukça doğaldı. anormal olan onların finale kalmamasıydı.

    bu arada 3-4 sene önce duydum o drogba formalı çocuk altyapıdan ayrılmış. çok yetenekli olup mental olarak eksik kalanlardandı sanırım o da.

    hem artık ben didier drogba'yı çok seviyorum !
  • 136
    19 ekim 2013 galatasaray karabükspor maçı sırasında melih gümüşbıçak "birazdan furkan özçal oyuna girecek" dediği an ekran başında roberto mancini'ye epey bir saydırmıştım "eline liste vermişler şu adam şu mevkide oynar, o cm'den özelliklere bakıp bakıp oyuncu değiştiriyor" diye...

    hayır yani hakkında tuğla gibi entryler girdiğiniz, yerine göre moderatör ol diye mesaj attığınız adam olaylarla bu kadar ilgili; bilmeye hakkınız var sanırım...
  • 137
    babam tüpraş'ta çalıştığı için lojmanlarda kalırdık. mahallede bir kız var ki anlatamam, hani volkan konak şarkıya başlamadan şiir okur ya işte aynen öyle... mahallenin tüm erkekleri peşinden koşar, türlü şaklabanlıklar yapardı bir ben şaklabanlık yapamazdım belki de evin tek erkek çocuğu olduğum için ağır görünme durumlarındaydım. neyse sözlük bir gün okul çıkışı bu kızın arkasından yürüyorum, lojmanlara yaklaşıyoruz ve kızın arkadaşına "bu pazar okul futbol takımı seçmeleri var, gidelim mi?" deyişini işitiyorum.
    hakan diyorum, bu kızı istiyorsan o seçmelere katılacaksın diyorum ve seçmeleri geçeceksin...
    neyse seçme günü çattı hoca bana nerde oynuyorsun? diye sorduğunda salakça bir ifadeyle kale dedim.
    kaleye geçtim, salakça goller yedim, sevdiğim kız bile bana güldü ama başka kaleci olmadığı için hoca beni seçmek zorunda kaldı. okul takımıyla o sene finale kadar çıktık ve gazi yibo denilen okulla kupa için karşılaştık. bizim suratımızda tüy yok, adamlar arogan gibi hey maşallah. sevdiğim kız ilk defa benlen konuşmaya gelmişti o maçtan önce:
    - istersen bu maçta oynama çok sert şut çeker onlar.
    - erkek adam, toptan korkmaz.
    maç başladı, hayatımın en iyi kaleciliğini çıkardım o zaman 14 yaşındaydım şimdi 24... o maç bana sadece iyi bir kalecilik hatırası kazandırmadı ayrıca sevdiğim kızı kazandırdı. beni takip edenler bilir yazılarımda bahsettiğim hani fenerbahçeli sevgilim varya, hani aynı üniversitede okuduğum ve geçen bir fenerli abinin yanında ikisini birlikte sustruduğum işte o kızı kazandırdı tam 10 senedir bana...
  • 138
    lise 3'e gidiyorum. sene 2012. izmirspor ve altınordu'da yaklaşık 7 sene kadar lisanslı top oynadım. artık üniversiteye hazırlanıcam diye son sene devamlı banko kaptan misalı oynamak için eski arkadaşlarımın olduğu, yine izmirspor ve altınordu'dan toplama bir kulüp olan aktepeye gittim. selçuk inan gibi olabilirsin demişti hocam ilk hazırlık maçımdan sonra, fakat kafamda var sezon bitecek ve ben okul için futbolu bırakacaktım. 5 takımlı yerel lig grubundayız. ilk 7 maçı oynadık tamamı ilk 11. oynayanlar bilir, maçtan sonraki ilk idman maç konuşması yapar hoca bir 5-10 dakika. her maçtan sonra hoca diğerlerine beni anlatıyor; şu çocuk böyle yaptı şöyle yaptı siz oynamadınız falan diye. neyse ilk 7 maçı oynadık, grupta lideriz. arkamızdaki 2 takımla aramızda 2 puan var, onların puanı eşit. son maç da bu takımlardan biriyle oynuyoruz. ilk 2 şampiyona için play-off oynayacak. anlayacağınız biz berabere bile kalsak ikili averaj falan çıkıyoruz gruptan. final maçlarının tarihi bir açıklandı, bir baktık 17 aralık 2012. kaç hafta önceden izmir'den galatasaray-fenerbakçe maçına gitmek için izin aldığım tarihe maç koyuyorlar. bu fırsat elime geçmez dedim. arkadaşımla birlikte gideceğimiz için onu da yarı yolda bırakmış olmak istemedim. hocama dedem hasta bahanesi uydurdum. onun yanına gideceğimizi söyledim. gittiğim maç meşhur ağlama koreografisinin olduğu maçtı. sarı pankartımı tuttum izledim geldim. sonradan haberlerini aldım. bizimkiler 1-0 yenilmiş, diğer takım da yenince 3. olmuş bizim takım çıkamamışız gruptan. bunu takımdan bir arkadaşıma söylesem beni topluca linç etmek isteyebilirlerdi.* büyük yaş gruplarında da oynayacaktım o takımda fakat okul için bırakmam gerektiğinin farkındaydım ve bıraktım. jübilem yıllar sonra bile hafızalardan silinmeyecek kadar efsane oldu. çıkamadık gruptan ama olsun. galatasarayımın canı saolsun.
  • 139
    geçen sene halı sahada başıma gelen bir olayı anlatacağım. marmara üniversitesi göztepe kampüsünde halı saha turnuvası yapılmakta, maçlar göztepe benzinliğin arkasındaki halı sahada oynanıyordu bilen bilir. bizim sınıf da kendi çapında bir takım oluşturmuş turnuvanın flaş takımı olma yolunda çok iddialı. bakmayın böyle dediğime fena adamlar yok orta sahamız sağlam sadece defans birazcık köfte, kaleye de beni yazdılar. profesyönel bir kalecilik tecrübem olmadı fakat basketboldan gelen reflekslerim,uzun boyum ve küçüklükten beri futbola yeteneğim pek olmadığı için hep kaleye geçerdim veya geçirilirdim. e tabi oynaya oynaya insan geliştiriyor kendini, zaman zaman muslera tarzı kalede devleştiğim zamanlar da olmadı değil. * ama çok basit goller yediğim zamanlar da oldu tabi. neyse. işte bu turnuvada da takım gayet iyi yarı finale kadar kayıpsız geldik. ne olduysa o maçta oldu. 3-2 öndeyiz bitime taş çatlasın 5 dakika var. ceza sahası yayının oralarda bizim defansın şutunu bozmasıyla rakip forvet zayıf bir vuruş yapıyor ve top tıngır mıngır bende kalıyor. tam o sırada bir düdük sesi.. bir itiş kakış olduğundan, ben de rakip şutu çekerken faul yaptı sanıyorum,topu önüme koyuyor ve geriliyorum. serbest vuruş kullanıcam ya? biraz önce o zayıf vuruşu gerçekleştiren forvet koştura koştura bana doğru geliyor önümdeki topa hamle yapıp topu boş kaleye yuvarlıyor. bense ofsayt için eline kaldıran bir rüştü reçber şaşkınlığıyla ' napıyor bu amele ya?' diye arkadaşlarıma dönüyorum ki hepsi bana bağırıyor. yemin ediyorum o an başımdan aşağı kaynar sular döküldü. meğer amk düdük sesi yan halı sahadan gelmiş. maç oldu 3-3. allahtan son dakikalarda gelen golle 4-3 galip geldik ve finale kaldık. ama tabiki bir sonraki final maçında maça çıkmayı istemedim ve yedek kaleciyle çıktık. penaltılara giden maçta bir arkadaşın panenka denemesi yüzünden maçı kaybettik. * velhasıl, kalecilik nankör pozisyon beyler. zilyon tane top kurtarırsın değer bilinmez, bir tane hatalı gol yersin * ağzına ederler adamın..
  • 141
    sevgili sözlük,

    3 aydır milano'da olmama rağmen nedense bugün ilk defa italyan futboluna fiilen adım attım ve halı sahada benden yaşça biraz büyük, tamamı italyan bir ekiple yediye yedi futbol oynadım ve daha önce de benzer şekilde yaşayarak gözlemleme fırsatım olduğu ingiliz, alman ve ispanyol futbolu tecrübelerime bir yenisini daha ekledim.

    ahahaha maç 0-0 bitecekti lan abartmıyorum :) hayatımda bu kadar uyuz bir futbol anlayışı görmedim. millet resmen sıkıcı futbol oynamak için para veriyor. tamam 6-1 bitti biz kazandık ama gollerin çoğu son dakikalarda geldi ve maçın büyük kısmı 0-0 (ilk yarı sonucu) ve 2-1 (son on dakikaya kadar) geçti. yahu aynı sürede türkiye'de kafadan 15'i bulurduk biz takım başına.

    neyse, geyik bir yana çok düşük tempoda ama akıllı bir şekilde oynuyor italyanlar, sanki hepsi 35 yaşında da böyle tempoyu ayarlayarak, çok zorlamayarak ama yeri gelince de mücadeleden kaçmayarak, hakikaten durağan ama bir o kadar da sert. kontrollü olsa da halı saha düzeyinde hayatımda hiç görmediğim sertlikte mücadeleler oldu ve buna şaşırdım gerçekten. hiç gerginlik olmadı yani bunu yapan da yapılan da uygun bir şekilde yerine getiriyor, "oha çok pis daldı" gibi değil yani, nasıl ayarladıklarına biraz şaşırdım açıkçası. bir de her iki takımda da aslan gibi birer kaleci vardı yani az gol olmasında bu da bir etken olabilir. öyle dönüşümlü değil yani baya uçan, pozisyon alan, kaleci gibi kaleciydi, maçı güzel kıldı.

    ben sol çizgide görev yaptım ve tam bir hakan balta performansı gösterdim ya kendimle gurur duyuyorum. kewell'likten hakan balta'lığa yatay geçiş yaptım. tabi bunda ortamın yeni olması sebebiyle temkinli oynamamın da payı var ama bildiğin defansta kofti, hücumda eh işte, maçı tamamladım. koca maç boyunca rakip takımın belki de en etkili ismine adam adama markaj uyguladım ve hiç etkili olamadı. sonra vatandaş öteki yana geçti, benim karşıma diğer çizgideki eleman geldi, bir kez çalım denedi ve geçti, aynı hakan balta gibi böyle arkadan tutarak, omuz atarak falan ahahaha aynı ya :)) neyse yani öyle bir imaj uyandırdım ki sanki böyle çok iyi defansmışım hiç adam kaçırmazmışım gibi ama kofti yani, rakip takım da biraz tırstı tabi bundan. oysa bir iki numarayla kolayca geçebilirler çünkü ne çok güçlü biriyim ne de savunmada gerçekten iyiyim ama sadece maçı gerçekten takip ederek birkaç tane çok iyi top kestim, ehem öhöm "ters kademe" yaptım :( hücuma da basit verkaçlar ile çıktım, yalandan birkaç şut, orta falan, bir bok da olmadı tabi. hakan balta'dan tek farkım kondisyon olabilir, allah var koştum yani markaj için de git gel için de enerjiye acımadım ama bu "sıkı defans" imajını çok sevdim lan allah bozmasın. bildiğin tırstı adamlar yani mevkimi hiç boş bırakmadım, ileriye çıksam da hep geri döndüm. hakan balta olmak bir şereftir :( neyse asıl hikaye bundan sonra...

    buradan sonrasını argo içerik sevmeyenler gerçekten okumasınlar baştan uyarıyorum, eleştiri de kabul etmiyorum.

    soyunma odası ile duş kısmı han kapısı gibi bir şeyle bağlı ama kapı yok. duşlar da birbirlerinden ayrılmamış, açık bir şekilde sıralanmış. yahu maç bitti zaten ortalık ayak ve taşak kokusundan geçilmiyor, ben hariç herkes soyunmaya başladı, ama harbiden soyundular yani dal taşak, adamlar bildiğin antik roma'daki hamam geleneğini devam ettiriyorlar yani akşam akşam 14 (fazladan bir eleman daha vardı değişmeli oynadık) göt, çük ve taşak çifti görmüş bulundum. yani şimdi olabilir böyle duşta muşta arada perde açılır, ya da şipşak soyun-giyin tarzı durumlarda, almanya, ingiltere ve türkiye'de bunlar oldu ama bu abiler dal taşak bir şekilde muhabbet, goygoy, yani ekstra bir rahatlık söz konusu, kesin roma devrinden beri süregelen bir alışkanlık bu. malum tuvaletleri de yan yanaymış bilen bilir, omuz omuza sıçarlarmış, ya hakikaten öyle böyle değil ya, taşak okşama, çük sıvazlama (sünnetsiz oldukları için böyle deriyi götür getir hareketi falan), göt kaşıma esnasında işte yok juve ne yapar, mancini başarılı olur mu, balotelli ne piç adam ya muhabbeti çeviriyorlar. acele bir durum yok, kah duş altında kah soyunma odasında çırılçıplak ve leş kokulu bir ortamda müthiş bir "taşak" muhabbeti. sonra da önümüzdeki hafta için bana da duş tavsiye ettiler. yahu duşu sikeyim size bir şey olmasın, hayattan soğudum da demeyeceğim hani transa geçtim desem belki bir nebze çünkü insan algıyı kapatıyor yani şoka giriyor gibi bir şey. yatılı okulda okudum, arkadaş arasında tabi ki samimi durumlar oldu ki askerde de oluyordur muhakkak ama iki dk önce uzun uzun taşağını kaşıyan adam saniyeler içinde aynı eliyle tüm ekiple vedalaşmak için tokalaşınca ve bundan herkes memnun gibi gözükünce biraz garip oldum. olm millettin siki nasıl lan böyle yaratık gibi. kafayı yedim yardım edin lan. hani sansar değil şansal repliğini içeren meşhur maraton dublajı var ya komikli, onda efsane bir replik var, erman toroğlu "çıkar hocam yarakları salla salla salla" dediğinde şansal "hocam seninki ele geliyor, benimki biraz küçük kalmış" diye :( acaba dedim ondan mı dert yaptım diye ama her halükarda garipti yani naptı millet öyle ya ahahah gözüme uyku girmiyor lan italyan malı yaraklar, taşaklar, kıllı kıllı götler dönüyor kafamda psikolojim bozuldu. yardım edin... bu kadar "samimi" bir şey hayatımda hiç görmemiştim. oysa her şey ne de güzel başlamıştı hakan balta performansım ile... lanet olsun ki şu goygoy futbolu oynamak için (tebrik edenler falan oldu) gidesim de var ama o sahneden nasıl tüyeceğimi bilemiyorum, kaçış yok aq yavaş yavaş beni içine alacak bu oluşum ve yakında böyle biri olacağım :(

    argo bölüm bitmiştir. herkese iyi geceler.
  • 144
    mahalle maçlarında kendi takımım adına yaptığım tek olumlu hareket rakip kaleciyi lafa tutmak idi.

    evet beleşçinin tekiydim. yetmezmiş gibi bütün maç rakip kalenin direğinin yanında durur, rakibin kalecisi ile sohbet ederdim.

    çocuk 'bi sittir git amonyum' diye beni kovsa da, takımdaki en yetenekli arkadaş herkesi çalımlayıp kaleciyle karşı karşıya kalana kadar görev yerimi terk etmezdim.

    en nihayetinde aynı arkadaş kaleciyi de çalımlar, topu bana atardı. boş kaleye yarım voleyi muhteşem sol ayağımlan yabıştırırdım.
  • 146
    lise sınıflararası futbol turnuvası vardı. ben de takımdayım ve cidden çok hırslı çekişmeli geçiyor turnuva. yani şöyle diyeyim yarı finaldi sanırım, bizim takımın maçını 150 küsür kişi izlemişti. ayaklar titriyor tabi ister istemez.

    neyse benim de eşit ağırlıkçılardan sevdiğim bir kız vardı. bizim sınıftaki kızların yakın arkadaşı. kızın sınıfıyla maçımız var. arkadaşlara dedim bu iş sizde kızı ne yapıp edin maça getirin. ama nasıl bilendim. gattuso, cantona karışımı bir şey oldum. ergenlik tabi. kızın sınıfından çocukların kafasını koparınca hoşlanacak sanıyorum. ne kadar da sert erkek gibisinden*.

    maç başladı. yaklaşık 70, 80 kişi izliyor. kız yok. ulan bakıyorum arkadaşlar da yok. dakika 10 felan attım bir tane. ama sürekli uğraşıyorum karşıdaki çocuklarla. arkadaşlarım hepsi aynı mahallenin çocuklarıyız. ama çirkefe yatıyorum atılsın biri de maç kolay geçsin şov yapalım diye.

    hoca beni uyardı. topuna bak diye. dakika 15 gibi bir tane daha sıkıştırıverdim. 2-0 oldu ama ben sevinemiyorum kız yok piyasada. ulan diyorum allah belanızı vermesin bir şey istedik bunu da beceremediniz diye. yarı yaklaşırken arkadaş faul yaptı. ittirdiler arkadaşı arbede çıktı ulan ayırayım dedim kız geliyor gördüm. sahadan çok kenara bakıyorum zaten. ulaş diye bir arkadaş hakkını helal etsin. el ense çekip kenara ittim topuna bak "lan" dedim. hoca gördü.

    yavrucum ben seni uyarmamış mıydım dedi. pis bir hocaydı zaten şerefsiz. attı beni oyundan. allah belanı versin dedim duymadı allahtan bir de kızın önünde sopa yiyip iyice rezil olmadık. maç 3-3 bitti. ve o beni kırmızı kartla atan hoca ertesi hafta tacizden tutuklandı. sınıftaki arkadaşların toshack malzemesi olduk tabi. ulan bize beddua okuma, yanlışımız varsa söyle gibisinden.

    kızla ne oldu asıl mesele o. abi kıza 3 kere teklif ettim. kız 3 kere kibarca taca yolladı. allah sahibine bağışlasın.
  • 147
    (bkz: #1634768)

    bir seneden fazla süredir milano'da düzenli olarak futbol oynuyorum, ancak geçtiğimiz pazar günü ilk golümü attım, o top da bizim takımdan bir elemanın auta abandığı top bildiğin götüme çarparak** yön değiştirdi ve de ağlarla buluştu. artık ne kadar bana yazılır bilemem ama gerçekten komik bir pozisyondu.

    çırılçıplak duşlara iyice alıştım, artık maçlara tası tarağı toplayıp gidiyorum, herkesten önce duşa girip aykut erçetin gibi uzun uzun yıkanıyorum, havlu mavlu ortam ev gibi çok acayip. çük mük görmek garip gelmiyor artık. çeşit çeşit amk manav reyonu gibi seç beğen al. herhalde futbol takımlarında da kapalı kapılar ardında böyle şeyler oluyor ki ne bileyim mesela mehmet topal bekir'e arkadan dayıyor ya da necati ateş'in testisleri veysel cihan tarafından yoklanıyor vs. yoksa olacak şey değil.
  • 148
    itiraflar karışık biraz da hikaye olacak ama okuyandan aro şimdiden.

    o zamanlar lise 2'ye gidiyorum. sporla aram arada halı sahalarda top oynamaktan ibaret. bir arkadaşım vardı masa tenisini çok severdi ben de çok beceremesem de okul bittikten sonra kalıp 1-2 saat ter atardık bununla. tabi delik deşik ederdi beni adamakıllı sayı alamazdım. neyse konu o değil. biz böyle oynarken bir gün beden eğitimi hocası bizi gördü sonra geldi yanımıza dedi ki: "merkezdeki spor salonunda tanıdığım bir hoca var eğer lisanslı oynamak isterseniz yönlendireyim sizi." tabi biz de lisansı falan duyunca bi heyecanlandık bizim arkadaş hemen atladı ben giderim diye. ben çekingen durdum kendime güvenmediğim için o yüzden gidip bir göreyim o zaman karar veririm dedim. gittik bununla okuldan çıkıp spor salonuna hocayı bulduk. baya güler yüzlü ve cana yakın sıcakkanlı bir adamdı. bizim arkadaşla birkaç set oynamaya gittiler ben de o ara kenarda oturuyorum. bir kız gördüm* ama böyle bir tatlılık yok hocam. kıvırcık saçlarıyla bir o yana bir bu yana uçuyor salonda hem iyi de oynuyor. düşük bir ihtimal olsa da belki bir muhabbet kurabilirim diye ben de salona devam etmeye karar verdim.

    2 ay geçti üzerinden aşağı yukarı başlamamın. kızla arada sırada muhabbet ediyoruz hoca eşleştiriyor falan. adam da kafa dengi olduğundan biliyordu kızla antrenman yapmaya can attığımı sağ olsun elinden geldiğince eşleştirmeye çalışırdı. neyse gene böyle bir gün çalışıyoruz hoca elinde bir duyuruyla geldi salona panoya astı. dedi herkes katılacak bu turnuvaya kendini deneyecek. il geneli bir turnuvaydı ve klasman farkı yoktu yani küçücük bebelerden tut hocalara kadar herkes aynı havuzda yarışacaktı. dedim tamam girelim ama bilmiyorum olacakları. yazdırdık isimleri falan benim kız da yazdırdı. sonra evlere dağıldık kızı otobüs durağına kadar götürdüm "umarım eşleşiriz :):):):):):)" dedim gitmeden.

    turnuva gününde salondayız. herkes yavaş yavaş başlıyor maçlarını yapmaya. hoca ben kursa başladığımdan beri bana takılmayı sever sürekli şakalar yapardı benimle çalışırken. gene geldi o gün yanıma yüzünde pis bir gülümseme var. "bol şans" dedi gülerek. ben de içimden seviniyorum herhalde beni bizim kızla eşleştirecek diye içim kıpır kıpır. yenmek önemli değil eşleşebilsem bilerek yenilirdim zaten sırf onun için. neyse bizim sıramız geldi eşleşmeleri astılar panoya üşüştük hemen. ulan bir de ne göreyim? ismimin karşısında hocanın ismi var. bizim kıza da ufaklardan birini vermiş. kız benden önce oynayacak ben ondan sonra yani ben haşat olurken seyredecek. neyse maça başlamak üzereyiz yerime geçtim hoca geldi yanıma gene sırıtarak: "şimdi sana her set 1 sayı vereceğim. ilk 10 sayıyı alıp 1 sayı vereceğim ve 3 set de 11-1 bitecek :):):)" ben kızardım zaten kız izliyor utancımdan darbeli matkaba döndüm olduğum yerde yerin dibine giriyorum. başladık maça ben var gücümle yükleniyorum adam hiç kasmadan topları geri yolluyor. resmen yıldıra yıldıra yendi beni herkesin önünde. maç bitince de "sende ışık var, pes etme :):):):):)" dedi gitti.

    zaten kendine güveni eksi değerlerde olan biriyim bir de o olay başıma gelince sahip olduğum azıcık cesareti de kaybedip kızla bir daha konuşamadım. gençlik işte toyuz kafa basmıyor sırf bu yüzden irtibat kesilir mi. o anki kafama tüküreyim. arada aklıma geldikçe iç çeker dururum.
  • 149
    çocukken iyi bir yüzücüydüm, bilen bilir bizim burda zeynep kamil'in ordadır burhan felek spor salonu ve kapalı yüzme havuzu. orada 1999 yılında yüzmeyi öğrendim, uzun kollarım ve bacaklarım sayesinde herkesin eline veriyordum havuzda. annem kadıköy'de oturuyor olmamızdan mütevellit gel sana lisans aldıralım dedi. nasıl dedim fenerbahçe'ye yazdıralım diyince bende kayış koptu. ben galatasaraylıyım hayatta oraya gitmem diye çıngar çıkardığımı dün gibi hatırlarım. annem de madem öyle dedi ısrar etmedi ve sonuç, türk kasımla bu saatte laptop başına oturmuş bunu yazıyorum. *
App Store'dan indirin Google Play'den alın