132
yıl 2006. 10-11 yaşlarındayım. fizik tedavi ile sol ayağımın güçlendiği ve topa vurabildiğim yılların başlangıcı. ben hep böyle şeyler yazınca sol ayağıma dem vuruyorum ama inan bana sözlük futbol oynamak o yıllar benim için büyük bir tutkuydu ve ben hep kahroluyordum o yıllar, çocukluğumun en verimli top oynayabileceğim dönemlerini hep kitap okuyarak geçirdiğim için. tamam kabul etmek gerekirse o kitaplar şimdi çok işime yarıyor, iyi ki okumuşum ama biraz daha fazla futbol oynayabilseydim eminim ki çok daha mutlu olurdum.
neyse konumuza tekrar geri dönelim. nerede kalmıştık ? ha evet malum 2006 yılında 5.sınıfta okul futbol turnuvaları vardı ve ben mahalleseytani o zamana hayatında galatasaray'ının katıldığı futbol turnuvalarını izlemek dışında hiçbir turnuvaya dahil olmayan ben, sınıf takımında stoper oynayacaktım. o nasıl oluyor başka oyuncu mu yok dediğinizi duyuyorum ama abilerim ve ablalarım ben halen bilmiyorum nasıl seçildiğimi ondan önceki oynanan gırgırına maçlarda pek de kötü performans göstermediğimi biliyorum ama yine de beni seçmeleri tuhafıma gitmişti. düzen genelde böyle şeylerde bellidir, en yetenekli olan takımın kaptanıdır ve ilk 7'yi o seçer. en sona beni yazdığında ben nasıl garip bir mutluluğa girmiştim halen hatırlamıyorum.
eve geldiğimde babama ve anneme böyle heyecanlı heyecanlı anlattığımda aslında hiç umurlarında olmadığını ve kendi dönemimden birinin seçimini bu kadar önemsememe kızdıklarını biliyordum ama onlar yine de sevinmenin rolünü iyi yapıyorlardı. antremanlarda bile ben sevinçten sırıtıyordum ama çok fark edildiğinde hemen ciddi görünmeye çalışıyordum ama içimde nasıl mutluluk patlakları patlıyor ben bunu dile getiremiyorum. antremanlarda bana hep bire bir adam savunmasını anlatıyordu o takımın en iyi oynayanı, çocuk bilmiyorum zannediyordu ama ben o sokaklarda oynarken bütün futbolun taktiklerini, şampiyonalarını, maçlarını, yalayıp yutmuştum. ha ama uygulamasını bilmiyordum ve o çocuğun öğrettiklerinin pek de işe yaramadığı çok değil 1 hafta sonra belli olacaktı. çok abartıyorsun bir top oynamışsın bile diyebilirsiniz ama kendinizi benim yerime koyduğunuzda eminimki beni anlayacaksınız.
maçlar başladı, başlayacak ama bizde forma sıkıntısı var. maddi durumu pek iyi bir sınıf değildik açıkcası. diğer sınıfların biri kendilerine özel forma yaptırmıştı ve bizim ilk maç oynacağımız sınıf ise bir korsan forma dükkanıyla anlaşıp her biri farklı chelsea'li oyuncunun korsan formasını almıştı. ve o zaman devreye yine ben girdim, aldım evden bütün galatasaray formalarını, getirdim hepsini arkadaşlarıma giydi hepsi tek tek. komik duruyordu benim sırtımda 100. yıl forması birinin 2003-2004 iç saha forması, birinin 2001-2002 iç saha forması falan komikti ama sonuç olarak galatasaray olarak çıkmamızı sağlamıştım - forma krizinden dolayı koyu fenerli takım kaptanı ve orta saha oyuncumuz bile giymek zorunda kalmıştı. ulan kapitalizm sen nelere yol açıyorsun ! -ve o formayı giyip sahaya çıktığımda mutluluğunun nirvanasını yaşıyor gibiydim.
drogbayı o zaman hiç sevmedim. biz b sınıfıydık rakibimiz a sınıfıydı yani chelsea formalılar. onlarda drogba formasını giyen çocuk galatasaray'ın altyapısında oynuyordu o zamanlar ve çocuk cidden çılgın yetenekliydi be abi. bir de hasselbaink forması giyen bir çocuk vardı çocuk o zaman 1.65 falandı ki ben anca 1.45-1.50 falanım. ve o çocuk en uçta oynuyor yani direk benim markajımdaydı ve o çocuk da çok iyiydi yani allah yetenek vermiş diyip kendimizi avutuyorduk. bizim takım kaptanımız bizden 3 yaş büyük doğulu bir çocuktu. harbi sahadaki en iyi fiziğe ve en iyi yeteneğe o sahipti ama kendi ailemdekilerden bildiğim için her yetenekli doğulu top oynayanın amacı herkesi çalımlamak olduğu için o çocuk da diğer doğulu akranları gibi bencil bir profil çiziyordu. ben de doğuluydum ama coğrafyamın bana verdiği yetenekler belki de küçükken geçirdiğim yanlış operasyonla "ayağımdan" alınmış böylece stoper oynamak zorunda kalmıştım.
maç başladı. stoperde yanımda o zaman ki en yakın arkadaşım var. takımın taktiği oldukça basitti ne yapıp edip drogbaya topu vermemek ve bizim takım kaptanına topu atmak ve 1-2 tane gol atmasını beklemek. cidden taktik buydu ve bu basit kurguyu uygulamakta oldukça sıkıntı yaşadık. daha doğrusu olayı özetlemek gerekirse they have didier drogba we have mahalleseytani abi ben hayatımda bu kadar rezil olan savunma görmedim. adam bacak aramdan geçiriyor sağdan atıyor soldan geçiyor, böyle artistlik çalımlar falan darma duman oldum . ama içten içe seviniyorum olm bu çocuk galatasaray'da parlarsa takım dehşet olur falan diyorum böyle kendi kendime. takım kaptanı top drogba formalı çocuğa geldiğinde hasselbaink'e markajda bulunmamı söylemişti ama ben onu dinlemedim tabikide ve her drogba formalı çocuğa top geldiğinde servet şevçenko ilişkisi yaşıyorduk ve ilk 25 dakika( bir devrenin süresi) 4-2 onların üstünlüğü ile sonuçlanıyordu. takımda cidden üzülen bir ben vardım bir de takım kaptanı ama ben kararlıydım giydiğim forma galatasaray'ımın formasıydı ve ben bu formayı şerefimle taşımak zorundaydım.
ikinci yarı başladı. cengaver stoper ben ikinci yarı başlar başlamaz bir pas atmışım sözlük, yani savunmadan selçuk inan'ın burak yılmaz'ın önüne atması gibi bir şeydi o. tabikide bizim kaptan boş geçmedi ama kimse pozisyonu anlamadı ilk başta. herkes top ayağıma geldiğimde aha yine bittik dercesine davranıyordu ama o pası attıktan sonra gol oldu ya. yedekler dahil bütün takım üstüme çullandı öne geçmişcesine seviniyorduk. sonra bizim takıma direnç geldi ve bildiğin çılgın oynamaya başladık. paslar, verkaçlar şut denemeleri falan takım çılgın atıyordu kelimenin tam anlamıyla ama onların kalecisi devleşmişti ama orada devreye biri girecekti. hikayede tabikide kahramanlık duygusuda katıcaz. maçın bitimine yaklaşık 10 dakika kalmıştı. korner pozisyonu oldu. arkadaşıma dedim ki sen gel buraya ben çıkayım. çıktım korner pozisyonuna arka direğin orada bekliyorum. kaptan aslında uzun arkadaşımıza atıcaktı ama o da sektirdi ve top bana doğru yükseldi. o sene anelka'nın elle gol atmasına bu kadar tepki gösterirken elle gol attığımı düşününce hayat harbi basit bir ironiye kaçıyor gözümde. golü attım ama kimse beni fark etmediği için elle attığımı fark etmemişti. her o gol aklıma geldiğinde kahkaha atarım şu an attığım gibi. takım nasıl seviniyor anlatamam kaptan 3 yaş büyük, öküz gibi güçlü beni sırtına alıyor falan gol attım diye. bir arkadaşım ayakkabı silme sevincini yaşıyor ama vicdanım rahat değil. nasıl olsun elle gol atmışım abi ben. futbolun en büyük hayranlarından ben, dürüstlüğe bu kadar önem veren ben bildiğin elle gol atmışım. neyse takımın huzurunu bozmamak için çaktırmıyorum, işime tekrar geri dönüyorum.
maçın son dakikasıydı yine korner oldu. bu sefer o arkadaş dedi hadi çıkalım ikimizde belki birimiz atar diye. ama düşündüm bu sefer arka direğe birini koyacaklardı ve benim hava hakimiyetim neredeyse sıfır olduğu için ben ceza yayının orda durmayı tercih ettim orası yakın sonuçta okulda düzenlenen bir turnuva ve saha ortalama bir okul sahası büyüklüğünde. korner kullanıldı. o uzun boylu çocuk yine sektirdi ve yine o lanet olası top bana geldi. ama bu sefer ceza yayını orada. tek şansım vurmaktı. topu kontrol ettim tam vuruyordum bir anda arkamda birinin rüzgarını hissettim. ben hayatımda o kadar üşümemiştim. o rüzgar drogba formalı çocuğun rüzgarıydı. tam vurucakken yandan topu kapmış ve son dakikada golünü yazmıştı. skor 5-4 onların lehine sonuçlanmıştı. işin güzel yanı olması gereken olmuştu ilahi adalet elle attığım golü böyle cezalandırmıştı. aynı ilahi adalet o kadar şaibeli olaya rağmen bizi 2005-2006 sezonunda 16. şampiyonluğumuza ulaştırmıştı. takım arkadaşlarım beni teselli etmeye çalışıyor falan ama üzgün değilim ki ben hatta bir nevi vicdanımın rahatlığına çok güzel bir anı eklemenin mutluluğunu yaşıyordum.
sonraki maç oynamadım. soğuk algınlığı yaşamıştım. bu da başlı başına yeterdi. zaten 3.lük maçında kendi formasını yaptıranlara kaybetmemiz oldukça doğaldı. anormal olan onların finale kalmamasıydı.
bu arada 3-4 sene önce duydum o drogba formalı çocuk altyapıdan ayrılmış. çok yetenekli olup mental olarak eksik kalanlardandı sanırım o da.
hem artık ben didier drogba'yı çok seviyorum !
neyse konumuza tekrar geri dönelim. nerede kalmıştık ? ha evet malum 2006 yılında 5.sınıfta okul futbol turnuvaları vardı ve ben mahalleseytani o zamana hayatında galatasaray'ının katıldığı futbol turnuvalarını izlemek dışında hiçbir turnuvaya dahil olmayan ben, sınıf takımında stoper oynayacaktım. o nasıl oluyor başka oyuncu mu yok dediğinizi duyuyorum ama abilerim ve ablalarım ben halen bilmiyorum nasıl seçildiğimi ondan önceki oynanan gırgırına maçlarda pek de kötü performans göstermediğimi biliyorum ama yine de beni seçmeleri tuhafıma gitmişti. düzen genelde böyle şeylerde bellidir, en yetenekli olan takımın kaptanıdır ve ilk 7'yi o seçer. en sona beni yazdığında ben nasıl garip bir mutluluğa girmiştim halen hatırlamıyorum.
eve geldiğimde babama ve anneme böyle heyecanlı heyecanlı anlattığımda aslında hiç umurlarında olmadığını ve kendi dönemimden birinin seçimini bu kadar önemsememe kızdıklarını biliyordum ama onlar yine de sevinmenin rolünü iyi yapıyorlardı. antremanlarda bile ben sevinçten sırıtıyordum ama çok fark edildiğinde hemen ciddi görünmeye çalışıyordum ama içimde nasıl mutluluk patlakları patlıyor ben bunu dile getiremiyorum. antremanlarda bana hep bire bir adam savunmasını anlatıyordu o takımın en iyi oynayanı, çocuk bilmiyorum zannediyordu ama ben o sokaklarda oynarken bütün futbolun taktiklerini, şampiyonalarını, maçlarını, yalayıp yutmuştum. ha ama uygulamasını bilmiyordum ve o çocuğun öğrettiklerinin pek de işe yaramadığı çok değil 1 hafta sonra belli olacaktı. çok abartıyorsun bir top oynamışsın bile diyebilirsiniz ama kendinizi benim yerime koyduğunuzda eminimki beni anlayacaksınız.
maçlar başladı, başlayacak ama bizde forma sıkıntısı var. maddi durumu pek iyi bir sınıf değildik açıkcası. diğer sınıfların biri kendilerine özel forma yaptırmıştı ve bizim ilk maç oynacağımız sınıf ise bir korsan forma dükkanıyla anlaşıp her biri farklı chelsea'li oyuncunun korsan formasını almıştı. ve o zaman devreye yine ben girdim, aldım evden bütün galatasaray formalarını, getirdim hepsini arkadaşlarıma giydi hepsi tek tek. komik duruyordu benim sırtımda 100. yıl forması birinin 2003-2004 iç saha forması, birinin 2001-2002 iç saha forması falan komikti ama sonuç olarak galatasaray olarak çıkmamızı sağlamıştım - forma krizinden dolayı koyu fenerli takım kaptanı ve orta saha oyuncumuz bile giymek zorunda kalmıştı. ulan kapitalizm sen nelere yol açıyorsun ! -ve o formayı giyip sahaya çıktığımda mutluluğunun nirvanasını yaşıyor gibiydim.
drogbayı o zaman hiç sevmedim. biz b sınıfıydık rakibimiz a sınıfıydı yani chelsea formalılar. onlarda drogba formasını giyen çocuk galatasaray'ın altyapısında oynuyordu o zamanlar ve çocuk cidden çılgın yetenekliydi be abi. bir de hasselbaink forması giyen bir çocuk vardı çocuk o zaman 1.65 falandı ki ben anca 1.45-1.50 falanım. ve o çocuk en uçta oynuyor yani direk benim markajımdaydı ve o çocuk da çok iyiydi yani allah yetenek vermiş diyip kendimizi avutuyorduk. bizim takım kaptanımız bizden 3 yaş büyük doğulu bir çocuktu. harbi sahadaki en iyi fiziğe ve en iyi yeteneğe o sahipti ama kendi ailemdekilerden bildiğim için her yetenekli doğulu top oynayanın amacı herkesi çalımlamak olduğu için o çocuk da diğer doğulu akranları gibi bencil bir profil çiziyordu. ben de doğuluydum ama coğrafyamın bana verdiği yetenekler belki de küçükken geçirdiğim yanlış operasyonla "ayağımdan" alınmış böylece stoper oynamak zorunda kalmıştım.
maç başladı. stoperde yanımda o zaman ki en yakın arkadaşım var. takımın taktiği oldukça basitti ne yapıp edip drogbaya topu vermemek ve bizim takım kaptanına topu atmak ve 1-2 tane gol atmasını beklemek. cidden taktik buydu ve bu basit kurguyu uygulamakta oldukça sıkıntı yaşadık. daha doğrusu olayı özetlemek gerekirse they have didier drogba we have mahalleseytani abi ben hayatımda bu kadar rezil olan savunma görmedim. adam bacak aramdan geçiriyor sağdan atıyor soldan geçiyor, böyle artistlik çalımlar falan darma duman oldum . ama içten içe seviniyorum olm bu çocuk galatasaray'da parlarsa takım dehşet olur falan diyorum böyle kendi kendime. takım kaptanı top drogba formalı çocuğa geldiğinde hasselbaink'e markajda bulunmamı söylemişti ama ben onu dinlemedim tabikide ve her drogba formalı çocuğa top geldiğinde servet şevçenko ilişkisi yaşıyorduk ve ilk 25 dakika( bir devrenin süresi) 4-2 onların üstünlüğü ile sonuçlanıyordu. takımda cidden üzülen bir ben vardım bir de takım kaptanı ama ben kararlıydım giydiğim forma galatasaray'ımın formasıydı ve ben bu formayı şerefimle taşımak zorundaydım.
ikinci yarı başladı. cengaver stoper ben ikinci yarı başlar başlamaz bir pas atmışım sözlük, yani savunmadan selçuk inan'ın burak yılmaz'ın önüne atması gibi bir şeydi o. tabikide bizim kaptan boş geçmedi ama kimse pozisyonu anlamadı ilk başta. herkes top ayağıma geldiğimde aha yine bittik dercesine davranıyordu ama o pası attıktan sonra gol oldu ya. yedekler dahil bütün takım üstüme çullandı öne geçmişcesine seviniyorduk. sonra bizim takıma direnç geldi ve bildiğin çılgın oynamaya başladık. paslar, verkaçlar şut denemeleri falan takım çılgın atıyordu kelimenin tam anlamıyla ama onların kalecisi devleşmişti ama orada devreye biri girecekti. hikayede tabikide kahramanlık duygusuda katıcaz. maçın bitimine yaklaşık 10 dakika kalmıştı. korner pozisyonu oldu. arkadaşıma dedim ki sen gel buraya ben çıkayım. çıktım korner pozisyonuna arka direğin orada bekliyorum. kaptan aslında uzun arkadaşımıza atıcaktı ama o da sektirdi ve top bana doğru yükseldi. o sene anelka'nın elle gol atmasına bu kadar tepki gösterirken elle gol attığımı düşününce hayat harbi basit bir ironiye kaçıyor gözümde. golü attım ama kimse beni fark etmediği için elle attığımı fark etmemişti. her o gol aklıma geldiğinde kahkaha atarım şu an attığım gibi. takım nasıl seviniyor anlatamam kaptan 3 yaş büyük, öküz gibi güçlü beni sırtına alıyor falan gol attım diye. bir arkadaşım ayakkabı silme sevincini yaşıyor ama vicdanım rahat değil. nasıl olsun elle gol atmışım abi ben. futbolun en büyük hayranlarından ben, dürüstlüğe bu kadar önem veren ben bildiğin elle gol atmışım. neyse takımın huzurunu bozmamak için çaktırmıyorum, işime tekrar geri dönüyorum.
maçın son dakikasıydı yine korner oldu. bu sefer o arkadaş dedi hadi çıkalım ikimizde belki birimiz atar diye. ama düşündüm bu sefer arka direğe birini koyacaklardı ve benim hava hakimiyetim neredeyse sıfır olduğu için ben ceza yayının orda durmayı tercih ettim orası yakın sonuçta okulda düzenlenen bir turnuva ve saha ortalama bir okul sahası büyüklüğünde. korner kullanıldı. o uzun boylu çocuk yine sektirdi ve yine o lanet olası top bana geldi. ama bu sefer ceza yayını orada. tek şansım vurmaktı. topu kontrol ettim tam vuruyordum bir anda arkamda birinin rüzgarını hissettim. ben hayatımda o kadar üşümemiştim. o rüzgar drogba formalı çocuğun rüzgarıydı. tam vurucakken yandan topu kapmış ve son dakikada golünü yazmıştı. skor 5-4 onların lehine sonuçlanmıştı. işin güzel yanı olması gereken olmuştu ilahi adalet elle attığım golü böyle cezalandırmıştı. aynı ilahi adalet o kadar şaibeli olaya rağmen bizi 2005-2006 sezonunda 16. şampiyonluğumuza ulaştırmıştı. takım arkadaşlarım beni teselli etmeye çalışıyor falan ama üzgün değilim ki ben hatta bir nevi vicdanımın rahatlığına çok güzel bir anı eklemenin mutluluğunu yaşıyordum.
sonraki maç oynamadım. soğuk algınlığı yaşamıştım. bu da başlı başına yeterdi. zaten 3.lük maçında kendi formasını yaptıranlara kaybetmemiz oldukça doğaldı. anormal olan onların finale kalmamasıydı.
bu arada 3-4 sene önce duydum o drogba formalı çocuk altyapıdan ayrılmış. çok yetenekli olup mental olarak eksik kalanlardandı sanırım o da.
hem artık ben didier drogba'yı çok seviyorum !