• 51
    "şüphesiz eğer ki hayvanların dini olsaydı, şeytanı insan şeklinde hayal ederdi."

    (bkz: william ralph inge)

    dünden beri herkesin duyduğu, tüm mecralarda bahsedilen yavru köpeği daha az önce öğrendim. yalnızca sargılı haline bakabildim ve yetti bana fazlasıyla. ben artık katlanamıyorum. sürekli duyuyoruz, görüyoruz yeter artık. her tarafımızda kameralar var, her sokakta, her dükkanda, her apartmanda... bir şekilde bunu yapan bulunur, bulunmalıdır. ve artık basit bir suç gibi hukuki işlem görmesini de kabullenemiyorum. bu şekilde, kasıtlı hayvan öldürenler, acı çektirenler direkt taammüden cinayetle yargılanmalıdır. cezası ona göre olmalıdır.

    şiddete karşı bir insanım ben. hiç bir canlının canı yansın istemem. ama bu modellerin canı yanmalı. hem de fazlasıyla. o yavruya yaptığı gibi canlı canlı kolları bacakları kesilse ancak içim soğur şu anda. bir hayvanın canını aldı, benim de gecemi allak bullak etti o şerefsiz her kimse.

    bu arada eğer o katil bulunup kıçı kırık bir para cezasıyla falan salınacaksa bir zahmet polisten önce "duyarlı" vatandaşlar bulsun. önce bu insanların elinden çeksin cezasını. seneler önce eskişehir'de bir kedinin karnını parçalayıp, ölüme terkedip, üstüne bir de video çekip "aa ölmemişsin sen" diye dalga geçen can aksoy gibi olmalıdır sonu. hayatı kararmalı, geleceği kararmalı, sokağa çıkamaz hale gelmelidir.
  • 93
    şu aralar martin eden gibi hissediyorum ve yaşıyorum beyler. hoşlandığım kişiyle aramızda bariz bir sınıf farkı var. moralim çok bozuk ve kendime çok kızıyorum. kafam 1 dakika bile boş durmuyor. keşke hiç görmeseydim keşke hiç konuşmasaydım diyorum. dışarıya çıkıp sokağın ortasına uzanıp hayvanlar gibi ağlayasım geliyor. cesaretsizliğime ve bugune kadar bu kadar pasif kalmama çok kızıyorum.

    ben hayatımda bir insan için bunları hissetmedim hatta bu tarz hislere sahip olan insanlara gülerdim. insanlar için bu kadar kendini kahretmeye gerek var mı? vb. gibisinden. ama hakikaten fenaymış beyler. acayip acayip şarkılar dinlemeye başladım ben ne yapıyorum?

    dini görüşleri sıkıntılı bir insanım ama sürekli dua eder oldum bir kez daha karşılaşalım diye. en azından ya red eder ve ben artık düşünmekten kurtulurum. yoksa böyle sürekli pişmanlıkla geçmeye devam edecek ki geçmiyor amk.

    moraller bozuk arkadaşlar. kendinize iyi bakın.
  • 156
    transfer döneminde ne idüğü belirsiz, etkileşim delisi haysiyetsiz twitter fenomenlerinin gazına gelenler, oturma organından hikaye uyduran yazarlarının entrylerini referans alıp mustafa cengiz'e saldıranlara kırgınım.

    o zamanlarda bu başkana destek olmalıydık. biz taraftar olarak yüklendikçe yüklendik. onu da, yönetimini de çaresiz bıraktık, desteksiz bıraktık.

    eh, liseciler durur mu... içime öküz oturdu gerçekten. mustafa cengiz'e saygım ve sevgim çok büyük. bu duruma üzüntüm de bir o kadar büyük.
  • 204
    ben de en dipteyim. kaç senedir mutsuzluk deryalarında bir o yana bir bu yana aheste aheste süzülüyorum. bir insan en fazla ne kadar mutsuz olabilir gibisinden bir deneyde kobay olarak kullanılmaktayım galiba.

    ha bakarsan somut bir problem de yok, tamamen ruhi, manevi. bilmiyorum sözlük. vallahi aynı günleri her gün bir daha yaşamaktan bıktım. bu kadar monoton, heyecansız, aşksız, sevgisiz, neşesiz yaşamak akıl kârı değil.
  • 254
    dün 19 mayıs 2019 galatasaray istanbul başakşehir maçının tekrarına denk geldim televizyonda. 1 seneden biraz fazla geçmiş üzerinden. gider miyiz gidemez miyiz derken birilerinden "istersen bir bilet sorayım" sorusu gelmişti. gel-git dolu hayatımız daha da çalkalıydı o günlerde, meğerse daha başlangıçmış.

    babamın annesi gece tuvalete giderken düşmüş, omuriliğinde bir çatlak olmuştu. onu da yanlış teşhis falan 2 aydan sonra anlayabilmişlerdi. babam gece gündüz yanında kalıyordu, yeni yeni eve gelebilmeye başlamıştı. kardeşleriyle arası bozuktu, kardeşleri hayırsız da çıkmıştı. tüm o durumda içim elvermedi maça gidip eğlenmeye. hayallerin ötesinde olabilecek bir teklifi öyle reddetmiştim...

    dün tekrarı izlerken kafamda son bir yıl da canlandı...

    annemin annesinin başına aynısı geldi yılbaşından hemen sonra, onun kalçası kırıldı. zaten o olayan önce de çok sınırlı hareketi vardı. eski insanlar, bir sürü hamilelik, doğum, düşük derken omurgası eğriydi zaten. sinir hastalıkları da cabası. öyle yatıyor işte, hayatta mı hayatta. ama yatalak, bakıma muhtaç. altında bez var falan...

    annemde diyabet vardı zaten, artık insülin yapar hale geldi. ona rağmen günde 2 kere gidiyor. evde bakıcı var tabi ama bakıcı da sadece bakıyor. ne yiyecek, ne içecek, ne ilacı var vs. hala koşturmaca var. annemin kardeşleri de babamınkilerden bir tık iyi belki. hoş onların da türlü türlü dertleri var...

    zaten daha geriye sararsak filmi 15 seneye yakındır annem hep bakıcı gibi onlara.

    dedem eski insan, cahil insandı. maddi ya da manevi bir yatırımı yoktu evlatlarına. yıllar geçtikçe, yaş ilerledikçe, olaylar üstüne koyuldukça aralar daha da açılıyor. en ufak bişeyden korkardı zaten, sorumluluğu kendne dokunan en ufak bir sorunda hemen deliye yatardı kaba tabirle...

    zaten normalde de enteresan adamdı ya...

    nenemin o hali, evde bir bakıcının varlığı, maddi yönü vs. kaldıramadı. koah vardı zaten, sonra bir mide ağrısı başladı. 2-3 kere götürdük doktora, tahlil yapıldı bir teşhis bulunamadı. tam bu koronanın ilk patladığı zamanlar abuk sabuk şeyler yaptı. yaşlılıklar olur dedik. sonra bir gün yemek yemeyi bıraktı. zorla bile yediremedik. o halde de zaten bir ay idare edebildi. görüntüsü iyice kötüleşince götürdük bir set daha tahlil. akciğer iltihabı dediler, hastahaneye yatırdık. orada sinir krizi gibi bir şeyler geçirdi, sakinleştiricilerle durdurabildiler. akciğeri iyileşti, diğer şeyler demanstan eve gitse daha iyi gelir dediler. bir gece evinde yatabildi, neredeyse 2 günde uyanmayınca apar topar yine götürdük. sürekli bir inleme vs.. bilenler bilir işte demans dedikleri şeyin dibiymiş işte.

    son çare bir kağıt imzaladı evlatları, tetkiklerin sona erdirilmesine dair. iki gün sonra bir sabaha karşı acıları dindi...

    üzüldün mü dersen pek emin değilim. yani tabi ki üzülüyor insan. ama son üç ay dört ay öyle şeyler yaşadık, öyle şeyler düşündük, öyle hesapların içine girmek zorunda kaldık ki insan ne hissedeceğini de bilemiyor tam...

    bizim hayatımızın parçası olarak kabullendiğimiz pek çok şeyin başka insanlara ne kadar ağır geldiğini öğrendik en başta. o bile ayrıca bir ahmak hissettiriyor yani...

    yatakta yatan, altına kaçıran, sevinse sevinemeyen üzülse üzülemeyen biri var artık. bir tırnak ucu bile ilerlemeyeceğini, iyileşmeyeceğini biliyorsun ama tüm efor ve stres aynı şekilde devam ediyor...

    biz de az çektirmedik yani şimdi doğruya doğru, maddi manevi. annem ve babam 60larının eşiğine geldi. herşeyi bir şekilde düzelttik, şurda elden ayaktan düşmeden, onları bir miktar mutlu ederiz hayat yaşatırız dediğimiz belki bir 10 yıl vardı. şu 4-5 aydaki stres ve çile bile belki 2 senesini götürmüştür...

    ve bitmiyor işte. katiyen bitmiyor. kalanların çilesi çekilmeye devam ediliyor. akraba diye bir gerçek var hayatta. onlar da bitmiyor. saçma salak telefonlar, saçma salak icraatlar. annem zaten diyabet hastası yere düşmeye bahane arıyor. babam desen onun da sabrı kalmadı artık. günde 2 kere annesinin evine temizliğe gitmekten... ortası da yok zaten sessiz sakin bir adamken bir anda parlıyor. bir yandan birbirlerine yardım ederken bir yandan birbirlerini yıpratmaya devam ediyorlar...

    gün geliyor ve diyorsun ki içinden allahım bir mucize olsun ve annem babam da huzur bulsun. huzur bulmaları da işte birilerinin ölmesiyle mümkün olacak ancak. çünkü milyonlarca kere düşünüyorsun, deniyorsun olmuyor. başka bir çözüm yok. bu defa da kendinden şüpheye düşüyorsun, ne diyorum lan ben diyorsun...

    işler ilgili, aşkla ilgili hep ağlıyordum zaten burda. 3 aydır iş zaten hayatımızda yok, bir 3 ay daha olmayacak gibi. olsa da çok umrumda olur mu bilemiyorum. aşk desen onu da unuttuk gitti zaten. bir yüzük takmış en son gördüğüm, pınarın başında klasik fotolar falan. hayırlı uğurlu olsun ama dediğim gibi bunlar konu bile değil şimdi...

    üç gün sonra diğer dedemin ölüm yıldönümü. ondan iki gün sonra bir çocukluk arkadaşımın. haftaya da benim doğum günüm var...

    yaşlı hissediyorum be sözlük. birkaç yıl da bu şekilde gideriz, sonra da annem babam o hale gelir zaten. bir beş yıl da onları yaşatabilirsek bakımla falan çok şükür diye geçiyor içimden. yürek söken şeyler bunlar tabi ama göz göre göre iş oraya gidiyor ve birşey yapamıyorsun...
  • 106
    hunharca ağlamak istiyorum sözlük. iki yıldır atanma umuduyla bekledim atanamadım, ailem boşanıyor, ben işsizim. hayat çok ama çok boktan geçiyor be sözlük.

    iş başvurularımdan haber yok. devlet dairesi olmasına rağmen halen bekletiyorlar. yeni eve taşınıyoruz, yeni bir düzen. her şey karma karışık. ne yapacağım bilmiyorum be sözlük sabır ettik sabır ettik ama artık yoruldum be yav :(
  • 390
    insan kimseye anlatamayınca yazmak istiyormuş. en azından 90 senesinde veya daha öncesinde doğan çoğu insanın olduğunu tahmin ettiğim gibi, şimdiki neslin belki tramva diye adlandırdığı ama bizim neslin normali olan baba oğul ilişkisinden ötesi olmadı babamla aramızdaki ilişki. buradan yanlış anlaşılmasın, abimler yemiştir ama ben pek dayak yememişimdir babamdan, çalışkandım, efendiydim yaramazlıklarımız olduysa da gizlemesini bilenlerdendim. ama bir hafta sonu oturup bir aktivite yapmamışızdır, beraber gezmeye gitmemişizdir veya oturup evde iki lafın belini kırmamışızdır. hatta son yıllarda sürekli hatırlattığım şu sıralarda yüzüne en azından bir tebessüm kondurmak adına dokundurduğum, bir iftarda annem olmadan abimlerle beni bir iftara götürmesi vardır ki bu hangisi olduğunu hatırlamadığım bir galatasaray maçının olduğu zamana tekabül eder. olay otobüsle son dakika yetiştiğimiz ve oturduğumuz mantıcıdan hemen birer tabak mantı yiyip maça yetişebilmek adına oraya gitme amacımız olan iftar etkinliklerini yok sayıp apar topar geri dönmemiz üzerinedir. koyu galatasaraylıdır; gençliğinde statta bir gece öncesinde yatangillerden, taraftar kavgalarında karakola düşengillerden. genelde akşam işten geldiğinde veya tatillerde ailesi ile vakit geçirmek yerine arkadaşları ile kahvehanede vakit geçirmeyi tercih etmiştir. ama benim ona sevgim ve saygım hiç değişmedi sözlük. tabi bunlar benim yaş belli bir kemale erdiğinde fark edebildiğim ya da kendime itiraf edebildiğim şeyler. aramızdaki bu mesafe lise, üniversite zamanlarında belki daha da arttı. ona olan sevgim saygımla beraber delikanlılık işin içine girince para istemeye de çekinir olduk, sanki almadan bir halt yiyebilecekmişiz gibi. dolayısıyla işi valide hanım üzerinden, onu da yine istemeyerek de olsa belli ederek ilerlettik;
    -paran var mı?
    -var anne?
    -kaç paran var?
    -5...
    -...
    babam işçiydi. biz dört erkek kardeşiz. eli de her zaman bonkör olmuştur çevresine. allah'ı var istediğimiz hiç bir şeyden de geri çevirmemiştir bizi; bizde olmaz bir şey istemezdik tabi. bize aktarabildiği en büyük şey galatasaray oldu sanırım. ha bu da yanlış anlaşılmasın, hayatımın hiç bir döneminde maddi bir beklentim olmadı babamdan. kardeşlerimin olmuştur, bunu yüzüne de vurmuşlardır ama gerek bu durum sonrası gerek onların diğer kavgaları sonrası ben o yüzü öpen demeyelim de omzuma koyan olmuşumdur, zira babayı öpmek yine çok alışık olduğumuz şeyler değildi. dediğim gibi sözlük, ben ona sevgimi ve saygımı hiç kaybetmedim.
    belirli bir yerden sonra o da pişman oldu bu durumdan. belki geç gelen emekliliğinde etkisiyle gelen boşa düşmekle ve yalnızlıkla doğrusunu görüp ailesine döndü. ama hani bir şeye ilk başladığında abartılı bir coşku yaşarsın ya, öyle. her haftayı bir etkinlikle doldurmak isteme, 500 metre aşağısında oturmama ve haftada 3 gün görüşmemize rağmen diğer günlerde telefonla 15 er dakikalık havadan, sudan, çoğunlukla galatasaray'dan sohbetler. o bana fotomaç'tan, spor kanallarından gördüğü haberleri anlatır, ben onu twitter'dan, sözlükten gördüğüm doğrulara ikna ederdim. ama tabi evlenmiştik sözlük, küçük kardeşim hariç hepimizin çekirdek aileleri olmuştu ve babamın bu isteklerinin hepsine yetişemiyorduk. ama gerek eşimin 2 yaşında kaybettiği, hiç hatırlamadığı babası sebebiyle gerekse benim kaybolan yılları bulmuş olmam hasebiyle bu taleplerine yetişmekten de keyif almıyor değildik.
    babam işçiydi sözlük. çalışma ortamını pek görmedik ama kazandığı paranın azlığını, verdiği emeğin çokluğunu biliyorduk. emekli olduktan sonra çalıştığı senelerin sebebini de biliyorduk. iki hayali vardı, umreye gitmek ve köye yerleşmek. iş hayatını bitirme kararından sonra umreye gitmek için kenarda kıyıda biriktirdikleri parayla başvurularını yaptık. şubat 2020 de annemle beraber gitmek üzere bütün hazırlıklarını yaptılar. tabi koronayı hesaba katmadılar. bunun üzerine madem bu parayı köydeki evi tadilat etmeye harcayalım diyerek ikinci hayale geçiş yaptılar. iki senede evin bütün eksikliklerini tamamladılar. ikinci hayalini belki de bu sene temelli köye yerleşerek, birincisini de kardeşlerim ile topladığımız parayla bu sene sonunda onları umreye göndererek biz gerçekleştirecektik. hem çok sevdiği oğlundan** torun haberini de almıştı. her şey yolunda gidiyordu sözlük. hem onun hem benim hayatımda...
    babam heybetliydi, kiloluydu, 140 kilo adam. baktığında sadece göbek, o da dimdik duran adamlar vardır ya onlardan. bize miras bıraktığı şeylerden birisi de budur, iri kemikler*. şöyle dört kardeş yan yana durunca korkmayacak adam pek bilmiyorum. sonra bu iri heybetli adam bir ayda 4-5 kilo verdi, iştahı kesildi. yakışıklı oldun dalgalarıyla beraber en azından sağlık ocağında bir muayene olma, kan vermeye ikna edebildik. babam pek hastaneye gitmezdi, hatta hiç hastaneye gitmezdi. belki genç yaşta kaybettiği abisi ve babasından, belki de hastanede ameliyat sonrası vefat eden ablasından dolayı. kan sonuçları geldiğinde sağlık ocağındaki doktorun da verdiği gazla "bir şeyim yokmuş ya safra kesesinde kum olabilirmiş." diye geçiştirmeye çalıştı her şeyde olduğu gibi. benim hayatta pek kimseye güvenim yoktur sözlük, araştırmayı da severim her konuda en azından bir şeyler bilmeyi de. kan sonuçları acayip bir korkuyu içime saldı. tanıdıklarla, başka şeylerle hemen bütün tetkiklerin yapılması adına hastaneye yatırdık. akabinde kore'ye gittiğimden dolayı bu iki haftalık sürecin sadece özetleri var bende. ilk önce dalak ve karaciğer arasındaki damar tıkanmış denildi. insan buna sevinir mi? çok sevindim. damar tıkanması çok basit bir şeydi. sonra siroz denildi. çok üzüldüm sözlük. ama asıl üzüntüm arkasına gelen haberle oldu. kanser. epeydir ağlamıyordum sözlük. oturdum belki 15 dakika hüngür hüngür ağladım. tabi sonradan anladık siroz denilen illete daha fazla üzülmemiz gerektiğini. arkasına gelen olmayan işlemler, akıllı ilaçlar. tümör küçülüyordu, kan değerleri düzeliyordu ama bir şeyler ters gidiyordu. iyileşmesi gereken adamın karnında su birikiyordu, aklını kaybediyor gibi oluyordu ki bunun adının daha sonra ensefalopati olduğunu öğreniyorduk. sonuç olarak bugunlere geldiğimizde onkoloji tümörün çok küçüldüğünü ama mevcut kan değerleri ile tedavi yapamayacağını, gastroenteroloji ise sirozun çok ilerlediğini söyledi. bunun hep bir film saçması, dizi abartmasi olduğunu düşünürdüm ama kendimi bu soruyu doktora sorarken buldum; " ne kadar yaşayacak?"... evet sözlük, elimizden hiç bir şey gelmeyen maksimum bir sene. sık sık ensefalopati ataklarınin olacağı, sessiz bir şekilde ölümü bekleyeceğimiz maksimum bir sene.
    küçükken sorarlardı ya "anneni mi seviyorsun, babanı mı?" diye. ben o zaman dahi içimden annem demek gelirken babam üzülmesin diye ikisi de derdim. ama bazı şeylerin değeri kaybederken daha çok anlaşılıyor sanırım.
    ben babamı çok seviyorum sözlük.
  • 412
    çok üzgünüm sözlük. sözlüğün bugün kendi içinde yaptığı paylaşımlar içinde yoğun bakımdaki annesini bekleyen (ve inşallah da iyileşecek olan) bir renktaş, 4 yaşındaki evladı kanser illetiyle savaşırken (ve kazanacak olan) onu bekleyen bir başka renktaş kalbimi çok derinden yaraladı. bilmiyorum sizlere de oluyor mu ama sosyal medyada da sürekli karşıma sma ile ya da başka hastalıklarla mücadele eden çocuklar çıkıyor. baba olduğumdan beri dayanma eşiğim sıfıra yakın gerçekten. eşim "sen nasıl birisin ya hiç ağladığını görmedim" dedi yakın zamanda. bilmiyor ki böyle haberlerle ben sürekli içime içime ağlıyorum. hiç tanımadığım insanların dertlerini kendi derdimmiş gibi hissediyorum, ardından da içimdeki öküzü kaldıramıyorum. bir de üzerine kendi hayatımdaki dertler eklenince mutluluğa doğru giden yolda olduğumu hissettiğim anda "rota yeniden oluşturuluyor" deyip sonsuz bir uçuruma gidiyormuş gibi hissediyorum. ayağa kalkıp mutlu olduğumda da bu kez üzerimdeki o yorgunluk hissini atmak çok uzun sürüyor, sonsuz bir döngü içine giriyorum yani.
    neyse, umarım en kısa zamanda başta sözlükteki dostlar ve onların canından çok sevdiği insanları sapasağlam olur. akabinde bir mutluluk rüzgarı efil efil eser üzerimize doğru.
  • 103
    kurak bir düzlüğün üzerinde bir yerler, +20 küsur metre, sebepsiz bir betonun üzeri...

    sen bir elde telefon uzaklaşırken usul usul çöktük o şekilsiz betona... ne dönüp kulak kabartabildik, ne de kalkıp gidebildik...
    geri dönüp oturduğunda gözüme toz kaçtı hissiyatıyla yalan söylerken usul usul gözyaşı döküyorduk aslında be galatasaray...

    sen elindekini bırakıp geldikten sonra oluşan sessizlikte kadıköy dönüşü beş dakika sessizlik protestosu yapan tribüne dönüp bakan topçular gibi keserken içimizdeki gelgitlerde boğuluyorduk. tüm şirinliğinle bişey mi oldu garip görünüyorsun derken seni gördüğüm zaman diye inleyen tribünlere inat yalancı bir gülümseme ile geçiştiriyorduk...

    senden çok öncelerinde bile böğürüyorduk, zaten aşklar hep yalan dolan sonu hep acı hüsran diye...

    --- alıntı ---
    biz sevmekten mahkumuz
    müebbet ödül bize
    ölmek kurtuluş ama
    intihar haram bize

    --- alıntı ---
  • 265
    işim sebebiyle ayda 8-9 gün çalışıp genelde 21-22 gün boş oluyorum. boş olduğum tüm zamanları ingiltere championship, ingiltere premier lig, türkiye süper lig ve tff 1.lig maçlarını izleyerek dolduruyorum. olmuyor, martın başından haziran başına kadar galatasaraysızlıktan duvarları tırmaladım ama içim kararıyor artık. ne bir umut ışığı, ne bir sistem, ne bir düzen var. galibiyet alsak sevinemiyecek durumdayım. takımın ve ligin, avrupa takımları ve ligleriyle makası o kadar çok açıldı ki, bir daha yakalamak sanki mümkün değil gibi... bir daha asla şanlı avrupa galibiyetleri izleyemeyecek gibi hissediyorum ve bu çok kanıma dokunuyor.
  • 128
    yarın 14'te direksiyon sınavım var. parkta vs sorunum kalmadı ama yokuş kalkışta kursta hep problem yaşadım. kalırsan tekrar gir sanki n'olacak demeyin çünkü bir ay sonra şehir değiştiriyorum. yani tek hakkım var ve onda da geçmek zorundayım. yoksa param boşa gidecek. öğrenciyim, 1000 lira benim için bayağı çok bir para. valla finallerden, bitirme projemden çok şu direksiyon sınavını önemsiyorum. gerçi ben şanslıyımdır biraz inşallah geçerim.
  • 14
    allah tüm güvenlik güçlerimizin yardımcısı olsun. özellikle güvenlik güçlerinden birinin yakını olunca bu korkuyu, acıyı daha çok hissediyorsunuz. küçükken her gece yatmadan önce babama bir şey olmasın ölüm haberini almayalım diye dua ettiğimi hatırlarım. şimdi de pek değişen bir şey yok aslında. gün geçtikçe ülke daha kötü bir duruma gidiyor. her geçen gün bir öncekini aratıyor. günün güzel geçse bile tek kötü haberle gecesinde sabaha kadar dönüp duruyorsun. şehit oluyorsun, akşam haberlerinde çıkıyorsun derken unutulup gidiyorsun. olan gençliğine, arkandakilere oluyor sevenlerinin acısı 10 yıl geçsede, geçmiyor. işin kötüsü toplum olarak şehit haberlerine alışmış duruma gelmemiz. boktan bir coğrafyadayız bu düzen hiç bozulmayacak gibi duruyor. teröründe, destekçilerininde topunun köküne kibrit suyu..
  • 188
    bazen kalp krizi geçirecek gibi oluyorum sözlük. hoca'nın aldığı ceza falan değil derdim.

    ezhel'in aşağıdaki klibini izledim. normalde ezhel dinlemem, modern rap müzikle ilişkim seviyeli bir düzeydedir.

    https://www.youtube.com/watch?v=LkM60aTEl0U

    ama bu klibi izledim. sonra sesi kapatıp bir daha izledim. bir daha, bir daha...

    yaşım 25, siyasi tarih okumayı severim. klipteki bütün olaylar da hepimizin olduğu gibi bir şekilde benim de hayatımın bir parçası oldu. güzel de bir hayat yaşıyorum, daha bugün oturdum hayatımı değerlendirdim kendi kendime. daha fazlasını görüyor olmasam, benden daha güzel yaşayan insan yok etrafımda.

    gel gör ki içimde sürekli bir sıkıntı var, bir şekilde kendimi kötü hissediyorum. ara ara sokakta görüyorum yozlaşmayı. istisnasız her ay ali ismail korkmaz aklıma geliyor, sessiz sessiz ağlıyorum akşamında. döve döve öldürdüler bu çocuğu ya.

    istisnasız her ay dilek özçelik'i açıp izliyorum, hem o güzel insanı anmak hem de kinimi diri tutmak için yapıyorum bunu.

    ne bileyim ali alkan geliyor, ali tatar geliyor. artık emine bulut da geliyor. geliyor da geliyor anasını satayım.

    sonra kendi kendime diyorum ki; ben ömrümün sonuna kadar içimde bu sıkıntıyla mı yaşayacağım?

    elimizden hiçbir şey gelmiyor. kendi hayatımızla ilgili bile elimizden hiçbir şey gelmiyor. hatta elimden bir şey gelebilirmiş de yapmıyormuş gibi bile hissediyorum. acziyet beni çok yordu sözlük. gerçekten bazen kalp krizi geçiriverecek gibi oluyorum.
  • 91
    hayatımda çok önemli bir adım atacağım, mesleki hayatımda büyük ilerleme kaydedebileceğim ülkemizden bir milli takımın fizyoterapisti olacakken son anda ödeneğin federasyondan sağlanamaması mailini aldım birkaç saat önce. neden olmadı şudur budur vs. kısmına girmek istemiyorum ama moralim çok bozuk. galatasaray ile alakalı en ufak bir şeyler bulup izleyip moralimi düzeltirim belki. sizleri seviyorum. iyi geceler..
App Store'dan indirin Google Play'den alın