fatih terim'in kariyerinin zirve noktası olan, avrupa ve dünya futbol kamuoyunda mister olarak anılmasını sağlayan maç. ayrıca galatasaray'ın
jupp derwall'in takıma başına geçmesiyle başlayan yaklaşık 15-16 yıllık süreçte üstüne koya koya giderek tepeyi gördüğü maçtır.
tesadüf demek, hatta 3-4 yıla indirgemek de haksızlıktır bu final maçına. 15 yıllık bir serüvendi aslında. bugün 20 yıl sonra hala tek olarak iftihar ederken bir 20 yıl daha tek olmaması için belki biraz da buralarına bakmak gerekiyor...
10 senedir lig şampiyonluğu kazanamamışken euro 80'i kazanan, 82 dünya kupasını finalde kaybeden jupp derwall'i takımın başına gelmeye ikna ederek başlayan bir yolculuktu aslına. 14 sene sonra şampiyonluk gelince tribüne hemen
yetmez bize bir kupa hedef artık avrupa pankartını asan, 2-3 sene kadro ve teknik istikrarla şampiyon kulüpler kupasında yarı finali gören bir yolculuk. 1992'de yeniden bir yapılanma ve yeni bir ekol hocayla yeniden avrupa'yı şöyle bir sallayıp kara takılan, sonrasında şampiyonlar ligine statü değiştirten, 1996 yazında fatih terim'i takımın başına getirip coğrafyanın en büyük yıldızını takıma katmakla başlayıp her yıl takviyelerle devam edip zirveyi gören bir yolculuk.
galatasaray'ın uefa kupasında sadece bir kere mücadele edip onda da direk finale yürüyüp kupayı almasının arkasına sığınıp tesadüf demişti aziz yıldırım. gerçi konu o da değil, o yıllarda saha dışında da en çok benim borum öter politikasının bir tezahürüydü. 2012-2013 sezonunda uefa kupasında yarı finale kadar çıksalar da işte ne kadar zor olduğu kendileri de görmüş oldu. özellikle yarı final ilk maçında penaltı dahil dünyaları kaçırmaları, ikinci maçta neredeyse 80 dakika topa dokunamamaları bu işin boru olmadığını acı acı öğretmiştir fenerbahçe camiasına. gruptan bir sonraki turda on kişi kalmış bate'ye güç bela penaltı golü atarak turu geçebilmiş, plazen'e karşı ikinci maç son 30 dakika ecel terleri dökmelerinden falan bahsetmiyorum bile...
kaldı ki
2 mayıs 2013 benfica fenerbahçe maçına çıkan 11'deki 6 futbolcu o sezon takıma dahil olmuştu.
17 mayıs 2000 galatasaray arsenal maçındaki galatasaray 11'inden bir tek capone o sezon başı takıma dahil olmuştu. popescu 1997, taffarel 1998'de takıma katılmıştı. geri kalan 8 kişi en az 6 yıldır galatasaray'da oynayan oyunculardı. bir tek hagi 1996'da gelmişti. eğer cezalı olmasaydı sahaya çıkacak olan emre belözoğlu, a takıma 1998'de çıksa da aslında altyapıda yine galatasaray' forması giyiyordu...
2013 fenerbahçe'sinde fenerbahçe'de yıldız olmuş yerli futbolcu olarak volkan demirel, gökhan gönül ve caner erkin sayılabilir. ki gökhan gönül fenerbahçe'ye geldiğinde zaten "turkish cafu" diye yarı şaka yarı ciddi anılıyordu scout alemlerinde. ergün penbe, ümit davala, okan buruk, suat kaya, arif erdem, hakan şükür... bunların hiçbiri galatasaray'a geldiği zaman bir dünya yıldızı değildi, olmaya namzet bile değildi. ancak bu sürecin sonunda önce avrupa futbol piyasasında isim yaptılar, sonra da dünya kupasına katılma hakkı kazanıp bir de üçüncülük kazanarak dünya yıldızı olmayı başardılar.. bülent korkmaz'ı saymadım bile, çünkü kaptan zaten çocuk yaşta avrupa sahalarına atılmıştı galatasaray forması ile...
fatih terim'in kulübedeki yolculuğu da aslında hemen hemen galatasaray'la aynı zamanlarda başlıyor. zaten derwall döneminin başlarında takımın kaptanıyken futbolu bırakıyor. ancak takımdan kopamıyor, florya'ya gidip gelmeye devam ediyor. ankaragücü, göztepe derken sepp piontek ile milli takım kariyeri başlıyor. piontek 3-5-2'yi dünyaya tanıtan adam. onunla çalışıyor, yanında pişiyor. ülke çapında oyuncu taramaları yapılıyor aradan geçen 30 yıla yakın süre için son kez. 1993 akdeniz oyunlarında o futbolcularla şampiyon oluyor, zidane'lı fransa'yı iki kere yenerek. 1994 dünya kupası elemelerinde piontek istifa edince takımın başına geçtiğinde tren kaçmıştır zaten ama bir sonraki turnuvaya katılım hakkını kazanıyor, euro 96 türkiye'nin ilk avrupa şampiyonası, 42 yıl sonra ilk büyük turnuvası oluyor. ordan da galatasaray'ın başına geçiyor, dönem arkadaşlarıyla
fatih terim ve kurmayları diye anılan ekibi kuruyor ve sonrası geliyor..
o hikayenin daha geniş bir hali de var aslında ama yazı iyiden destan olmasın diye link vermekle yetineyim..
(bkz:
kulüplerin kendi fatih terim'ini yaratması/#2880024)
ancak şunu eklemek lazım, o oyuncuların bir kısmı işte yukarda ismi geçen oyuncular. okanlar, hakanlar, ümitler, ergünler...
fatih terim o dönemin avrupa ve dünya futbolunda "aman kim uğraşacak şimdi" dediği şeylerle uğraşan bir oyun ortaya koyuyordu. şimdilerde
gegenpressing olarak nam salmış olan futbola özellikle doyumsuzluğu ve amansızlığıyla birebir benzeyen bir oyundu. "benim için dizilişlerin önemi yok" diyordu. nitekim 4-4-2'den 2-5-1-2'ye doğru kayan, topla birlikte hareket edip, topla birlikte şekillenip topa göre pozisyon alan ve bunu bıkmadan usanmadan sürekli yapan bir oyun için didindi durdu. oyuncu grubuna da uzun yıllar boyunca bunu aşıladı. oyuncu grubu da bu isteklere karşılık verebilecek güçte olup bir de bunları karşılıksız bırakmayacak kadar inanınca işte 1996-2000 arasının makine düzeni ortaya çıkmıştı.
kalede
claudio taffarel gibi bir dünya markası vardı. tipik bir güney amerikalı kaleci olarak kalecilik meziyetlerinin yanında oyun kurma konusunda da ortalamanın üzerinde bir kaleciydi. önde popescu-bülent tandemi vardı. türk futbolunun en tecrübeli ve en profesyonel futbolcusuydu belki de bülent korkmaz. yanındaki gheorghe popescu da müthiş bir profesyoneldi, jübilesinden yıllar sonra rüya takım maçına çıkarken bile aynı ciddiyetle hazırlanırdı. özellikle pozisyon bilgisi konusunda çok üst düzey bir oyuncuydu. yeni nesil için örnek vermek gerekirse
semih kaya tomas ujfalusi ikilisindeki ujfalusi konumundaydı. ancak hem poziyon bilgisi hem kendine bakma konusunda çok da üst düzeydeydi. ek olarak geriden oyun kurma konusunda da çok büyük yetenek ve beceri sahibiydi.
o dönemin üst düzey futbolunda bir roberto carlos ya da bir cafu büyük fark yaratabiliyordu. fatih terim'in sistemindeki iki bek oyuncu da aynı oranda hücuma katkı veriyordu, vermesi isteniyordu. hakan ünsal büyük sakatlıklarına rağmen biyonik adam lakabı alacak kadar devamlılığı olan ve hücum bindirmesi yapan bir oyuncuydu. capone ise sağ bek olmasına rağmen
arka direk capone lakabı alacak kadar hücuma çıkan bir oyuncuydu.
orta sahada artık marka olmuş
süper bücürler üçlüsü vardı. emre belözoğlu, okan buruk, suat kaya adeta bir makine gibi pres yapıyorlardı. buna ek olarak hem emre hem de okan'ın oyun kurucu pozisyonuna yatkın bazı özellikleri vardı. yani düz koşan adam gibi koşmalarına ek olarak teknik-taktik bilgisi de yüksek, hücuma geçişlerde takıma avantaj sağlayabilen oyunculardı.
kumandan hagi ise bu coğrafyanın en büyük oyuncusudur. karpatların maradonası lakabı boşuna takılmamıştır bir adama. türk futbolunun da kulüpler bazında seyrini değiştiren adamdır. "sağ ayağına 500 sayfa roman yazılır, son kelimesi de solaktı olur" derler. ya da "en güzel şarkının bitmeyen nakaratı"... öyle bir adamdı hagi... o kadrodaki her oyuncunun bir muadili, muadili olmasa da benzeri, idamesi falan bulunurdu ama hagi eşsizdi.. koşmaz denen hagi tek bir çalımla bir anda 20-30 metre ileri fırlayabilirdi, orta sahanın oralarda manasızca top sürerken bir anda gol pozisyonu yaratabilir ya da aniden gol atabilirdi...
ilerde ise hakan şükür ve arif erdem ikilisi vardı. saha içinde
hakan şükür, hakan şükür tipi santrafor tanımını yaratacak kadar uniqe yani yegane bir oyuncuydu. oyun sıkıştı mı uzun top attığında indirir, ayağında tutar takımı beklerdi. takım presini en ilerde başlatırdı, onunki presten ziyade bir adanmışlık haliydi. topta bir mıknatıs var gibi koşup yakınlaşırdı topa. arif erdem keza tarihin gördüğü belki de en iyi ikinci adamlardandı. on yıla yakın bir süre bir takımda ikinci forvet olmak, her sezon o görevi eksiksiz ve gocunmadan yapmak çok büyük bir meseleydi...
tüm bu kadroyu zorlayan bir sistemdi fatih terim'in sistemi. yani bir hücumcu bek ile bazen fark yaratılabilirken iki bekini de açık gibi oynatırdı. bir tane
adam yiyen orta saha rakip takımları zorlamaya yeterken üç tane birden vardı bizde. üstelik adam yiyor olmalarının yanında hücumda da iş yapan adamlardı. on numarası belki de yaşayan en yetenekli on numaralardandı. yeteneklerinin yanında tüm takıma kendini kabul ettirmiş, adeta hocanın sahadaki beyni olan, her yönüyle cuk oturan bir karakterdi. ilerde ise birbirini çok iyi tamamlayan, birbirine yardım eden, fedakarlık yapan bir ikilisi vardı...
tüm bu kadronun bir araya gelmesi, kendini geliştirmesi, eksiklerinin tamamlanıp optimize edilmesi 7-8 yıllık bir dönemi kapsayan bir süreçti. tüm o emeğin ve fedakarlıkların mahsulü de işte bu doksan dakikada alınmıştır...
rakip arsenal ise ingiltere'nin ilk takımlarından biriydi. bizdeki sisteme tahvil edersek büyüklerden biri olarak anılabilirdi. ancak şampiyonluktan uzak geçen 20, 30 yıllık periyodları vardı. bu sebepten taraftarına çok kahırlar çektirmiş bir kulüptü..
kalede david seaman, önlerinde tonny adams-martin keown ve sağ bekte lee dixon ingiltere milli takımının defans hattıydı. fark olarak bir tek sol bekte sylvinho vardı. orta sahada ise fransız milli takımının orta sahadaki amele takımını temsil eden
patrick viera ve emmanuel "çok konuşur dirsek atar" petit vardı. bu ikilinin yanında yine ingiliz milli takımının on numaramsı oyuncusu ray parlour vardı. ilerde ise thiery henry, davor suker, nwankwo kanu rotasyonu vardı. total futbolun temsilicisi hollanda'dan mark overmars ve dennis berkamp ise dosta güven düşmana korku veren bir unsur olarak yine hücum hattındaydı.
fransız hoca wenger 22 yıllık arsenal serüveninin 4. yılındaydı. fatih terim'in okan-emre-suat ile yaptığını viera-petit ile yapmaya çalışıyordu. parlour elbette hagi kalitesinde değildi ama berkamp o kalibreye fazla uzak değildi. overmars da o galatasaray sisteminde olmayan kalibrede bir kanat hücumcusuydu. henry ve suker'den zaten bahsetmeye bile gerek yok...
maça aslında ideal diziliş ve kadrosuyla çıkan galatasaray'dı. arsenal ise galatasaray'ın futboluna bir parça tedbir almak için 4-2-1-3 sistemini bırakıp 4-5-1'e daha yakın bir formatla başlamıştı.
bu maça dair 20 yılda herkes o kadar replik yazdı, o kadar jenerik laflar çıktı. herkesin hatırladığı pek çok detay var. dakika dakika anlatmak tekrara düşmek olur. ancak fatih terim'in devre arasında söylediği,
17 mayıs bir şampiyonluğun hikayesi belgeseliyle bizim de haberdar olduğumuz "nerde viera, petit, nerde?" cümlesi ilk yarının özetidir. arsenal'ı sindirmeyi başarmıştır galatasaray, oyununu kabul ettirmiş ve rakibi orjinal diziiş ve oyun planını değiştirmeye zorlamıştır.
galatasaray'ın amansız futbolu ve kadrodaki oyuncuların açlığı, çoğu dünya yıldızı olan o kadronun tecrübe ve sakinliğini mental olarak delik deşik etmiştir. arsenal'in o baskıya rağmen bulduğu pozisyonlar, özellikle
bravo adams pozisyonunda stoper keown'a boş kaleyi buldurmaları ve henry'nin uzatmalarda vurduğu kafa vuruşunda taffarel'in direkten direğe toptan hızlı geldiği pozisyon o dönemki arsenal'ın hücum kalitesine dair sadece iki basit örnekti.
uzatmaların başında hagi, adams ile girdiği ikili pozisyonda sinilerine hakim olamayınca atılmıştı. galatasaray arif'i çıkarıp hasan şaş'ı, suat kaya'yı çıkarıp ahmet yıldırım'ı alarak daha klasik bir 4-4-1'e dönmüştü. 10 kişi üstelik hagi'siz galatasaray'ın işi çok zordu. nitekim suat'ın da çıkmasıyla orta sahada biraz daha rahatlayan arsenal pozisyonlar bulmaya başlamıştı. ancak galatasaray pes etmiyordu, yıllar yılı en ufak tur geçme büyük başarı olarak takdir edilen ülkenin sporcuları yetinmek istemiyordu. arsenal da tabi ki emeklerinin karşılığını almaya niyetliydi. dalga dalga geliyordu. nitekim uzatmanın tam ortasında bülent korkmaz maçın başlarından beri sıkıntı çektiği omzunun acısına dayanamayıp kendini yere bıraktı.
kenara gelirken
bülent uslu eliyle yoklayarak muayeneye başlamıştı. yarım dakika sonra zaten uzatmanın da yarısı bitmiş, kısa süreliğine reklam arasına girilmişti. dönüşte bülent saha içindeydi, formasını sıyırmıştı. herkes ilk anda felaket senaryolarına sarıldı,
levent özçelik dahil... burhan uslu ile hala birşeyler konuşurken bir anda omzunu sarmaya başladılar. kaptanın gönlü takımı 9 kişi bırakmaya elvermemişti.. maçın hakemi
antonio lopez nieto yanına gelip ne dedi bilinmez ama resmen kükrüyordu kaptan. hemen yanlarındaki arsenalli bir oyuncunun şaşkın bakışları arasında omunu sardılar, formasını giymesine yardım ettiler ve sahaya döndü..
son 15 dakika artık iyiden yürek söken kıvama gelmişti. hemen başlarda arsenal sağ kanattan bindirip bir ortayla henry'yi buluşturdu. bomboş pozisyonda mükemmel yükseldi, top da tam inmesi gereken yere indi ve adeta bir şut gibi kaleye yöneldi. 2-3 metre mesafeden direk dibine yapılan ölümcül bir vuruştu. ama işte
taffarel'in arsenal maçında yaptığı kurtarış cerayan etti. levent özçelik'in eşsiz sesiyle söylediği gibi
tanrı bizim almamızı istiyorun kaleci eldivenine bürünmüş haliydi...
oydu buydu derken, güç bela da olsa 9.5 kişiyle 120 dakikayı tamamlamayı başardı galatasaray. penaltı atışları için yapılan yazı-tura sonrası galatasaray taraftarının olduğu kale arkasına doğru yöneldiği zaman bir parça iyimserlik olmuştu ama penaltılar yetenek ve tecrübe olduğu kadar biraz da şans işiydi artık...
önce buz adam ergün geldi, doğal köşesine temiz bir vuruş yaptı. arsenal'de oyuna 5 dakika kala penaltı için giren davor suker aynı tarafa yerden bir vuruş yaptı. taffarel çok hafif de olsa bir müdahale yaptı ve top direğe çarpıp geri geldi... bir sonraki penaltıyı atacak hakan şükür penaltıyı kaçıran suker'e moral vermek için gidip sarıldı. "sukur" ve "suker" yazılı 9 numaralı iki formanın omuz omuza fotoğrafı ise tarihi bir kare olarak yerini aldı...
daha sonra hakan şükür topun başına geldi ve yine aynı tarafa üst direğin dibine tertemiz bir ayak içiyle 2-0 yaptı, levent özçelik biraz da heyecanla önce 2-1 dedi, sonra şu an 2-0 diyerek düzeltti. belki dili sürçtü, belki içine doğru, belki sadece tesadüf. ray parlour geldi ve kendine göre sol köşeye direk dibine vurdu. taffarel köşeyi bulsa da tahmin edemedi ve skor 2-1 oldu, tabi o anda kimse arsenal'in tek golü olacağını bilmiyordu bunun...
üçüncü penaltılarda sıra
3 kasım 1999 galatasaray milan maçındaki tarihi penaltının sahibi
ümit davala'daydı. o da kendi sağına doğru yaptığı plaseyle david seaman'ı ters köşeye yatırdı. patrick viera topun başına gelirken o mübarek
für elise tınıları inceden inceden yayına girmeye başlamıştı. fransız oyuncu güce dayalı oyun tarzına yakışır bir vuruşla topa abandı. taffarel ters köşeye yatarken topu görüp çimleri dövdüyse de topun direği sallayıp geri geldiğini görünce kalkıp sevinmeye başlamıştı...
kale arkasındaki galatasaraylılar, sahadakiler, yedek kulübesindekiler, ekran başındaki milyonlar ve maçı anlatan levent özçelik artık heyecanını zaptedemez haldeydi.
aman allahım ve
tanrı bizim almamızı istiyor sesleri arasında
atarsa bizim penaltısı için belki de sahadakiler arasında bu stresin üstesinden gelmesi en muhtemel isim olan popescu topu aldı. penaltı noktasına koydu ve gerildi. levent özçelik'le birlikte tüm ülkenin
haydi oğlum diye sayıklaması, für elise melodisi ve sahadaki herhangi bir mikrofonun dibindeki heyecanlı bir abimizin
şampiyon cimbom böğürtüsü eşliğinde popescu geldi, topa tüm gücüyle vurdu ve yerden havalandı. popescu yere inene kadar zımba gibi giden top direk dibinden ve seaman'ın ellerinin yanından filelere gitmişti bile.
sonrasında popescu köşeye doğru koşarken takım da ona doğru koşmaya başladı. ancak romen yıldıza ilk ulaşan
uefa finalinde popescu'ya sarılan adam oldu. bir ara fatih terim kulübe önünde diz çöküp şükrederken görüldü...
sonrası popüler tabirle anlatmaya gerek yok görüyorsunuz mükemmel...
levent özçelik'in anlatımıyla "aman allahım şu güzelliğe bakın..."
(bkz:
uefa kupası 1999-2000 sezonunda bizim)
(bkz:
tarihte bugün)