kemal sayar'dan gelsin;
sonsuza dek sophiehttp://www.youtube.com/watch?v=bbFzitLRjLI "gözleriniz madam!
gözlerinize bakıyorum da;
sanki bir yangın yeri!
yüzünüz talan edilmiş bir imparatorluktan kalmış gibi!..
bir şair oturmuş o iki kaşın arasına,
tüten dumana ve akan kana bakmaksızın!
aldırmaksızın parlıyan (patlayan) bombalara, şiir söylüyor gibi...
aslında aşktır en çetin meydan muharebesi.
siz koşuştururken lise bahçelerinde,
dilinizde goethe'den yarım yamalak ezberlenmiş iki dize,
ve deri ceketinize yaslanmış yürürken yağmurda,
bir şairdim ben; kalbini büyüten dumanlı odalarda!..
benim kalbim dumanlı odalarda büyüdü madam, yalan yok!
yalan asla olmayacak; çünkü 'aşk' üstümüze serpiştirip kaçan o yağmur,
bir gün sizi de ıslatacak!..
bir gün siz de hüzünle bakacaksınız kalbimin içine,
orada yenilenmiş (yenilmiş) bir şarklıyı göreceksiniz!..
biz şarklılar, yani allah'a inananlar, oruç tutanlar,
ve asla konuşamayacakları kızlara aşklananlar;
hep yenildik!
farklı mağlubiyetlerden kurtuldu (kuruldu) tarihimiz!..
-diyorum ki...
vaktin varsa bu akşam...
bizim yüzümüz kızarır madam,
söylemeyiz!
biz uzaktan sevmelerde birinciyiz.
genç kızlara başımızı çevirip bir bakmayız,
bir bakarsak, usulca elimizden kayarak; parçalanır kristal gençliğimiz!..
biz kristal gençleriz madam,
kolayca tuz buz oluruz!
-'eve gitsem daha iyi'...
-iyi de benim o darmadağın halimi bırakıp nereye...
her gece saatlerce alıştırma yapıp da,
bir tek veda (sevda) sözü fısıldayamamanın sıkıntısını...
aşksızlıktan solan bu cismi terk edip nereye gidiyorsun(uz) madam?
merdivenlerde peşinizden koşup da,
isminizi haykıramamayı...
size bakarken; derin bir acıyla kıvrandığımı fark etmeden, nereye ha?
sophie, rosemary, ayşegül. onun için üç isim seçmişti.
yukarıdaki satırlara baktı,
ve "-ben bunun âlâsını lise yıllarında yazdıydım" diyerek iç geçirdi.
fakat nâlet olası o duygu yakasına yapıştığına göre,
bir kez daha aynı sözcükleri kullanarak;
bir öykü yazmalıydı!
onun için üç isim seçmişti,
kendisi için üç ölüm!..
bir gün yağmur yağsa,
sırılsıklam o yağmurda ıslanacak,
ve elinde sımsıkı tutuğu bir karanfille,
gözyaşları saçlarından sızan yağmura karışacak (karışarak),
onun kapısı önünde duracaktı...
onun kapısı önünde duracak,
ve asla (zili) çalmayacaktı!
o kapının önünde saatlerce ağlayacaktı.
o sırada fonda ''in your green eyes'' çalacaktı!..
-sophie! sophie!
heyhat, sophie gidiyordu!..
mağrur bir prenses gibi şairin kalbinden sürgün edilmişti.
sanki hilafet ilga ediliyordu!
saltanat sefalete mahkum edilmişti!..
tarih yeniden yazılıyordu...
-sen benim sürgünümsün sophie!
benim ülkem dağlık ve karanlıktır.
dağların arasından bana bir yol vardır!..
o yolu yürümek zordur!
sanki bir nüfus sayımı günü!..
sokaklar boşalmıştı (boşaltılmış).
pardesülü bir adam, sırtını asırlık ağaca vermiş,
geniş bir alanın kenarında mızıka üflüyor.
zaman zaman gözlerini uzak bir noktaya sabitleştirerek;
kendisine bir soru soruyor.
doğru cevabı bulmak için uzun uzun düşünüyor,
ve gözleri ışıldayarak cevabını mırıldanıyor;
bir gün o da gözlerindeki bu ışıltıyı fark eder
ve elini kalbine değdirdiğinde içinde deveran eden;
o yoksulun aşkını tanımlar,
o şarklıyı keşfederse, yazacağı ilk şiire adını verecek:
'sonsuza dek, sophie'... "