resim
Franklin Edmundo Rijkaard
Görev:Teknik Direktör
Takım:Kariyer Sonu
Yaş:62
Uyruk:Hollanda
  • 2015
    ben üniversite 2. sınıftayken, bir yerde staj yapıyordum. ama sağolsunlar, bana hiçbir zaman stajyer gözüyle bakmamışlardı. okuduğum üniversite falan da, iyi sayılabilecek bir yer olunca, öyle fotokopidir, getir götür işleri vermediler hiç. gittiğimin ilk haftası, insan kaynakları direktörü gelip, genel müdür seninle görüşmek istiyor dedi. geçtim karşısına, oturdum muhabbet ettik, ne olmayı düşünüyorsun gibi, bazı sorular sordu falan. güzeldi açıkcası. hatta, eğitimini devam ettir, yüksek lisans için sana imkan sunalım, sonra gel buraya demişti. muhabbet sonunda, bende bir intiba oluştu genel müdürle ilgili.

    neyse sonra, 2 hafta bir adamın yanına yolladılar beni, kemal abi, ödemeler biriminde. kemal abinin yanına ilk adım attığım andan itibaren, her boş kaldığı anda, bana genel müdürü kötüledi, arkasından konuştu, küfretti. sigaraya içmeye çıkardık, başlardı orada küfretmeye. ileri geri konuşurdu. ben de dinlerdim sürekli. ama hiç onun söylediklerinden etkilenip, genel müdür hakkındaki intibalarımı değiştirmedim. genel müdür beni ne zaman görse, halimi hatrımı sorardı, hatta hayatımda ilk defa çalışıyordum, iş ortamı nasıldır falan bilmememe rağmen, bir gün beni toplantıya bile çağırdı, yönetim kuruluna sunum vardı, sunum esnasında orada bulundum falan.

    bir gün geldi, ben okuldayım artık, stajım bitmiş, ama hala irtibat halindeyim çalıştığım yerle. muhabbet ediyoruz çalışanlarla. kemal abinin işten ayrıldığını duydum. ne yapıyor diye sordum. işten ayrıldıktan sonra tazminatını almış, tazminatıyla bir tane büfe açmış, bütün parasını büfeye yatırmış, şimdi onu ayakta tutmaya çalışıyormuş. işleri kötüymüş o aralar.

    sonra 2-3 hafta geçti aradan, bir haber daha geldi, genel müdür işten ayrılmış. başka bir genel müdür atanmış gruba. giderken, yanına 2-3 müdürü daha almış. şirkette yeniden yapılanma falan varmış. sordum nereye gitti ki diye, türkiye'de önemli bir grubun başına ceo olarak geçmiş.

    ama ben demiştim, bu adam büyük adam, bu adamda iş var diye. ona küfreden adam da, büfeyi ayakta tutmaya çalışıyordu hala, şimdi ne yaptı bilemem.

    sonradan aklıma geldi edit'i: şimdi merak ediyorum ben bazen, diyor ya servet çetin, uğur uçar, emre güngör falan, biz rijkaard'la gidip konuşmadık hiç, odasına girip muhabbet etmedik diye. ben de merak ediyorum, rijkaard servet'i çağırsa, gel biraz muhabbet edelim diye, ya da uğur'u çağırsa, gel anlat derdini, ne olmak istiyorsun dese, bizim çocuklar konuşabilir mi rijkaard'la? yani ne bileyim, aracı birisi olmadan, oturup karşısına muhabbet edebilir mi gerçekten? aynı dili konuşabilirler mi?

    aslında türk futbolunun temel sorunu, yetenek, çalışma falan değil de, yabancı dil sanırım. pasaportumuz türk pasaportu olmasaydı avrupalarda fink atardık biz diyeceklerine, avrupa'da fink atanlara biraz baksalar, sorunun nerede olduğunu anlayacaklar. avrupa'da 100 ülkeden futbolcu oynuyor. geçen sene servet marsilya'ya neden gidemedi? oturup bunları düşünmek lazım biraz da, kolaya kaçmamak gerek sanırım.
  • 3901
    iniesta'nın four -four -two dergisine verdiği röportajdan , rijkard hakkındaki alıntısı.
    çok şey. çok şeyi değiştirdi. 2000’lerin başında barça çok zor zamanlardan geçiyordu. başkan değişmişti, eleştiriler ve protestolar vardı; takım 2000-2001 sezonunda şampiyonlar ligi’ne katılmayı bile rivaldo’nun ligin son maçında valencia karşısında hat-trick yapmasına borçluydu. beş yılda beş antrenör gelmişti, ama sonra 2003’te rijkaard geldi ve beraberinde ronaldinho’yla deco gibi oyuncuları getirdi. van gaal yönetimindeki barcelona’da çok fazla sayıda hollandalı oyuncu vardı ama rijkaard sadece daha fazla hollandalı getirmedi. benim gibi, xavi gibi, puyol gibi altyapıdan oyuncularla hollandalıları bir takım haline getirdi. rijkaard hep “adım adım” derdi; adım adım gittik, bir anda tüm maçları kazanmaya başlamadık.

    rijkaard barcelona’nın felsefesini anlamıştı. futbolun insanlara keyif verecek şekilde oynanmasını istediğini söylüyordu bize hep. takım iyi gidiyorsa insanların da mutlu olacağını biliyordu. ben de artık daha çok oynuyordum, çoğunlukta oyuna sonradan giriyordum ama oynuyordum. 2005-2006 sezonunda xavi sakatlanınca ilk onbirde daha çok çıkmaya başladım.
  • 3875
    çok güzel ve naif bir adamdı. ama maalesef günümüz türkiye'sinde naiflik, mütevazilik değer görmeyen özellikler. galatasaray'daki başarısız döneminde bu kibarlığının da etkisi vardı.

    o sene hatırlıyorum* fenerbahçe ve biz ilk haftalarda galibiyet serisi yakalamıştık 6'da 6 falan gidiyorduk. taa ki eskişehir* maçına kadar. ilk orada tökezlemiştik. tesadüf o maça da bir tanıdık protokolden bilet ayarlayınca kalkıp ankara'dan okulu falan bırakıp gitmiştim. hatta hikmet karaman da oradaydı haftaya oynayacağımız ankaragücü'nün hocası, yorum falan yapıyodu bağıra çağıra.

    bi hafta sonra da hiç anlam veremediğim şekilde kötü bir ankaragücü'nden 3 yemiştik.* futbol acayip oyun hakkaten, murat duruer yıldızlaşmıştı.

    bu 2 maçın ardından da kadıköy'e gitmiştik ve maçın başında çubuklu tosun bizim baros'u sakatlayınca o sezon adeta orada bitti bizim için.

    yine de keyifli bir sezondu kendisinin bize geldiği ilk sene. özellikle maccabi netanya maçı* ve o maçtaki tribünler unutulmazdı. dosta güven düşmana korku vermiştik sezon öncesi adeta, o gazla da 6'da 6'yla girmiştik sezona.

    atletico madrid eşleşmesi*, caner erkin ve gianluca rocchi de asla unutulmaz. o maça da gitmiştim allah kahretmesin, hangi maça gittiysem uğursuz gelmiş o sezon. ama genel anlamda cidden çok şanssız olduğumuz bir sezondu baros'un sakatlığı, atletico madrid maçı hakem faciası gibi.

    neeskens'in soyunma odası kapısında oyunculara çak yapması falan aklımda kalan değişik görüntüler.

    ayrıca sami yen'deki eskişehirspor maçında çok net hatırlıyorum sabri'nin gelişigüzel vurduğu bir top sekip adnan polat ve en önde oturan protokole kadar gelmişti. ardından 3-4 sıra arkada oturan bir dayı kalkıp bağırmıştı falan. adnan polat'la fotoğraf çektirmiştim maçtan önce, o zamanlar samsung'un yeni çıkardığı dokunmatik telefon vardı kapaklı. vaay dokunmatik diye seviniyoduk, gençlik işte.

    velhasıl güzel adamdı rijkaard. inanılmaz karışık anlattım ama frank rijkaard ve turkcell süper lig 2009-2010 sezonundan aklımda kalan güzel anılar olarak özetleyebiliriz entryi.
  • 1014
    “açıkçası galatasaray’la anlaştığında beni şaşırtmıştı. yanlış anlamayın, türkiye’ye para için gittiğine inanmıyorum. emin olun frank, banka hesabını milan’da forma giyerken iyice kabarttı! galatasaray seçimini başka bir şeyler kanıtlamak için yapmıştır… frank, çok iyi bir teknik adam olduğunu zaten barcelona’da kanıtladı. iyi de bir insan. çok şey biliyor. en sevdiğim özelliği, kazanmak ona yetmiyor. kazanmaktan daha fazlasını istiyor. bence galatasaraylılar onunla gurur duymalı.”

    johan cruijff
  • 635
    o tribünlere bakarken,atılanlara bakarken ne düşündün acaba acıdın dimi bize bir oyunu böyle hayat meselesi yapanlara başka ne duygu besleyebilirsin ki... sakın üzülme kaybettik diye maçı...bize o kadar cok şey öğreteceksin ki en basiti bunun bir oyun olduğunu ... bu ülkeye o kadar fazlasın ki ,sakın bize benzeme....umarım yıllar sonra biz sana benzeriz senin öğrettiklerinle... sakın üzülme biz senin hep yanındayız...
  • 1362
    not: bu bir rijkaard'ı savunma yazısı değildir, rijkaard'a saldıranlara saldırma yazısıdır. hatta rijkaard ve neeskens'i birlikte değil, yüzeysel olarak sadece rijkaard şeklinde düşünenlere, türkiye'de günah keçisi arama geleneğini dünya futbolunun en saygın adamlarından ikisine uygulamaya çalışanlara saldırıdır. ancak hedef frank rijkaard olduğu için onun üzerinden yönlenecektir. zira bu ülkede insanların düşünce şekillerini iyi yönde değiştirebilmeniz için kafalarına vurmanız gerekir. dileyen kendisine gelecek lafları görmek istemezse yazıyı okumayabilir.

    uzun süredir, hatta uzun süredir demeyelim, frank rijkaard galatasaray'a geldiği günden beri eleştiriliyor, diyeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. rijkaard'ın özellikle son dönemde maruz kaldığı şey eleştiri değil, "en zeki en akıllı benim lan, rijkaard da salatalığın teki" şeklinde düşüncelere sahip adamların kendisine çemkirmesi şeklinde özetleyebiliriz son dönemde yaşananları. sergen yalçın, rıdvan dilmen, her türlü sanal oluşumda kendisini otorite zannedenler, bilimum fenerbahçe yazarı, bir sürü galatarasaray yazarı. bu "takım yazarı" olayı üzerine de kitap yazılabilir ya, neyse. bütün bu insanlar bir türkiye klasiğini her yıl olduğu gibi bu yıl da törenlerle ortaya çıkarmaya çalışıyor, asacak adam arıyor. ancak frank rijkaard türk insanının zannettiği ve hatta umduğu gibi, yazılanları veya medyayı takip edip, sonrasında sinir krizlerine girmiyor. daum gibi medyayı lehine kullanmaya çalışmıyor, her türlü çakallık ve hile arayışı içine girmiyor. sonucunda da çok doğal olarak türk futbolseveri görünümündeki kafatası avcılarına yaranamıyor. böyle şahıslara yaranmak gibi bir derdi ispanya'da da yoktu, burada da yok, bundan sonra da olmayacak. ama tabii ki bu adamın artık yerin dibine sokulmayan tek bir hareketi kalmadı. hatta tek bir tercihine on farklı noktadan sallanıyor. giovani dos santos'un getirilmesine sallayan var, nonda'nın gidip giovani dos santos'un getirilmesine sallayan da var, nonda'nın gönderilip giovani dos santos'un getirilip sonra bir forvet oyuncusu alınmamasına sallayan var, sadece nonda'nın gidişine sallayan var, sadece forvet alınmamasına sallayan var. tutarsızlık ve vurdumduymazlık son noktada. ve bütün bunları yapan adamların biri bile bilmiyor ki giovani dos santos forvet olarak oynayabilen bir oyuncu. veya rijkaard'ın sisteminde nonda'nın kalsa takıma çok faydalı olabileceğini düşünen ruh hastaları var. bakın ismi tekrar söylüyorum, nonda, shabani nonda, bir yanından öbür yanına dönene kadar asırlar geçen nonda, rijkaard'ın hızlı ve bol pasa dayalı sisteminde orta düzey bir yedek olmak dışında, galatasaray'ın semih şentürk'ü olmak dışında ne işe yarayacağını bilemediğim, orta sahaya yardıma gelip aldığı topu 2 metre yanındakine geçirince ne yapmaya çalıştığını bilemediğim, bunu yaparken hücumdaki yerini boş bırakıp takımın ataklarını etkisizleştiren nonda. ama forvet yokluğunda taraftarlar arasındaki tabiriyle "badem gözlü kör". şimdi doğal olarak bazı zeki arkadaşlarımız diyecek ki bu sistemin neresi bol pasa dayalı, neresi hızlı, neresi atak. türk futbolcusu olağanüstü akıllı ve her söyleneni anında kapıyor ya ondan o kadar hızlı ve isabetli oynuyoruz. bir takımı 6-7 ayda total futbol denilen kavramı eksiksiz uygulayacak konuma getirebilecek teknik direktör mü var? veya eksiklerden dolayı forveti olmayan, haftada 2 maç yapmaktan imanı gevremiş, savunmada ezelden beri sıkıntıları olan bir takımı, atletico madrid karşısında bocalamadan kontrollü oynatabilecek kadar üst düzey bir teknik direktör olmak hata yapmak mı? aslında bu soruların herhangi birine cevap istemiyorum, zira cevapları belli.

    frank rijkaard'ın elindeki kadroyu iyi kullanamadığı, galatasaray'ın türkiye kupası ve avrupa ligi'nden elenmesine neden olan büyük hatalar yaptığı söyleniyor, fotomaç tabiriyle dile getiriliyor. hemen antalyaspor maçına bakıyorum, aykut erçetin ve necati ateş'in birleşip turu antalyaspor adına aldığı, ama galatasaray'ın yine de üç gol atıp kazanabildiği bir maç görüyorum. aynı zamanda galatasaray'ın direkten dönen toplarından biri 1 metre içeriye yönelse 180 derece değişecek yorumlar da görüyorum. şaşırıyor muyum, allah sizi inandırsın değil şaşırmak, bunu kim yazmış acaba bile demiyorum. zira hem medyada hem sanal oluşumlarda binlerce kişi salya akıtarak aynı şeyleri söylüyor, aynı "yanlış" şeyleri söylüyor. galatasaray'ın hedefi her zaman için içinde bulunduğu organizasyonların tamamını kazanmaktır, tamam. ama türkiye kupası ne zamandan beri galatasaray'ın "olmazsa olmaz" dediği bir kupa oldu? bu kupayı en çok kazanan takım galatasaray değil mi? asıl önemli soru şu, turu geçemeyince tam bir kaos ortamı yaratan insanlar, galatasaray o maçta sadece bir gol daha bulsaydı ne diyeceklerdi? dedim ya az önce, galatasaray'ın hedefi her zaman tüm kupaları kazanmaktır diye, hedef budur evet. ancak bunu başarmayı garanti edebilecek takım sayısı dünya dediğimiz gezegende sadece 0 (yazıyla sıfır) tane. barcelona'nın bir sezon içinde oynadığı bütün kupaları kazanması dünya futbol tarihinin dönüm noktalarından biridir öyle söyleyeyim de anlaşılsın. hedefler koyulabilir, ancak galatasaray'ın avrupa ligi'nde her yıl final hedefi koyması yanlıştır, hatta gelecek tepkilere davetiye çıkarmaktır. ancak avrupa ligi gibi bir organizasyonda, galatasaray gibi yeni yapılanan bir takımın "önceliğimiz gruptan çıkmak ve bir sonraki turu geçmek, sonrasını birlikte görürüz" gibi gerçekçi ve olması gereken bir hedef koyması, medya tarafından "galatasaray hedef küçültüyor, galatasaray küçülüyor, galatasaray kendi tarihine ihanet ediyor koşun" şeklinde yansıtılacaktır. akabinde çok doğal olarak her türlü habere inanan, mental yapı olarak saf ve nedense insanların inanmak istemediği kadar kötü niyetli olan taraftar isyan eder, "takım elden gidiyor, kimse galatasaray'dan büyük değildir, kimse galatasaray tarihinin üzerine tüküremez, bu takımın hedefi her zaman kupayı almak olacak" diyerek türkiye'de asla eksik olmayan kaos ortamını yaratır. şimdi burada ilginç olan üç şey var;

    büyük takım olmak bir sezon içerisinde oynanan bütün kupaları almak veya talip olmak değildir,
    büyük taraftar olmak takımı kupa kaldırdığı zaman veya maç kazandığı zaman desteklemek değildir,
    büyük oyuncu olmak sadece maç kazandırmak veya büyük bir takımda oynamak değildir.

    bu üç cümle birer teori değil, tez değil. bunlar gerçekler. tek bir takım üzerinden örnek vereyim, liverpool 10 sene boyunca hiçbir kupayı müzesine götüremese bile yine liverpool'dur. liverpool taraftarı, liverpool küme düşse bile her zaman takımının arkasında olduğu için, destek vermek için başarı veya gol beklemediği için, takımı bocaladığında ne yapması gerektiğini sezdiği için büyük taraftardır. steven gerrard, liverpool nasıl bir performans gösterirse göstersin takımı için en iyisini yapmaya çalıştığı için, bu yaşında bile kendini geliştirmeye çalıştığı için büyük oyuncudur. şimdi buna galatasaray cephesinden bakalım; galatasaray, 10 sene boyunca hiçbir kupayı müzesine götüremese bile yine galatasaray olarak kalacaktır. ancak galatasaray taraftarı 2002 sonrası dönemden itibaren çapulcular topluluğuna, sıradan bir gruba, o çok dalga geçtiği fenerbahçe taraftarına dönüştüğü için, takımı gol yediğinde oyuncularını daha çok desteklemek yerine susup takımı iyice demoralize ettiği için, organize olma görüntüsü altında bölündüğü için büyük taraftar değildir. üçüncü bölümü onlarca farklı bakış açısından inceleyebilirsiniz, yönetim daha iyisini getirebilir yönetim hatalı diyebilirsiniz, türkiye'de o kalitede kim var diyebilirsiniz, ancak galatasaray futbolcularının çok büyük bir kısmı, galatasaray gibi bir takım için yeterli yetenekte oyuncular olmadığı için, kafaları sürekli saha dışında olduğu için, kendilerini geliştirmeyi düşünmedikleri için, galatasaray'a transferlerini "büyük takım oyuncusu olmak" yerine "büyük takıma kapağı atmak" şeklinde düşündükleri için, büyük oyuncu olmayı istemedikleri için büyük oyuncular değildir. isim vermekten korkmak gibi bir saçmalık için girmediğim için; barış özbek, rijkaard ve neeskens'in yardımıyla türkiye'de sayılı oyunculardan biri olmak yerine, sıradan ama çok koşan görünümlü, herhangi belli bir işe yaramayan, takımına zarar veren, ne kadar kötü oynadığını kavrayamayan bir oyuncuya dönüşmüştür. ayhan akman, sene başındaki sakatlığından sonra özelliklerinin çok büyük bir bölümünü kaybetmiş olmasına rağmen, yetenekleri ölçüsünde oynamak yerine hayatında yapamadığı hareketleri denemeye başlamış, kısa pas denemesi gereken yerde markaj altındaki arkadaşına uzun pas denemeye, uzun pas denemesi gereken yerde etrafında 3 kişi olan arkadaşına kısa pas denemeye başlamıştır, oyun görüşünü kaybetmiştir. ancak halen bu çizgisini devam ettirmektedir, kendi tercihidir. hakan balta, benim bir futbolcuda gördüğüm en büyük çöküş içine girmiş durumda. savunma sanatının iyi örneklerini sergilerken bu yıl düştüğü durum şudur; hakan savunma anlayışını ve oyun görüşünü tamamiyle sıfırlamış durumda, çok koşamıyor, koştuğu zaman boş koşuyor, ağır, eskiden topu kazanmak için her yolu denerken, bu yıl rakibin karşısında komik durumlara düşüyor, ancak kesinlikle bunu umursar bir görüntü içinde de değil. hakan rakibi savunmaktan çok 5 metre açığında eskortluk yaptığı için, herhangi bir sağ açık oyuncusu rahatlıkla etkili olabiliyor. bunların yanında uğur, mehmet topal, arda turan ve servet çetin'in de isimleri geçebilir ancak uzatmaya gerek yok. galatasaray oyuncularının ne yazık ki büyük kısmı takımın hedeflerine, yansıtılan değil, olması gereken hedeflerine bile uygun şekilde hareket etmiyor.

    olay frank rijkaard'dan fazla uzaklaştı, tekrar geriye dönüyorum. temelde bunu anlatmak için yazmamama rağmen ortaya şu sonuç çıkıyor; frank rijkaard'ın elindeki kadro ile şu anda içinde bulunduğu durum tabii ki başarı olarak değerlendirilemez, ancak bu durum kesinlikle başarısızlık değildir. hani söyleniyor ya, "bu kadro galatasaray'ın 2000'den beri en iyi kadrosu" diye, doğrudur. ancak galatasaray'ın 2001-2006 arası ne duruma düşürüldüğünü düşününce, iki üç iyi transfer ve bazı yetenenekli türk oyuncular ile birlikte bu kadronun 2000'den sonra kurulmuş en iyi kadro olması çok ilginç değil, hatta 2000 sonrası iyi bir yönetim anlayışıyla şampiyonlar ligi finaline gidebilecek bir takımın bu durumda olması trajik. kısaca türkiye kupası'ndan elenmek herhangi bir şekilde rijkaard ve neeskens'in performansını belirleyecek bir durum değil. böyle düşünen taraftarlar takımın hedefini annesinin ligi olarak gören, ama avrupa'da başarısızlık gelince isyan eden, olay çıkaran şahıslardır.

    gelelim avrupa ligi'ne. en başta, kupa maçları başlamadan önce yapılan bir hata var galatasaray'da. taraftarın da içine düştüğü bir oyun var. galatasaray yönetimi yıllardır süren geyiği bozamayacağını bildiği için mecburen hedefi yine "sonuna kadar gitmek istiyoruz" olarak koydu. bu hem bir hatadır, hem de büyük bir baskı altında söylendiği için hata değildir. çünkü bundan başka bir şey söylemek büyük cesaret ve istikrar gerektiriyor. aslında seçim öncesi bunu yapmak cesaretten daha da büyük şeyler istiyor. bu kulübün rijkaard ve neeskens'ten bağımsız yaptığı bir hataydı. bunun dışında taraftarın kendisine oynadığı ve kendisini pusuya düşürdüğü bir oyun var ortada. frank rijkaard ve johan neeskens'in gelişinden sonra ben dahil "avrupa ligi'ni kazanırız bu sene" düşüncesini aklından geçirmeyen tek bir taraftar düşünemiyorum. teknik heyetten bağımsız yapılan ikinci hata da buydu. taraftar kendi oyununa geldi, sadece bir senede, hatta birkaç ayda takımın bir avrupa kupası kazanabilecek seviyeye gelebileceğini düşündü. büyük bir hataya düştü. ancak bir taraftarın düşüncede hata yapması kimsenin mantığına sığmadığı için, taraftarlar "yanlış düşünmüşüm" cümlesini gururlarına yediremediği için, bu ülkede herkes bir futbol otoritesi olduğu için, bütün bu insanlar frank rijkaard gibi bir ismi günah keçisi yapmaya çalıştı, halen de çalışıyor, bundan sonra da çalışacak. ortada teknik heyet ile alakası bile olmayan iki büyük hata var. eleştirilen kanatta, frank rijkaard ve johan neeskens'in bir gün bile "bu kupada finali hedefliyoruz, kupayı alırız, her türlü koyarız" şeklinde, veya bunu işaret edecek bir kelime ettiğini duymadım. yani takımı yöneten kişilerin doğal olarak bu kadar kısa süredir çalıştırdıkları bir takımla ilgili böyle bir hedefleri olmamasına rağmen, daha önce de söylediğim gibi taraftarlar kötü niyetli, gaza gelmeye müsait, manipülasyon konusunda sabıkalı, zeki geçinen bir grup olduğu için kimseyi değil, en suçsuz olan kişileri ateşe atmaya çalışıyor. ancak genelde olduğu gibi başarılı olmaları bu sefer çok mümkün değil, zira yönetim aslında sinek vızıltısı gücünde olan ruh hastası gruplara itibar etmiyor. frank rijkaard ve johan neeskens ikilisi de bir grup provoke edilmiş fanatikten etkilenecek kadar küçük isimler değil.

    bütün bu olayların patlama noktası olan atletico madrid serisine gelirsek. frank rijkaard ve johan neeskens atletico madrid'i maçlar öncesinde olağanüstü iyi analiz etti. atletico'nun sene başından beri devam eden kötü ve dengesiz oyununu galatasaray maçlarında daha da dağınık bir şekilde ortaya koymasını sağlamak için elinden geleni yaptı. bazı sorunlu kişiler galatasaray'ın bu eksiklerine rağmen atletico'dan daha iyi bir takım olduğunu ve iki maçı da rahat kazanması gerektiğini düşünüyordu orası ayrı. birincisi, atletico madrid kadro kalitesi olarak tam takım sahaya çıkacak bir galatasaray'dan bile üst düzey bir takımdır. ikincisi, atletico madrid karşısında kazanmak zannedildiği kadar kolay bir iş değil, zira atletico madrid aslında bu sene puan tablosunda görüldüğü kadar kötü bir takım değil. ve gerçek performanslarını anlık da olsa sahaya yansıtabiliyorlar. galatasaray'ın şansı atletico'nun şu dönem ortaya koyduğu performansın "rezalet" kavramının sadece bir parmak üzerinde olmasıydı. ispanya'nın gelmiş geçmiş en iyi üçüncü takımı kendileri, ne kadar inanmak istemeseniz de. aynı şekilde turun favorisi de atletico'ydu. buna rağmen galatasaray deplasmanda uygulanabilecek en iyi oyun anlayışını ortaya koydu. galatasaray'ın dağınık rakibini daha da bozmaya çalışacağı malumdu. ancak bunu önde basıp rakibin hücum hattını uyandırmak yerine, tempoyu biraz aşağıya çekip zaten kötü olan atletico savunmasını zaman zaman bulunacak ataklarla avlamaya çalışarak yaptı teknik heyet. başarılı da oldular. caner'in ilk maçta alakasız bir faul ile rakibe bir gol hediye ederek, ikinci maçta da kırmızı kart görerek atletico madrid'in en iyi oyuncusu olmasını es geçersek. galatasaray hem deplasmanda hem evinde çok fazla pozisyon vermeden birer gol attı. yani atak oynamayan galatasaray, savunmaya kapanan galatasaray, tarihine ihanet eden galatasaray, bu taktik ve sistemle oynadığı iki atletico madrid maçında, bir de beşiktaş derbisinde gol attı. deplasmanda istenen skor alındı, atletico madrid zaten yaymış bir takım olduğu için çok da önemsediklerini düşünmüyorum. ikinci maça kadar geçen 1 haftada galatasaray bir deplasman derbisi oynadı, kazanabilecekken, arda'nın çıkışı ve bir kaleci hatası yüzünden 1 puana razı oldu. atletico ise almeria'ya kaybetti. beşiktaş maçında yaşanan durum atletico karşısında da yaşandı. arda'nın sakatlığı inönü'de 2 puanın bırakılmasına neden olurken, elano'nun sakatlığı ali sami yen'de turu verdi.

    bu maçın dört adet kırılma noktası var. arda'nın ilk yarı sonunda kaçırdığı pozisyon, elano-ayhan değişikliği, "bir grup hakem"in galatasaray'ın penaltısını vermemesi (daha doğrusu hakemlerin tamamının turu atletico'ya vermek için düzenli olarak çalışması) ve caner'in kırmızı kartı. bu kırılma noktalarının tamamının galatasaray'ın aleyhine olması maçın 2-1 bitmesini çok da şaşırılacak bir durum olmaktan çıkarıyor. arda'nın pozisyonu kaçabilir, arda sonuçta bitiriciliğiyle bilinen bir oyuncu değil. burada frank rijkaard'ın bir suçu yok. elano-ayhan değişikliği zorunluluktan, ayhan yerine girebilecek daha iyi bir oyuncu da yoktu. burada da herhangi bir hata göremiyorum. hakem konusunda herhangi bir şey söyleyemiyorum, bu adamlara karşı skorun 2-1'de kalması bile bir başarı. rijkaard ve neeskens hakemleri değiştiremeyeceğine göre burada da bir hataları yok. caner'in kırmızı kartı kendi vurdumduymazlığı yüzünden gerçekleşmiş bir durum, cezası da kesilecektir. burada da teknik heyetin bir hatası yok. e şimdi teknik heyeti yerin dibine sokan kesime içimizden sunturlu bir küfür savurursak biz mi hatalı oluyoruz? frank rijkaard ve johan neeskens bu maçta da atletico'yu en iyi şekilde çözdü, kırılma noktalarının galatasaray aleyhine olmasını bile dengelemeyi başardılar. ancak caner'in atılmasından sonra takımın oyuncularının bir kısmı, zaten kötü oynamalarına rağmen bir de hadlerini aşıp mücadeleyi ve oyun anlayışını bırakınca turu geçmek imkansıza yakın bir duruma geldi. maçı uzatmalara götürebilsek bile ne olacağı malumdu. bu söylediklerime zannetmiyorum ki katılmayan olsun. bu da demek oluyor ki turun geçilememesinde frank rijkaard'ın ve johan neeskens'in bir hatası yoktur. hatta ilk maçta galatasaray taraftarını bu kadar ümitlendirebilecek bir skorun alınması ve ali sami yen'de son dakikaya kadar en azından uzatmalara gidebilecek maç, bu iki üstadın eseridir. şimdi ben rijkaard'a desteksiz sallayan, futbolu bildiğini zannedip en basit şeyleri bile görmekten aciz, ama herkesi eleştirmeye gücü ve yetkinliği olduğunu zanneden bir grup "futbolsever"e soruyorum;

    frank rijkaard ve johan neeskens'in hatası iki maçta da galatasaray taraftarını ümitlendirecek bir futbol ve skor ortaya koymak mı? nonda gibi çok uzun süre önce gitmesi gereken bir oyuncuyu gönderdiklerinde yerin dibine sokulan bu isimler, size göre bu transferde sorumlu ve hatalı, ancak lucas neill, jo, mustafa sarp transferlerinde herhangi bir etkileri yok mu? kısaca sizin hata olarak değerlendirdiğiniz bir durum gördüğünüzde kör gözüne parmak hesabı davranırken, övülmesi gereken şeyleri neden es geçiyorsunuz? birini övdüğünüzde yeterli primi yapamıyor musunuz? bu kadar ağır sözlerle suçu olmayan insanları eleştirebildiğinize göre galatasaray'ın ligde lider olması sizi üzüyor mu? veya belki de aslında zannettiğiniz kadar futboldan anlamıyorsunuz, olamaz mı? belki de kendi sorunlarınızdan kurtulmak için birine saldırıyorsunuz, bu yüzden herhangi bir dayanağınız olmamasına rağmen frank rijkaard'a ve bununla bağlantılı olarak (taraftarlar için konuşuyorum) seviyorum dediğiniz takıma ve değerlerine saldırıyor olabilir misiniz? ve merak ediyorum bunlara cevap verebilir misiniz?

    son olarak, frank rijkaard ve johan neeskens buraya türkiye futbolunu kurtarmaya gelmedi. zira kurtarmak dediğimiz eylem, futbol sözlüğünde aslında bir takımı veya organizasyonu bulunduğu seviyeden, çoğunlukla oldukça kötü bir seviyeden, çok farklı bir seviyeye çıkarma anlamına gelir. ancak türk futbolu zihniyet olarak kurtarılabilecek durumda değil. guus hiddink belki türkiye milli takımı'nı bir sonraki avrupa şampiyonası'na götürecek, belki dünya kupası'na da götürecek, şüpheli ancak muhtemel. ama bıraktığı gün türkiye yine kendi normaline dönecek. guus hiddink'in bile işi bu değilken, frank rijkaard'ın ve johan neeskens'in işi nasıl bu olabilir? bu iki adamın işi galatasaray'ı bile kurtarmak değil aslında. kısa vadede hedef galatasaray'ı özhan canaydın döneminin iyileştirilmesi imkansız etkilerinden kurtarılabilecek duruma getirmek. uzun dönem hedefi ise frank rijkaard ve johan neeskens'in oturtacağı sistem ve oyun anlayışını devam ettirebilecek teknik adam ve futbolcularla çalışıp, galatasaray'ı olması gereken yere çıkarmak. ve hala taraftarlar bunu anlayamayıp, dünya futbol tarihinin gelmiş geçmiş en iyi futbolcularından ikisini, aynı zamanda dünyanın en iyi teknik adamlarından ikisini yargılayabilecek, mahkum edebilecek cesareti kendinde buluyor. adnan öztürk diye, en azından benim sadece franck ribery'i getirmesiyle tanıdığım bir şahıs çıkıyor, sapıtmış liselilerin gazıyla galatasaray'ın zaman zaman hatalar da yapsa en iyi yönetimlerinden birinin karşısına çıkacağını söylüyor. yönetimi kötülüyor, neredeyse hakaret ediyor. ve bu adam küçük de olsa bir kesimden destek görüyor. şaşırılacak bir durum mu, hayır. ama üzücü bir durum. yönetimin karşısına birinin çıkması değil, başarılı bir yönetimin karşısına başarısız bir adamın çıkması, daha doğrusu ortaya atılan isim olması üzücü bir durum. başarılı olan her kesimin ve insanın engellenmeye çalışılması, ve bu durumun değişmeyecek olması üzücü.

    bu yazdıklarımın onlarca kat fazlası yazılabilir türkiye'nin insanlarının, futbolunun, zihniyetinin, kabul ettirilmeye çalışılanların hakkında. bunlar sadece frank rijkaard ve johan neeskens hakkında olan bölümünün çok küçük bir parçası. nasıl olsa değişmeyecek şeyler hakkında yazmak yoruyor insanı. bu yazdıklarımı baştan sona çok az insanın okuyacağını, daha azının dikkatli okuyacağını, daha da azının ciddiye alacağını, ama öbür tarafta çok büyük bir grubun bu söylediklerimi umursamayacağını, hatta kendi sığ düşüncelerine daha da sıkı sarılacağını bilmek, başkalarını bilmem de benim daha uzun yazmamı engelliyor. bu yazının başından sonuna kadar söylediklerime katılmak zorunda değilsiniz, sorgulanamayacak kadar doğru şeyler yazdığımı iddia etmiyorum, zaten insanın kendi doğruları genelde toplumun veya geniş bir grubun genel doğrularına uymaz. okumak zorunda değilsiniz, uzun bir yazıyı takdir etmek zorunda değilsiniz, hatta sadece uzun diye bir yazı takdir edilmemelidir zaten. ama okursanız bari düşünün. ulan tamam, saçmalıyor bile olabilirim, asla iyi yazdığımı düşünmedim. bu yazdıklarımın en ufak bir anlamı bile olmayabilir, ama bunu da düşünün.

    "sen bize nasıl bilmemne dersin" diyecek olanlara not: karşıt görüşlere saygı duymak önemlidir. düzgün bir şekilde dile getirildiği sürece genelde çoğu görüşe saygı duyarım. bunları frank rijkaard ve johan neeskens'e aklı başında eleştiriler getirenlerin bir kısmına karşı yazmadım. ancak henüz bir yılını bile doldurmamış bu iki efsane isme şu dönemde aklı başında eleştiriler getirmek çok mümkün değil. bu adamlar hata yapamaz mı, yapar. ancak bunu hem çok sık göremezsiniz, hem görmek çok kolay değildir, hem de yapılan hatalar neredeyse hiçbir zaman ciddi boyutlarda olmaz. diyorsanız ki ömürlerini futbola vermiş, dünya futbolunu yönlendiren isimlerden olan bu iki adamın hataları çok bariz, ben görüyorum ama onlar görmüyor, o zaman bu yazıyı buraya kadar boşuna okumuşsunuz.
  • 3928
    2. senesi çok kötü olan ama ilk senesinde özellikle avrupa'da ve ligin ilk çeyreğinde uzun yıllardır göremediğimiz hücum futbolunu oynatan ve taraftara zevk veren bir takım yaratmış eski hocamız.

    arda-baros-keita-kewell-elano ve nonda'lı hücum hattıyla ilk 6 maçta 20 gol atmıştık galiba. avrupa'da da 3'er 3'er gidiyorduk.

    ama tabi bu peri masalı uzun sürmemişti, 7. haftayla birlikte öyle bir dağılmıştık ki bursa'nın şampiyon olduğu ve puan ortalamasının çok düşük kaldığı bir ligde bile 10 puan fark yemiştik sene sonu.

    sabri-servet-h.balta-caner'li savunma hattımız ise dosta korku düşmana güven veriyordu o senelerde.*
  • 1321
    25 subat galatasaray atletico madrid maçı'nın ardından düzenlenen basın toplantısında bize geldiği andan itibaren kendisini ilk defa bu kadar sinirli gördüm.

    neyse, şu ana kadar rijkaard'ın en büyük savunucularından biri olmuşumdur, sözlükte ona bok atanlara verip veriştirmişimdir, arkadaşlara, cahil akrabalarıma hep kendimce onu yedirmemeye çalışmışımdır ve hep de böyle olacak inaşllah.

    fakat; yaptığı hataları görmezden de gelmiyorum bunu yaparken. evet, sonua kadar destekçisiyim fakat her insan evladı gibi onun da hata yapabileceği bazı nedenlerden dolayı başarısız olabileceğini kabul ediyorum.

    atletico madrid eşleşmesinde yaptığı hataları çoğumuz gördük ama yineleyelim yine de. mustafa sarp'ın bu fundamental ve özgüven eksikliğiyle 2 maçta da oynatılması bence yanlıştı. her ne kadar yeteneksiz olduğunu düşünsem de barış dinamizmi ve kendini göstermek için gösterdiği takdire şayan çabasıyla orta sahaya bir sertlik getirebilrdi ve bugün yediğimiz 2. gol bence olmazdı.

    elano'yu her maç erkenden oyundan çıkarması en üzüldüğüm hatası belki de rijkaard'ın. bu kıvırcık saçlı yetenekli çocuk bu maçta belki sakatlığı dolayısıyla çıkarıldı oyundan ama onun yerine giren oyuncu bitmiş okeye dönen ayhan akman mı olmalıydı, işte bu da bir diğer soru işaretiydi. dos santos merkez forvete çekilip arda elano rolüne alınabilirdi.

    son bir hatası da ali sami yen'de 25.000 istekli seyircinin önünde takımı bu kadar geriye yaslamamalıydı. deplasmanda yaptıkları ne kadar takdire şayansa içeride defansif anlamda sorunlu olan atletico'nun üzerine gitmeliydik. gerçi bu konuda onu pek suçlayamıyorum ama en azından maç 1-1'e geldikten sonra kapanmasaydık diyorum.

    neyse sözün özü, bu sezon başarısız olabilir - ki bence şu ana kadarki tek başarısızlığı türkiye kupası'ndan elenmesidir. rasyonel olmayı başarabilirsek bu orta sahayla bir cacık olamayacağını çok rahat görürüz avrupa'da - fakat bu onun gönderilmesini gerektirmez.

    şu ana kadar farklılık yaratabileceğine inandığım lucescu, hagi, gerets, skibbe olmak üzere 4 güzel teknik adamın başını yiyen biz taraftarlar en azından 5.'nin başını yemeyip sabırlı olalım da istikrar neler getirebiliyormuş görelim.
  • 1926
    hakkında yazmayı bırakıyorum. rijkaard ın galatasaray da iş yapamayacağı, sistem kuramayacağını iddia edenler kendi futbol görüşlerini ve rijkaard ın yerine şu pozisyonda kimin gelmesi gerektiğini düşünceleriyle söylemeliler. madem iş siyasete kadar geldi, türkiye'de insanlar vaate kanar, ama fikir ve iş koymadan sadece eleştiriye de kanmazlar.

    yerlerinden oturup konuşan adamları sadece dinlerler kafa sallarlar ama ciddiye almazlar. o yüzden türkiye'de çalışkan görünüp çalanlar iktidar oluyor da sadece yerinde oturup konuşanlar konuşuyor.

    ben rijkaard yerine ne koyacağını bilmediğim,futbol görüşünün ne olduğuna dair hiç bir fikrimin olmadığı adamla rijkaardı tartışmam. kişisel olarak zizonkovac a defalarca sordum kendi futbol felsefesini ve ne yapılması gerektiğini? kimin gelmesi gerektiğini? hiç bir zaman cevap alamadım.

    rijkaard ı eleştiren çoğu kişi de bu konu üzerinde verdikleri tek argüman pres yapan basan koşan takım efsanesi.onun artık iş yapmadığını da anlattık,anlatıyoruz, görüyoruz.

    türkiye futbol da dünyayı 5-10 sene geriden takip ediyor olabilir ama biz galatasaray olarak daha ilerden bakmaya mecburuz.

    ben rijkaard'dan memnunum. sahada görmek istediğim şeylerin bir kısmını özellikle sene başında gördüm.

    rijkaardla ilgili tek derdim,keşke b planı yok baskılarına boyun eğmeseydi de hücum futbolundan vazgeçmeseydik.

    lig'i tanıyan,takımı ve altyapıyı tanıyan bir rijkaard ın ikinci sene çok daha başarılı olacağını sezon başı edilen sabır yeminimde söyledim.ben bu yola inanıyorum, inanmayanların eleştirisine ve sonuç odaklı mutsuzluklarını anlayabiliyorum, ama yerine birşey koymadıklarında söyledikleri hiç bir şey bana ifade etmez. sadece mizah ve hayal kırıklığı yazıları olarak bakarım.

    bu sezonki başarısızlıkta rijkaarddan daha fazla bir suçlu varsa o da yönetimdir. mali konularda yaptıkları atılımlar ve gösterdikleri vizyonu, takım içi destek konusunda gösterememişlerdir. adnan sezgin ve haldun üstünel rijkaard ın sağlamakta( doğal olarak ) zorlandığı motivasyonu sağlamalıydı.. şampiyonluk peşinde koşarken kiralık oyuncularla değil, kalıcı transferlerle yola çıkmalıydılar vs...

    ama bunlar sezon sonu analizlerinin meselesidir.

    sorun şudur ki, rijkaard ın galatasaray da başarılı olacağı koşullar teknik taktik meselelerin dışında etki ve yetkisinin olmaması gereken zamanlardır..ama eğer ki biz rijkaardı ingiliz menejer usülü takımın başında tutuyorsak da başarılı olması için kulübün içindeki bütün unsurlara hakim olması ve yerel gözle bakabilmesi gerekmektedir.

    daum bu işi iyi yaptığı için, fenerbahçe dönüp dolaşıp aynı adama gelir. daum un taktik yetersizliği dışında iyi bir hoca olarak görülmesi, kondüsyon vermedeki ustalığı ve türk kulüplerinin organizasyon kültürünü çözmüş olmasındandır.

    bir şirkete gelip anında köklü değişiklikleri yapamazsınız tıpkı kulüpte yapamayacağınız gibi.

    neyse ben bunları yazıyorum ama isteyen okuyup dinliyor, isteyen başka bir tarafından anlayıp bizi saf, gerizekalıi,koyun ve pollyana olarak adlandırıyor.

    devam edin bu kafada devam edin.
  • 3902
    bizi emeklilik ikramiyesi olarak görmese başarılı olabilirdi. türk futbolunu en iyi anlatan sözü söylemiş hocadır. herşeyden biraz var ama hiçbir şeyden tam yok. dick advocaat da türk futboluna ait güzel tespitlerde bulunmuştu ama buna rağmen o da gönderildi. kendisi değil de dick aklıma geldikçe ülkemizde esen değişim rüzgarlarının nasıl kolpa olduğunu görüyorum. şu lafların söyleyen adamın gönderildiği yerde değişim filan olmaz;

    fenerbahçe kariyerimde oyuncuların çoğu beni sevmezdi. bazı kalitesizlikleri yüzlerine söylüyordum. bu taraftara bu mücadele yakışmıyordu çünkü. yönetimle problemler oldu. kalsaydım takımda tahmin edilmeyecek değişiklikler olacaktı. türk futbolunda oyunculara aşırı romantiklik ve duygusallık yüklenmiş, kalitesizlik gizlenmiş. gerçekler sezon sonu acı tecrübe oluyor. bu paraların döndüğü alanda oyuncuların başarısız olması salaklıktır.
  • 1170
    kendisinden bu sene takımı şampiyon yapmasını değil ileride ligi ve avrupayı domine eden bir takımın temelleri atmasını beklediğim galatasaray futbol takımı teknik direktörü. tanımım budur.

    şimdi başta sözlük yazarları olmak üzere neredeyse tüm galatasaraylıların hayalidir alex ferguson gibi bir teknik direktörün gelmesi, uzun yıllar kalması, ligi ve avrupayı sürklase etmesi. ancak biz ferguson'un kariyerinin sadece gelişme ve sonuç bölümlerini biliyoruz. peki bakalım kariyerinin giriş bölümü nasılmış:

    alex ferguson manchester kariyerinden önce bir aberdeen macerası var. peki ne yapmış burada; yıllardır süren celtic-rangers hanedanına son vermiş. 1980-84-85 yıllarında iskoçya şampiyonluğu yaşamış. 1983'de real madrid'i yenerek kupa galipleri kupasını, hamburg'u yenerek süper kupa'yı kaldırmış. buraya kadarı kariyerinin ilk bölümü olarak değerlendirebiliriz. peki aberdeen'deki başarılarından sonra geldiği manchester united kariyeri nasıl başlamış; takımı aldığında manchester 19 senedir şampiyon olamıyordu. geldiği sene takımı şampiyon yaptığını zannedenler kesinlikle yanılıyor. peş peşe yenilgiler, old trafford'da ağır yenilgiler derken ligi 11. sırada bitiriyorlar. ikinci senesinde ise liverpool'un ardından 2. sırada bitirebiliyorlardı. ve ferguson'un 3. senesinde hem manchester'ın, hem ingiltere liginin akışını değiştiriyorlar. giggs, beckham, roy keane, scholes gibi gençlerle lige damgalarını vurmaya başlıyorlar ve sonrası malum.

    şimdi rijkaard'ı ele alalım. xavi, iniesta, messi, valdes gibi gençleri çıkarıp, şimdiki muhtemelen tarihin en iyi takımlarından birinin temellerini atmış, ve bu temelleri atarken 2 lig, 2 avrupa kupası almıştır. sonra ise büyük bir potansiyeli olan ancak bunu açığa çıkaramayan galatasaray'a gelir. tam burada bizim tipik sabırsızlığımız devreye girer ve hikayeden farklı olarak direk sonuç isteriz. alamayınca da asabileşiriz.

    sonuç olarak rijkaard ferguson'umuz olsun demek kolay. ferguson'un nasıl ferguson olduğuna bakmaktır işin özü. asıl soru şu; manchester'ın ferguson'a, giggs'e, scholes'a, keane'e sabrettiği gibi biz rijkaard'a, emre çolak'a, dos santos'a, caner'e sabredebilecek miyiz?
  • 2143
    neler düşündüğünü, neler hissettiğini çok merak ettiğim hocamız. acaba galatasaray, o'nun için ne ifade ediyor?

    tabii ki rijkaard gibi futbolun önde gelen bir markası bu payeye şıp diye ulaşmadı. hiç olmazsa, ama hiç olmazsa işinin ve sözünün eri olarak profesyonelce mesaisini adıyordur. lakin daha fazlası yok gibi geliyor bana. elbette ki hiçbirimiz kadar galatasaraylı değildir. ama bunu bekleyen de yok. bunun olmasına gerek de yok.

    ancak, içinde bulunduğun ortamın yapısını iyi süzemezsen, iyi tanıyamazsan asla tam olarak başarılı olamazsın. bu her iş için gerekli. dünya üzerinde hiçbir iş yoktur ki, icra edenine, parçası olduğu camiayı tanımaya çalışmama ayrıcalığı tanısın. yok öyle bir meslek. yerim dar, yenim dar demeyle de açıklama sunulamıyor. işyerinizde size verilen işi süresinde ve başarıyla teslim etmeyin bakalım ne olacak ? "bilgisayarım yavaş, yenisi lazım" diyemezsiniz. patronunuzun, mesai arkadaşlarınızın, müşterilerinizin huyunu suyunu bilmeyin bakalım nasıl da eliniz ayağınza dolaşıyor.

    ben rijkaard'ın bilgisini ya da tecrübesini (artık) tartışacak değilim. çünkü ben tartışmaya açarsam, "playstationdan öte bişeyi olmayan" adam olurken, bunu ilan eden yazarın acaba playstationdan gayri nesi var diye merak edip gülümsüyorum. hani tartışan cahil ya, tartışana cahil diyen ne kadar bilge ki, bu hükme varabiliyor? nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan komedya. bu sözlükte konuşulmayacak konuları artık öğrendim. cısss ! adamı tefe koyarlar, 7 ay önceki entry'ini bile ofsayta boğar belli bir takım zümreler. korkarım ki çoğunluğu da genç, hala okuyan kardeşlerimiz. iş, sorumluluk, profesyonel çaba ne demek henüz tanışmamış kişilerin , rijkaard'ın "iş verimliliğini" tartışılmaz ilan etmeleri ya da hakaretlerle saldırmaları çekilecek çile değil. tam anlamıyla absürdlük.
    yahu ben futboldan anlamıyorum varsayalım; yahu sen profesyonellikten, işten, beklentileri karşılamaktan ne anlıyorsun be adam ?! laf işte !

    tartışılır arkadaşım. rijkaard da tartışılır. yediğin önünde yemediğin arkanda bir işyerindesin. kalkıp da bursaspor ve fenerbahçe'nin gerisinde kalıp, beşiktaş'ı da hasbel kader geçebilmişsen ve "n'oldu hocam?" diye sorana "orta saham yok" dersen, tartışılmak bile lütuf olarak kalır. bunun total futbol ya da kaos futboluyla değil (çıktılar/girdiler=verim) prensibiyle alakası vardır.

    velhasıl, sanırım rijkaard abim hala yabancı ortama. fenerbahçe maçlarının önemini kavrayamamış. hatta bundan fersah fersah ötesi, bu takımın yukarılarda bulunmakla ilgili tehlikeli tutkuları olduğunu da anlayamamış. tamam, galatasaray taraftarı amerika'da teyzesi olan çocuk gibi her yenilikle her güzellikle ilk önce tanışmaya alışkın, dışa açık, değişimlere sabırlı, heyecanını zamana eşit yayabilen bir taraftar. devrim, değişim, devinim için bu topraklardaki en müsait camia. ama bu araba da su yakmıyor. lancaster polo klübü değil ki burası, sportif başarısızlığa ses etmeyelim, derbi galibiyeti özlemini es geçelim, lig 3.lüğünü dert etmeyelim. arada birşeyler görelim be hocam. lig 3.sü olup da kupa kazanmış olsaydık veya 1-2 derbi kazanmış olsaydık fena mı olurdu?
    başarının ön koşulu en alt dereceden bir başarısızlık değildir.
    rijkaard'a koşulsuz destek verenlere dönük olarak da tek endişe ettiğim nokta budur. sürekli bir başarısızlığın acı tadını boşaltıp alıştırmaya çalışılmasa daha iyi olur. yoksa sen de en az benim kadar cahilsin sevgili yazar arkadaşım, kimseyi kandırmayalım. pro lisansı olan varsa taratır koyar resmini, tıklar bakarız, "abimiz" deriz her daim. "kara" diyenin cahil olması, "ak" diyeni otomatikman bilge kılmaz. yeter bu kadar güldüğüm.

    zira asil olmak illa ki fakir olmayı gerektirmez. asalet, yokluktan beslenmez. yokluk sırasında koyduğu tavırla ortaya çıkar. ve bu tavır; yokluğu, yoksunluğu kanıksamak ya da yok saymak için değil, yeniden düze çıkmak için konur. ben deli gibi sevdiğim takımımının üç kuruşluk esprilere malzeme edilmesini sindirmiyorum arkadaşım. yok bizde öyle geniş mide.

    hem bu total futbol denen zıkkım her ne ise, arada sırada kritik maçlar kazanılarak da oturamaz mı? ilk 8 ile yaptığın maçlarda en fazla 2-3 galibiyet alarak mı oturuyor bu? aksi yasak mı, haram mı, günah mı? total futbol illa orta sahada xavi-iniesta, önlerine de eto'o ile mi oluyor? o zaman onun adı "pahalı futbol" olur yiğidim. ve biz o futbolu birkaç sezondan fazla taşıyamayız, paramız yetmez bizim.

    rijkaard'a destek vermeyenlerin otomatikman yaftalanmasını gerektirecek bir durum yok ortada. en azından zeka düzeyiyle ilgili hakaretleri ve bunlara sessiz kalınmasını gerektirmiyor. rijkaard'ın ismin destursuz ananlara dönük sistematik bir etnik temizlik var. unutulmasın, adalet ve hoşgörü hepimize lazım. yarın öbür gün rijkaard milan'a falan imza atar gider, o zaman da sizin ihtiyacınız olur sesinize kulak verilmesine. azıcık yavaş gelin.

    ve şu takım da artık umut ışığı vermeye başlasın. pivot santraforu oyundan alındıktan sonra sağlı sollu orta yağdırmak gibi ersun yanal'ı milli takım'dan uçuran absürdlükleri 2010 yılının galatasaray'ında görmeyelim artık. bursaspor'un , ertuğrul sağlam'ın 1-1,5 senede kurduğu ve ortalama kaliteye sahip adamlarla inşa ettiği futbola biz hala fersah fersah uzağız.

    yok yine destekliyoruz o ayrı konu. hocasından oyuncusuna kadar benden bişey istesinler, taa buralardan yapayım hemen. ama azıcık da güldürün, azıcık da buldurun yahu. altınızdaki araba lamborghini değilse de , lada hiç değil. nerden baksan alfa romeo, basar gider iyi kötü.
  • 525
    gereksiz eleştirilen hatta sözlükte maalesef skibbe ile bile karşılaştırılan teknik direktör. her şeyden önce bilinmesi gereken frank rijkaard'ın sisteme uyan değil sistem kuran bir teknik direktör olduğudur. haliyle sistem oluşturmanın da 2 3 gün hatta 1 sezonda bile gerçekleşmeyeceği aşikardır.
    örneklendirecek olursak ki bunun dünyadaki örnekleri boldur:

    sir alex ferguson manchester united'ın başına 1986 yılında geçmiştir ve hali hazırda 23 (yazıyla yirmi üç) yıldır takımının başındadır. bu 23 yıllık süre içerisinde 1122 maçın sadece 643'ünü kazanmış ve %57.30'luk bir galibiyet yüzdesi yakalamıştır.
    işin ilginç tarafı ilk şampiyonluğunu 1992-1993 sezonunda kazanmış, ilk kupasını 1989-1990 yılında almıştır. yani ilk kupasını 3 (yazıyla üç), ilk şampiyonluğunu 6 (yazıyla altı) yıl sonra kazanmıştır.
    bu sürede ne kovulmuş ne de yuhalanmıştır. şimdilerde ise manchester united sistemi hatta ekolü için söylenecek söz bulan olan futbolsever (mantıklı olanlarından bahsediyorum) olduğunu sanmıyorum.
    tüm bunların yanında futbola kazandırdığı ryan giggs, paul scholes, cristiano ronaldo, wayne rooney gibi bir çok yıldız bulunmaktadır.

    başka bir örnek olarak,
    arsene wenger 1996 yılında arsenal'in başına geçmiş ilk şampiyonluğunu 1998 yılında kazanmıştır ki 2 (yazıyla iki) yıl şampiyon olamayan bir teknik direktörün 3 büyüklerin başında kalması imkansızdır. ancak 1998 yılında arsenal'e kazandırdığı 3 kupa ile efsaneleşmeye başlamış 2000 yılında uefa kupası finalini galatasarayımıza ve 2006 yılında şampiyonlar ligini barcelona'ya * finalde kaybetmiştir.

    sözün özü;
    eğer frank rijkaard'dan efsanelik bekliyorsak taraftar olarak bize düşen sabır gösterip tam destek sağlamak, yönetimden beklenen ise istikrarı bozmamaktır. evet anahtar kelime istikrardır ve dünyada yukarıda belirtilenler gibi bunca örnek varken istenen tek şey sadece sabır ve destek olmalıdır.
  • 2359
    oyundan alınan futbolcu "sakat oldugum için" alındığını söylemişken eleştirilen hoca..

    "kalitesiz" dediği kadrodan keita, mehmet topal gitmiş yerlerine sakat pino ve cana aalındıgı için eleştirilen hoca..

    dos santos, keita, elano gibi yaratıcı oyuncuları olmadıgı için bir arda turan'a kaldığı için eleştirilen hoca..

    futbolu fm zanneden kişilerin, zamanında futbolu iyi oynamayan, takımın en kötülerinin oynatıldığı sag bek gibi mevkide bile arkasına adam kaçıran ali turan'ın stoper gibi daha riskli mevkide oynatılmasını önererek eleştirdiği hoca...

    rosicky, ledesma, polak, baptista diyip, transferin bitmesine 10 gün kala kimse alınmadığı için eleştirilen hoca..

    elinde ayhan akman, mustafa sarp, barış özbek üçlüsü varken ayhan ve mustafa sarp'ı oynatığı için eleştirilen hoca..

    26 yasındaki hakan balta halı sahada bile yapılmayacak hatayı yapıp, arkasını kollamadığı için eleştirilen hoca...

    takımdaki en iyi adamı 31 yasında önce gözden çıkartılan, forması cana'ya verilen, sonra transfer yapamayınca elde tutulan kewell ve üç yıldır alternatifi bulunamayan baros oldugu için eleştirilen hoca..

    29 yasındaki servet 15 yıldır oynadıgı savunma mevkisinde pozisyon almayı bilmediği için eleştirilen hoca...
  • 3321
    tecrübeli paşalar ve nesiller ötesi müridleri tarafından tekrar taşlanmaya başlanan teknik direktördür.

    başka bir açıdan örneklemek istiyorum, özellikle şu mankafa ibaresini ..

    2010 dünya kupası, birçok tecrübeli futbol adamı tarafından* , dünya kupaları tarihinin en kaliteli turnuvalarından biri olarak gösterildi. gelin, bu turnuvada en iyi top oynayan birkaç takımın idarecilerine bir bakalım ..

    şampiyon ispanya'nın, turnuvaya damga vurduğunu söylememek imkansızdır herhalde. hocasına bir bakalım ? büyük türk otoriteleri tarafından yeniköy kasabı olarak ilan edilen, real madrid'i de zirveye çıkaran vicente del bosque. düşünün, bu ülkedeki büyük otoriteler, bu adama 'real madrid'i ben de şampiyon yaparım yeaaa' diye eleştirdiler, kendilerine tek sorum var, bu adam real madrid'den ayrıldıktan sonra, takım kaç şampiyonluk kazanmış ? ya da ispanya milli takımı ondan önce de her sene dünya kupasını alabiliyor muydu ?

    turnuvaya damga vuran bir diğer ekip, kesinlikle alman milli takımı idi. hocasına bir bakalım hep beraber : türkiye'den topla tüfekle kovulmuş, fenerbahçe'de görev alırken, pısırık,stajer,çakma alman gibi benzetmelere maruz kalmış joachim löw. kendisi jurgen klinsmann ile beraber, büyük bir jenerasyon değişikliği yaparak, tepetaklak olmak üzere olan alman futbolunu tekrar en tepeye çıkarmıştır. ama bizim dinazor ulemalarımıza göre kendisinden bi bok olmazdı pek tabi ..

    ...

    aynı benzetmeler rijkaard'a da yapıldı. mankafa'lığa da terfi etmiş bir otorite yazarımız tarafından. kraldan çok kralcı, şakşakçı abiler de kral öldü, padişahım çok yaşa ! diye naralar atıyorlar. hiç kimse frank rijkaard'ın kulübümüzde başarılı olduğunu falan söylemiyor. ancak tek beklenen şey : saygi !

    seversin, sevmezsin, başarılı bulursun bulmazsın, sen uluslarası arenada 10 kupa kazanmış, dünya futbol arenasında tatmadığı başarı kalmamış, kendi ülkesinde halk kahramanı olan bi adama mankafa dersen, sana da şunu sorarlar :

    - iyi diyorsun, hoş diyorsun da, sen ne'sin ? sen ne yaptın yani bugüne kadar ? tam yıldız olacaktın, ama hocan seni soyunma odasında sigara içerken yakaladı,ya da hocana gider yapıp ağzını burnunu kırdın di mi ? senden hoca da olur, ama tüm köşeler eski topçular tarafından tutulmuş di mi ? yazar da olur senden ama, medya patronu tanımadığından olamıyorsun di mi ? yani her boka bi mazeretin var di mi ?

    kesin öyledir paşam, çünkü senin gibi binlerce adam tanıyorum, hep aynı makus talih, tüh..
  • 3308
    karınca bir gün “ben hacca gidiyorum” demiş yakınlarına, herkes “ne dersin sen karınca kardeş, sen kim, onca yolu almak kim, insanlar develerle bile aylarca yol iz sürüyor sen bu halinle nasıl gidersin onca yolu? gel vazgeç bu sevdadan”. karınca düşünmüş “haklısın” demiş “doğru dersin, ama varamasam bile yolunda ölürüm hiç olmazsa…”

    kendisi, takımdaki pislikleri temizleyememiş, ama en azından bu yolda ölerek safını belli etmiştir.
  • 2571
    şu yazacaklarımı herkesin okumasını ve frank rijkaard'a karşı olanların ciddi anlamda cevap vermesini çok istiyorum.

    empati kuracak olursak ; daha önce muhtemelen sadece adını duyduğunuz bir ülke ve uefa kupası , süper kupa gibi kupaları kazanmış bir takım. teklif geliyor ve gidiyorsunuz. biz duygusal olduğumuz için kendimizi "avrupa fatihi" ya da "efsane kulüp" olarak görüyor olabiliriz ama bir rijkaard için bu böyle değil. kariyeri avrupa kupaları ve şampiyonluklar ile dolu bir adam bahsettiğimiz insan. her neyse , adam geliyor ve kendisine belli sözler veriliyor. daha sonra çok iyi transferler yapılıyor ve çok iyi sonuçlar alınıyor. derken bir gün futbolcular "kamp meselesi" yüzünden disiplinsiz tavırlar içine giriyorlar , takım içi huzursuzluklar olmaya başlıyor ve takımın tek forvet oyuncusu devre arası yollanıyor. ben nonda'yı hiç sevmedim ama gönderilmesi rijkaard için iyi olmadı. bunu bir kenara koyalım , bu sezon kötü bitiyor.

    yeni sezon başladığında elinizde verimsiz ve değişmesi gereken bir kadro var. siz ilk başta takımın en spektaküler oyuncusunu satıp yerine serdar özkan'ı alıyorsun. daha sonra pino diye bir adam getiriyorsun ve adam 1 maç oynaıp sakatlanıyor. büyük umutlarla aldığınız neredeyse bütün oyuncular sakatlanıyor , en önemli oyuncularınız sürekli olarak sakat. kaleci istiyorsunuz , kaleci bile alınmıyor. servet gitsin diyorsunuz , gönderilmiyor. bütün bunların yanından futbolcuların inanılmaz rahat tavırları , maç içinde gösterdikleri düşük performans ve diğer konular.

    şimdi siz bir dakika bile olsa rijkaard oldunuz ve size soruyorum ; dilini , örf adetlerini , basınını , insanını ve düşünce yapısını bilmediğiniz bir ülkede , sürekli sakatlanan futbolcularınız ve istediğiniz oyuncuların alınmadığı bir takımda , insan yerine koyup "kamp" yapmadığınız futbolcuların gece 5'de dürüm yedikleri bir yerde ne yapardınız ? hayatınız boyunca "şikayet" etmemiş , hiçbir zaman "suçlu" göstermemiş bir insan olarak "yönetim şu transferi yapmamış" diyecek noktaya gelmişseniz , gitmek yerine "savaşacağım" diyebilir miydiniz ?
  • 848
    kendisine yapıştırılan "işler kötü giderken müdahale edemeyen, sistemini değiştirmeyen teknik direktör" yaftası tamamen yanlıştır.

    maalesef türkiye'de futbol kamuoyunun inançlarını, zamanında adam yokluğundan bir yerlere gelmiş, yüksek egoları nedeniyle yanına yaklaşılmayan, en tehlikelisi de herşeyini bildiğini sanan ve bu yüzden araştırmaya gerek duymayan insanlar belirliyor. barcelona'nın bu hafta inter'i ne hale getirdiğini hep beraber gördük, bu takımı yaratan bir numaralı isim ne johan cruyf, ne de txiki begiristain'dır, bu isim hiç kuşkusuzfrank edmundo rijkaard'dır.

    bilmeyen herkes için tarihi biraz geriye saralım ve 2003 - 2004 yılına bir bakalım......

    ispanya liginin hiç kuşkusuz en büyük iki takımından biri 1998-1999 yılından beri ispanya liginde ipi göğüsleyemiyor, daha da kötü olanı son 3 sezondur ilk ikiye bile giremiyordu. bu periyotta real madrid 2 la liga, 3 de şampiyonlar ligi şampiyonluğu kazanmıştı. 2003'ün haziran ayında david beckham'ı alacağını vaadeden juan laporta oyların -yaklaşık yüz bin oyun- yarısından fazlasını alarak başkanlığa seçildi. en büyük seçim kozu david beckham'ı real madrid'e kaptırması herşeyi daha da kötü yapıyordu , bu durumda takımın başına 41 yaşında, daha önce büyük bir klüp takımında tecrübesi olmayan bir adama güvendi; (gbkz: frank rijkaard.
    )
    sezona çok kötü bir giriş yaptı barcelona, tat vermeyen bir futbol ve günden güne eriyen umutlar, yine gözyaşı vaadediyordu taraftarına katalanlar...
    6 aralık 2003 'de tarihi bir maç oynandı nou campta, real madrid tam 20 yıldır yapamadığını yaptı ezeli rakibini evinde mağlup etti (2-1) , son kale de yıkılmıştıfrank rijkaard'ın elindeki, 15 maçta 20 puan toplayan takım 33 puanlı lider real madrid'in 13 puan gerisinde ve 11. sıradaydı.maç sonrası başkan juan laporta'nın arabasını durduran taraftarlar, "kovun gitsin rijkaard'ı", "bu adama neden hala teknik direktörlük yaptırıyorsun", "radomir antic'i geri çağırın, o kesinlikle rijkard'dan daha çok şey biliyor." şeklinde tepki gösterdiler. juan laporta bu tepkilere karşı sadece biraz daha zaman istedi, tüm kibarlığıyla.

    ancak sorunlar gittikçe daha büyük bir hal alıyordu. 4 ocak 2004 günü racing santander'e deplasmanda 3-0 kaybeden barcelona lider real madrid'in tam 18 puan gerisine düştü. barcelonalı taraftarlar artık ligin üst tarafından daha fazla alt tarafıyla ilgileniyorlardı, daha acıklı tarafı da buydu işin.takımlarını daha önce tabloda 12. sırada görmemişlerdi.

    kabus gibi olan ilkyarı nihayet bitmişti, bu yük genç, kıvırcık saçlı hollandalı'ya kesinlikle çok ağır gelmişti. onda zaten iyi bir teknik direktörde olması gereken vasıflardan hiçbiri yoktu, dizginleri elinde tutamıyordu en başta. ilk yarı biter bitmez juventusta istikrarlı bir şekilde forma şansı bulamayan edgar davids'i kiraladı barcelona. takıma golcü lazımken 31 yaşına gelmiş, sadece koşan bu adamdan ne umuyordu ki hollandalı.

    ne olduysa 2. yarının başlamasıyla oldu, davids ve cocunun dinamizmi ile rahatlayan xavi ve ronaldinho'nun parlaması bir anda dengeleri değiştirdi. barcelona takımı orta sahada yaptığı pres ve paslaşmalarla rakiplerini ezmeye başladı. frank rijkaard davids 'i geriye monte ederek çift ön liberolu sistemden tek ön liberolu sisteme geçmişti. (4-2-3-1 den klasik 4-3-3 e dönmüştü) , burda başarının temel noktasını bulmuştu aslında; tek ön liberonun önündeki iki orta saha oyuncusu iyi alan paylaşır ve topu iyi kullanırsa bu sistemi işleyecekti.

    taşlar yerine oturmuş, artık her şey iyi gitmeye başlamıştı. frank rijkaard sistemini en sık kullanılan en basit yöntemle oturtmuştu aslında; deneme yanılma metodu. 11 galibiyet ve 3 beraberlikle 24 nisan 2004'de barnebau'ya gidenbarcelona bu sefer maçı kazanan taraf oldu. bu da rakibinin 7 yıllık evinde barca'ya kaybetmeme serine son vermişti. gerçekten inanılmaz bir sezondu frank ve ekibi için bir ara 18 puan geride oldukları liderle farkı 5 puana indirmişlerdi. son 5 haftada 2 mağlubiyet alıp şampiyon valencia 'nın 5 puan gerisinde kalıp ligi 2. bitirdiler. işin ilginç tarafı 18 puan önde olanreal madrid'in 2 puan geride kalmasıydı.

    2004-2005 ve 2005-2006'da oyunu kuralına göre oynadı ve eskiyen parçaları eleyerek daha iyilerini yerine koydu frank rijkaard; (deco,guily, edmilson,eto'o vs.) ancak en önemli hareketi en zor maçlarda bile messi ve iniesta gibi altyapının genç isimlerine yer vermesi ve onları her koşulda desteklemesiydi. barcelona kültürü ve ruhunu taşıyan bu çocuklar onun bu güvenini boşa çıkartmayacak ve bu takımı bir fenomen haline getirecekti.

    not: alıntı ya da çalıntı değildir....*
  • 3903
    futbolcuyken harika bir kariyer yaptı.
    efsane milan takımının en önemli parçalarından biriydi.
    hollanda milli takımının değişmez oyuncusuydu.
    teknik direktörlüğü de büyük başarılarla başladı.
    barselona'ya muazzam futbol oynattı.
    ronaldinho, xavi, iniesta, e'too gibi yıldızlardan olağanüstü verim aldı.
    messi'nin yükselişinde, takımın ona olan entegrasyonunda önemli rol oynadı.
    şampiyonlar ligi ve la liga'yı kazanan bir teknik direktör olarak galatasaray'ın başına geçtiğinde ise beklenti çok yüksekti ve ilk haftalarında da keyif veren bir futbol oynatıp, iyi sonuçlar alıyordu...
    ancak ne var ki, o sezon futbol saha içinde kalmıyordu, pek çok takım şike yaparak daha sonra ceza alacaktı...
    rijkaard, yaşanan puan kayıplarına daha fazla dayanamadı ve ayrıldı.
    sonraki kariyeri ise serbest düşüş şeklinde devam etti.
    barselona'da yaptığı büyük işler sonrası böylesi bir çizgide gitmesi şaşırtıcıydı...
    belkide kendisi bir keşiş kafasında yaşayan biri...
    kim bilir...
  • 3896
    kendisi barcelona'nın başına geçmeden önce, figo'nun ayrılığıyla beraber 3 senelik bir kaos dönemi yaşanmıştı. van gaal sonrası geçiş döneminin sancıları yaşanıyordu. rochemback, riquelme, saviola, geovanni, overmars, petit, christanval, patrik andersson gibi transferler bekleneni verememişti. luis enrique, frank de boer, rivaldo gibi yıldız oyuncular futbol çağlarının son dönemindeydi. litmanen, simao, zenden gibi kadroya zenginlik katabilecek isimler elden çıkarılmıştı. kaleci konusunda da bir istikrar sağlanamamıştı.

    çapsız denilen bu adam takımın başına geçtiğinde elle tutulur transfer olarak rafael marquez, ronaldinho, kiralık olarak gelen van brockhorst'u sayarım. ronaldinho bile laporta'nın seçim vaadi olan beckham'ın madrid'e gitmesi üzerine bir başarısızlığı örtme çabası olarak görülmüştü. aynı sezon başlangıcında yıldız transfer olarak takıma kazandırılan rüştü reçber de doğru düzgün forma şansı bulamamıştı. genç yetenek olarak büyük ümitlerle getirilen quaresma da beklentileri karşılayamadı. ancak önemli bir değişim ve geçiş sezonuydu. geovanni, rochemback, de boer, bonano, navarro, riquelme, christanval, enke, alfonso gibi çok sayıda isimle yollar ayrıldı. kadroda gelecek planlaması doğrultusunda gerekli sadeleştirme yapıldı.

    potansiyeli ne kadar büyük olsa da en üst düzeye erişemeyen saviola, geçmişi mumla aratan kluivert, overmars, luis enrique gibi isimlerle bile bu takım ligi deportivo ve real madrid'in üzerinde ikinci sırada bitirdi. o dönemde valencia ve deportivo la coruna gerçekten üst düzey kadrolara sahipti; la liga'nın keyif veren yanıydı bu rekabet. los galacticos ise 4. sıradaydı. hani ergenlerin çok çok başarılı sandıkları zidane, ronaldo, figo, raul, bechkam, guti, casillas, roberto carlos'lu real madrid'den bahsediyorum.

    sonraki sene ise eto'o, larsson, giuly, deco, edmilson, belletti, sylvinho gibi nokta transferler yapıldı. mevcut kadrodaki ronaldinho, marquez, brockhorst gibi isimlerle harmanlandı. la masia ürünü genç oyuncuların da takıma kazandırılmasıyla beraber ortaya tarihin en keyifli futbolunu oynayan barcelona'sı çıktı. bugün övgüyle bahsedilen, la masia'dan yetişmiş puyol, xavi, iniesta, valdes, messi gibi isimler de kariyerlerini bu adama borçludur.

    lig ve şampiyonlar ligi şampiyonluğu sonrasında thuram, zambrotta, gudjohnsen gibi önemli takviyelere rağmen ikili averaj nedeniyle la liga'da madrid'e, deplasman golü kuralı nedeniyle de şampiyonlar ligi eşleşmesini de liverpool'a kaybetmesi hem şanssızlık hem hayal kırıklığı oldu. istifa ile sonuçlanan sezonda da thierry henry, eric abidal, yaya toure gibi ciddi isimler takıma kazandırıldı. altyapıdan da bojan krkic, pedro, giovani dos santos gibi isimler entegre edildi. ancak bu sezonda ludovic giuly'nin takımdan ayrılışı, ronaldinho'nun futboldan kopması, eto'o ve deco'nun sakatlıklarla sezonun önemli kısmında takıma katkı vermemeleri belirleyici etkenlerdi.

    sözün özü; barcelona'nın son 20 senesine damga vurmuş bir isimdir frank rijkaard. kendisinin mirasını doğru şekilde değerlendiren guardiola ile seviye bir üst noktaya taşınmıştır. evet barcelona sonrasında kariyeri hüsrandır. ancak kendisinden sonra la masia'dan takıma kazandırılmış üst düzey kaç isim olmuştur? 100 milyon euro ve üzerinde bonservis ödenen kaç isim olmuştur ve bu isimlerin takıma kaç kuruşluk katkısı olmuştur? coutinho, dembele, semedo, vidal, kevin prince boateng, lenglet, malcom, firpo gibi isimlere uçuk rakamlar ödendi. şu anda yaşı 30'un üzerinde olan messi ve suarez'i çıkardığımız zaman takımın hali ortada. kadro planlaması, sistem hak getire.

    o yüzden insanları çapsızlıkla suçlamadan önce lütfen açıp okuyalım. bu kulüp van gaal sonrası dönemde tekrar ayağa kalktıysa bunu borçlu olduğu en önemli isimdir rijkaard.
App Store'dan indirin Google Play'den alın