• 17
    sabah yanlış hatırlamıyorsam eğer 07:00'de uçağa bindik.
    uçakta yasak olmasına rağmen cayır cayır sigara içtik. yanımızda bir çoğumuzun viski vardı, onları da bitirdik tabi haliyle.

    bir ara pilotumuz anons yaptı: "sevgili galatasaraylılar, şu an romanya üzerinde uçmaktayız!" anında patlayan tezahüratı sanırım herkes tahmin eder. sözlükteki geri zekalı fb taraftarları tahmin edemeyeceği için söyleyim:"i love you hagi"

    10:30 civarı kopenhag hava alanına indik. uçaktan pasaport kontrole plexiglass kaplı köprüden yürüyerek giderken bir de ne görelim, sağımızda solumuzda ingiliz uçakları! vurmaya başladık duvarlara, "kapılar açılsın çatışmalar başlasın" eşliğinde!

    dakika başı uçak iniyordu. ingilizler ellerini kollarını sallaya sallaya geçiyorlar pasaporttan. bizler bir elimizde pasaport ve vize kağıdı, diğer elimizde maç bileti, önce manyetik kapıdan geçiyor, sonra elle aramaya maruz kalıyor, en ufak bir şüphe durumunda özel arama odasına götürülüyorduk.

    e tabi bu çile de sonlandı ve dışarı attık kendimizi. her yer ingiliz! ama adamlar çok sakin. bize el falan salladılar. biz de yanlarına gittik ufaktan. fotoğraflar çekildi. kimse kimseye bulaşmadı. (bu fotoğrafların tamamı taranmayı bekler halde evde sandıkta duruyor, izinlerde üşenmesem de halletsem o işi aslında!)

    ardından romen tv kanalından kameraman ve bir spiker yanımıza yaklaşıp kendini tanıttı. yine "i love you hagi!"

    klasik bir türk organizasyon rezaleti yaşandı ve bizi havaalanından alacak otobüsü yarım saat kadar bekledik. neredeyse öğle olmuştu. bizi su kanallarının olduğu yerde indirdiler, herkes dağıldı. içmeye devam ettik. tuborgun ana vatanındayız, haliyle biraya devam!

    saat 14:30 gibi arsenal taraftarlarıyla tivoli meydanında iyi kapıştık. biz olaya sonradan katıldık. çok fena püskürttük ingiliz "kardeşlerimizi!" (sebahattin reis ve bir kaç yüz adam!) oralarda yaşayan avrupalı gençlerimiz de çılgın attılar kavgada. destekleri büyük oldu.

    sonra saatler geçti, stada doğru hareketlendik. maçın başlamasına 45 dakika kala içeri girdik. yerimiz penaltıların atıldığı kale arkası, alt kat, davulların yanı. tabi asıl koltuğumuz nerede bilen yok. maç öncesi gösteriler, bira içmeye devam.

    maçı anlatmıyorum, gerek var mı?

    maçtan sonra havaalanına dönüş, salak ingilizler yanlışlıkla bizim çıkış yapacağımız tarafa girmişler. yaklaşık 20 kişi. onları "nazikçe" dışarı attık! bu arada danimarka polisi ellerinde tüm gün 30 cm lik plastik joplarla falan çok komiklerdi, asla ciddiye almadık tabi. en nihayetinde kahraman türk çevik kuvvet polisinin maçlarda nasıl davrandığı malum. 1984 / 14 yaşından beri tribünlerde olan bendeniz de tabi çokça nasiplenmişim, kim takar danimarka polisini!
    hele hele stewardlar daha da komikti.

    sonra uçağa bindik, gece yarısını geçti. sabah 05:00'e kadar kaldırmadılar uçağı. sebebi de dönüş bileti olup geri gelmeyen yaklaşık 50 kişi!

    17 mayıs 2000 günü yapılanlar için yazabileceğim kısaca bunlar, güzeldi be abi. bir ilkti, daha ne diyebilirim....
  • 67
    anaokuluna gidiyordum. o gün de okuldaydım çok büyük ihtimal. bu müsamere denilen sene sonu etkinliği yaklaşıyordu ve öğretmen bize o gün yaklaştığı için sürekli rollerimizle ilgili prova yaptırıyordu.

    bir de biz bostancı'da oturuyoruz. burası fenerbahçe'nin kalesi diye adlandırılan bağdat caddesi taraflarında ve acaba o günkü atmosfer nasıldı hatırlayamıyorum. gerçi fenerbahçeliler 1996'dan beri ölü taklidi yapıyordu o yıllarda ve acıların takımı olarak niteleniyordu ya neyse. * anneme sormuştum bir kere biz o gün ne yaptık diye. akşam baban maçı izlemişti dedi. bir de 6 yaşına girmeme 20 gün kalmıştı.

    gerçi bakın ben o sene * okulda öğlenci olduğum için çizgi film seyretmek için erken kalkar, onu beklerken de kanal d'nin sabah haberlerini izlerdim herkes uyurken. o dönemle ilgili hatırladığım iki net olay var.

    birincisi fatih terim galatasaray'dan ayrılıp italya'ya gitti haberiydi*. eyvah o adam çok iyiydi dediğimi hatırlıyorum çocuk aklımla. demek ki bir fatih terim bilinci oluşmuş o dönem.

    diğer haber de kemal sunal vefat etti haberiydi*. onda da kemal sunal'ın adını bilmediğim için ve haberde şener şen ve kemal sunal görüntülerini beraber gösterdikleri için hangisinin öldüğünü anlayamamıştım. annemler uyanınca haberleri görüp duruma üzüldüklerinde ben "hangisi ölmüş, beyaz saçlı olan mı yoksa genç olan mı?" demiştim(u: hababam sınıfı görüntülerine göre gençti tabi çocukluk işte :(). "genç olan" demişti annem.

    öyle yıllardı işte. 5 yaşında olan, anaokuluna giden, 6 yaşına girmeye gün sayan bir çocuktum işte. cumhurbaşkanı ahmet necdet sezer'in ilk görev günüydü 17 mayıs 2000. başbakan bülent ecevit'ti. laik, özgür ve güzel günlerdi. her şey dün gibi, ama artık geri dönüş yok. öyle bir geçer zaman ki, ancak anılar kalır bu selden geriye...
  • 34
    ben metafizik bir seyahat yaptım. hiç öyle popescu'ya methiyeler falan düzmeyin, zerre katkısı yok o şampiyonlukta. bendim o.

    işyerinden döndüm. yaşadığım ilçenin* belediyesi meydandaki havuzun üstüne kocaman bir ekran yerleştirmişti. turistik belde olduğu için, bir kısım ingiliz de oraya gelmişti. havuzun sol tarafına onlar, sağ tarafına biz oturduk, geyik şamata tezahüratlar yaptık, atışmalar oldu, ama hep gülerek. hatta boş bira kutusu bile fırlattık birbirimize, gülerek tuttuk onları.

    neyse maç başladı, ben de dellendim, arif e sövdüm ilk yarı sonu, ikinci yarı sonu hakan şükür'e sövdüm frikiği kendi attı diye, hakeme sövdüm, taffarel'in daşşaklarını öpme teklifinde bulundum, ama hiç susmadım, hiç durmadım iki dakikada bir ayağa kalkıyordum.

    sıra penaltılara geldi. biz attık onlar kaçırdı, biz attık onlar da attı, biz attık, derken onlar yine kaçırdı. işte onlar kaçırınca olaylar karıştı. yanımdakinin boynuna asıldım "atarsak şampiyonuz laaan" diye sarstım, "yeter lan, az sakin ol, kırıcaktın boynumu" diye iktirdi beni, öndeki abinin enseye vurdum kafayı, o da dönüp kafama bi şaplak attı.

    o anda sessizleşti herşey. bir kararma oldu. sonra tekrar görüntü geldi. karşımda galatasaray taraftarını gördüm. önlerinde bir kale ve içinde de seaman vardı. hakem geldi, elime bir top tutuşturdu "hadi" dedi. ufak bir şoktan sonra olayı idrak ettim. penaltıyı ben atacaktım, ve de buraya nasıl geldiğimi, niye benim atacağımı sorgulama vaktim yoktu. topu diktim. gerildim, vurdum, sol alt köşeye gitti, seaman uzandı ama yetişemedi ve gol oldu, kollarımı iki yana açarak koşmaya başladım. o esnada kaleden bana doğru koşmaya başlayan seaman'ı gördüm.

    onu kaale almayıp koşmaya devam edecektim ki, geldi ense köküme patlattı birden, "bela mısın lan, önce kafa attın enseme, şimdi de tabureyle, bi maç seyrettirmedin" dedi. "noluyo lan" derken yine karardı herşey.

    bir sarsıntı hissettim, görüntü tekrar geldi, yanımdaki arkadaşım sevinç ve şaşkınlıkla sarsıyodu beni "aldık laaaannn, aldık kupayııı" diyodu.

    nolduğunu anlayamadan sevindim, kucaklaştık filan. biraz durulunca, "noldu lan bana" diye sordum. arkadaşın ağzından dinliyoruz:

    "olm çok coşkuluydun, ben seni iktirince öndeki adama çarptın, o da senin kafaya vurdu, birden sakinleştin duruldun sen. sonra geldin buraya, tabureyi aldın, adam da maça döndü zaten. popescuyla beraber tabureyi diktin, beraber gerildin, beraber koştun, aynı anda vurdunuz topa, onun topu kaleye girdi, senin tabure de aynı adamın enseye gitti yine, sonra sen koşmaya başladın, herif de sana vurdu, sonra da ben aldım adamın elinden kendine getirdim işte"

    yaaa. böyle işte. ama ben öyle övgü peşinde koşacak adam değilim. takımım için yaptım bunu. varsın payeyi popescu alsın.
  • 66
    detaylı olarak ne yaptığımı pek hatırlamadığım gündür. muhtemelen 14 yaşında iken 8. sınıfa gidiyordum, hafta içi olması hasebiyle de gün içinde okula gitmişimdir muhtemelen. ama maç saatini nasıl bekledim, ne yaptığım hakkında hiç bir fikrim yok.
    tabiki de maç başladıktan popescu'nun penaltı golüne kadar soluksuz bir şekilde tüplü televizyonumuzun sadece 2mt ötesinde yerde halı üstünde maçı izlediğimi dün gibi hatırlıyorum.
  • 69
    kısmen hatırladığım gün. 15 yaşımda evde tek başımaydım. ev ahalisi bir yere gitmişti sanırım. çok net hatırladığım ise popescu orta sahadan penaltı noktasına kadar yürürken dizlerimin üstüne çöktüm. gözlerim doldu. atınca o dolan gözler bir anda boşaldı. alnımı yere koyarak ne kadar süre ağladığımı hatırlamıyorum. öncesi nedense yok hafızamda. böyle kesik kesik parçalar var. mesela georghe hagi' nin kırmızı kart gördüğü pozisyon. maç öncesinin hafızamdan silindiği gün. (bkz: haydi popescu haydi oğlum)
  • 70
    15 yaşımdaydım, gündüz neler yaptığımı hatırlamıyorum.
    maçı benden 9 yaş büyük fenerbahçe'li kuzenim ve ailemle izledik. yaşadığım heyecanı burada anlatmak mümkün değil. penaltılarda kalbim duracak gibiydi. daha sonra bordo bir doğan arabası vardı kuzenimin, onunla beraber maltepe sahil'e indik. elimde türk bayrağı vardı, galatasaray ile ilgili bir şeyim yoktu o zamanlar. arabanın kornası bozulana kadar dedliler gibi eğlendik. korkunç bişey'di. *
  • 72
    yas 13, sabahtan odadaki anten (tv ustunde iki cubuk seklinde olanlardan) trt'yi en net gosterecek sekilde ayarlanir.
    gun icinde sik sik goruntu kontrol edilir (o gun boyunca baska kanal izlenmesi yasaklanmistir) ve kimsenin antenin pozisyonunu bozmadigindan emin olunur. hatta televizyonun ekran dahil her tarafi bizzat sahsim tarafindan tertemiz yapilir (temizlik maksadiyla televizyona kimse yanasip anteni bozmasin diye).

    mac baslar, arif'in hakan sukur'e atmadigi bombos pastan sonra aile onunde ilk sesli kufur edilir. macin sonlarinda hakan'in hagi'ye birakmadigi serbest vurusta daha buyuk kufur edilir.

    popescu penaltiyi atar, anten birazcik hirpalandiktan (el ile hami mandirali sutuna maruz kalmistir) sonra emekliye ayrilir, yillar sonra yanina katilacak olan alisamiyen'deki son mactan gelecek koltuk parcalariyla paylasacagi cekmecedeki yerini alir.
  • 81
    5.sınıfa gidiyordum okulda şenlik havası vardı. bütün gün macin heyecanını yaşayarak geçirdik zaten. eve gelince de aynı heyecan sürüyor. dışarı çıktım top oynamaya. yeni bir top almıştım üzerinde ülke bayraklari olan. oynadıkça siliniyordu tabi* top sektiriyordum yanımda da mahalledeki yaşıtlarimdan 1 2 kisi vardi ve bir kosavalı çocuk *. ona top sektirmeyi öğretiyordum futbolculardan konuşuyorduk. nedense aklımda hep emmanuel petit vardı ondan cok tırsıyordum. takımın asıl yıldızı olmadığını bildiğim halde. belki de taffarel'in "petit'ten fransa 98 rövanşını alacağım" sözüyle meydan okuması beni ona yöneltti. tabiki bergkamp overmars sürekli rakip arsenalli topcular beynimde dönüp duruyordu. çoğu ile fransa 98'de tanışmıştım*.

    akşam mac başlayınca tv'nin dibinde seyrettim maçı orada koltuğumuz vardı. ablam erken uyumuştu.*

    ilk penalti golüyle benim ilk sevinçten haykirarak ağlamam başladı akabinde ablam koşarak salona ağlaya ağlaya geldi gol mu attik diye soruyor.
    biz mi attik biz mi attik. ama nasil heyecanla soruyor. ki kendisi galatasarayli ama oturup mac izlemez yani şampiyon oluruz sürekli o ise "oo cimbombom" der gecer. onu o halde görünce heyecanli ağlayarak umutla sorarak görünce gözyaşlarım arttı. su an yazarken de gözlerim doluyor. davor suker penaltıyı kaçırınca bütün ev ağlıyoruz o anda. ya nasıl bir mutluluk anlatamıyorum. ümit'e sıra geldi o da atıyor. ümit zaten topun başına gelince çok ümitliydim ev ahalisine dönüp sakin olun bizim penaltıcımız zaten o dedim. hiç tereddütüm yoktu ondan. nitekim yazdı ters köse yaparak. vieira kaçırdığı an ise o an tamam bitti dedim artık atacağız ve bitecek %99 bizde kupa diye hissediyordum. son penaltı "haydi popescu haydi oğlum haydi oğlum gooool" ile sevinçten çıldırmıştım. inanılmaz ağlıyordum istemsizce mutluluktan o kadar ağladığım başka bir an hatırlamıyorum. bir daha spor tarihinde şampiyonlar ligini de kazansak dünya kupasını da kazansak o kadar sevineceğimi zannetmiyorum. çünkü hem bir çocuk olarak imkansıza yakın hayallerim yavaş yavaş umuda dönerek gerçek olmuştu, hem de türk futbol tarihinin ilk avrupa kupasını kazanmıştık.

    bu umutları bana yaşatan takıma, yönetime, teknik ekibe taraftara en çok hissettiren imparator fatih terim'e minnettarım.

    o seneler özellikle o gün fatih terim türk takımlarının da neler başarabileceğini tüm türk milletine sunmuştur ve umut olmuştur. diğer başarılarımız ve rakiplerimizin başarısına da ilham olmuştur.
  • 31
    kopenhag'ta güneşli bir güne uyanış,
    uğurlu forma, tshort, çamaşır, atkı vs ne varsa giymek,
    bir ucunda tivoli meydanı olan, istiklal caddesinin bir benzeri arnavut kaldırımlarıyla uzanmış caddede sağlı sollu publarda oturan ingiliz ve galatasaraylıları izleyerek yaptığım yürüyüş sonunda tivoli meydanındaki itiş kakışa kenardan biraz müdehale,
    otobüsle parken'e ulaşım (ki bu bölümü hiç hatırlamıyorum),
    kale arkasındaki yerimizi alışımız,
    ve popescu'nun penaltısı,
    hakan şükür'ün önümde kale direğine tırmanıp ağları kesmesi..

    aralar ve bundan sonrası kopuk.. ama tek bildiğim hayatımın en mutlu günü..
  • 68
    elektrikler kesik olduğu için çocuk halimle gerginlik ve stresle bekleme. 21:40-21-45 arası hala gelmeyince sinirden yatağa gittim. tam başlamak üzereyken elektrik geldi. televizyonu açtığım o anda hakan ve arif santrayı yaptı. ama maç önü yapılan programları izleyememiş ve o heyecanı kaçırmıştım. tabii akıllı telefonlar falan da olmadığı için maç öncesi tamamen dış dünyadan izoleydim.
  • 61
    babam işten izin aldıktan sonra beni okuldan almıştı. sonra ailecek görüştüğümüz, polis olan bir yakınımızın bize katılmasıyla beraber bir büyük markete uğranıldı ve akşam için alışveriş yapıldı.* ankara, gölbaşı polis lojmanlarında bir evde, balkonda yakılan mangal eşliğinde maç kritikleri başladı tabi hemen. ben çocuk aklımla ve heyecanımla "overmars çok iyi oyuncu tutamazsak yanarız. fifa'da en hızlı koşan. petit, çok konuşur, pislik yapar." tarzındaki bilgilendirmeleri yaptım ve "hadi ya valla bravo" ve "abi bu çocuk ileride gazeteci olur" gazlamaları eşliğinde, büyük bir heyecanla maç saatini beklemeye koyuldum. elime geçirdiğim bir tomar a4 kağıt ve kalem eşliğinde kendimce kadrolar kuruyor, maçı adeta önceden kafamda oynuyordum. derken maç başladı ve hepimizin bildiği mutlu son ile sona erdi. gece sonuna dair unutmayacağım iki şey ise, polis lojmanlarında duyduğum silah sesleri ve eve dönüş yolunda istisnasız tüm radyolarda çalan galatasaray marşlarıydı.
  • 76
    garip bir şekilde bizim evde trt kanalları çekmezdi. yani diğer kanallarda sıkıntı olmazdı ama trt kanalları çekmezdi. genelde tam tersi olur, trt kanalları çeker diğer kanallar çekmez. bizim ki tam tersiydi. ben de maçı izlemek için arkadaşımın evine gittim. hakan şükür'ün kayarak direkten dönen şutunun olduğu dakikalarda arkadaşımın dedesi arabayla kaza yapmış. küçük bir kaza ve dedesi hala yaşıyor fakat benim için o evden çıkmam anlamına geliyordu. açıkçası o zaman kazayı da çok umursamadan onlar olay yerine giderken ben de amcamlara gittim. amcamlar da uyumuşlardı fakat ben televizyonu açtım ve maçı izledim. ne yazık ki onların da trt 1 çok iyi çekmiyordu fakat taffarel'in kurtardığı şutu görmeme yetti. (bkz: 30 eylül 1998 galatasaray athletic bilbao maçı/#2985911) burada bahsettiğimgheorghe hagi'nin athletic bilbao'ya attığı goldeki abartıyı bu sefer de taffarel'in kurtarışında yapıyor ve arkadaşlarıma rakip topa vurduğunda diğer direk dibindeydi oradan uçtu diyerek anlatıyordum. galiba trt kötü çektiği için öyle görüyor ya da yatınca o şekilde hayal ediyordum. :)

    en sonunda penaltılarla kazanınca evden sessizce çıkıp kendi evimize gittim, rahat ve huzurlu bir uyku çektim. bilemezdim ondan sonra tekrar böyle bir başarı elde edemeyeceğimizi.
  • 18
    maç penaltılara kalınca, ekrana bakamayacağımdan saldım kendimi sokağa. dışarısı çok sesizdi sadece televizyon sesleri duyuluyordu. yokuş yukarı çıkarken manavda ilk penaltıyı izlemeye başladım, ergün ilk penaltıda golünü attı. yola devam edeyim dedim ama ayaklar izin vermedi, davor suker'in penaltısı direklerle dans edip dışarı çıkınca heyecandan yukarı doğru koşmaya başladım. ikinci penaltıları karagümrük stadı yanındaki otobüs durağının yanında polis telsizinden dinledim, hakan attı onlarda kaçırmadı bu sefer. ben daha da heyecan yaptım ama bu anlara daha fazla tanıklık edememezlik yapamayacağımı anladım ve tekrar uğurlu gelen manav amcanın yanına gittim. üçüncü penatlı ümit attı, vierra dağlara taşlara vurdu. atarsak kazanıyorduk, totem sırası gereği bu penaltıyı da izlememem gerektiğinden eve doğru yokuş aşağı depara kalkmıştım. içimden haydi millet camlara, balkonlara, sokaklara çıkın haykırın da gol olduğunu anlayayayım diyorken dileklerim gerçek olmuşçasına tüm istanbul bir anda inlemeye başladı sonrasını hatırlamıyorum.
  • 39
    küçüktüm, 8 yaşındaydım. evin koridorunda bütün gün bu maçı kendi aramızda oynamıştık abimle. abim galatasaray'dı ben arsenal. bilerek yenildim hep, akşam da galatasaray kazansın diye. nitekim top oynamanın da ayarını kaçırdığımızdan yorgunluktan uyuyakaldım. maçı seyredemedim anlayacağınız. futbol oynarken top ayağına geldiğinde hagi, hagi diye bağıran hakan abi'miz vardı mahalleden. ondan öğrendim ne kadar büyük bir şey başardığımızı.
  • 80
    yaş 13'tü. o gün ve sonrasında okulda ders yaptık mı inanın hatırlamıyorum. hayat durmuştu. kantinde bi lavuk moral bozuyordu; 5 milyonuna iddiaya girerim kaybedeceksiniz dediğini hatırlıyorum. henry, bergkamp, overmars falan düşününce de acaba mı dedirtiyordu.

    akşam haberlerinde, kopenhag'da ingilizlerle bizimkilerin meydan savaşı gibi sokak çatışmalarını izliyorduk. maç öncesinde zaten milli bir davaya dönüşmüştü. tüm ülkenin böylesine tek vücut olmasının sebebi, leeds ve arsenal maçı öncesi çıkan olaylardır bence. maç günü eve geldikten sonra birkaç saat maç önü yayınlar izlendi. parken stadyumuna bağlanıldığında, formamızı sahada gördüğümde, oyuncuların sahaya çıktığı anda heyecandan, gerilimden titrediğimi unutmuyorum. korkunç bir gerilim birikmişti. buraya kadar getirdiysek kazanmak zorundayız, kaybetmeye dayanamam diyordum sanırım. ve inanın o maç 120 dakika değil 120 gün gibi geçti. keown, overmars, henry, kanu'nun kaçırdığı pozisyonlar; arif'in kaçan şutu, direkten dönen toplarımız, hakan şükür'ün son dakikada frikiği kullanması ve arkasından hagi'nin sövercesine bakışı, hagi'nin kırmızı kartı, bülent'in kolunun bandajlanması, penaltı atışları, fatih terim'in dizlerinin üstüne çökerek ağlaması...

    babamın da başını ellerinin arasına alıp penaltı atışlarını izleyemeyediğini hatırlıyorum. viera'nın kaçırdığı penaltı, tanrı bizim almamızı istiyor haykırışı, popescu'nun abanarak topa vuracağını görünce ulan kaçırır mı acaba endişesi...

    penaltı atışlarında popescu'nun golünden sonra bir süre kendimde değildim. o ara noldu hatırlamıyorum; röportajları falan kaçırdım sanırım.

    yani hemen hemen çoğu anı hala dün gibi aklımda. insan hayatının en güzel gününü nasıl unutur ki?
  • 16
    12 yaşımdaydım. babam ve abimlerle birlikte maçı izliyorduk. maç bitti kupayı aldık. babam tam o anda bizim apartmanın terasına yöneldi elinde kalaşnikof ile. havaya ateş etmeye başladı. sadece babam ateş etmiyordu diğer apartmanlardan da silahlarına yönelenler oldu. ben ise babamın içindeki magandayı tanıdım. neyse ki sonra ki yıllarda böyle bir görüntüyle bir daha karşılaşmadım. adam resmen psikopata bağladı. yüce isa korumuş bizleri...
  • 77
    aynı gün evde teyzem de vardı. 5 kişiyiz yani. teyzem ve kardeşim küçük odada, babam ve annem salonda izliyordu. herkes galatasaray'ı tutuyordu bunu çok net hatırlıyorum. babam fenerli bu arada.
    10 yaşındaydım. ben heyecandan salon ve oda arasında koşturarak izliyordum.

    penaltı atışlarını yerde izlemiştim. kazanınca babam camlardan ve balkondan uzak durmamız için bizi uyarmıştı bunu da çok net hatırlıyorum. çok güzeldi.

    tekrar olsa aynı hisleri muhtemelen yaşamam. her şey zamanında güzel, maalesef galatasaray da öyle.
App Store'dan indirin Google Play'den alın