80
yaş 13'tü. o gün ve sonrasında okulda ders yaptık mı inanın hatırlamıyorum. hayat durmuştu. kantinde bi lavuk moral bozuyordu; 5 milyonuna iddiaya girerim kaybedeceksiniz dediğini hatırlıyorum. henry, bergkamp, overmars falan düşününce de acaba mı dedirtiyordu.
akşam haberlerinde, kopenhag'da ingilizlerle bizimkilerin meydan savaşı gibi sokak çatışmalarını izliyorduk. maç öncesinde zaten milli bir davaya dönüşmüştü. tüm ülkenin böylesine tek vücut olmasının sebebi, leeds ve arsenal maçı öncesi çıkan olaylardır bence. maç günü eve geldikten sonra birkaç saat maç önü yayınlar izlendi. parken stadyumuna bağlanıldığında, formamızı sahada gördüğümde, oyuncuların sahaya çıktığı anda heyecandan, gerilimden titrediğimi unutmuyorum. korkunç bir gerilim birikmişti. buraya kadar getirdiysek kazanmak zorundayız, kaybetmeye dayanamam diyordum sanırım. ve inanın o maç 120 dakika değil 120 gün gibi geçti. keown, overmars, henry, kanu'nun kaçırdığı pozisyonlar; arif'in kaçan şutu, direkten dönen toplarımız, hakan şükür'ün son dakikada frikiği kullanması ve arkasından hagi'nin sövercesine bakışı, hagi'nin kırmızı kartı, bülent'in kolunun bandajlanması, penaltı atışları, fatih terim'in dizlerinin üstüne çökerek ağlaması...
babamın da başını ellerinin arasına alıp penaltı atışlarını izleyemeyediğini hatırlıyorum. viera'nın kaçırdığı penaltı, tanrı bizim almamızı istiyor haykırışı, popescu'nun abanarak topa vuracağını görünce ulan kaçırır mı acaba endişesi...
penaltı atışlarında popescu'nun golünden sonra bir süre kendimde değildim. o ara noldu hatırlamıyorum; röportajları falan kaçırdım sanırım.
yani hemen hemen çoğu anı hala dün gibi aklımda. insan hayatının en güzel gününü nasıl unutur ki?
akşam haberlerinde, kopenhag'da ingilizlerle bizimkilerin meydan savaşı gibi sokak çatışmalarını izliyorduk. maç öncesinde zaten milli bir davaya dönüşmüştü. tüm ülkenin böylesine tek vücut olmasının sebebi, leeds ve arsenal maçı öncesi çıkan olaylardır bence. maç günü eve geldikten sonra birkaç saat maç önü yayınlar izlendi. parken stadyumuna bağlanıldığında, formamızı sahada gördüğümde, oyuncuların sahaya çıktığı anda heyecandan, gerilimden titrediğimi unutmuyorum. korkunç bir gerilim birikmişti. buraya kadar getirdiysek kazanmak zorundayız, kaybetmeye dayanamam diyordum sanırım. ve inanın o maç 120 dakika değil 120 gün gibi geçti. keown, overmars, henry, kanu'nun kaçırdığı pozisyonlar; arif'in kaçan şutu, direkten dönen toplarımız, hakan şükür'ün son dakikada frikiği kullanması ve arkasından hagi'nin sövercesine bakışı, hagi'nin kırmızı kartı, bülent'in kolunun bandajlanması, penaltı atışları, fatih terim'in dizlerinin üstüne çökerek ağlaması...
babamın da başını ellerinin arasına alıp penaltı atışlarını izleyemeyediğini hatırlıyorum. viera'nın kaçırdığı penaltı, tanrı bizim almamızı istiyor haykırışı, popescu'nun abanarak topa vuracağını görünce ulan kaçırır mı acaba endişesi...
penaltı atışlarında popescu'nun golünden sonra bir süre kendimde değildim. o ara noldu hatırlamıyorum; röportajları falan kaçırdım sanırım.
yani hemen hemen çoğu anı hala dün gibi aklımda. insan hayatının en güzel gününü nasıl unutur ki?