tartışmasız, açık ara nba'dir. nba'in yanında euroleague, şampiyonlar ligi yanındaki ptt 1. ligdir; süper lig bile değildir. galatasaray oynamasa oturup 1-2 maç dışında izlemem. o kadar söyleyeyim.
nedenleri;
1) nba'de uygulanan kurallar rekabeti her zaman belirli bir seviyede tutar. euroleague'de ise bırak rekabeti belirli bir seviyede tutmayı, alenen kayırılan takımlar vardır ve kurallar belirsizliği hakimdir, bunun sonucunda da rekabet yoktur, arada sürpriz yapan takım vardır.
nba'de ne gibi kurallar var?
salary cap vardır mesela. takımların verebileceği maaşın üst sınırı bellidir. bu sınırı aştıklarında aştıkları oranda ekstra vergiler öderler. bu takımları çok zorlayan bir şeydir. "abi lakers'a dokunmaz ya." diye düşünebilirsiniz, öyle değil. çok büyük bir yük getirir. haliyle lakers da, celtics de, raptors da benzer bütçelerle oynarlar. euroleague'de ise böyle bir şey yoktur. bir yanda yüksek bütçelerle kurulu real madrid, cska varken diğer yanda bizim gibi çok kısıtlı bütçeleri olan takımlar vardır.
bir diğer mesele draftta bir önceki sezonun sonuncusunun draftın en iyi oyuncusunu seçmede en yüksek şansa sahip olması. bazı takımlar sırf bu yüzden lotaryaya yatarlar. yani normal sezonda hiç kasmazlar. mümkünse sıralamada sonuncu olurlar. her sezon drafta girecek oyuncular ve seviyeleri aşağı yukarı bellidir. zayıf takımlar o sezon drafttaki oyunculara göre draftlara yönelirler. 2003 draftına kadar epey bir süre adı anılmayan cavaliers lebron'u seçiminden sonra tekrar gündeme gelmiştir. final oynamıştır, her sezon başa oynamıştır.
takaslardaki kurallar, vs... birçok şey nba'de takımlar arasında bir denge oluşturmuştur. elbette doğru gm hamleleriyle, şehrin etkisiyle ön plana çıkan takımlar olmuştur. lakers, celtics, spurs, bulls, vs... ama 16 şampiyonluğu olan ve bu alanda 2. olan lakers 2 sezondur lotaryaya yatıyor. playofflara bile giremedi. yine geçen sene olması lazım hem celtics hem de lakers normal sezonu konferanslarında sonuncu ya da sondan ikinci sırada falan bitirdiler. celtics de 17 şampiyonlukla 1. dir bu konuda. bir zamanlar estiren bulls, rose'a kadar geçen dönemde hiçbir şey yapamadı. 80'lerin sonunda ya da fazla uzağa gitmeyelim; 2004'ün bad boys'u pistons ortada yok kaç senedir. gsw çıktı mesela bu gsw 9 sene önce 8. sıradan playoff yapınca seviniyordu. bu örnekler uzatılabilir. ama euroleague'de son 10 yılın f4'lerini yazsak ortaya çıkacak tabloda farklı takım ismi çok az olacaktır. onlar da muhtemelen bir şekilde parayı bastırmış
* ya da iyi bir jenerasyon yakalamış bir takımdır.
gelelim euroleague'nin adaletsiz uygulamalarına... bir kere en başta katılım kuralları bile başlı başına skandal. a lisans diye bir şey var, neye göre verildiği belli değil. eurocup'u kazanıyoruz, ertesi sene el'de oynayacağımız hala muallak. fenerbahçe'nin el'de bir başarısı yoktu 2 sene öncesi için düşünürsek. ligde de bırak şampiyonluğu, finale bile çıkamadıkları seneden sonra bile gittiler. wildcard diye bir şey çıkarmışlar; kafalarına göre takım alıyorlar. sponsor kimi desteklerse, işlerine hangi takım gelirse... maçlarda dönen kayırmaları saymıyorum. sonuç olarak, el'de f4'e kimin kalacağı sene başında az çok herkesin söyleyebildiği bir şey oluyor.
2) nba'deki oyuncu kalitesi çok daha üst seviyededir. bunu uzun uzun yazmaya gerek yok ama bir örnek üzerinden açıklayayım. spanoulis el için mükemmel bir oyuncudur, rakipsiz diyebiliriz belki de skorerlik anlamında. spanoulis'in rockets günlerini kaç kişi biliyor? rockets'in pg'ye çok ihtiyacı olduğu dönemlerde oynamasına rağmen tutunamamıştır. buna benzer çok örnek vardır.
3) nerden çıktı, kim çıkardı bilmiyorum ama tutturulmuş bir el'de basketbol daha taktik oynanıyor, nba'de taktik yok diye. normal sezonun bazı maçları dağınık oynanıyor gibi gözükse de playoffları izleyenler asıl taktiğin ne olduğunu bilirler. celtics'in savunması, lakers'ın üçgen hücumu, celtics-lakers serileri, bad boys savunması, spurs'ün adım attırmaması, spurs-pistons serisi, spurs'ün pas oyununda makineye bağlaması, gsw'nin 3 sayı atan oyuncuları bu kadar effektif kullanabilmesi, vs... hakkını yemeyelim; el'de de bazen müthiş taktik oynanan maçlar oluyor. mesela 2 sene önce olması lazım, bir oly-pana maçı oldu maç sonuna kadar ne spa ne dd adım atamadı. ama nba'de de en az o kadar taktik vardır, hele playofflarda. yapılan atletik hareketler mi basit gösteriyor bilmiyorum ama onlar da çizilen özel setler sonrası öyle kolayca yapılıyor.
hatta tam aksine el'de taktik daha azdır. mesela el'nin bug'u atletik uzunlardır. olympiakos yıllardır bunun ekmeğini yemektedir. pathway, dunston, vs... nba'de ise bu atletik uzunların ağa babası dwight howard vardır, sadece 1 sezon dışında hiç ön plana çıkamamıştır. el'ye gelse eminim 35 sayı-20 ribaund ortalamasıyla oynar. nba'de şu an yüzüne bakan pek yok mesela.
4) nba'de playoff statüsünün daha geçerli olması. bilmeyenler için söyleyeyim; nba'de ilk başta 82 maç oynanır. normal sezondur bu. doğu ve batı konferansları vardır. doğu ve batıda ilk 8'e giren takımlar kendi konferansları içinde 1-8, 2-7, 3-6, 4-5 şeklinde eşleşirler ve maksimum 7'şer maç üzerinden seriler oynanır. 4 galibiyete ulaşan takım tur atlar. bu finalde de ilk turda da böyledir. el'de ise ilk başta bir grup aşaması vardır. daha sonra top16 tekrar grup şeklindedir. sonra top8'de 3 galibiyete ulaşan takım f4'e kalır. ama o da ne? f4 tek maç üzerindendir. hatta final de tek maç üzerindendir. açıkçası top16'daki ve öncesindeki maçları kimse sallamıyordur zaten. hadi 7 maç yapamadın, yerel ligler dolayısıyla o zor oldu ama bak ne güzel 3 galibyete ulaşan f4'e yükseliyor, yapsana f4 ve finali de 3 maça ulaşan kazanır diye. asıl önemli maçlarda maç sayısını azaltmak garip.
5) başka bir nokta daha; avrupa takımları daha çok ateşli. tek üstün olduğu nokta olabilir. ama şunu kabul edelim; el'de de galatasaray, kızıl yıldız, pana, oly gibi takımları çıkarınca sağlam tribünler yok. özellikle bizim abdi ipekçi tüm nba takımlarının salonlarını ayrı ayrı katlar ama nba'de de hiç azımsanacak seviyede değil bu salon meselesi. tabi yine bu playofflarda ortaya çıkar.
ama her savunmada "defence" diye bağıran taraftar da iyi. atağa kalkarken arkada piyano sesi de güzel bence.
daha şimdi yazmaya üşendiğim birçok nokta var, unuttuğum noktalar da vardır elbette. euroleague çok çok büyük eksikleri olan, şu haliyle çok başarısız bir organizasyondur. galatasaray var diye takip ediyoruz işte. yoksa çekilir dert değildir. ama yine de galatasaray dışı etkenlerden de sayacak olursak; spa, dd gibi adamlar bu ligi izlenir yapıyor bir miktar.
nba ise basketbolun en üst seviyede oynandığı ligdir. gerek oyuncu profili gerekse nba-euroleague arasındaki organizasyon farkı dolayısıyla el'den nba seviyesinde maçlar beklemiyorum. ama en azından şu katılım kurallarını objektif hale getirebilirler, katılım bütçelerini düzenleyebilirler. adil bir lig, rekabeti ve izlenebilirliği artıracaktır. ben her sene ya ligde ya da el'de ec'de başarılı olan galatasaray'ın bir sonraki sene el'de oynayıp oynayamayacağı konusunda şüphe duymak istemiyorum. haksızlığa uğramak istemiyorum. miras değil, alın teri olsun istiyorum. sponsor desteğiyle el'ye wildcard alan takımlar değil, bileğinin hakkıyla ülkesinde o sene final oynayan takımın gitmesini istiyorum.
el'nin bunlara çözüm bulması lazım önce. daha sonra oynanan basketbolun seviyesi otomatik olarak artacaktır zaten. ha nba'de taraflılık yok mu, elbette var. kollanan takımlar ve oyuncular her zaman olmuştur ama hiç el'deki kadar bariz ve sonucu etkileyecek kadar olmamıştır.
o değil de nba'i de ne zamandır takip edemiyorum, çok özlemişim lan. geçmişten örnekler verirken sohbet ediyormuş gibi hissettim. nba'in de eski tadı yok tabi. 8-9 sene önceki t-mac ve yao'lu rockets, o 4-3 biten utah serisi
*, kobe-gasol'lü lakers
*, nash-marion-stoudemire'lı suns, spurs, suns-spurs çekişmesi, 67-15'lik mavs'ı eleyen davis'li gsw, vs...
özledik amk.