• 376
    sanki kadıköy'de deplasman tribününde oturuyoruz, maça daha 2 3 saat var, hepsi kafamıza dönük ses sisteminden bangır bangır " alem biliyor adam değilsin" çalıyor...

    hatta sanki böyle sene 2005-2010 arası falan, 3 fark garanti gerisi de sürpriz olmaz bir hava. ama yine de gitmişiz bekliyoruz...

    benim ömrüm sanırım 12 mayıs 2012 ya da 23 şubat 2020'ye yetmeyecek gibi ve bu bilinç beni dönem dönem böyle darmadağın etmeye devam ediyor.

    büyük takımlar kupalarla, küçük takımlar büyük takımları yenmeleriyle övünür muhabbetleri yine dönüyor ama bizim müzede pek bir kupa da yok gibi. olanlar da sanki enflasyonda değer kaybetmiş un ufak olmuş...

    --- alıntı ---

    ...adın çıkmış bir kere, kimi aklıyorsun sen...

    --- alıntı ---
  • 377
    annemin 6 aydir kazandigi butun parayi hastaliginin tedavisi icin karinca misali biriktirdigi sma tip-1 hastasi fikret asim bebek bugun bobreginin birisi iflas etmiş, kalcasi yerinden cikmis ve butun yediklerini kusuyormuş. az once annesinin yurek parcalayan videosunu izledim butun keyfim iyice kacmis durumda.

    tedavisi icin yaklasik 28.000.000 tl'nin %66,6'u toplandi fakat kalan %33,4'luk dilim henuz toplanmadigi icin tedavi olamiyor gunahsiz bebek.

    2023'ten tek dilegim bu bebişin sagligina kavusmasi sozluk.

    edit: sozluk kurallarini tam bilmedigim icin valilik onayli iban bilgilerini eklemedim.

    https://instagram.com/...?igshid=YmMyMTA2M2Y=
  • 380
    belki bana büyük kötülükleri dokundu, belki bana affedilmeyecek şeyler yaptı ama ilkti. toydum, tecrübesizdim. posta koyamadim, kendimi çok ezdirdim. bu böyle 3 sene sürdü, 3 seneme mâl oldu bir şeyler. ama kusursuz, ideale yakın, mutluluktan havalara uçtuğum 3 haftalık bir sürecimiz vardı. o 3 haftalık süreci dusunerek geçireceğim önümdeki birkaç günü. faydası var mı? yok. barışacak mıyız? hayır. peki ben bir mal mıyım? evet öyleyim.
  • 381
    ha birde; bu uyku düzeni sorunum ne zaman çözülecek, kendime bu soruyu sormaktan çok yoruldum. mental olarak bitmiş durumdayım. çözüm belli, çözümü yerine getirmesi gereken kişi ise kafaca intihar etmiş sanki. yok gibi. hiçbir şey yapmadan yorgun olur mu bir insan? gece 12'de girdiği yatağında sabahın bu saatinde anca uykuya dalan adamdan ne hayır gelir? sınava 150 gun kaldı, çalışması gereken ve derece kovalayan adam ne yapıyor peki? bu saatte anca uykuya dalıyor ve öğlen 1'den önce uyanmıyor. ailesiyle oturup çay içmeye utanan, anasının babasının yüzüne bakmaya çekinen biri olma yolunda hızla ilerliyorum. bravo bana, aferin aynadaki kişi. devam et böyle, bir gün kafayı kırıp camdan atacaksın kendini diye çok korkuyorum.
    -aynadaki kişi.
  • 382
    ben ki uzun ve güzel yazabiliyor diye sözlük popisi olmuş adamım, allah'ın cezası iki kelimeyi dahi bir araya getiremediğim için tek kelime konuşmamış ama birbirine öfkeyle bakar haldeyiz.

    kimi sevdiysek başkalarıyla yaşadıkları şeyler önümüze engel olarak çıkıp duruyor...

    bu karanlığın sonu hiç gelmeyecek. biliyorum ama her seferinde daha çok öğreniyorum...
  • 383
    böyle bir sayfa olduğundan haberim yoktu. bu sözlüğe futbol dışında ilk defa birşey yazıyorum.
    her insanın başına hayatının bir döneminde beynin asla olmayacağını düşüneceği şeyler gelebiliyor.

    5 yıl önce babam vefat ettiği zaman beynim uzun bir süre bunun gerçek olduğuna inanmadı. muhtemelen büyük bir şok geçirdi. her eve uğradığım zaman hala babamın evde olduğunu düşünüyordum uzun bir süre. asla bu durumdan kurtulamayacağımı zannediyordum. sonra zamanla düzeldi beynim. hala babamı özlüyorum ama normal hayatıma dönebildim.

    herkese olduğu gibi çok eskiden çok sevdiğim bir insandan ayrılmıştım. herkes gibi bende bir daha asla bu sekilde sevmeyeceğimi düşünüyordum. sonra yine düzeldi beynim. normal hayatıma dönebildim. başka insanları da o insandan daha fazla sevebildim. önemli olan zaman. gerisini beyniniz hallediyor zaten.

    sözcüklerin, kelimelerin acıları hafifletecek hiçbir etkisi yok. bunu biliyorum. fakat sadece beynin bu durumları delirmeden atlatabilmek için nasıl çalıştığını anlatmak istiyorum.

    sağlıklı bir beyin sürekli başıma kötü bir şey gelecek diye düşünmez. yani sevdiklerime bir şey olacak ya da sevdiğim kız benden ayrılacak gibi. panik atak olan sürekli başıma bir şey gelecek diye tedirgin olan insanlardan bahsetmiyorum. sağlıklı bir beyinden bahsediyorum.
    o yüzden birisini kaybettiğiniz zaman ya da kız arkadaşınızdan ayrıldığınız zaman beyninizin şok geçirmesi çok normal bir durum. çünkü beynin, sağlıklı bir şekilde hayatını devam ettirebilmen için sana bu olasılıkları hatırlatmıyor. sürekli birisi ölecek şu olacak bu olacak diye aklına gelse delirirsin. beyin o yüzden kendisini koruyarak bunları bilinçaltına atıyor. bilincine çıkartmıyor.
    birisini kaybettiğin zamanda böyle bir durumu hiç beklemediğin için büyük bir şok geçiriyorsun. bu durumda normal. senin sağlıklı bir beyne sahip olduğunu gösterir.
    bu şoku geçirdikten sonra bilmen gereken şu. beyin yine kendisini korumak isteyecek ve bu durumu unutup bilinç altına atmak isteyecektir. bazı zamanlar kaybettiğin insanı çok özleyebilirsin. bu durumda da sorun yok. bu durumlar da sönme patlamasıdır. sönme patlamaları ise acıyı unutmaya en yakın zamanlardır.
  • 384
    hayatta en korktuğum şeyle, neredeyse tüm ailemi benden alan o illet hastalıkla yüzleşeli tam 37 gün oldu.

    önce all lösemi dediler, hemen sonrasında evre-4 folüküler lenfoma teşhisi koydular. tam 13 gece 9 eylül üniversitesi hastanesi hematoloji bölümü kök hücre servisinde izole olarak yattım.

    kemik iliği biyopsileri, lenf disseksiyonları ve elbette akıllı ilaç- kemoterapiler uygulandı. delik deşik oldum, saçlarım döküldü. hala daha kızımla konuşurken bile boğazım düğümleniyor.

    uzunca bir süre tedavim devam edecek; başarabilir miyim bilmiyorum ama bu virajı dönersem bambaşka biri olacağım kesin.

    o nedenle ufak tefek şeyleri kendinize hiç dert etmeyin. kim bilir kimlerin ne dertleri var…

    (bkz: poena/#2605519)
  • 385
    biraz da ben ağlayayım;

    - lütfen şu ekonomimiz az düzelsin, alım gücümüz biraz artsın (çok artmasını zaten beklemiyorum ve dünya gözüyle görebileceğimi sanmıyorum).
    - keşke siyasal islamın pençesinden hızlı bir şekilde kurtulup, atatürk ilke ve inkilaplarına tekrar sarılabilsek doya doya. nasıl özledim tarif edemem.
    - o kadar istiyorum ki yasaklarla bir şeyin çözülemeyeceğini insanımız (özellikle de ülkeyi yönetenler) kavrayabilse. x sitesini engelliyorsun ama girilebiliyor mesela. o ulaşmasını istemediğin kitle cayır cayır girerken, geri kalanlar da zaten girmemeyi tercih eden üç beş kişi. ek olarak, yasakların her zaman ilgiyi katlayarak artırdığı gerçeğinin gözardı edilmemesi dileğiyle.
  • 386
    bir süredir yazamadım. genelde zaten kendi halinde takılırdım sözlük. iyi haberler yazabilsem düşünmezdim. deprem günleri herkesin içi bin parçayken biraz toparlamak isterdim ama olmuyor, olmadı.

    senelerdir aşırı dikkatli araç kullanan babam, cumartesi annemle beraber emeklilikleri için aldıkları evi tek başına ziyaret ederken bir kaza geçirip şarampole yuvarlanmış. doktor dikiş atmış, tomografisi temiz çıkmış sözde, eve yollamışlar. pazar günü evde düşüp kalmış, müdahale etmişler bir saat acil, kurtaramamışlar. iç kanama geçirmiş.

    ben iki hafta önce yurt dışına çıktım, kendimi adadığım alana yönelmek için. kazadan habersiz, karnavaldaydım burda. maskeli, şen şakrak, meraklı insan kalabalıkları. değişime gelen öğrenciler. şovlar.

    bir yandan da galatasarayımızın zaferleri, maç kaçırmadan izlediğimiz zaferler babamla.

    sabahına annem ağlamaklı aradı, kaza geçirdi deyince acilden arıyorlar sandım, meğer olay onu çoktan geçmiş.

    ertesi sabaha da zaten herkese malum olan felaketlerle uyandık. annemin ve babamın, nice akrabamızın memleketleri tuzla buz olmuş. yakınlardan haber aldık ama uzak akrabalar var, enkazlarına ulaşıldı mı bilemediğimiz. babamız o kadar iyi bir insanmış ki nicesi de peşinden gitmiş mi diyeyim, ne diyeyim, ne konuşayım bilemiyorum. herkesin başı sağ olsun, umarım gittikleri yerde buradan daha mutlu olurlar.

    burada ev arkadaşlarım çok yardımcı oldular sağ olsunlar. hayvanlarını beslemeye gittik haberi aldığımın akşamı. midilliler ve eşekler, o kadar huzurlu bir şekilde yediler ki yemlerini, imrendim o barışa.

    uçuşlar iptal, günler geçtikçe bulanıklık artıyor mu azalıyor mu belli değil. cenazeye zaten yetişemedim, akrabalar ve meslektaşlar yardımcı olmuşlar, komşular ilgilenmiş.

    annem kanser hastası. yazın öğrendik, kolonundan ameliyat oldu. kemoterapiye başladık derken karaciğerine sıçramış. aralık başında da onun ameliyatını oldu, hala patoloji sonuçlarını bekliyoruz. istifalar olmuş, koca hastanenin laboratuvarında insan kalmamış herhalde. her şeyiyle babam ilgileniyordu bire bir, beni bile yolladılar dışarı içlerindeki umut olarak. yaparsın sen diyordu babam, 13 yaşında istanbul'da yatılıdan daha mı zor demiştik. annem zaten beni hareket halinde görmeyi çok istiyor.

    bir de lisede kardeşim var, içine attıkça çelik gibi sinirleri ne kadar dayanır belirsiz. dilerim ki resimleri ve çizimleri ayakta tutacak, ben de yazılara sığınacağım ama kaçmadan, yüzleşerek yapmak zorundayım bunu. telkini kolay, takibi zor...

    o morali düşürmemek lazım, düşmemek lazım.

    sağlıklı, mutlu günler ve hatıralar diliyorum sevdiklerinizle.
  • 388
    sevgili sözlük, hayatta en değer verdiğim insanlardan birini, can dostumu, kardeşimi, 25 yıllık arkadaşımı eşi ve iki çocuğuyla* birlikte 6 şubat depreminde kaybettim...

    sözün bittiği yerdeyim...

    yarın sabah adana'ya cenazeye gidiyorum. ilk haber geldiğinde gözyaşlarımı tutamadım yarın cenaze yerinde nasıl olurum bilmiyorum. an itibariyle beynim dondurulmuş gibi şu an... çok zor çok...
  • 389
    lisede bir kız vardı benden bir üst sınıfta. çok güzel gülümserdi. hep hayranlıkla ve aşkla onu izlerdim. benden büyük olduğu için konuşmalarımızda hiç bir şey belli etmezdim ve o mezun olana kadar böyle devam etti.
    sonra öğretmen oldum. yaklaşık 15 yıl sonra öğretmenlere verdiğim bir hizmet içi eğitimin ilk günü sınıfa girdiğimde karşımdaydı. evlenmiş iki çocuğu olmuştu. o eğitimde her boşlukta sohbet edip lise günlerini yad ettik. lisede senden çok hoşlanıyordum dedi. boğazım düğümlendi ben de diyemedim. evliydi sonuçta artık.
    sonraki yıllarda hep telefon ile görüştük ve çok iyi iki arkadaş olduk ama hiç yüz yüze gelemedik. bir kaç ay önce ankara'ya taşınmayı düşündüğünü yazın ev bakacaklarını söyledi. son konuşmamızdı.
    deprem sonrası telefonu hiç açılmadı. adını twitter'da yardım çağrıları arasında korkarak arattım. enkaz altında kalmıştı ailesi ile birlikte. arama çalışmaları üçüncü gün başladı o binada. her şey için çok geç olduktan sonra. eşi ve çocukları ile birlikte göçtü gitti. melek arkadaşım benim.
  • 390
    en son 3 yil önce babami kaybettigimde benzer duygular içerisindeydim. sanki artik dünyada hiç bir $eyden zevk alamayacak gibiydim. evet, geçecek biliyorum ama enkaz altindaki kizinin elini bir dakika bile birakmayan baba gözümün önünden gitmiyor. futbol, mutbol umrumda degil. yeyip, için ak$am enkaz altindan bilmem kaçinci saatte çikan insanciklarin haberlerini izleyip teselli bulmaya çali$iyorum. ya$adigimiz acinin bir tarifi yok.
  • 391
    hüzünlü bir gündü bugün benim için sözlük. bir arkadaşımın 12 gün sonra enkazda vefat haberini aldım. bir umut beklemiştik ama olmadı. iş için gitmişti kahramanmaraş’a. işe gireli de birkaç ay olmuştu. çok heyecanlıydı, kim bilir anlatmadığı ne hayalleri vardı. senelerce okudu, dirsek çürüttü, stajdı, oydu, buydu derken nihayet işine girmişti. fakat ecel onu depremde yakaladı. istanbul’da ikamet etmesine rağmen birkaç günlüğüne gittiği yerde vefat etmesi de çok daha üzücü bir durum. allah rahmet eylesin, mekanın cennet olsun arkadaşım.
  • 393
    insan kimseye anlatamayınca yazmak istiyormuş. en azından 90 senesinde veya daha öncesinde doğan çoğu insanın olduğunu tahmin ettiğim gibi, şimdiki neslin belki tramva diye adlandırdığı ama bizim neslin normali olan baba oğul ilişkisinden ötesi olmadı babamla aramızdaki ilişki. buradan yanlış anlaşılmasın, abimler yemiştir ama ben pek dayak yememişimdir babamdan, çalışkandım, efendiydim yaramazlıklarımız olduysa da gizlemesini bilenlerdendim. ama bir hafta sonu oturup bir aktivite yapmamışızdır, beraber gezmeye gitmemişizdir veya oturup evde iki lafın belini kırmamışızdır. hatta son yıllarda sürekli hatırlattığım şu sıralarda yüzüne en azından bir tebessüm kondurmak adına dokundurduğum, bir iftarda annem olmadan abimlerle beni bir iftara götürmesi vardır ki bu hangisi olduğunu hatırlamadığım bir galatasaray maçının olduğu zamana tekabül eder. olay otobüsle son dakika yetiştiğimiz ve oturduğumuz mantıcıdan hemen birer tabak mantı yiyip maça yetişebilmek adına oraya gitme amacımız olan iftar etkinliklerini yok sayıp apar topar geri dönmemiz üzerinedir. koyu galatasaraylıdır; gençliğinde statta bir gece öncesinde yatangillerden, taraftar kavgalarında karakola düşengillerden. genelde akşam işten geldiğinde veya tatillerde ailesi ile vakit geçirmek yerine arkadaşları ile kahvehanede vakit geçirmeyi tercih etmiştir. ama benim ona sevgim ve saygım hiç değişmedi sözlük. tabi bunlar benim yaş belli bir kemale erdiğinde fark edebildiğim ya da kendime itiraf edebildiğim şeyler. aramızdaki bu mesafe lise, üniversite zamanlarında belki daha da arttı. ona olan sevgim saygımla beraber delikanlılık işin içine girince para istemeye de çekinir olduk, sanki almadan bir halt yiyebilecekmişiz gibi. dolayısıyla işi valide hanım üzerinden, onu da yine istemeyerek de olsa belli ederek ilerlettik;
    -paran var mı?
    -var anne?
    -kaç paran var?
    -5...
    -...
    babam işçiydi. biz dört erkek kardeşiz. eli de her zaman bonkör olmuştur çevresine. allah'ı var istediğimiz hiç bir şeyden de geri çevirmemiştir bizi; bizde olmaz bir şey istemezdik tabi. bize aktarabildiği en büyük şey galatasaray oldu sanırım. ha bu da yanlış anlaşılmasın, hayatımın hiç bir döneminde maddi bir beklentim olmadı babamdan. kardeşlerimin olmuştur, bunu yüzüne de vurmuşlardır ama gerek bu durum sonrası gerek onların diğer kavgaları sonrası ben o yüzü öpen demeyelim de omzuma koyan olmuşumdur, zira babayı öpmek yine çok alışık olduğumuz şeyler değildi. dediğim gibi sözlük, ben ona sevgimi ve saygımı hiç kaybetmedim.
    belirli bir yerden sonra o da pişman oldu bu durumdan. belki geç gelen emekliliğinde etkisiyle gelen boşa düşmekle ve yalnızlıkla doğrusunu görüp ailesine döndü. ama hani bir şeye ilk başladığında abartılı bir coşku yaşarsın ya, öyle. her haftayı bir etkinlikle doldurmak isteme, 500 metre aşağısında oturmama ve haftada 3 gün görüşmemize rağmen diğer günlerde telefonla 15 er dakikalık havadan, sudan, çoğunlukla galatasaray'dan sohbetler. o bana fotomaç'tan, spor kanallarından gördüğü haberleri anlatır, ben onu twitter'dan, sözlükten gördüğüm doğrulara ikna ederdim. ama tabi evlenmiştik sözlük, küçük kardeşim hariç hepimizin çekirdek aileleri olmuştu ve babamın bu isteklerinin hepsine yetişemiyorduk. ama gerek eşimin 2 yaşında kaybettiği, hiç hatırlamadığı babası sebebiyle gerekse benim kaybolan yılları bulmuş olmam hasebiyle bu taleplerine yetişmekten de keyif almıyor değildik.
    babam işçiydi sözlük. çalışma ortamını pek görmedik ama kazandığı paranın azlığını, verdiği emeğin çokluğunu biliyorduk. emekli olduktan sonra çalıştığı senelerin sebebini de biliyorduk. iki hayali vardı, umreye gitmek ve köye yerleşmek. iş hayatını bitirme kararından sonra umreye gitmek için kenarda kıyıda biriktirdikleri parayla başvurularını yaptık. şubat 2020 de annemle beraber gitmek üzere bütün hazırlıklarını yaptılar. tabi koronayı hesaba katmadılar. bunun üzerine madem bu parayı köydeki evi tadilat etmeye harcayalım diyerek ikinci hayale geçiş yaptılar. iki senede evin bütün eksikliklerini tamamladılar. ikinci hayalini belki de bu sene temelli köye yerleşerek, birincisini de kardeşlerim ile topladığımız parayla bu sene sonunda onları umreye göndererek biz gerçekleştirecektik. hem çok sevdiği oğlundan** torun haberini de almıştı. her şey yolunda gidiyordu sözlük. hem onun hem benim hayatımda...
    babam heybetliydi, kiloluydu, 140 kilo adam. baktığında sadece göbek, o da dimdik duran adamlar vardır ya onlardan. bize miras bıraktığı şeylerden birisi de budur, iri kemikler*. şöyle dört kardeş yan yana durunca korkmayacak adam pek bilmiyorum. sonra bu iri heybetli adam bir ayda 4-5 kilo verdi, iştahı kesildi. yakışıklı oldun dalgalarıyla beraber en azından sağlık ocağında bir muayene olma, kan vermeye ikna edebildik. babam pek hastaneye gitmezdi, hatta hiç hastaneye gitmezdi. belki genç yaşta kaybettiği abisi ve babasından, belki de hastanede ameliyat sonrası vefat eden ablasından dolayı. kan sonuçları geldiğinde sağlık ocağındaki doktorun da verdiği gazla "bir şeyim yokmuş ya safra kesesinde kum olabilirmiş." diye geçiştirmeye çalıştı her şeyde olduğu gibi. benim hayatta pek kimseye güvenim yoktur sözlük, araştırmayı da severim her konuda en azından bir şeyler bilmeyi de. kan sonuçları acayip bir korkuyu içime saldı. tanıdıklarla, başka şeylerle hemen bütün tetkiklerin yapılması adına hastaneye yatırdık. akabinde kore'ye gittiğimden dolayı bu iki haftalık sürecin sadece özetleri var bende. ilk önce dalak ve karaciğer arasındaki damar tıkanmış denildi. insan buna sevinir mi? çok sevindim. damar tıkanması çok basit bir şeydi. sonra siroz denildi. çok üzüldüm sözlük. ama asıl üzüntüm arkasına gelen haberle oldu. kanser. epeydir ağlamıyordum sözlük. oturdum belki 15 dakika hüngür hüngür ağladım. tabi sonradan anladık siroz denilen illete daha fazla üzülmemiz gerektiğini. arkasına gelen olmayan işlemler, akıllı ilaçlar. tümör küçülüyordu, kan değerleri düzeliyordu ama bir şeyler ters gidiyordu. iyileşmesi gereken adamın karnında su birikiyordu, aklını kaybediyor gibi oluyordu ki bunun adının daha sonra ensefalopati olduğunu öğreniyorduk. sonuç olarak bugunlere geldiğimizde onkoloji tümörün çok küçüldüğünü ama mevcut kan değerleri ile tedavi yapamayacağını, gastroenteroloji ise sirozun çok ilerlediğini söyledi. bunun hep bir film saçması, dizi abartmasi olduğunu düşünürdüm ama kendimi bu soruyu doktora sorarken buldum; " ne kadar yaşayacak?"... evet sözlük, elimizden hiç bir şey gelmeyen maksimum bir sene. sık sık ensefalopati ataklarınin olacağı, sessiz bir şekilde ölümü bekleyeceğimiz maksimum bir sene.
    küçükken sorarlardı ya "anneni mi seviyorsun, babanı mı?" diye. ben o zaman dahi içimden annem demek gelirken babam üzülmesin diye ikisi de derdim. ama bazı şeylerin değeri kaybederken daha çok anlaşılıyor sanırım.
    ben babamı çok seviyorum sözlük.
  • 396
    silinen erden timur entrylerime çöpte bakıp bakıp ağlıyorum. taraftar olarak işi başından sıkı tutmamız gerekiyordu sözlük yönetimi de kosulsuz destek vererek hata yapti. mutlak güc mutlak yozlastirir. bugun yapilacak yangina gore yarin dogru hamleler gelir hicbir sey icin gec degil. tepki koyun arkadaslar. elin lazio'su genduizi cekerken bosa cikani bize iteleyemez biz iki sene once avrupa'da altimiza aldik bunlari.
  • 397
    abi siz geçen seneki kadroyu koruyup sadece icardi ve rashica'nın bonservisini alsaydınız biz zaten okeydik buna. taraftarı havaya sokan sizsiniz, verattiler, parteyler, gravenberchlerle üstten uçan sizsiniz, sonra vecino gibi bir adama 3.5 milyon euro bonservis veren de sizsiniz. bir de 3 seneden kemiksiz 2.4 milyon euro maaş. bedava olsa sorgulanacak bir adam.

    hadi her şeyi geçtim, böyle bir faciayı gazeteciler aracılığıyla "fiyat performans transferi" diye dayatmak terbiyesizliğin en üst boyutudur. yönetimin benim gözümdeki yeri birkaç aydır sallantıdaydı, artık hiçbir şekilde destekçisi olmam.
  • 399
    çok bunalıp kendinizi değersiz hissettiğiniz, çok şanssız olduğunuz hatta hiçbir şeyi başaramamış biri gibi hissettiğiniz bir an oldu mu? bu ve benzeri durumlar başınıza geldiyse şayet nasıl başa çıkabildiniz?

    not: bu mesajı buradan değerli büyüklerim ve kardeşlerimin olduğu bir whatsapp grubunda da paylaştım. sizlerin de düşüncelerini merak etmekteyim.

    hepinize iyi geceler.
App Store'dan indirin Google Play'den alın