2008-09 UEFA Kupası Son 16 Turu Rövanş Maçı
21:30 Ali Sami Yen Stadyumu
2 - 3
  • 235
    resmi sitenin girişinde ali sami yen'in doğum gününün 20 mayıs olduğunu öğrenmemle beraber tekrardan hüzünlendirmiş maçtır.
    bu maç bırakılmasaydı (kazanılsaydı değil bırakılmasaydı diyorum çünkü 2-0dan sonra kaybetme lüksünü kullanmaya hakkı yoktu takımın),galatasaray futbol takımı ali sami yen e verilebilecek en güzel hediyeyi o hediyenin* verilebileceği en güzel yerde vermiş olacaktı.

    edit:skor..
  • 236
    o gün mart ayının bütün esintisi ve yağmurlu havasını hissediyorduk. ama söz vermiştik akşam toplanmak için.
    yazar arkadaşarımız ile birlikte önce teknosa önünde buluştuk, sonra cevahir'e doğru muhabbet ede ede yürüdük.
    tamam hamburg maçı kolay olmayacaktı. endişeliydik...

    kendimize birer sandalye bulduk, birkaç masa birleştirdik. başladık muhabbete.
    lamore del calcio olsun, kreator, cassio lincoln, essgi, jose sonradan gelen hagi, özel olarak getirdiğim çok sevdiğim bir arkadaşım
    olsun kaynaştık. konuştuk, tartıştık.

    yanlış hatırlamıyorsam şöyle bir muhabbet açıldı:

    bugün oynayacağımız maçı ya son dakikada yine alırız, ya da kaybederiz. (lamore del calcio dile getirmişti yanılmıyorsam)
    bunun üzerine de herkes kendince bir şeyler söyledi. evet olabilir, mümkündür dendi.

    dayanamadım ki. hemen atlayıp şöyle dedim:
    en az iki fark olur. 3 - 0 alırız. daha doğrusu farklı galibiyet alcağımızdan hiç şüphem yok dedim.

    maç saati yaklaştı. geldi çattı. eski açık'a gidenler oraya, yeni açık'a gidenler buraya, kapalı üst-alt şuraya... ayrıldık.
    oldu mu 2-0 ?

    maç çok fena dolanıyordu ortada. arda'mız hemen kaptı orta sahadan topu ilerledi. birkaç kişiyi üzerine çekince hemen ileriye doğru hareketlenen baros'u görerek sağ ayak içi ile paralel pas çıkardı. sol taraftan ceza sahasına topla birlikte giren baros yerde kalınca penaltı...

    kewell müthişsin.

    iki geldi iki. baros kalecinin üzerinden yolladı topu. yeni açık'ta izleyen arkadaşlara selam edercesine.

    şimdi dediğime mi geliyordu? 3-0 gibi bir skora çok yaklaştık.

    işte o 2-0 bulduğumuz an çok neşeliydik. tüm kapalı neşeyle zıplıyordu. bir gözüm eski açık'a bakıyordu, ve kocaman bir helal olsun diyordum onlara. gerçekten o tribündeki arkadaşlarımız çok büyük bir efor sarfetti o gece.
    sağıma bakıyorum yeni açık da kendinden geçmiş. numaralı'dan yükselen kahkahaları çok net duyabilirdiniz işte....

    kimse aksi bir şey dahi düşünmezken, bir sonraki turu hayal ederken yedik. ceza sahası dışı. sanctis seyretti yine.
    tamam olsundu, olur böyle ama korkuyoruz. çünkü biz toparlanamadan ikinci'yi yeme gibi bir hastalığımız var.
    yine öyle oldu. 2 - 2.

    10 dakika önceye kadar neşe, sevinç, hareket...
    şimdi eser yoktu.

    lincoln'ün çıkması için tabela kaldırıldı. kendi forma numarasını gören lincoln, orta saha'dan alaycı bir alkış tuttu bülen hoca'ya.
    ve çok ağır adımlarla hamburg yarı sahasında ilerleyerek rakip kaleci'nin yanına kadar gitti. eski takım arkadaşı rost'un elini sıkarak
    kale arkasından oyunu terkedip soyunma odasının yolunu tuttu.

    daha sonra yedik bir tane daha. sami yen ağlıyordu kesinlikle...
  • 239
    bir gün önce olan güzel, kupkuru havanın değiştiği, soğuk bir gündü. ilk maç 1-1 bitmişti, deplasmanda golümüz vardı. üstelik avrupa maçlarında kendimize güveniyorduk bu sene, bir şekilde olacaktı. o kupa ülkemize girecekti, o köprüyü geçip anadolu yakasına gidecekti, biz de köprünün bir ucundan diğer ucuna getiriverecektik geriye sadece. finale billet bulmasak da olurdu, zaten tatil olan 19 mayıs günü tüm gün once istiklal'de, galatasaray'da, sonra mecidiyeköy'de sonra da kadıköy'de formalarımızla gezmeyi hayal ediyorduk.

    evden çıkmadan önce, akşam stadın önünde buluşacağım kardeşimin " içimde heyecan yok abla, bir garibim" deyişine takıldım zira bende heyecan ve de tuhaf bir his vardı, tabii her zamanki totem yapıp dışa vurmuyordum. maçı 4 kişi izleyecektik tribünde, sevgili gsuserların yanından in 99 we trust ile ayrılıp yerimizi almaya geldiğimizde yaşadığımız aksilik sanki kötü olayların da başlangıcı idi, o ayrı düşüp yeni açıkta kalmıştı bense eski açık'ta yalnızdım çünkü yanımda olması gereken kardeşim ve arkadaşımla ayrı düşmüştük, eski açık'ta en tepeye geçmiş elimde telefon birilerini bulmaya çalışıyordum ama maçın başlamasına sadece 4-5 dakika vardı, tribünde birini bulmayı bıraktım, yer değiştirmek mümkün değildi, bu maçı yalnız izleyemem diyordum. herkeste bir neşe vardı, sanki herkes birbirini tanıyor gibiydi o gün. artık yalnız olduğumu kabullendiğim anda öndeki bir tribüncü "şurda sarı bir çocuk var, telefonla birini arıyor, size benziyor" dedi ve o an bir parça rahatladım, resmen insanlar tünel açıp kardeşimin yanında yer almamı sağladılar, o oluşmuş tribün kültürüne minnet duydum, gözlerim ıslandı.
    nitekim bizler şanslıydık, diğer arkadaşımızı da tüm tribünün yardımı ile yanımıza aldık, başladık şarkılar söylemeye. penaltı oldu, ben hala in 99 we trust nerde kaldı, acaba ne yapıyor diye tuhaf haldeydim, bir türlü ona ulaşamamıştım telefonla. belki de o sevinemeyen garip halimi bu yaşadığım gerginliklere vuruyordum, resmen gole sevinmemiştim adam gibi. ikinci golde ise "bitti bu iş" diyemedim ama ben yine maç öncesi üzüldüğüm için böyle hissediyorum diyordum kendi kendime. birazdan maç bitecek, çıkışta yaşadıklarımıza gülecek ve çeyrek finali bekleyecektik. ilk golü yediğimizde ise hislerim bordo maçında son dakikaya kadar hissettiğimiz "o gol gelecek" hissinden farklı idi, hemen peşinden 2. golü yiyeceğimizi ordaki 17.000 kişi gibi ben de biliyordum, üstelik koskoca bir yarım saat gol atamayacağımızı da biliyordum. tribünde ilk kez bu kadar üzülmüştüm ve tv karşısındakinden çok daha acı olduğunu anlamıştım. o buz gibi sessizlik, herkesin kendi kendine ettiği küfürler. "gerçekleri tarih yazar, tarihi de galatasaray" tezahuratının suskunluğa dönüşü. maç çıkışı teselli için duymayı en çok sevdiğiniz sesin de en az sizin kadar tükenmiş halini duymak.

    "bazen sevinç bazen keder senin sevgin ömre bedel galatasaray" deyip acı hatıralara ekleyiverdik işte.
  • 242
    önceki gece yola çıkan arkadaşlar ve onların arasına katılamamanın verdiği buruklukla başlayan bir maçtı benim için. hava bayağı soğuktu. sabah uyanınca "tropik ege ikilimi" koca bir yalan olmuştu. zira izmir'in etrafındaki dağlar tamamıyla bembeyazdı. okul, dersler, kütahya aktarmalı istanbul'a gidecek olan arkadaşlardan gelen "kütahya girişinde mahsur kaldık, geri dönüyoruz" haberiyle akşamı etmiştim. günün "menü"sünde önce 19 mart 2009 galatasaray dynamo kursk bayan basketbol maci vardı. ilk yarısı çok da iç açıcı geçmemişti ama önümüzde kocaman iki periyot vardı. sezonun çoğunluğunda olduğuı gibi yine istatistik ekranlarından takip edebiliyordum maçı. ikinci yarı için ekranı 3-4 dakika geç açmış, takımımızın yakaladığı 7-0lık seriyi görünce totem kaçınılmaz olmuştu. kıvrına kıvrına geçen dakikalar, bitti mi bitmedi mi ikilemi sonunda karar verip sol framedeki başlığa tıklayınca rahatlamıştım. o sevinçle evden çıkıp durağa gittim.

    hani amatör yazarlar denemelerine başlar ya "hava soğuktu ve yağmur yağıyordu" diye... tam da öyle bir havaydı. bir süre sonra arkadaşlarımın yanına ulaşmıştım. okuldan yeni çıktıkları için dynamo kursk maçını sorup duruyorlardı. aldıkları cevap hepsini öylesine mutlu etmişti ki, o akşamın mutlu sonuçlanacağına inanmaya başlamıştım. işinden, okulundan çıkan hızlı adımlarla maçı izleyebileceği bir mekan bulma arayışındaydı. tanıdıklar sayesinde uygun bir mekan bulup yerleşmiştik. "sende bu cehennem gibi stad olmasaaa" diye girdiğimiz tezahürat ilk seferinde garipsense de maç vakti yaklaştıkça insanlar bize katılmaya başlıyordu. insanların gözündeki inanç ve coşku görülmeye değerdi. turu geçeceğimize olan inancım iyiden sağlamlaşmıştı. derken dişi aslanlar göründü ekranda. "tekeeer tekeerr geçeceğiz turlarıııı" diye lafa girdik bu sefer. isimlerine tezahürat yaptık, hatta ışıl'la birlikte elleri kaldırdık üçlü için ama "böyle bir anda kesilmez ama" televizyonculuğu iş başındaydı yine...

    sonra maç başladı. az da olsa tereddütlerimiz vardı ama işler iyi gidiyordu bizim için. ahlar, vahlar, goller derken 2-0 bitmişti ilk yarı. keyifler fazlasıyla yerindeydi. güle oynaya geçiridk devre arasını, cafelerle dolu bir sokakta etraftan gelen bakışlar altında bağıra çağıra geçirdik 15 dakikayı. ikinci yarı başladı, önce bir duraksadık. sonra da...

    3. golde milletin ayaklanıp çıktığını hatırlıyorum bir tek. kafayı önümüzdeki sandalyeye gömmüştüm. donup kalmıştık resmen. gözümüzden akıp giden yaşlar da cabasıydı. ne kadar süre geçti bilimiyorum, hadi çıkalım dedik. durağa gidecektik ama her yer üstümüze üstümüze geliyordu. çıktık durakta yarı bilinçli bir halde otobüsü bekledik. tam binerken farkettik ki yanlış otobüse biniyorduk. bir şekilde doğru otobüsü bulup bindik. yollar bitmiyordu sanki. mahalleye girdik, hava hala soğuktu ve hala yağmur yağıyordu. sokağın ortasına kadar geldik, artık içimizde biriken onca şeyi tutamayacak hale geldik. dakikalardır açılmayan ağızlardan"cimbombomsun seen bizim canımıızz" diye kelimeler dökülmeye başladı, derinlerden gelip patlayan bir volkan gibi...

    yağmurun altında, karanlık bir sokakta avaz avaz bağıran iki deliydik o an. zehirimizi akıttık o karanlık sokağa, yağmura karışıp gitti gözyaşlarımız. bir rüyadaydık ve o akşam uyanmıştık...
  • 248
    herşey o kadar güzel başlamıştı ki....

    eski açıkta seyrettiğim monaco, glascow rangers şampiyonlar ligi maçları geldi aklıma. özellikle de daddy cool penaltıyı hamburg kalesinin tavanına çaktığında. şampiyonlar liginde hagi'nin iğne deliğinden geçirdiği gol geldi aklıma, glascow maçında tugay'ımız başka bir formayla sahadaydı ama yenmemiz gerekiyordu hani, böyle tuhaf duygular içerisinde seyrettim gollerimizi.

    lincoln bile 2-0'dan sonra solda arkada, önde açıkta "no look pass" showlarına başlamıştı, onun topuk pasları ve arda'nın yürekli oyunuyla geliyorduk akın akın rakibin üstüne. herşey bir rüya gibi gelişiyordu, westfallen stadı geldi gözlerimin önüne. o gün de öyle olmamış mıydı? hagi ceza sahasının köşesinden yollamıştı bazukasını! deplasman mı, kendi sahamız mı belli olmayan biryerlerde içimiz ısınmıştı, o gün yanımda eniştem vardı, hagi'nin golünde yerinden bile kıpırdayamamıştı. sadece bana dönüp; "rüya gibi, sanki rüyadayım inanamıyorum" dediğini anımsıyorum. o gün onu anlamakta zorlanmamıştım çünkü prekazi'nin füzesini, tarık hocic'in wien ağlarını sarsışını, aynı rakibi mustafa'nın golüyle deplasmanda yendiğimizi, tanju'yu, uwe'yi, cüneyt'in steaua maçındaki golünü hatırlıyordum ama o seferki farklıydı! o zaman bir şekilde "nasıl olsa eleniriz" diyor, inanamıyorduk. bu bir mucize olmalıydı, çünkü bu sefer emindik daha önümüzde turlar olmasına rağmen. o yüzden "rüya gibiydi" zaten!

    şimdi aynı rüya gözlerimin önünde tekrarlanıyordu! maç 2-0 olduktan sonra, elimde teknoloji duruyordu ve ben rakiplerimin maçlarını merak edip bakıyordum. artık internet vardı, canlı maç sonuçlarıyla takımlar bir bir gözlerimin önüne geliyordu. manchester city'ler, bremen'ler, kiev'ler......hepsi göz kırpıyordu bana sanki hepsi "beni seç" diyor gibiydiler. ben artık maçı bırakmış, "sinyorun" çekeceği topta hangi rakibin gelebileceğini tahmin etmeye başlamıştım.

    sonra.....

    derin bir sessizlik! skorun 2-1 olduğunu gördüm. telefon elimden düştü, o çocukluk yıllarıma; karşı yakadaki rakibimizin bin yıl önceki 4-4'lük (sağolsun haydar), basiretsiz dönemimizde kızılyıldız'a gol atamadan elendiğimiz o yıllara döndüm. sadece "çok erken yedik golü" diyebilmişim yanımdaki renktaşlarıma! sanki başımıza geleceğini bilir gibi, o inanç, mutluluk, sahadaki show gitmişti ve karabasan gibi çökmüştü o ilk gol üzerimize.

    gerisini hiç anlatmayayım, zaten hepimiz biliyoruz. sadece merak edenler için söyleyeyim: artık internete erişebilen bir telefonum yok, o günden sonra çocukluğuma geri döndüm. artık bir özelliği kalmayan teknoloji de o gün kısa süreli mutluluğumla beraber çöpe gitti. umutlar mı? onlar her zaman baki ,ne de olsa;

    (bkz: galatasaray adının olduğu heryerde umut vardır)
    (bkz: yürüyedur)
  • 250
    skor 2-0 olduktan sonra kendimi resmen abdurrahim albayrak kadar parçalamıştım. artık bırakın bir sonraki turu, finali düşünmekteydim. finalde kimle eşleşiriz diye hayal dünyasında gezinirken bir anda yenilen iki golle bütün hayallerimin bir tarafıma monte edildiğini farkettim. fakat aklıma bordeaux maçı gelince umutların henüz bitmediğini farkettim, ama o umutlar hasan şaş' ın ortalarıyla ve olic' in golüyle eriyip gitti.

    şimdi ben kime kızabilirdim ki bülent korkmaz' a mı, ilk maçta kırmızıyı yiyen emre aşık' a mı, servet' in kırılan tarak kemiğine mi, aylardır ayağına top değmemiş hasan şaş' a mı bilemedim, sağlık olsun deyip geçiverdim.
App Store'dan indirin Google Play'den alın