1171
niçin tartışmaya açıldığı hemen herkese malum olan yabancı sınırına takık bir futbolsever, “önce insan” diyen pasaport takıntısı olmayan bir vatansever, her şeyin doğru dürüst uygulanmak üzere konulmuş belirli kurallar çerçevesine oturtulduğunda güllük gülistanlık seyredeceğine inanan bir taraftar ve vatandaş olarak, olayı futbol bazından alıp taraftar ve ekonomi tarafına meyillenip oradan da daha değişik yerlere doğru yürüyeceğim.
taraftar futbolun güzelliklerinden biridir. taraftarsız futbol bir halta benzemez. isterseniz, dehşetengiz bir futbol oynayın, oynadığınız oyun yeterince zevk vermez. çünkü bir şey eksiktir. takımına gönül bağıyla bağlı bir taraftar ise ve eğer durumu yoksa, bir nebze günlük hayat meşgalesinden uzaklaşmak ister ki, hem takımını desteklemek hem de biraz olsun sevinmek için tribüne gelir. bu yüzden sahada iyi futbol, zevkli futbol izlemek ister. magandaları saymıyorum, onlar koftiden. niçin tribüne çıktıkları da belli, niçin düğünlerde derneklerde eğlencelerde serseri kurşunlar sıktıkları da, niçin trafiğe çıktıkları da.
gelgelelim iyi futbol iyi futbolcularla oynanır. iyi futbolcular ise, istisnaların kaide bozmasından bağımsız, bir şekilde oynar. pasaportu önemsizdir. bu yerli olur, gurbetçi olur, yabancı olur. kimsenin iyi futbolcuya, sahada her şeyini veren topçuya ettiği söz yok.
bununla birlikte, taraftar fitil olmak için, sigortaları attırmak için, sinir harbi geçirmek için tribüne çıkmaz, televizyon karşısına geçmez. bir süre sonra da gitmez ve izlemez zaten. bizim gibi umutsuz vakalar ise, göz ucuyla, tırnak kemirerek, “acaba mı” diyerek fıttırır. bu yüzdendir zaten ümitsiz vaka olması. ümidi üzülür.
kaliteden yoksun bir futbol zevk vermezken, taraftardan yoksun olması anlaşılabilir bu yüzden. o zaman da kulüpler de zevk almaz. paradan olmuştur. şehir ekonomisi de hoşnut kalmaz durumdan.
taraftarın tribüne gelmemesi üzerine öttürmek üzere hazırlanmışken, bir de türkiye futbol federasyonu’nun taraftara tribünü yasaklamak gibi hiçbir akli ve mantıki açıklaması olmayan uygulamasına da değinelim. ve hatta, devlet bakanlıklarının bu işe ses etmemesine de değinelim. çünkü, hiçbir mantıklı açıklaması yok.
öncelikle istanbul’un üç büyüklerinden başlayalım ele almaya.
galatasaray, ali sami yen spor kompleksi türk telekom stadyumu, 52600
fenerbahçe, şükrü saraçoğlu spor kompleksi ülker stadyumu, 50500
beşiktaş, inönü spor kompleksi vodafone park, 41900
ideal bir ortamda, bu üç kulübün haftada oynadığı üç maçına toplamda ortalama 100000 kişi geldiğini varsayalım. -ideal dedik aslında ama biraz beklentiyi düşük tuttuk- ve bu 100000 kişinin ortalama n birim türk lirası maç günü harcaması yaptığını düşünelim.
yani bu üç büyük kulübün ekonomiye katkısı,
haftalık; 100000 * n birim türk lirası,
yıllıksa; 100000 * 34 * n birim türk lirasıdır.
en amiyane varsayımla n’i 100 lira -ortalaması bundan az değildir ve hatta hayli fazladır ya neyse- kabul edelim. maç biletleri, kombineler falan filan hariç. yeme, içme, ulaşım vesaire... parmak hesabıyla 100000 * 100 işleminden 10,000,000 türk lirası şehir ve ülke ekonomisi sirkülasyonundaki dönen para. bunu 34 haftaya yayarsanız, 340,000,000 türk lirası yapar. görece taraftarsız olan, başakşehir, kasımpaşa gibi istanbul takımları hesaba katılmamışken hem de.
şimdi siz söyleyin bana: “yabancı sınırı kime hizmet ediyor? tribün ve stad kapatma cezaları, kime kesiliyor?”
hadi istanbul’u geçin. izmir’e, bursa’ya, antalya’ya, trabzon’a bir bakın. o maç günlerinin ideal şartlarda şehir ekonomisi için ne ifade ettiklerini bir simule edin bakalım. ortaya ne çıkacak görelim.
oldu ya, ideal bir ortamdan söz etmeyelim. 2016/17 türkiye süper lig sezonunun seyirci sayılarını baz alalım. (kaynak: sporx)
kasımpaşa, 1430
akhisar belediyespor, 1545
gençlerbirliği, 2144
başakşehir, 2566
rizespor, 2648
osmanlıspor, 3562
alanyaspor, 3564
adanaspor, 3642
gaziantepspor, 3718
karabükspor, 3764
kayserispor, 4544
antalyaspor, 10439
trabzonspor, 11214
konyaspor, 14498
bursaspor, 17660
fenerbahçe, 20526
galatasaray, 23112
beşiktaş, 29178
toplam, 159504
süper lig ekiplerinin toplamının 2016/17 sezonunda ortalama seyirci sayısı bu şekilde.
süper lig kulüplerinin haftalık maç gününde dönen para:
haftalık; 159504 * n
yıllık; 159504 * 34 * n
hadi, hesap her bir kişinin ortalama 100 lira harcadığından dönmesin ve 50 lira harcadığından dönsün.
haftalık; 7,975,200 türk lirası,
yıllık; 277,546,000 türk lirası yapar.
üstelik bu sayılara avrupa ligi ve şampiyonlar ligi maç günleri eklenmemiş. hatta seyirci sayıları çok olan bursaspor, fenerbahçe ve galatasaray kulüplerinin taraftarları kötü futboldan dolayı takımlarına küsmüş ve maçlara gitmiyor.
ülke futbolunun seyir zevkini nasıl artırabiliriz diye düşünüp ortaya bir çözüm attığınızda, seyirci sayısının da güzel futbolla artacağını göz önüne alırsanız, sayının birden fırlayacağını da hatırlatmak gerekir.
bir de 2017/18 futbol sezonunun şimdilik satılan kombine satışlarına bakalım isterseniz. (kaynak: cnntürk, 22 ağustos 2017)
galatasaray, 31212
beşiktaş, 30000
bursaspor, 20800
fenerbahçe, 20000
antalyaspor, 17000
konyaspor, 13200
kayserispor, 10840
trabzonspor, 9823
sivaspor, 8663
başakşehir, 8350
kasımpaşa, 5662
kardemir karabükspor, 5500
göztepe, 3801
akhisar belediyespor, 2000
gençlerbirliği, 1900
alanyaspor, 1432
malatyaspor, ?
osmanlıspor, ?
toplam, 187923
malatyaspor ile osmanlıspor’un halihazırda bir verisi yok. gelgelelim, bu kombine kartı satışlarının artacağını öngörmek de zor değil. fakat kombine kartı satışı demek, maç günü aynı sayıdaki taraftar gelecek demek de değil. yine de kombine kart satışlarının transferlerin devam ettiğini, göztepe ile konyaspor’un uzun soluklu ceza almalarını göz önüne alarak, artacağını da öngörmek zor değil. maç günü satışa çıkan biletleri de hesaba katarak, tüm bunlar nezdinde sayının hemen hemen toplam kombine sayısına denk geleceğini, birbirini karşılayacağını düşünüyorum.
yani daha şimdiden, ortalama 30000 kişilik fazla seyirciyi tribünde görmeyi beklersek hata yapmış olmayız sanırım.
ben bakkal çırağıydım, finans falan bilmem, parmak hesabı yaparım. muhasebe defteri tutmadım, kara kaplı borç defteri tuttum. avmlere küfredip, küçük esnafın haline omuz attım. o yüzden tahammül gösteriniz. kıt kanaat aklımla, galatasaray’in maç günlerini, nevizade’sini vesaire yaşamış ve küçük şehirdeki maç günlerinin ritmini biraz olsun tutmuş, deplasman tribünün ne menem bir şey olduğunu görmüş biri olarak yazıyorum bunları.
bir de, tff birinci lig’deki durumlara bakalım. (kaynak: transfermarkt.com.tr)
eskişehirspor, 11,913
adana demirspor, 7975
şanlıurfaspor, 4807
evkur yeni malatyaspor, 4750
göztepe, 4478
sivaspor, 4444
samsunspor, 3625
balıkesirspor, 3190
boluspor, 3000
gaziantep büyüksehir belediyespor, 2630
giresunspor, 2376
manisaspor, 2300
elazığspor, 2112
bandırmaspor, 1825
ümraniyespor, 1600
denizlispor, 1430
mersin idmanyurdu, 1400
altınordu, 383
toplam, 3989
yani bir futbol maçı haftalık şehrin ekonomisine 4000 * n kadarlık bir katkı sağlıyor. görece çok küçük bir birim değil mi? o zaman bu küçük şehir takımlarının taraftarını stada nasıl çekeceğini önce kulüp, sonra federasyon ve en nihayetinde devlet düşünmelidir. maç önü ve maç sonu etkinlikler düzenlenebilir mi? bunlar düşünülmelidir. olaya sadece futbol olarak bakmamak lazım. bu bir ekonomi.
gerçi, tribün kültürünün, taraftar sayısının ve maç günlerinin ülkeye ekonomik olarak katkısının avrupa ve amerika’daki emsallerini yakalaması için ülkedeki refah seviyesinin artması icap eder, eğitim düzeyinin belli bir standarda bağlanması gerekir. falan filan. yani daha halletmemiz gereken temel problemler var. evin tozunu halının altına süpürmekle olmaz. yabancı sınırı buna benzer. neyse...
futbolu milli mesele haline getirenler, bunları nasıl göz ardı ediyor anlamıyorum.
bana kalırsa, tff birinci ligindeki yabancı sınırı da kalkmalıdır ya ona da neyse. doğru düzgün yönetilemeyen kulüpler sahiplik modeline geçmelidir. özellikle küçük şehirlerde, bu kadar büyüyen futbol endüstirisinde gönüllülük esası ve dernekler faslı çoktan kapanmıştır ve yürümemektedir. borcu takan başkan çekip gitsin, kulübü sömüren başkan ve yönetimler çekip gitsin, derdi tasası yeni gelene ve taraftara kalsın!
iddiam odur ki, sahiplik modeli türk futbolunda çağ açmıştır, açacaktır. tek bir futbolcu yetiştirip avrupa’ya pazarlayabilen bir kulüp sahibi ihya olur. futbolun tatlı parasını yiyen adam da, alt yapının kulu olur. ülke ekonomise, para girdisi sağlar. üretir.
futbolumuzun yeterince üretmediğini -hem sporcu hem ekonomi olarak- biz de biliyoruz. ama futbolumuzun zaten yeterince üretmemesine engel olanlara karşı çıkarız.
ha bu arada passolig denen bir nane var. o da bir gelir kalemidir. ortada iyi bir futbol olduğunda, “şu haftasonu ne zaman gelecek?” “bugün günlerden galatasaray!” diye diye beklerken, el mecbur bu karttan da edinmek zorundasınız. kulüp bazında, 19,05tl, 19,50tl, 25tl, 32,50tl, 34tl ve 36,50tl gibi yıllık bedelleri var. o para da cebinden bir şekilde çıkacak!
her şey para! oyun güzel olursa, oyun sizi stada çağırırsa, o para da bir şekilde veriliyor. çünkü biz biraz kaçmak, biraz mutlu olmak istiyoruz.
son olarak şu “sahada milli marşı okuyacak adam bulamayacağız!” argümanına değinmek istiyorum. yoksa çatlarım.
sahada olmayı hak etmeyen, oynadığı ve ona yatırım yapan kulübe, onu bağrına basan taraftara, kendi yeteneğine ihanet eden bir futbolcu milli marşı okumuş veya okumamış ne fark eder!? bir zaman gelir, sahada 22 türk futbolcu olur, o zaman da “bak bu çocuk içten okumadı ya da hiç okumadı, milli marşa saygısı yok!” demeye başlarsınız. biliyorum, çünkü bunlar yaşandı. bir insanın içini nasıl okuyabildikleri hayret şey doğrusu! neyse, geçelim. mesela olimpiyatlarda veya dünya şampiyonalarında milli marşımız okunduğunda gururlanıyorsunuz değil mi? işte oradaki asıl olay, sırf milli marşımız okunduğu için gururlanmak değildir. asıl olay, o sporcunun o kürsüye hak ederek çıktığının bilinmesi ve milli marşı gururla söylemeye hak kazanması ve diğer herkese de “helal olsun!” dedirtmesindedir. yoksa, hak etmeyerek, doping ile falan okutturulan milli marşın sonrası utançtır. hem de milli bir utançtır. onun gururu olmaz. futbol için ise yabancı sınırı, yerli oyuncu için doping gibidir. hak etmediği halde, kendisine bir mevki hazırlanmıştır. hak etmişse de, hak ettiği yerin kıymetini bilmez. ben oldum, der. gelişimi durur. çünkü öyle paralar kazanmaya başlarlar ki, ego tavan yapar.
yani demek istediğim, hakkın itibarı olduğu bir memlekette, hak eden, hak ettiğini zaten alimallah alır.