• 127
    bugün yazdığı yazıda arda'yı atletico madrid'e göndermiş, orada yapması gerekenlerden söz etmiş, heyecanlanmış onun için. bildiğim kadarıyla resmi bir açıklama yok bu transfer hakkında. en beğendiğim spor yazarının kesinleşmemiş bir transferden olmuş gibi bahsetmesini doğru bulmuyorum.

    yazının son paragrafı:
    "dün gece manisa’da bir dünya yıldızı maçı tek başına alıp götürdü. ve o dünya yıldızının madrid’de tek başına alacağı maçlar için şimdiden heyecanlıyım."

    tamamı:
    http://spor.milliyet.com.tr/.../1379589/default.htm
  • 135
    geçen hafta köşesindeki* yazısıyla helal olsun dedirtmiştir de umarım bu "helal olsun yazarları"yla avunmakla kalmaz türk futbolu.

    ************

    "belki biraz iddialı bulacaksınız, ama korkarım “15 ağustos 2011” türk futbolu için acı bir milat özelliği taşıyor. geçtiğimiz pazartesi akşamı m.ali aydınlar’ın yaptığı o basın açıklaması, 88 yıllık federasyon tarihinin en talihsiz ve (hatta belki farkında olmadan) en zararlı beyanatıymış hissiyatı doğurdu bende...
    neden mi? anlatayım...

    soru 1: açiklamanin yapilma biçimi doğru muydu?
    öncelikle o gün yapılacak toplantıyla ilgili kamuoyunda oluşturulan beklenti, saat beş buçuk sularında yaşanan hayal kırıklığının boyutunu milyonla çarptı. tff başkanı prompterdan çok uzun metin okudu, ama aslında pek bir şey söylemedi! toplantıya rekor sayıda basın mensubu katıldı, ama ortaya çıkan rekor düzeyde hayal kırıklığından başka bir şey değildi. madem açıklamanın içeriği buydu, neden böyle büyük bir beklenti oluşturuldu? böyle bir açıklama, pekâlâ yazılı olarak da yapılabilirdi!
    tff başkanı aydınlar özetle, nihai kararın iddianamenin oluşturulmasından sonra verileceğini söyledi; ama herkesin aklına ister istemez “ligler zamanında başlayacak, süper kupa finali vaktinde oynanacak” açıklamaları geldi! iddianame oluşturulduktan sonra tff, “nihai kararı mahkemenin sonucuna göre vereceğiz” derse artık kimse şaşırır mı? sanırım şaşırmaz.

    soru 2: tff’nin amaci, “türk futbolunun bu krizi en az zararla atlatmasi” mi olmaliydi?
    bence, kamuoyundaki bugünkü güvensizlik ortamının fitili, “türk futbolu bu krizi en az zararla atlatmalı” safsatasıyla yakılmıştı. aslında tff bu davayı, bu cümleyi kurduğu gün kaybetti.
    şu benzetmeyi yapmak zorunda kalıyorum: “bir aile içinde ensest ilişki yaşandığına dair şüphe var. ailenin tüm fertleri mahkemeye çıkıyor. canı yanmış baba, “önemli olan bu krizi, ailemize en az zararı verecek şekilde atlatmak” diyor!”
    tff’nin şike krizini en az zararla atlatalım düşüncesi, kulüpler birliği’nin de toplantı yapıp “birlik beraberlik” mesajı vermesi, biraz bu ailenin haline benziyor! oysa gün, “darağacında bile xspor” , “darağacında bile türk futbolu” deme günü değil... gün, “darağacında bile adalet” dileme günü...
    eğer, “büyük takımlar küme düşecek, yayın gelirleri sekteye uğrayacak, süper lig kulüpleri ciddi bir ekonomik darbe yiyecek” endişesiyle radikal kararlar almaktan kaçılıyorsa; türk futboluna iyilik değil, kötülük ediliyor! bir kulübün havuzdan aldığı pay yüzde 50 azaldığında ekonomisi çökecekse, zaten 2014’te uefa finansal fair-play kriterleri eksiksiz yürürlüğe girdiğinde o takım bu ligde yarışamayacak demektir. iki sene içinde giderleriyle gelirlerini dengeye getiremeyecek, havuzdan aldığı pay düştüğünde dükkânını döndüremeyecek bir kulübün bugün iflas bayrağını çekmesi, belki de 2014’te çekmesinden daha hayırlı...

    soru 3: kanaatle karar vermek adaletsizlik mi doğurur?
    eğer tff, 15 ağustos’taki açıklamayı “türk futbolunun az zarar görmesi” düşüncesiyle değil, “kanaatle karar vermek adaletsizlik doğurur” zihniyetiyle yaptıysa, bu kez haklı kabul edilebilir mi?
    benim fikrim, cevabın yine “hayır” olduğu yönünde ... çünkü futbolu yalnızca ceza hukukuna teslim etmek, spor hukukunu fiilen yok saymak anlamına geliyor. eğer federasyonlar sportif kararları sadece yıllar süren mahkemelerin sonuçlarına göre alsaydı italya halen calciopoli’2006’yı tam olarak çözememiş olacaktı. ya da türk futbolu, ankaraspor/ankaragücü sorununu halledememiş olacaktı bugün... oysa spor çok hızlı işliyor; oyun, mahkemelerden çok çok daha hızlı akıyor.
    yaşanmış bir örnek, aslında bizim için yol gösterici olabilir: italya futbol federasyonu, calciopoli’yle ilgili ilk kanaatine göre juventus’u üçüncü lige düşürecekti, ama belge akışı hızlandıkça kararını ikinci lig olarak değiştirdi. ilk planda milan’dan 15 puan silecekti, ama lig başladıktan sonra cezayı 8 puana düşürdü.
    yani federasyonlar pekâlâ kanaatle karar verebiliyorlar. hatta gerekirse bu cezaları sezon içinde değiştirip en âdil hale getirebiliyorlar. çünkü esas maksatları “bu krizi italyan futbolunun en az zararla atlatması” filan değil. saf ve pürüzsüz “adalet” i sağlamak.

    soru 4: tff’nin elinde kanaat oluşturmaya yeter düzeyde belge var miydi?
    bu noktada akla gelen kritik soru sanırım şu: italya federasyonu’nun elinde moggi’nin hakem atamalarına direkt tesir ettiğine dair konuşma kayıtları vardı ve ivedilikle karar verebildiler. peki tff’nin elinde kanaat sahibi olabilecek düzeyde belge var mıydı?
    bu sorunun cevabını tabii ki sadece kozmik odaya girebilenler, bir de her nasılsa o odadan bilgi sızdırabilen(!) bazı meslektaşlarımız biliyorlar! ama şu iki sorunun yanıtını tüm tff yönetim kurulu üyeleri biliyor olmalılar:
    a) eğer tff’nin elinde karar için kanaat oluşturabilecek düzeyde belge yoktu ise, neden üçü futbolcu, ikisi antrenör (yani beşi doğrudan sahanın içinde olan) toplam 17 kişi pfdk’ya tedbirsiz değil, tedbirli olarak sevk edildiler? bu tedbirli sevk kararı, “elimizde yeterli delil yok” açıklamasıyla çelişmiyor mu?
    b) bir tff yöneticisinin, “beşiktaş’ı da kurtardık sayemde. teşekkür etmeleri lazım. değil mi? başka kimsede yok ki bu kadar şey... sonuç...” cümleleri de bir kanaat itirafı sayılmaz mı?
    “sonuç” sözcüğünün (açıklama sahibinin iddia ettiği gibi) yabancı oyuncu yerine kullanılmış olduğunu algılayamamış olmam, benim zekâ geriliğimle mi ilgili acaba?

    soru 5: avrupa kupalarina gidiş , kulüplerin inisiyatifine birakilabilir mi?
    tff’nin kanaatle karar veremeyip, bazı kulüplerin sezon içinde uefa tarafından avrupa kupalarından ihraç ihtimalinin önünü açması da, türk futboluna küçük çaplı bir ihanet...
    çünkü bir (ya da birkaç) takımımızın avrupa kupalarından ihracı sadece itibar açısından değil, sportif ve ekonomik açıdan da bedel ödememize neden olacak. üstat cemal ersen 26 temmuz’da milliyet’te bu detaya değinmişti: sportif olarak (şu anda 10’uncu olduğumuz) kıta sıralamasında ilk 12’nin dışında kalmak demek, 2013-14’te şampiyonlar ligi’ne direkt takım gönderememek demek. devler ligi’ne takım sokamamak demek, asgari 25 milyon euroluk gelirden de mahrum kalmak demek.
    ayrıca tff’nin kamuoyunda oluşturduğu “avrupa kupalarına göndereceğimiz takımları değiştirme vakti zaten geçti” imajı da doğru değil... italya, 6 temmuz 2006’da uefa’ya verdiği takım listesini 26 temmuz’da pekâlâ değiştirmiş; iki yeni kulübünü avrupa’ya gönderebilmişti.

    soru 6: peki, tek suçlu tff mi?
    tabii ki bütün bu kaos ortamının faturasını tff’ye çıkarmak da çok büyük haksızlık olur. çünkü sokaktaki adama “gizlilik prensibi” filan dediğinizde artık gülüyor; hürriyet’te, habertürk’te, takvim’de, bugün’de ve başka birçok gazetede; bir vatan yazarının ya da bir taraf yazarının köşesinde okuduklarının gizli olmamasına anlam veremiyor.
    artık kamuoyu, spor ailesinde (biz dahil) hemen hiç kimsenin temiz olduğuna inanmıyor; “suçluların dünyasında tek gerçek günah yakalanmakmış” diyor içinden... şike soruşturması kapsamında yayına başlayan “ne olur bana yardım edin memedalibey şov” la “safiyesiz faik şov” u birer reality-şov hissiyatıyla gülerek ve eğlenerek takip ediyor halk...

    soru 7: şimdi ne olacak?
    kamuoyundaki güven erozyonu bu denli derin olunca, tamirinin uzun yıllar alacağını tahmin etmek de zor olmuyor.
    artık önümüzdeki yıl futbolcular sahaya avukatlarıyla mı çıkacak, boş kaleye golü atamayan oyuncunun maç sonu açıklamasını hukuk müşaviri mi yapacak, doğrusu bilemiyoruz!
    ama şunu biliyoruz: eğer bir önceki meclis, şiddet yasası’nı yenilerken spor mahkemelerinin kuruluşunun yolunu da açabilseydi; bugünkü krizi daha hızlı çözebilecektik. belki o zaman tff, bu kritik kararı kanaatle verme yükü altına girmek zorunda kalmayacak, iş mahkemede halledilecekti.
    olmadı. bundan sonra da ne olsa, kekremsi bir tat kalacak damağımızda... 9 eylül’den sonra ne karar alınırsa alınsın tatsız yıllar bekliyor bizi... çünkü “geç kalmış adalet”, gerçek adalet olmuyor."

    *************
  • 137
    mevcut düzeni eleştiren gazetecilerin çoğunun yaşı başı geçmiş artık beklentisi olmayan tipler olduğunu düşününce ve uğur meleke'nin kendi yaşıtı gazetecilerin sırf tutunabilmek için kıç yalamalarını izleyince, kendisine hayranlığım kat kat artıyor. kendisi de biliyordur ki son 1-2 yılda biraz diğer meslektaşlarına benzese ntvspor'da falan program yapabilirdi. zaten o kapasitenin, bilgi birikiminin çok çok üzerinde.

    edit ve tanım: halüsinasyon. (bkz: #1219289)
  • 138
    --- alıntı ---

    benim içimi burkan tek şey var: emre ve hamit’in yokluğunda kaptanlığın (“ne kadar güvenilirse o kadar oynarım” ve “o kızla zaten evlenmeyecektim ki” özlü sözlerinin sahibi) servet’e verilmesi... bence o bant, arda’da olmalıydı. eğer arda’nın tecrübesiz olduğunu düşünüyorsanız, “hemen karşımızdaki rakibe bir göz atın” derim. zira janko’nun yokluğunda bandı takan fuchs, arda’dan sadece 8 ay büyüktü.

    --- alıntı ---

    bugünkü milliyet gazetesi spor servisindeki köşesinden.
  • 139
    18 eylül 2011 galatasaray samsunspor maçı ile ilgili yazmış olduğu yazısından bir bölüm:

    --- alıntı ---

    fakat galatasaray’da hâlâ bazı temel meseleler çözülmüş değil: sarı-kırmızılıların esas sorunu 2-5-3 ya da 7-1-9 meselesi değil; kalite meselesi... geçen yıl rijkaard/hagi/ünder ne yapsalar düşündüklerini sahaya yansıtamıyorlardı; bu yıl da terim ancak rakip bölüm bölüm abandone olduğunda hayal ettiklerini izleyebiliyor. çünkü sahada hâlâ kalite olarak istenen düzeyde olmayan bir kadro var; yenen golde de sarı-kırmızılıların savunmasının klasik yeteneksizliği devreye girdi. terim eğer bu takımın geçmişteki iyi ekipleri gibi güzel futbol oynamasını hayal ediyorsa, savunma dörtlüsüne daha fazla kalite enjekte etmesi gerek. bunu eboue’yi bekte kullanarak mı yapacak, yoksa ceyhun’dan mı faydalanacak; tabii hocanın bileceği iş bu...

    yazının tamamı için: http://gss.gs/Nc

    --- alıntı ---
  • 141
    türk futbol basınının ender bulunan kalemlerinden birisi. herhangi bir takımdan olmayıp tamamen futbolsporlu bir kişi. yazıları buram buram analitik çözümleme, zeka ve kalite kokuyor. sadece süper ligi değil, bankasya ligini, avrupa ve dünya futbolunu da yakından takip ediyor yazılarından ve televizyondaki yorumlarından anlaşıldığı kadarıyla. standart futbol yorumcusu gibi maç içinde gördüğünü aktarma, hakeme futbolcuya teknik adama giydirme, birbirinden klişe lafları arka arkaya sıralama, argo tavırlar içerisine girip sözde halka inerek futbol monologları geliştirme olaylarına hiç girmiyor. belli ki bu işi severek yapıyor, sırf kolayından para kazanayım, adım duyulsun diye değil.
    ama görünen o ki şimdilik pek kimseye örnek olamıyor. olamıyor çünkü örnek alacaklar nazik mecazi popolarını hareket ettirmekten imtina ediyorlar.
  • 142
    uğur meleke'nin 22 ekim 2011 tarihli yazısı:

    --- alıntı ---

    yıldırım’ın çalmadığı düdükler

    antalya’da bu sezonun açık ara en kötü maçı oynandı. hasan şaş futbolculuğu döneminde böyle temposuz maçları hareketlendirmek için bazen sahada arıza çıkararak müsabakanın tansiyonunu artırırdı; dün mardan’da öyle sıkıcı bir karşılaşma oynandı ki sanırım şaş bile kulübede uyuyakaldı (!)
    * * *
    gecenin futbol eziyetinde sahada dikkat çeken iki enteresan detay vardı sadece...
    birincisi, yunus yıldırım’ın birçok faul beklentisini boşa çıkarması... herkes yıldırım’ın (az penaltı vermesinden mütevellit) kolay düdük çalmayan bir hakem olduğunu iddia ediyor. kesinlikle doğru değil. böyle bir iddiası olanlar istatistikleri incelesinler, yıldırım maç başına 30 üstü düdük ortalamasıyla her daim ligin çok faul çalan hakemleri içinde yer almıştır. zaten az penaltı çalmasının bu istatistiğiyle tezat bir durum olduğunu son yıllarda bu sütunda sıkça okudunuz (hatta bir yerde karşılaştığımızda bizzat kendisine de söyledim!)... belli ki yıldırım, artık ceza alanı dışında da faullere (ceza alanı içinde yaptığı gibi) daha fazla şüpheyle bakıyor. kararları doğrudur/yanlıştır tartışmıyorum; ama bu tavrı en azından daha tutarlı...
    maçtaki ikinci dikkat çekici detaysa, ilk yarının ortalarında selçuk’un (bir futbolcunun sakat olduğunu zannedip) taca bıraktığı topu, mehmet eren’in nazikçe iade etmesiydi. tabii ki (basit bir taç atışı için bile göz göre göre yalan söyleyen futbolcuların var olduğu bu ligde) böylesine bir adamlık yaptığı için m.eren’e bravo... üstelik de bütün dünya, hafta içinde keita-niang işbirliğiyle böyle bir pozisyonda gelen golü tartışmışken... ama selçuk’un (ve diğer tüm futbolcuların) şunu da bilmesi gerek: özellikle mourinho’nun (chelsea’deyken) oyuncularına aksi yöndeki talimatı sonrası bu tarz pozisyonlarda artık pek kimse topu dışarı atmıyor. fifa, hakemlerinden (oyuncu sağlığıyla ilgili bir sorun varsa) oyunu ivedilikle durdurmasını (yani futbolcuların topu taca atmasını beklememesini) istiyor. yani orada m.eren (aynen keita-niang gibi) oynamaya devam etse ve antalya garip bir gol atsa kimsenin söyleyecek pek bir şeyi olamazdı.

    --- alıntı ---
  • 143
    kendisi yıllardır gerek yorumlarını gerekse yazılarını takip ettiğim bir isimdir. türk spor basınına fazladır böyle adamlar. futbol bilgisi ve tarafsızlık konusunda yanına yaklaşabilecek kimseyi tanımam. takımlara değil futbola hizmet etmeyi amaç edinmiştir. kendisine katılmadığım yazılarında bile her şeye rağmen eline ve yüreğine sağlık derim.
  • 145
    26 ekim galatasaray gaziantep maçındaki yazısında tek bir hakem lafı etmemiş,ciddi ciddi mac analizi yapmıştır.lan tarafsız görüneceğim,bilimsel konuşacağım diye bu kadarzorlama olmaz yemin ediyorum ve kendisine rıdvan dilmen ödülünü takdim ediyorum.böyle tiplerinde savunması kolaydır.ben maca,sahadaki oyuna bakarım!yalnız sahada macın mına koymak için görevli iki hakem varsa bu macın analizi olmaz arkadas! suya sabuna dokunma sempati topla!
  • 146
    6 kasım 2011 tarihli milliyet gazetesindeki yazısı

    --- alıntı ---

    davala, culio, einstein

    seyrantepe’de ikinci yarıda hareketli ve eğlenceli bir maç izledi sporseverler... sekiz yenili, elmander’li, melo’lu galatasaray’ın iç sahada eğlendirmesi tarihi gereğidir; ama bu kısıtlı kadrosuyla müsabaka estetiğine ciddi katkı yapan mersin’e kocaman tebrikler. istanbul’da, galatasaray ve mersin oynarken, sarı-kırmızılıların en iyi üç oyuncusu kalecisi, stoperi ve sağ bekiyse; golsüz maçın en net 3 pozisyonundan ikisini (moritz ve nduka’yla) misafir ekip, yakaladıysa kredinin yarıdan fazlasını nurullah sağlam’a vermek gerek.
    aslında terim için de kötü bir gün sayılmazdı dün... sezon başından beri oturtmak istediği (benim 2-3-2-3 diye tarif ettiğim) beklerin hücum organizasyonuna sık katıldığı düzenini en iyi uyguladığı günlerden biriydi. muslera, semih ve eboue’nin, galatasaray kariyerlerinin en iyi gününde fildişili’nin sağ bek performansına ayrı bir parantez açmak gerek. eboue, dün bazen aşırı özgüveni nedeniyle kritik top kayıpları yapsa da ileriye çıkışlarının hemen hepsinde etkili oldu ve orijinal pozisyonunu bir anlamda terim’e hatırlattı.
    dün terim’e gelen bir başka önemli uyarıya da kulak kesilmek gerek: gerek sabri, gerek eboue mecbur kalındığında farklı yerlerde oynayabilirler; ama her ikisi de multi-pozisyon oyuncular değiller. galatasaray’da şu anda farklı pozisyonlarda aynı verimi alabileceğiniz tek bir sağ bek var: o da terim’in yardımcılığını yapan ümit davala! sabri’yi ilk 45’te orta sahada kullanmak galatasaray’a bir devre kaybettirdi; ikinci yarıdaki değişikliğin ardından hem selçuk’un hem de ayhan’ın performansları (galibiyete yetmese de) gayet iyiydi.
    * * *
    maçta cevabını bulamadığım birkaç soruysa şöyle:
    1) dünkü riera’yı izlerken acaba herkes gibi terim’in aklına da culio gelmiş midir?
    2) oyun kurmada zaten çok iyi olan semih’in bir de ligin en yüksek fizik kalitesine sahip forvetlerinden nobre’ye karşı performansı (2 sene önce kewell’ı stoperde tercih eden) bülent korkmaz’a neler hissettirmiştir?
    3) aynen (samsun önündeki) fenerbahçe gibi dünkü galatasaray’ın da 10’un üstünde korner ve kenar frikiği kazandığı halde bu atışların hiçbirinde önceden çalışılmış bir organizasyon denememeleri garip değil midir? bütün bu topların ısrarla penaltı noktası üstüne atılması akla einstein’ın “aptallığın kanıtı, aynı şeyi defalarca yapıp, farklı sonuç almayı ummaktır” sözünü getirmiyor mu?

    --- alıntı ---
  • 148
    08.12.2011 tarihli milliyet gazetesindeki yazısı

    --- alıntı ---

    büyük elmander

    “büyük maçları büyük oyuncular kazanır” derler, galiba dün de gelenek değişmedi: elmander belki kariyeri boyunca kupa biriktiremedi, belki dünya çapında bir büyük yıldız efekti yapamadı. ama futbol oynadığı her yıl üstüne koydu, her yıl gelişti. ve bence efsane hakan şükür’ün tribünde olduğu bir günde aynen onun gibi 30 yaşında gelişmeyi sürdüren bir halef olarak selefinin anma törenini daha anlamlı hale getirdi.
    galatasaray açısından bu anma gününü şölene dönüştüren bir diğer isim de terim’di tabii... fatih hoca bu maçı oynamaya aslında ankara’da başladı. sivas karşısında iyi işleyen 4-4-2’yi ankara’da (elmander cezalı diye) bozmadı; takımın formasyona olan alışkanlığının artmasını sağladı. elinde de 4-4-2 oynayan her hocanın hayalini kuracağı bir “defansif santrfor” elmander olduğu için çok şanslı. isveçli, orta saha-baros pas bağlantısını sağlıyor, degajları indiriyor, alıyor-veriyor, asist yapıyor, gol atıyor. düzenine ve ona güvenen hocasını da mahcup etmiyor.
    aykut kocaman’sa terim’in aksine takımının melekeleştirdiği, gözü kapalı yaptığı bazı işleri hiçe saydı. bu sezon sadece skoru bulduğu maçların son bölümlerinde denediği 4-3-3’le müsabakaya başladı. kocaman’ın düzenini eleştirmiyorum, 34’lük alex’ten pekala bir totti çıkabilir; kariyerinin sonunda golcü gibi dolaşan santrfora dönüşebilir. ama bu düzeni 14’üncü haftada bir derbide kullanacaksanız; geride en az 5-6 maçlık bir alışkanlık biriktirmeniz gerekirdi.
    kocaman’ın bir diğer kritik tercihi, neticeye neredeyse elmander kadar tesir eden bilica oldu. bilica hem bireysel hatalarıyla iki gole neden oldu; hem de yabancı kontenjanını doldurduğu için stoch kulübede kaldı. oysa kocaman madem 4-3-3’le kontratak anlayışı benimseyecekti, bu düşünceye herhalde en fazla uyacak adam stoch olurdu. üstelik de slovak oyuncu, geçen hafta “stoch noktası”ndan (ceza alanı yayının hafif solundan) yakaladığı iki fırsatı gol yapmıştı. bu maçta da orda bulduğu ilk fırsatı direğe vurdu. yani kapanan fenerbahçe’nin kahraman aradığı bir günde formda stoch, bu tanıma uygun adam olabilirdi.
    * * *
    bir takım kazandı, bir takım kaybetti. ve ne mutlu ki, bugün futbol konuşabiliyoruz. bu temiz güne imza atan her iki takım futbolcularına, 7’nci dakikada ilk karşılaştıklarında tokalaşan terim-alex’e, 11’de yerdeki baros’un sağlığını önemseyen volkan’a, hocalara ve hakemlere binlerce teşekkürler. iyi ki varsınız.

    --- alıntı ---
  • 149
    12.12.2011 tarihli milliyet gazetesindeki yazısı.

    --- alıntı ---

    fatih terim’in adaleti

    belki bu maçı kaybetti; ama bana bu ligin ilk devresinin en iyi hocası kim derseniz, cevabım yine de şenol güneş olur. geçen yıl kendi elleriyle kurduğu harika takımın savunmasının merkezini (egemen’i), orta sahasının merkezini (selçuk’u) ve hücumunun merkezini (jaja ve umut’u) yitirmesine rağmen çok seri bir tedavi yaptı. savunmanın liderliğini glowacki’ye, orta sahanın anahtarını colman’a verdi. eğer hücumda da burak’ın yükünü biraz paylaştırabilseydi; muhtemelen şu anda ligde zirve ortaklığını sürdürecek, devler ligi’nde de son 16 kurasını bekliyor olacaktı.
    trabzon’un 4 aydır bütün skor yükü burak’ın üstünde ve o durduğunda hayat durdu, her şey durdu. adrian ya da alanzinho, jaja gibi skor yapamıyorlar. defanstan egemen gibi duran top golcüsü çıkmıyor. burak’ın üstündeki baskı bu denli artmışken henrique (umut gibi) göbeğe kaydırılıp golcünün üstündeki yük de paylaştırılamıyor. bir takım da bir oyuncunun üstünde ancak bu kadar yol alabiliyor.
    güneş’in kadrosu da o denli dar ki, dün kötü giden maçta bir şeyler değiştirmek için kulübesine baktığında sadece alanzinho’yu görebiliyordu (çünkü kalan 6 adam defansif oyunculardı)! şenol güneş, (bırakın umut’u ya da jaja’yı), dün galatasaray’ın yedek kulübesinde olan ceyhun-engin’e dahi sahip olsa eminim daha farklı varyasyonlar üretebilirdi.
    * * *
    terim’in de malzemesi güneş’ten beş kat iyi değil; ama tecrübeli teknik adam elindeki listeyi altyapıdan iki takviyeyle geliştirmeyi bildi. genç stoper semih, nobre, almeida ve rasmussen’le yaptığı kuvvet yarışını kazanmış, hızlı pedriel’e karşı zorlanmıştı. dün burak sınavından da alnının akıyla çıkarak hocasının yüzünü ağarttı, gökhan zan’a da bir süre daha tribünün yolunu gösterdi! emre belki harika bir gün geçirmedi; ama kazım’ın dünkü defansif çabasında (ve cech’e üstünlük kurup maçın kaderini değiştirmesinde) onun katkısını yadsımamak lazım. artık kazım, baros veya engin çok iyi biliyorlar ki, görevlerini eksik yaparlarsa florya’dan emre çolak’ın bir başka arkadaşı gelip rahatlıkla onların formasını da teslim alabilir!
    galatasaray’daki bu gelişimde tabii ki çok farklı parametreler rol oynadı, ama dünün manşeti bence “terim’in adaleti” idi. eğer bir takımda (semih’inden riera’sına) herkes gerçekten eşit olduğuna inanırsa, birileri “daha eşit” değilse, işin yarısını bitirmiş oluyorsunuz. kalan yarısını da zaten futbolcular hallediyorlar.

    --- alıntı ---
App Store'dan indirin Google Play'den alın