• 576
    uğur meleke'nin "yabancı sınırı nasıl olmalı?" başlıklı yazısı:

    "ben 10 yıldır dilim döndüğünce mücadelesini veriyorum, bir sürü değerli spor yazarı abilerimiz var daha uzun süredir savaşan... nihayet bu mücadelenin sonucunu almaya çok yaklaştık; ülke futbolunun dibine dinamit koyan yabancı sınırının kalkması artık resmen futbol yöneticilerimizin gündeminde.
    özellikle son 10-15 yılda süper lig kulüplerinin gelirlerindeki geometrik artış, yerli futbolcu piyasasını alt üst etmişti. almanya’da-isviçre’de-avusturya’da 1 milyon euro alamayacak adam, yabancı sınırlaması yüzünden türkiye’de 3 milyon almaya başladı. yerli oyuncuların maaş bareminin bu düzeylere çıkması, avrupa’nın beş büyük ligine ihracatımızı sıfır noktasına getirdi. şu anda türkiye’de doğup avrupa’nın elit liglerinde top koşturan tek bir oyuncumuz var. hiçbir oyuncumuz elit liglere gitmeyince, yarı maaşlara ingiltere’ye ispanya’ya gitmeyi aptalca bulunca, gelişimleri durdu; vizyonları daraldı.

    üstelik bu yüksek maaşlar sadece türkiye’de doğan türkler’i değil, avrupa’da doğan türkler’i de olumsuz etkiledi. 19-20 yaşlarında, daha dortmund’un-leverkusen’in ikinci takımıyla 5 maça çıkmış adam süper lig’den milyonluk teklifleri alınca başı döndü; gelişimini önemsemeyip ankara’nın, kayseri’nin, istanbul’un yolunu tuttu. sonuçta orada kalıp ilkay, mesut, hakan çalhanoğlu olacakken, buraya gelip nizamettin çalışkan, tanju kayhan, yasin öztekin oldular. ve ne kendilerine, ne ülke futboluna, ne milli takıma katkısı olmadı bu gençlerin...

    50 yıllık bir ezberi bir türlü aşamadık: “yabancı sınırlamasını açarsak, türkler oynayamaz, milli takıma oyuncu bulamayız” dediler sözleşmişçesine... oysa bu yerli oyuncu bu ligde o yabancıyı yenip formayı alamıyorsa, uluslararası maçta zaten nasıl yenecekti ki aynı adamı? istanbul trafiğini mercedes’e, bmw’ye kapatmanız, tofaş’ı mı geliştirecekti? yasakçılıkla kim, hangi sektörde, ne zaman gelişti allah aşkına?

    sonuç hüsran oldu... milli takım, fifa sıralamasında 49, uefa sıralamasında 32’nciliğe düştü. uefa kulüpler sıralamasında da 2007’den beri ilk kez 12’nin dışına çıkma tehdidiyle karşı karşıyayız. bariz hastalık, teşhisi getirdi, şimdi de amaç, hep birlikte doğru tedaviyi bulmak...

    kriterler nasıl konmalı?

    fatih terim’in ve yıldırım demirören’in açıklamalarından anladığımız kadarıyla, yabancı sınırlamasını kriterli olarak açacağız ocak’ta... demirören, ntv’de “yüzde 10 barajı koymayı düşünüyoruz, ama o zaman da melo sınıra takılıyor” diye bahsetmiş planlarından. sanırım üzerine biraz daha kafa yorulursa, en doğru metot bulunacaktır. benim naçizane önerim şu şekilde:

    1) kulüpler sezon başında tff’ye 28’er kişilik oyuncu listeleri versinler. geniş listede 8, her maçın ilk 18’inde 4, ilk 11’inde de 2 altyapı oyun- cusu zorunluluğu getirilsin kulüplere... bu yöntemin maksadı şu: türkiye’ye bir yabancı oyuncu transfer olduğunda onun sabri’nin değil koray’ın, emre’nin değil salih’in önünü kesmesinden endişe ediyoruz. çünkü emre, sabri ya da ersan, belli bir yaşa geldikten sonra hâlâ formalarını yabancı rakiplerine kaptırıyorlarsa, zaten uluslarararası maçlarda da onu yenemeyeceklerdir.

    ama atınç’ın, salih’in, koray’ın durumu biraz farklı. onların gelişmesi için, potansiyellerini göstermeleri için, kapasitelerinin en tepesini izlememiz için oynamaya ihtiyaçları var. dolayısıyla yabancıyı sınırlamak yerine genç oyuncuyu oynatmaya teşvik etmek, daha mantıklı geliyor bana...
    2) altyapı oyuncusu tanımını da gerçekçi yapmak lazım. bir futbolcunun, altyapı oyuncusu sayılması için 23 yaşını doldurmaması ve türkiye’de herhangi bir kulüpte iki yıl eğitim alması yeterli olabilir.

    3) genç oyuncu teşvikini doğru biçimde yaptıktan sonra, yabancı oyuncuyu tanımlamaya gelecek sıra... tff başkanı demirören’in bahsettiği “yüzde 10 milli olma şartı” mantıklı. ama bu şartnameyi ülkenin fifa sıralamasına göre derecelendirmek gerek.

    a) oyuncu, 23 yaş altı ise herhangi bir milli kademede,23 yaş üstü ise a milli kademede oynama şartı aranacak.
    b) oyuncu, fifa sıralamasının ilk 15 ülkesinden geliyorsa hayatında 1 kez milli olması yeterli. eğer fifa sıralamasının ilk 15’inin dışında bir ülkeden geliyorsa, o zaman son iki yılda ulusal takımın maçlarının %10’unda (veya %20’sinde) oynama şartı aranabilir.
    türk futbolunda bu tarz bir değişiklik olur ve selçuklar, bekirler, cenkler burada forma bulamazlarsa diye düşünenler de lütfen şunu unutmasın: burada 3 büyüklerde forma bulamazlarsa, ispanya’nın orta sınıf veya hollanda’nın-belçika’nın üst sınıf takımlarına gidecekler. ve her halükarda gelişecekler. dünya görüşü açısından. vizyon açısından. lisan açısından. bir gün yine gelişmiş olarak dönecekler türkiye’ye, hatta milli takıma.
    daha vizyoner, daha yenilikçi bir gençlik umuduyla. mutlu haftalar."

    uğur meleke
  • 578
    son yazısında (bkz: #1622002) yabancı kuralı için koyduğu kriterlere göre sanıyorum ribery,batalla gibi oyuncular türkiye'ye gelemiyor. bence koyulabilecek 2 kriter var biri altyapıdan çıkan ve 23 yaşın altında olan belli sayıda futbolcu bulundurma zorunluluğu, diğeri ise mali kriter. yabancı sınırının kalkmasındaki en büyük tehlike kulüplerin fifa'da dosyalarının çoğalması , o yüzden ciddi mali kriterler koyarak transferler kontrol edilmeli. mesela bizim ara transferde futbolcu transfer edemememiz lazım, şu ekonomik durumda bize izin verilirse yabancı sınırından daha büyük sorunlarla karşılaşırız.
  • 583
    --- alıntı ---

    bugün ligde bir sezonu 45 puanla bitiren bir takımın havuzdan aldığı ortalama pay 30 milyon lira. ayrıca ziraat, iddaa gibi isim hakkı kaynakları da mevcut. eskişehirspor gibi seyirci potansiyeli olan bir kulüpseniz hanenize maç günü gelirleri de yazabiliyorsunuz. hep söylerim, süper lig’in orta sınıf bir takımı, hollanda’nın- portekiz’in orta sınıf takımından iki kat fazla gelire sahip.
    eskişehir hemen her yılı bu puanlarda bitiriyor, üstüne de son iki sezonda büyüklere 5 futbolcu (alper, veysel, tarık, erkan ve aytaç’ı) sattı. beşinin bonservis bedelleri toplamı 20 milyon euroya yakın. üstelik bu iki sezonda dış transferde neredeyse hiç bonservis ödememişler. şimdi benim anlamadığım şu: yayın havuzu, isim hakkı gelirleriniz ortada. fena olmayan bir tribün geliriniz olmalı. ertuğrul sağlam’ın yaldızladığı oyunculardan 20 milyon euro koymuşsunuz kasaya. o zaman bu takım neden sürekli zayıflıyor? o zaman erkan’a neden 800 bin euro borç birikiyor, oyuncu neden alacağı karşılığında serbest kalmak istiyor?
    dün eskişehir’in sahaya çıkan kadrosu bence ligin en zayıflarından. eğer isimleri eskişehirspor olmasa, eğer itici bir tribün güçleri olmasa, balıkesir, akhisar ve gençlerbirliği ile onları küme düşmenin en güçlü adaylarından biri olarak sayarım. gerçi evinde 2-1 mağlupken 90+2’de causic’i oyuna sokan, üstelik sakat lawal yerine sahanın yıldızı sissoko’yu çıkaran skibbe faktörünü de unutmamak gerek!
    sahada böylesine zayıflamış bir eskişehir varken, galatasaray’ın görece iyi olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz! dün akşam galatasaray da en az o buz gibi hava kadar, o bomboş tribünler kadar, topun seke seke gittiği o zemin kadar kötü. bazen eskişehir’den daha kötü. hamzaoğlu’nun galatasaray’daki en iyi hamlesi umut-burak çift santrforlu düzene dönmesiydi, iki oyuncu da güçlenmişti bu hareketle. ikisi birlikte sahada olmadığı anda yarı yarıya geriliyor galatasaray ofansı.
    eğer dün sahada iki sanatçı, sissoko ile sneijder da olmasa, çekilir bir tarafı yoktu zaten futbolun. galatasaray’ın her pozisyonunda, iki golünün de mayasında sneijder’ın zekâsı var. sissoko da topa her dokunuşu kalite kokan bir afrikalı. evet siyahi afrikalılar hızlı olurlar, güçlü olurlar, ama sissoko gibi tekniğini bulmak kolay değildir. biraz da golü düşünse, son vuruş denese çok daha fazla konuşturur kendini sissoko.

    --- alıntı ---

    http://www.milliyet.com.tr/...011359-skorergaleri/
  • 584
    --- galatasaray kadıköy'de neden kazanamıyor? ---
    aslında bu tarz seriler çok olağanüstü değil, sporun içinde var: atletico madrid’in 2003-2013 arası 22 maç real madrid’i hiç yenememesi... ya da real madrid’in, tam 18 yıl deportivo deplasmanında kazanamaması gibi. üstelik o süreçte, yani 90’lar ve 2000’lerde 3 kez de şampiyonlar ligi şampiyonu olmalarına rağmen... lâkin, galatasaray’ın başakşehir maçındaki tavrı, meselenin sportif olmaktan çok psikolojik olduğunu hissettirdi bana. bu yazının çıkış noktası da, 10 gün gecikmeli kaleme alınma nedeni de bu zaten.

    bence bu tarz serilere yakalanmış takımların çıkış metodu şu olmalı: eğer siz, büyük bir engelle karşılaşacaksanız ve esasında bu engeli aşacak kadar iyi olduğunuzu düşünüyorsanız, en önemli sır, sakin kalmaktır. o müsabakaya herhangi bir müsabaka sükunetinde bakabilmektir. kadıköy’e giderken, bunun sivas’a, bursa’ya, kopenhag’a veya kasımpaşa’ya gitmekten çok farklı olmadığına inanmak ve ekibinizi inandırabilmektir.

    neden değişir?
    eğer hamzaoğlu da buna inanıyorsa ve ekibini inandırmak istiyorsa, kadıköy’de takımını en sıradan, en kanıksanmış haliyle, ezberlendiği formda sahaya sürmeliydi. bakınız, hamzaoğlu’nun sahaya sürdüğü takımın iyiliğini/kötülüğünü, doğruluğunu/yanlışlığını tartışmıyorum. aslında mesele, galatasaray-fenerbahçe meselesi de değil. misalimiz, celtic-rangers ya da anderlecht-brugge de olabilirdi. aşağıdaki bilgilere de belçika ligi’nin derbisine bakıyormuşçasına uzaktan bakmaya çalışın lütfen.

    ligde 21’inci hafta. galatasaray, sivas deplasmanında. muslera-sabri, chedjou, koray, olcan-hamit, selçuk-bruma, sneijder, yasin-burak 11’i ile sahaya çıkmış... 3-2 kazanmış...

    derbiden bir hafta önce... 22’nci hafta. sarı-kırmızılılar, içeride erciyes’i ağırlamış. takım değişmemiş, sadece sakat burak yerine umut 11’e girmiş. galatasaray 3-1 kazanmış.

    derbiden 1 hafta sonra... 24’üncü hafta. galatasaray, içeride başakşehir’i ağırlamış. iki hafta önceki erciyes maçının aynı 11’ini sahaya sürmüş hamza hoca...

    21’inci hafta zorlu sivas deplasmanında aynı takım. 22’nci hafta nispeten zayıf erciyes’e karşı aynı takım. 24’üncü hafta, lig beşincisi sükseli başakşehir’e karşı aynı takım.

    eğer siz 3 farklı seviyeden 3 rakibe karşı; biri dışarıda, ikisi içeride, ikisi hücumcu, biri savunmacı 3 rakibe karşı, bire bir aynı 11’leri çıkarıyorsanız, sizin olağan 11’iniz bu demektir. ve fenerbahçe maçının öncesindeki 11’le, sonrasındaki 11, bire bir aynıyken, kadıköy’de takımı yarı yarıya değiştirmenin tek açıklaması olabilir: fenerbahçe deplasmanını, diğer 33 maçtan bambaşka bir yere koyuyorsunuz. öyleyse belki de bu yüzden kaybediyorsunuz işte... kadıköy deplasmanında doğal davranamadığınız için.

    umut’tu telles’ti, hakan’dı koray’dı detaylarına inmeden; türk derbisine yabancı bir amerikalıymışçasına dışarıdan baktığımda bunu görüyorum ben. bir hoca, 21, 22 ve 24’üncü haftalarda aynı takımla oynuyor; 23’te bambaşka tercihler yapıyorsa... 21 ve 22’de galip geldiği halde 23’te takımı yarı yarıya değiştiriyor, 24’te yine eski tercihlerine dönüyorsa... 23’te sakin kalamamıştır bence. oyuncularına da bu sükuneti geçirememiştir. problemlerinden biri de, muhtemelen en büyüğü de budur zannımca...

    --- alıntı ---
  • 586
    --- 21 mart 2015 kasımpaşa galatasaray maçı ---
    wouters, sporculuğunda büyük saygı duyduğum, efsanevi euro’88 finalinin de aktörlerinden bir futbol emekçisi. oyunculuğunda emekçi bir ön libero idi, antrenörlüğünde de emekçiliği sürüyor. kariyerinde 3’üncü kez böyle geçici görev alıyor, utrecht ve psv’den sonra kasımpaşa’da da birkaç günde bir elektroşok etkisi denedi. şota’nın tutucu 4-2-3-1 başlangıcı ısrarı yerine 4-4-2 dizdi dün takımını. scarione sağda, babel-adem çift santrfor... savunmada berbat bir ofsayt taktiği sahnelediler, defansif anlamda yine çok kötülerdi. ama bu 4-4-2’nin, serbest babel ve adem’le kontra atağa çıkışları daha etkiliydi. adem büyük’ün de bu form durumuyla milli takımda olmaması hayret verici bence.

    galatasaray’daysa iki devrenin geceyle gündüz kadar farklı olmasının nedeni, 46’daki değişiklik... hamza hamzaoğlu göreve başladığında yaşanan gelişimin nedeni umut-burak’lı düzendi. bu ikili birbirlerini seviyor, anlıyor ve yükseltiyorlar, açık... dün de bir kez daha ispatladılar bunu. maçın bütününü açıklayabilecek kilit unsursa galatasaray’ın asimetrik hücum anlayışı: sarı-kırmızılılarda herkes solda toplanıyor, orada bir eşleşme problemi yaratılıyor. sol bek telles, orta ikilinin solu selçuk, galatasaray’ın şu anda en iyisi olan sol açık yasin, sola deplase sneijder, hatta bazen oralara katılan olcan...

    galatasaray’ın ligin ikinci yarısında solda ürettiği bu başarılı düzeneğe iki-üç sağ bekle cevap veremeyeceğinize göre sağ stoperi, ön liberoyu, sağ açığı daha uyanık tutmanız lazım. kasımpaşa’nın dün bu konuda çok başarısız olduğu ortada: 14’te yasin’in direkten dönen şutu, 22’de olcan’ın pasıyla yine yasin’in girdiği pozisyon, 52 ve 55’teki iki gol, hep aynı sol kanat eşleşme problemi ürünü.

    galatasaray’da bitime 9 hafta kala yasin ve selçuk’un performanslarının zirve yapması, ligin kaderine direkt etki ediyor şu anda... sneijder da iki hafta aradan sonra dün çok daha hareketliydi.

    zayıf halkalar ise “olcan birkaçkilofazlasıvar” ile “hamit ağırkaldı”! hamit’in harika bayern ve real kariyerlerini bilmeyen yeni nesil, bu adamın soyadını “ağırkaldı” sanabilir pekala. hamit iyi bir günündeydi ama ikinci golde ağır kaldı maalesef. olcan’ın da eski günlerine dönmesi için o birkaç kilo fazlasından kurtulması gerek. eğer hamzaoğlu ligin kalanında o bölgelere de doğru neşterleri vurabilirse, dünkü ikinci yarı çıkışının sürmesi olası.

    --- alıntı ---
  • 587
    (bkz: uğur meleke/#1677687) genel itibari ile dogru olsa da bu yazisinda bir kac onemli hata var.

    asimetrik hucumlarimizi dillendirmesi iyi olmus, ne zaman biri bunun hakkinda konusacak diye bekliyordum. fakat selcuk orta ikilinin saginda oynadigi halde solu yazmasi ve sola destek verdigini iddia etmesi sacmaligin daniskasi olmus. hamit solda selcuk sagda oynuyor. zaten bu asimetrinin dogmasinin sebebi de sneijder'in onde sola yardima giderek oynamasi, onun tersine ama daha gerisine selcuk gecip saga yardim ederek oynamasi. sneijder cogiye kadar gecerek yasini ceza sahasina sokarken selcuk da ortadan "late run" yaparak gol kovaliyor ki bu stratejiyle 2 kritik gol atti. hamit ise daha geride kalip alan kapatiyor.

    bir digeri olcan'a kilo fazlasi var hamit'e de agir demesi. olcan ve sneijder'in bu seneki sorunlari ayni, ikisi de esnekligini kaybetmis. ikisinde de kas fazlasi var yag fazlasi degil. kilo olarak 3-4 kilo fazlan olsa da esnekligini cok etkilemez spor yapiyorsan. kas fazlan varsa reflekslerin de azalir esnekligin de. ronaldo peki ne oluyor diyen olabilir. size tavsiyem ronaldo'nin 21 yasindaki esnekligiyle 30 yasindaki halini kiyaslamaniz. ronaldo bir oyun tercihi yapip daha esneklik ama daha guclu ve bitirici noktada is yapan biri oldu. fizigi de buna musait.
    olcan govdesini incetirse esnekligini kazanip daha seri isler yapabilir hucumda. sneijder'in de daha ince olmasini tercih ederim acikcasi.

    hamit ise bahsettigi pozisyonda agir falan kalmadi, sneijder berbat bir pas verdi. driven pas verdi yani top yavaslamak yerine ilerlemeye devam etti, hamit ise topa hamle yapsa da alamadi. sneijder'in attigi gereksiz riskli bir pasti. hadi hamit degil cok seri bir adam da olsa o topa yetisse bile kontrol edemeyip kaybedebilirdi. hamit agir lafina gelince de cok sacma buluyorum. rakibi kovaladigi uzun kosulara bakin, adam istinasiz her sefernde topu kapabiliyor. rakibi mutlaka cizgiye skstirabiliyor ki bunu yapan baska bir galatasaray furbolcusu yok. yaninda oynayan selcuk'un bir kez olsun uzun kosuda rakibin yetistigini gordunuz mu? hamit beli iyilestiginden beri her gecen gun esnekligini arttiriyor. biraz daha form tutarsa turkiye liginin en iyi orta sahasi olacak.

    burak umut ikilisini de dogru okuyamadigi belli. birbirlerini sevdikleri icin performanslari daha iyi demek bulutlar uzgunken yagmur yagar demeye benziyor, biraz bilimse veri kat ki kahvedeki dayidan farkin olsun.

    umut ceza sahasi ici forveti degil. tek oynatildiginda gole yakin kalayim telasindan iceride bitiriyor kendini. ayni burak da boyleydi sene basinda. burak'in avantaji hiziydi en azindan. umut'un yaninda burak girince ceza sahasinin disina cikip rakibe bakarak oynayabiliyor haliyle ve takima fayda sagliyor. burak da umut varken kendini cok yormadan enerjisini hucum setlerine saklyabiliyor. cunku umut her topa cikmaya calisiyor, burak istedigi gibi defans arasinda gezinebiliyor. bir de ustune ceza sahasi disina cikip oyunun parcasi olmayi da ogrenmeye basladi, umut varken bunu daha rahat yapiyor. hadi biz ona umut demeyelim de, solundaki yasin gibi saginda da bir sekilde isleyen biri oldugunda burak'in alternatifleri artiyor. umut yorulmamasi acisindan katki verirken eger bruma oynarsa bu sefer de hizini kullanip ceza sahasi kosularini daha etkili yapabiliyor.

    isiniz alti ustu futbol yorumu yazmak, bari onda tembellik yapmak yerine adam gibi yapin.
  • 588
    bugünkü muazzam yazısı:

    ****

    üç puan kutsal mı?

    bir milletin kutsalı çoksa, kutsalı yok oluyor maalesef...
    komünikasyon çağı bu memlekette dezenformasyonu kolaylaştırdı, dezenformasyoncu da ekseriyetle kutsallaştırma yolunu kullandı: bugün sokaktaki adam, esas kutsalları hariç her şeyin kutsal olduğuna inandırılmış durumda!
    sanat kutsal. sanatçı kutsal. sinema salonu kutsal. tiyatro sahnesinin tozu kutsal! oy verdiği siyasi partisi kutsal. lideri kutsal. örgütü kutsal. cemaati kutsal. milli takımı kutsal. saha kutsal, çim kutsal! milli takım antrenörü kutsal. milli takım kaptanı kutsal. çemişgezekspor forması kutsal! oyuncusu kutsal. ihaleci kulüp başkanı kutsal! bu nasıl iş yahu?
    sorsan ki, adalet kutsal mı? hak, hukuk kutsal mı? saygı, birlikte yaşama becerisi, medeniyet kutsal mı? temizlik, dürüstlük, ahlâk kutsal mı? cevaplar belirsiz. tavırlar netameli.

    ***

    malumunuz, bir “forma kutsaldır” goygoyudur gidiyor yıllardır... özellikle 3 büyük kulüp ve milli takım düzeyinde, ne kaybedilirse kaybedilsin, önemli olan 3 puandır, gerisi teferruattır anlayışı dikte ediliyor.
    kavga: kapatılır.
    dolandırıcılık: örtülür.
    haksızlık: ne olacak canım, unutulur.
    sahtekarlık: görmezden gelinir.
    küfür: yüceltilir!
    çünkü önemli olan takımın menfaatidir, 3 puandır, 7’nci yıldızdır, 138’inci şampiyonluktur derler bir de! onlara göre kol kırılır, yen içinde kalır. o “yen”e bulaşmamış pislik kalmamıştır, koldaki damar artık pis kanla simsiyah olmuştur, fark etmez! çünkü damarı kesseniz, yeşil-mavi, sarı-beyaz, tuttukları takımın rengi her neyse öyle akacağına inanır onlar.
    forma kutsal.
    peki, ahlâk? peki, hukuk? onu bilmiyoruz...

    ***

    neredeyse bir yıl önce, milli futbolcular gökhan, ömer ve hakan’ın arasında silahlı bir hadise yaşandı. hadisenin detaylarını hâlâ tam olarak bilmiyoruz, çünkü çıkıp dürüstçe anlatmıyorlar: oyuncular gizliyor, antrenörleri gizliyor, yöneticileri gizliyor. neyse ki konuyu alman basını ciddiye aldı da, meselenin büyük bölümünü kamuoyu onlardan öğrendi.
    bildiğimiz kısıtlı şeyler aşağı yukarı şöyle: ömer, gökhan’ın hayatını mahvettiğini söylüyor; milli takıma gelmek istemiyor. “milli takıma beni davet etmeyin” diye rica ediyor. ama yine de davet ediliyor. neden acaba? bu davet, ömer’in mesleki ve manevi olarak cezalandırılmasından başka neye yarayabilir ki?

    bu kadar zor mu?
    gökhan, özel telefon konuşması yoluyla diğer iki milli futbolcudan özür diliyor. peki neden telefonda dileniyor özür? neden milli takım teknik direktörü, bu 3 genç çocuğu bir araya getirmiyor? ömer, terim’in kendisiyle hiç konuşmadığını söylüyor hatta! meselenin üzerinden aylar-mevsimler geçti, konu neden yine milli takım maçı haftasına sıkışıyor? 60 yaşındaki görmüş geçirmiş bir milli takım koçunun, 3 tane genç adamı bir araya getirip layığınca özür diletmesi, sarılması, kucaklaması, birleştirmesi bu kadar zor muydu sahi?
    fatih terim, “bir tane genç oyuncuya sahip çıktım, suçluyum” diyordu ekim’deki basın toplantısında. gökhan sahip çıkılması gereken bir genç çocuk da, ömer değil mi? yalnızca gökhan mı hak ediyor sahip çıkılmayı? bu acayip vakanın sonunda ceza alan tek tarafın, silah çekilen taraf olması sizce de garip değil mi? gökhan milli takımda ve mutlu. hakan milli takımda ve mutlu. terim de son durumdan memnun gözüküyor. ömer toprak’sa evinde ve mutsuz! üstelik şimdi belki bir de federasyon tarafından cezalandırılacak!
    bu mesele, sportif bir mesele olmaktan çoktan çıktı... geçen hafta, emre’nin küfürleri üzerine yazmıştım: “bu adam, televizyonda prime time’da sürekli küfür ediyor. hakemler küfürleri duymuyorsa, rtük duysun da cezalandırsın bari” diye.
    bu hadise de benzer bir şekilde, televizyonda, prime-time’da bir sessiz tiyatroya dönüştü. silahlı hadiseye karışan kahramanlaştırılırken, silah çekilen mahzunlaştırılıyor. milli takımın teknik direktörü, hatta türkiye futbol direktörü terim’in katkısıyla oluyor bu. sürekli küfür eden, tehdit eden milli takımda. silahla dolaşan kahraman. silah çekilen cezalı. neden? çünkü, milli takım kutsal. üç puan kutsal!

    çok daha önemli
    sizin kutsalınız sizin olsun. üç puanınız da... bana, sokaktaki adama benim kutsalımı verin kâfi.
    bana 3 puan değil, ahlâkla adalet lazım. suçluyu cezalandırıp, suçu lanetlemek lazım. argoyu-küfürü-tehdidi değil, medeniyeti, birlikte yaşama becerisini verin bana. silahsızlanmayı, sokaklarda güvende hissetmeyi verin. bu memleketin silahsızlanmaya, önüne gelenin bir diğerini silahla tehdit edememesine, rehin alamamasına ihtiyacı var, 3 puana değil.
    hayatta 3 puandan, 38’inci şampiyonluktan, dokuzuncu yıldızdan, milli takımdan, futboldan çok daha önemli şeyler var. inanın.
  • 590
    (bkz: uğur meleke/#1689110)

    degisik seyler yapmaya calisiyor. herkesin yazdiginin disina cikip farkli bir farkindalik yaratmaya calisiyor. fakat o kadar ozensiz ve altini doldurmadan yapiyor ki oylesine yapmis ve farkli bir sey demis olmak icin yapmis gibi geliyor.

    z jenerasyonu ile ilgili yazi yaziyorsun guya ama karakter olarak bahsettigin y jenerasyonu z degil, z jenerasyonunun baslangic yili da 1990 sonrasi degil 2000 sonrasi. madem bilgi katmak istiyorsun, cikarim yapmissin kendince, bari adam gibi arastir yanlis bilgi koyma yazina.

    ne soylemeye calistigini anliyorum, soylediginde bir mantik var. maalesef bastan sona yanlis yazilmis bir yazi.

    son soz: z jenerasyonuna laf sokmus fakat z jenerasyonunun, farkindalik acisindan y jenerasyonundan cok daha iyi oldugu soylenir. cunku biri ilk x kusaginin komformist cocugudur, digeri in-betweeners kusaginin gozu acik cocugudur.

    edit: lancaster ve stillman'in 2002'deki "alademik" calismasina gore gen y 1980'de baslar 1999da biter. z kusagi 2000'de baslar. 2002deki bu calisma y kusagini tanimi oturu eksik kalindigi dusunuldugu icin (cunku lancaster ve stillman'in calismasi benim kusagimi belirtmemis, y kusaginin icinde saymistir) 2009 yilinda wessel ve steenkamp yeni bir calisma yayinlar ve buna gore y kusagi 1982'de baslar 1999'da biter.

    akademik olarak jenerasyon belirlemekle marketingcilerinki ayni olmadigi icin kafaniz karisiyor. akademisyenlet toplumsal olaylari ve jenerasyonun karakteristik degisimine bakarken, marketingciler jenerasyonun tuketim aliskanliklarini belirleyecek degisimlere bakar.

    z kusagi milenyum sonrasi kusaktir, y kusagina millennials denmesinin sebebilerinden biri milenyumun son kusagi olmalari. yani z kusaginin mantiken de 2000 oncesi dogmasi imkansiz. marketingciler tuketim aliskanligina baktigi icin demografik yaklasimlari farkli.

    onemli olaylarla jenerasyon olusmasini baby boomers'in ilk yilindan anlayabilirsinix 1946*
    baby boomers: 1946-64
    gen x: 1964-78
    in-betweeners: 1979-82
    gen y: 1982-1999
    gen z: 2000-present

    herseyin disinda jenerasyon tanimi da yanlis ugur meleke'nin.
  • 596
    "dikkat ederseniz vizyon, organizasyon, plan, proses gibi kelimeler türkçede yok. hep batı dillerinden transfer bu kelimeler. türkçede aşk var, sevgi var, tutku var! organizasyon yok. aşkla yürütmeye çalışıyoruz işleri."

    (bkz: allah akıl fikir versin)

    türkçede bu kelimelerin hepsi var beyefendi. o kelimeler yerine özene özene bunların kullanılması sana var olanı unutturduysa bu senin problemin. aynı şekilde, aşk, tutku, sevgi vb kelimeler de yabancı dillerde yok mu? ağır cahil söyleminde bulunmuş kusura bakmasın.

    birkaç gün önce de fenerbahçeyi galatasarayla beraber "avrupada her zaman gruplarda boy gösteren takımlardan..." ilan etmişti. fenerbahçenin bu kadar düşmesinin sebebi de 3 temmuzmuş. yeniden:

    (bkz: allah akıl fikir versin)
  • 598
    telegol'de yorum yapmasına gelen tepkiler üzerine;

    "evet, bu sezon telegol kadrosunda olacağım doğru. reaksiyonu anlıyorum, bekliyordum da... yalnız reaksiyoner okuyucu/izleyicilere iki detay vermek isterim:
    1) zaten 1 yıldır tv'den uzağım. bu yıl da çıkmazsam 2 yıl uzak kalacaktım. ben 20 yıl da çıkmasam dert etmiyorum ama sokakta insanların "hangi kanaldasın abi, neden yoksun" sorularına da yanıt veremiyordum artık.
    2) serhat ulueren'in bir değişim niyeti var. kadro yeni. ben de bu saatten sonra değişecek değilim, her yerde nasıl konuştuysam öyle konuşacağıma şüpheniz olmasın."

    demiştir.
  • 600
    ümit karan, engin verel, ahmet dursun, serhat ulueren in yanına hiç yakıştıramadığım için izleyemiyorum. çünkü ciddi bir adam. bildiğin acı çekiyorum onu ekranda telegol programında görünce.
    serhat ulueren "biraz fazla sulandırmış pereira maç sonu. yarın bir gün deplasmana gidersin, önce bir taş yersin...
    uğur meleke: "bu biraz yanlış oldu. söylenen hiç bir şey taş yemeyi mantıklı kılamaz, kılmamalı.."
App Store'dan indirin Google Play'den alın