aynı isimdeki diğer başlıklar:
  • 52
    gönülden bağlı olduğu kulübünün elbet yöneticileri ve bir de başkanı vardır. taraftar buna bir şey diyemez.
    ama iyi taraftar vardır görür ses çıkarmaz. ama iyi taraftar vardır kulübe para girdiğini görünce vizyonlarının genişlemediğini görür.

    kötü taraftar vardır bilinçsiz davranır. kötü niyetlidir.
    ama iyi taraftar vardır, taraftarı olduğu futbol kulübü oyuncusunu satıp da yerine onun kalitesinde birini bulamadığında yapılan saçmalığı anlar.
    kötü taraftar vardır, bu saçmalığı anlayan, bundan dem vuran taraftar arkadasını umursamaz. ne var yani ? der.. demekle kalmaz büyüklerimiz yaptıysa helali hoş olsun der.

    ben açık konusurum arkadas. lafı gizli saklı bırakmam. olay direkt olarak keita'nın satılmasıdır. ben bir alternatif göremiyorum onun ayarında takımımıza katabileceğimiz. ne olur bilen ve gören varsa beni rahatlatsın. keita'yı dünya kupası'nda eleştirdim yakışık almayan davranışından dolayı. fakat keita'yı taş çatlasa 3-4 milyon euro kar yaptığı için satan yönetimi de itin götüne sokarım.

    bakın beyler, hanımlar! bu keita var ya, bu siyahi adam kaçan ve aynı zamanda büyük de bir balıktır. daha doğrusu göndermiştir bizim yönetimimiz. hani gözümü çevirip bakıyorum ve ortada onun yerine alabileceğimiz kim var göremiyorum. yahu sabahtan beri didik didik ettim beynimi ama yok. bu adam uyum sorunu yaşamadı. bu adam takımının en hırslısıydı. bu futbolcu bileklerine hakim ve son derece hızlı, aynı zamanda da bitirici idi!

    taraftar vardır gördüğünü söylemek ister.
    ben niye saygı duyduğum arkadasıma '' bu üstündeki çok yakışmış arkadasım'' diyeyim ki? sırf mutlu olsun diye denir mi böyle bir şey?
    şimdi gelin söyleyin burada aynı şeyi yönetim için. bu yaptığınız çok yakıştı. vizyonunuza hayran kaldım desenize. yinelemekte fayda var! saygı duyun ama eleştirilemez olduğunu da sanmayın, sandırmayın.

    bir adnan polat gerçeği var ki beni darmadağın etti. steau'ya elendikten sonra şöyle bir açıklama yapmıştı: [ ki bunu kaç kez sözlükten bir başkası ile her görüştüğümüzde masaya yatırdık. kınadık.] '' yolumuza uefa'da devam edeceğiz artık. ve bu sene o kupayı kaldıracağız.''
    bakın şimdi bu açıklama nedir biliyor musunuz? işte bu açıklama tıpatıp aziz yıldırım açıklamalarından kopyala yapıştırdır. böyle ucuz laflar ile, böylesine anlamsız sidik yarışları ile değil vizyon genişletmek, taktığımız geniş açı lensin bir anda ansızın makro olduğunu kavrayamayız. önümüze bakakalırız neye uğradığınızı şaşırırsınız.

    ekleme: keita'nın satışını şaşkınlık ile karşılayan ileri derecede taraflı ve fanatik fenerbahçeli, besiktaslı gazeticleri gördükten sonra yapılan bu hamlenin çok mantıklı olduğunu savunan bazı arkadasları da anlamak zor idi açıkcası. bunlardan biri de sabah öfkeyle yazdığım şu yazıda ortada: (bkz: #421993)
  • 53
    'az sonra okuyacağınız satırların bir rengi, amblemi yada tarafı yoktur. bu coğrafyanın neresinde olursanız olun, hangi renklere gönül verirseniz verin, az sonra okuyacağınız satırlardan kendinize düşen bir pay bulacaksınız...'

    bahsettiğimiz oyunu canlı takip edenler kesinlikle üçe ayrılmaktadır. maçı sadece takip eden seyirciler, sadece deşarj olma hedefinde olan holiganlar ve takımına yüzde yüz destek verirken, bir yandan da maçın kritiğini yapabilecek kadar maçı takip eden taraftarlar. işte bu yazı, bu seçenekler arasından üçüncü kategoriye girenlere bir saygı gösterisi olarak algılanabilir.

    bu ülkede taraftar olmanın en güzel tarifini gene bir taraftar yapabilir. bu yüzden, taraftar olmanın nasıl bir şey olduğunu, bir taraftarın bir maç gününde başına gelenlerden yola çıkarak anlatmaya çalışacağım ...

    taraftarın maç günlüğü

    maçtan bir gün önce,saat 18:30

    işten iki farklı duyguyu hissederek çıktım. birincisi, yarın bizim çocukları sahada canlı izleyeceğim için bende bir mutluluk duygusu hakimdi. ikincisi ise hanıma bir pazar gününde daha ortak bir şeyler yapamayacağımızı söyleyeceğimden dolayı içinde bulunduğum korku hissi idi. neyse ki, birincisi daha ağır basıyordu.

    maçtan bir gün önce, saat 20:30

    hanımı evden alıp güzel bir mekanda yemeğe çıkardım. kendimi, rus hükümetine rüşvet veren slav uyuşturucu kralı gibi hissetmeye başladım. allah sonumuzu hayretsin..

    maçtan bir gün önce, saat 21:45

    hanıma durumu açıkladım, anında yüzünde pis bir gülümseme oluştu. ' bekliyordum zaten, maçlardan bir gün önce hep buraya getirirsin..' deyip gülmeye devam etti. yalnız, bu cümleden sonraki sorusu, beni gerçekten derinden etkiledi:
    hayatım tamam, zevklerine saygı duyuyorum ama, bana şunu bir açıkla: koca hafta eşşekler gibi çalıştıktan sonra, tek boş gününde seni 25 bin tane çam yarmasıyla zıplamaya iten motivasyon noktası nedir ? sessiz kaldım. sadece hepsinin çam yarması olmadığını düşündüm o an. bu düşüncemden hemen sonra da hasta olduğuma karar verdim.

    maç günü, saat 9:30

    neredeyse normal mesaiye gittiğim saatte kalktım bir pazar günü yine. hazırlanıp, bizim çocuklarla maçtan önce kahvaltı faslına gideceğiz. konuşacak o kadar çok şey var ki. lig karışmış durumda, ocak transfer sezonu yaklaşmış, orta sahaya takviye gerek. bu isim kim olabilir? bunlar hep, alkol alımı başlamadan konuşulması gereken hususlar. sanki sonuca vardığımızda bunu kulübe deklere etsek, bizim işaret ettiğimiz adam alınacakmış gibi..

    maç günü, saat 11:00

    bizim ekiple buluştuk, kahvaltı ediyoruz. kimse önündeki kahvaltıyla ilgilenmiyor. varsa yoksa maç kritiği, transfer dönemi yada yeni tribün besteleri..

    maç günü, saat 13:00

    maç önemli, bu maçın anısına bir forma yakışır tabi ki. kredi kartlarının maşallahı var, forma fiyatları altın paritesinde, ama kimin umrunda...

    maç günü, saat 14:30

    daha büyük bir güruhla buluşulup, bünyelere benzin alımı başladı. kahvaltıdan sonra ara verdiğimiz sohbet aynen devam etmekte. kimisi eskilerden bir maçı yad etmeke, kimisi de ezeli rakibe sallamakta. eğlence devam etmekte yani..

    maç günü, saat 15:45

    alkol tüketimi yoğun , büfenin önündeki sıra da çin seddi uzunluğuna yakın. bize, daha rahat alışveriş yapabileceğimiz bir büfe lazım. buraya ulaşmak için de bir araç tabi ki. o içilen gruptan daha önce hiç görmediğim, sadece üstündeki formaya aşina olduğum birinden bir öneri gelir: ' kardeşim, sen al arabayı çok acilse, gelirken bana da bir bira alırsan çok makbule geçer. ' düşünün ki, tek ortak noktası tuttukları futbol takımı olan iki insanın arasında böyle bir diyalog geçebiliyor. bir insan, sadece aynı renklere gönül verdiklerini bildiği için bir diğerine arabasını teslim etme güvenini duyabiliyor. bunun adı gerçekten başka bir şey...

    maç günü, saat 17:00

    saat 7'deki maç için sıraya girme vakti geldi. yollar tıkalı, kalabalık. nefes almakta zorlanıyoruz. bir yanda karaborsacılar kulak tırmalarcasına bağırmakta, bir yanda da çekirdek satan çocuklar insanı her tarafından çekiyor. gişede bedavacılar yalvaran bir ses tonuyla acitasyon peşinde. biletimin üstünde eğlence yazıyor ama, bu olanlar ne ola ki ?

    maç günü, saat 18:00

    sonunda merdivenlerden tribünlere doğru ilerliyorum. maç günlerinin en çok sevdiğim anı, yeşil çimi ilk kez gördüğüm andır. içime bir rahatlık hakim olur, başka bir dünyaya girerim sanki.
    açık tribünde olduğumuzdan kimse biletinin olduğu yere oturmaz tabi ki. biz de en güzel yeri bulmaya çalışırız. totemler yapılır, sezon içinde kaybedilen bir maçın izlendiği bölgeden uzak durulur, saçma taraftar topluluklarının göbeğine oturmaktan kaçınılır, neden bağırmıyorsunuz ulan ruhsuz köpekler ! diye bağırılmadan, takımı tam olarak desteklerken maçımızı da seyredebileceğimiz bir yer aranır. bulunur da genelde.
    onca sıvı tüketiminden sonra boşaltım sistemimin emrettiği üzere bir tuvalet bulmak gerekmekte tabi ki. sıralardan çıkıp ana koridora geçmek, mayınlı arazide 5 kilometre canlı kalabilme muaffakiyetine ulaşmakla eşdeğer gözüküyor. tuvalete ulaşmakla da iş bitmiyor, olay, sıtma olmadan işlemi bitirip, tek parça halinde yerine dönebilmek. şu tuvalet görevinin bir bilgisayar oyununu yapsalar, world of warcraft'tan daha çok satmazsa şerefsizim. tam orta dünya hikayesi işte..

    maç saati, 19:00

    santrayla yaptığımız üçlü, yeri göğü inletti, başladık zıplamaya. hocanın gene yanlış tercihleri var ama artık kimin umrunda. sahada 11 asker, sonuna kadar savaşmalılar, savaşacaklar. biz de onların arkasındayız.

    devre arası

    ilk yarı baskılıyız, ancak gol bulamadık henüz. mideden st. antuan kilise çanı melodileri yükselmekte. yine aynı mayınlı arazi geçilip, köfteci ağabeyimize ulaşma zamanı gelmiş. yarım ekmek arasına koyulan 3 adet köftenin dünyanın hiçbir yerinde bu kadar pahalı olabilme ihtimali yok. daha ilginci, köfteci çılgın bir kampanyada. köftenin yanında bir de ayran verdiğini söylüyor. ayranı almazsak ne kadar ödemek gerektiğini soruyoruz, o da 'fiyat aynı gardaş, vallah değişmez' diyor. işte global ekonomi ve satış anlayışı bu olmalı !

    maçın 2. yarısı

    gol gelmedikçe sinirler geriliyor. rakip taraftarlar, boylarına poslarına bakmadan bizim tarafa geçmeye çalışıyorlar, benim sesim 70. dakika civarında hakemin ters bir kararı sebebiyle tamamen gidiyor. bir de üstüne 83. dakikada yan toptan bir gol yiyiyoruz. aman yarabbim, bu bir kabus olmalı..

    maç sonu

    bu futbolun adaleti yok arkadaş. o kadar baskı, yan top organizasyonu, ver-kaçlar, rakip kaleye bindirmeler falan derken, pis bir golle maçı kaybet. olacak iş değil. ses namına bende bir şey kalmamış, canlar sıkkın. stadtan bu öfkeli kalabalık arasında çıkmak ayrı bir sosyal sorun zaten.

    eve dönüş

    gelen bineceğim otobüsü görüyorum ufukta. otobüs, 2. dünya savaşı'ndan bir karenin içinde sanki. hitler, masum polonyalıları bir otobüsün içine tıkıştırmış, sabun yapmaya götürüyor. işte bu otobüse bineceğim eve dönmek için. bu trafikte, bu sabun yapılma seyahati en az bir buçuk saat sürer. yanımdaki arkadaşıma şunu fısıldıyorum: 'tamam abi, benim son maçımdır bu artık..' onun verdiği yanıt daha da vahim: haftaya ibb deplasmanındayız, olimpiyat'ta görüşürüz o zaman !
    kendinden o kadar emin ki, kaç kere o cümleyi kurdum acaba ben. kaç defa , tamam artık bu son dedim, kaç defa yeter yahu, kocaman adam oldun artık dedim. kaç defa, şu güzel pazarı hanımla piknik yaparak geçirseydim ya, dedim. olmadı, hayatımda tek tutamadığım söz bu oldu sanırım..

    maç günü, uykudan hemen önce

    yorgunluktan öüyorum, normal bir mesai gününde bunun yarısı kadar yorulmuyorum herhalde. uyumaya hazırım, ancak kafamda şampiyonluk hesapları var. haftaya deplasmandayız, rakip içerde, onlar puan kaybetmez, ama 4 hafta sonra onlar bize gelecek, o maçı alırsak akar gideriz vs vs.. ancak uyumadan hemen önce, kafamda tek bir soru var. o soru , bana ait olmayan bir soru. dünya güzeli hanımın, maçtan bir gece önce bana sorduğu, yeryüzünün en mantıklı sorusu:

    koca hafta eşşekler gibi çalıştıktan sonra, tek boş gününde seni 25 bin tane çam yarmasıyla zıplamaya iten motivasyon noktası nedir ?

    http://bandieras.blogspot.com/.../taraftar-olmak.html
  • 56
    ulan ne şom ağızlı bi herifim ben. geçen gün kj'nin başlığının altında yazdığım bi entry ile şunları demiştim; (bkz: #461219)

    -----alıntı-----

    "her sezon en az bir iki kişi tribünde kalp krizi geçirip vefat ederdi ve gazeteler yazardı. kaç senedir tribünde kalp krizi geçiren taraftar haberi okuyormusunuz gazetede. onu bırak tribünde fenalaşan seyirci haberi. o bile yok."

    -----alıntı-----

    aradan bir hafta geçmeden az daha bir fenerbahçe'liyi gönderiyordum öbür tarafa.

    -----alıntı-----

    manisa fenerbahçeliler derneği başkanı ahmet kurşun, taraftarı olduğu takım ile trabzonspor arasında oynanacak maçı izlemek için dün akşam saatlerinde arkadaşlarıyla buluşup fenerbahçeliler lokali'ne gitti. trabzonspor'un 3- 2 kazandığı maçın bitiş düdüğünün çalmasıyla birlikte fenalaşan kurşun, onlarca kişinin gözleri önünde yere yığıldı. kurşun'a ilk müdahaleyi lokalde bulunan celal bayar üniversitesi beden eğitim ve spor yüksek okulu mezunu genç gazeteci cemile aydın yaptı. aydın, ters dönen dilini düzelttiği, nefes almayan kurşun'u kalp masajı yaparak hayata döndürdü. ardından çağrılan ambulansla manisa devlet hastanesi'ne kaldırılan kurşun hemen tedaviye alındı. burada da üç kez kalbi duran ve doktorların müdahalesiyle yeniden çalıştırılan ahmet kurşun, yoğun bakımda yer olmadığı için 500 metre ilerideki özel 8 eylül hastanesi'ne sevk edildi. özel hastanede beşinci kez kalbi duran ve yaşama döndürülen kurşun'a anjiyo yapıldı. damarları halen tıkalı olan ve solunum cihazına bağlanan kurşun'un bir süre beynine oksijen gitmemesi nedeniyle durumunun ağır olduğu ifade edildi. doktorlar hastanın kendine gelmesi durumunda by-pass yapılacağını bildirdi.

    -----alıntı----
    http://spor.haberler.com/...rtti-2205408-haberi/

    -büyük geçmiş olsun sayın ahmet kurşun. bunu saymayız, tribüne bekleriz. olm o entryi bu kadar ciddiye almana gerek yoktu. ben bi sinirle yazmıştım onu. allah çoluğuna çocuğuna bağışlasın seni.
  • 59
    kendine müslüman olmak diye bir deyim var ya türk taraftarı için ne güzel de uyuyor. hiç empati yapmıyoruz halbuki. kendimizi karşı taraftarın yerine koymuyoruz. kendi takımımızdaki her oyuncu mükemmel. rakip takımdaki her oyuncu pis. rakip takımdaki oyuncuların yaptığı her hareket batıyor bir yerlerimize. ne güzel olurdu aslında onların da kendi takımları için mücadele ettiklerini anlayabilsek. onların açısından düsünsek, onların da destekleyicileri olduğunu unutmasak. falan filan diye gider bu. olmayacak sanırım hiçbir zaman.
  • 64
    futbolun patronları neyin peşindeler? bu en kolay ve en güzel oyunu gerçek sahiplerinden alıp, başkalarına vermeye çalışmalarından acaba ne gibi bir çıkarları var? ortada 100 senede oluşmuş bir sevgi var, sevgi emektir, en çok emek neye geçmişse en çok sevilen o dur. futbol bu yüzden en çok sevilendir. emeğe de saygıları yoksa, kim bu gecekondumuzun camına taş atan sırça köşklerde oturanlar? bizi niye ürkütüyorlar?

    bakıyoruz son yıllara ki- her yıl bir öncekini aratır niteliksizlikte- futbolumuzun dümenini doğal rotasının dışına doğru çevirme yarışındalar. biz bu orta oyununda en önemli faktör olmamıza rağmen, her şey ısrarla bizim istemediğimiz, kabul edemeyeceğimiz, ve mutlaka bizim istediğimiz şekilde bitimleneceğinden emin olduğumuz şekilde gelişiyor.

    futbolumuzun motor gücünü oluşturan takımların tek bir sahibi vardır. o da kayıtsız, koşulsuz, okulsuz, seçimsiz kongresiz, o takımların büyük taraftarıdır. taraftarı seyirciye dönüştürmek isteyenler, sırtlarında dinamit çuvalı taşımaktadır. seyirci dediğin adı üstünde bir gösteriyi seyredendir. seyrettiği şey devamlı iyi olmak zorundadır. daha önce seyrettiğinden daha kötü bir sunum çıkarsa karşısına yapacağı şey çok basittir. seyir mahalline gitmez. taraftar için durum çok farklıdır. taraftarın tribüne seyretmek için gittiği şey formadır. formanın içindeki şahıslarla işi yoktur, tabela da yazan rakamlarla, seyrettiği şeyin hiç bir bağlantısı yoktur. bir sonraki maç yine orada olacaktır.

    taraftarla seyirciyi ayıran en somut parametre de deplasmanlarda oynanan büyük maçlardır. kadıköy'de maç seyretmeyen, galatasaraylı, sami yen'de maç seyretmeyen fenerli kendisine taraftarım demeye utanır. ve bu taraftarlık denen şey de öyle sonradan takınılabilecek bir sıfat değildir. taraftarlık, tastamam, babadan, akrabalardan, büyüklerden, ya da dönemin büyük futbolcularından, takımlarından, o takımların aldığı zaferlerden bulaşan bir çocukluk hastalığıdır.

    futbol ülkemize bu sene gelmiş olsa, hangi çocuk kimi seyredip de bu illete yakalanacak?, hangi taraftar baba aynı şevkle her hafta çocuğunu maça götürüp taraftar olması için baskı yapacak? bütün takımlarımız sanki uzaktan birinin bastığı düğmeyle yönetiliyormuş gibi. her sene 10 ar yabancı gelip, gidiyor, hiç biri tribüne yeni bir taraftar kazandıracak kalitede değil. bütün büyük takımlar sözleşmiş gibi tek santraforla oynuyor. langırt masası bile 2-5-3 dizilişiyle sahadayken, koskoca anlı şanlı takımlarımız ileride tek kişiyle oynuyor. futbol sahaları 20 metre daha uzun olsa o tek kişiyi bile gol atmaya göndermeyecekler. koskoca maçta taç atışı, geriye garanti pas, ileriye kaleci degajı seyrediyoruz. gol, kombine, çalışılmış bir atakla değil langırt futbolcularının tesadüfen dokunuşlarıyla oluyor çoğu kez. gol olduğunda, maksat, yiyen için 2. yi yememek, atan için gole yatmak. golü yiyen maça ortak olma durumunu devam ettirmek için 2.yi yememeyi yeğliyor. ancak bir futbol takımı olduğunu 2-0 geriye düştüğünde hatırlayan hoca, golü düşünmeye başlıyor, ve hücum oyuncusu oyuna sokuyor. böyle bir futbolu taraftardan başka kimse seyretmez. onu da stada almamak için bin türlü yol arıyorlar, ve ne yazık ki bulduklarını sanıyorlar.

    haftaya adı büyük bir maç var. ülke futbolunun anamaç'ı. monşerler aralarında anlaşmışlar. arena'ya fenerbahçe taraftarı gelemeyecekmiş. evet haklılar, fenerbahçe taraftarı gelmeyecek, ama fenerbahçe seyircisinin gelmeyeceğini kim garanti edecek? nitekim inönü'de çok sayıda galatasaray taraftarı, seyirci sıfatıyla maç seyretti. muhtemelen çok sayıda fenerbahçeli o gün o stadyumda olacak. 40 yılını tribünlerde geçirmiş bir galatasaray taraftarı olarak çok net konuşuyorum, fenerbahçe'yi benim kadar sevmeyen biri daha yoktur aralarında. aynı zamanda arena'da fenerbahçe taraftarının olmayacak olmasına da benim kadar isyan eden de çıkmaz. aslında bir taraftan, deplasman taraftarının, kendilerine ayrılmış yerini oraya gitmeyen birine gösterseler bu kararı alanlar haklıdır diyen çok olur. stadyumun en kötü yeri orasıdır. paravanlarla çevrilmiş, tellerle kuşatılmış, sık ağlarla kaplanmış, pis camlarla önü kesilmiş bırakın insanı hayvanın bile orada 3 saat duramayacağı yere tıkıştırılmış, maça ilk gelen, saatler sonra çıkan, normal bir insanı psikopat yapacak bir atmosfer var o bölgede. maça gelmek büyük ızdırap, çıkmak daha büyük işkence. nereye oturursan, lafın gelişi nerede dikilirsen dikil sahanın tamamını göremezsin. sesini duyuramazsın, tamamen insan hakları ihlaline uğrarsın deplasmana gidersen. ama dedik baştan, deplasmana giden seyirci ise, kendi takımına ayrılmış tribününe asla gitmez, oraya gidenler, işte taraftar dediğimiz, gitse gittiğine pişman olan, gitmese vicdan azabı duyan gönüllü birliktir. böyle bir yerde maç seyretmeye, deplasman seyircisinin maçta denmesine benim de gönlüm hiç razı değil. ne var ki maça gitmeyi yasaklayanları sebebi, gelenlerin memnuniyetsiliği falan değildir. ortada bir memnuniyetsilik yoktur çünkü taraftar için.

    ben razıyım bir taraftar olarak. biz başlatalım kavgaysa kavgayı, barışsa barışı. güney tribününü fenerbahçe taraftarına ayıralım. yeni nesil bilmez, büyük tribün atışmaları, unutulmaz tribün tezahüratları hep böyle bir ortamda çıkmıştır. maça gelecek 10.000 fenerbahçe taraftarı, aynı zamanda 45.000 büyük galatasaray taraftarının maça gelmesini sağlayacaktır. o atmosferde oluşacak şov bir sonraki maçlara taraftar kazandıracaktır. hiç bir fenerbahçeli ibaresi olmayan stadyum, galatasaraylıya da hiç bir zevk vermez. kendi kendine konuşan, bağıran, sevinen 50.000 deliden bir farkımız olmaz.

    güvenlik sorunu var diyenler çıkıyor. esas güvenlik sorununu 50.000 kişinin önünde, kafese sokulan, hayvan muamelesi yaptıkları takımının en azılı, en çapulcu, en fanatik 1000 kişi çıkartıyor. 10.000 kişi maça gelse o 1000 kişi aralarında asimile olacak, en fazla yoğun trübün tezahüratları, şovları olacak. bir sonraki derbi maçta, bu kez galatasaraylılar daha iyi şov hazırlayacaklar. bu atmasfori televizyondan izleyen milyonlarca seyirci de, stadyumlarda olabilmek için imkanlarını zorlayacak, taraftar olabilmek için yarışacaklar.

    futbolu yönetenlerin bizim bilmediğimiz bir planları varsa yol yakınken yanlışlarından dönsünler. kurbağayı kaynar suya attılar, hemen zıplar çıkmasını biliriz biz. yok ateşi kısık tutarız, yavaş yavaş mayıştırır öyle haşlarız diyorlarsa son sözümüz onlaradır. eğer biz maça gitmezsek, sizin bu sunduğunuz futbolu seyretmeye gidecek seyirci bulamazsınız. o güzelim anlı şanlı statlara gidecek, kombine alacak 40-50.000 müşteri bulamazsınız demiyorum, bulursunuz. statü sahibi gözükmek isteyen çok daha fazla insan var. ama onlar maç seçerler, kötü futbol oynatırsanız maça gitmez, gitse bile maça gitti gözüktükten sonra devre arasında çıkar gider. hiç birimiz maçta olmasak bile o tribünler bizimdir, 100 senede oluşturduğumuz tribün kardeşliğimizi, 1 senede bozdurmayız. biz maça takımı mutlaka muzaffer görmek için gitmiyoruz, biz tuttuğumuz takımları şampiyon olsunlar diye sevmiyoruz. herkes gider biz kalırız, biz taraftarız.

    çocukluk hastalığına yakalanmışız, bu hastalık geçmez, iyileşmez. yaramıza ilaç yoktur, bu bir aşktır. bizi rahat bırakın da hastalığımızı başka çocuklara bulaştıralım.
  • 65
    bir düşünce paylaşmak istiyorum; 7 aralık 2011 galatasaray fenerbahçe maçını kalabalık bir kapalı mekanda izledim, içerisi tıklım tıkıştı... servis kalitesi ve yiyecekler çok kötü olduğu gibi pahalıydı da... yenilen içilen onca şeye rağmen ekstradan maç ücreti alınması ise tam bir kepazelikti... yine de ağzına kadar doluydu mekan; hatta masalar kaldırılmış, sadece sandalyeler dizilmişti ki insanlar eşyalarını ve yiyeceklerini kucaklarında muhafaza etmek durumunda kaldılar, aynı şekilde dolu olduğu için içeri alınmadığım dört yerden sonra tüm bunlara mecbur kaldım ne yazık ki...

    11 aralık 2011 trabzonspor galatasaray maçında durum her ne kadar yukarıdaki kadar vahim olmasa da toplu bir şekilde maç izlenen yerler yine çok kalabalıktı, bu sefer erkenci olmanın getirmiş olduğu avantaj ile güzel bir restoranda, güzel bir açıdan ve güzel bir yemek eşliğinde izledim maçı... başlama saati geldiğinde mekan yine dolmuştu...

    bugün 16 aralık 2011 orduspor galatasaray maçı var ve ben yine izlemeye gideceğim... çok iddialıyım, ilk yer de ikinci yer de sinek avlayacak bugün herkesle bahse girerim, zira önceki maçlarda çokça tecrübe ettim bu durumu. önemli bir işim olmadığı sürece tüm maçları takip etmeye çalışıyorum, manyak gibi izliyorum resmen bazen o kadar dalıyorum ki gollere bile sonradan seviniyorum...

    sıçayım lan böyle taraftarlığa, sırf galatasaray taraftarı için demiyorum, vallahi herkeste var bu ki o yüzden bu başlığa yazma ihtiyacı duydum, "önemli" maçsa "gidelim gidelim fener maçı var!", gol olunca bağrış çağrış, sonra maçın sonucunu kırk gün kırk gece lafını etmeler, ki "önemsiz" maçsa değil maçın lafını etmek, günü dahi unutulur, hatta çoğu zaman sonraki gün gazeteden öğrenilir skor...

    insanların durumu oluyor, olmuyor, her maç nasıl izlenir elbette mümkün değil, ben de birtakım sosyolojik ve sosyoekonomik gerçeklerin farkındayım ama sadece hoşuma gitmiyor bu durum ve nedense samimiyetsiz buluyorum, sanki şampiyonluktan, destek olmaktan, taraftarlıktan çok önemli maçtan haberdar olup duruma göre sonuç üzerinden muhabbet çevirmek önemli olan...

    sevmiyorum arkadaş hoşuma gitmiyor bu durum, çok çok fanatik veya holigan(u: ne bileyim bir cimbom old boys değilim, her maçı bizzat tribünden takip eden emekçiler kadar bu yola baş koymuş, hayatımı adamış değilim) bir taraftar olmayan ben bile önemli bir işim yoksa tüm maçları izlemeye ve üzerlerine kafa patlatmaya çalışıyorum, ki sezondaki 34 maçın ortalama 31-32'sine tekabül eder, etrafımda sadece derbi maçlarını izlemeye giden ve koca sene sadece bu maçların lafını eden bir sürü insan var...

    http://www1.pictures.fp.zimbio.com/...don+iH7U0YB9ZWKl.jpg
  • 67
    genelde tuttuğu takımın renklerinden oluşan bir mendille gözlerinden bağlanmış olan kişilerdir. genelin dışına çıkanlar ise hep destek tam destekçi olmayan ki bu iyi gün taraftarı demek değildir tam aksine destek veririm ama bu niye böyle şu niye şöyle olarak olaya eleştirel bakan kısımdır. bu tarafta olabildiğim için, olmayı becerebildiğim için kendimle gurur duymamla beraber bana göre bir taraftar tuttuğu takımın sportif başarıları kadar ekonomik sorunlarıyla da ilgilenmelidir.
  • 68
    takımın gerçek sahibidirler.
    çoğu takımda yöneticiler ceplerinden ödediklerini alırken onlar karşılıksız verirler. bazen paralarını yoksa sevgi veya dualarını.
    çoğu zaman sahipsiz kalırlar, bir kaç reis bu boşluğu iyi veya kötü doldururlar.
    sahipsiz, organize edilemeyen taraftar kontrolsüz güç ve enerji kaybı yaratır.
    sadece sayı açısından dünyanın önde gelen taraftar sayısına sahiptir galatasaray.
    bu enerji doğru organize edilmelidir. 2012 yılı itibariyle maalesef bu yönde yönetimler çok zayıf kalmıştır.
    ayrıcalık yaratan taraftar galatasaray'dadır. bunun yüzlerce delilleri mevcuttur.
    taraftar'dan ayrıcalık yaratan taraftar modeline ana hedef için hızla geçilmesi gereklidir.
  • 69
    ülkede alenen iç savaş çıkarmak için çırpınmaktadır. öyle bir nefret, kin, öfke pompalıyor ki bu adamlar gerizekalı fenerbahçe taraftarını gazlaya gazlaya hepsi paranoya nehirlerinde yüzdürüyor. 7 den 70'e bir cemaat ilüzyonu ile uyutuyorlar insanları. aziz yıldırım'ın metris'ten gönderdiği mektupların üzerine ciğer bekleyen kedi atlayıp burdan saçma sapan gündemler çıkararak içerdeki her kurum fener'i kollarken sanki herkes onlara karşıymış gibi bir algı yaratıp özellikle galatasaray üzerinde oynanan oyunlar için yetmez daha fazla diyorlar. utanmazlar. şu 10 gün içinde yaşayacakları her türlü faciayı bu fenerbahçe kadar haketmiş bir camia yeryüzünde yoktur. azılı türkiye düşmanlarıyla maç yapsa desteklemem bu adamları..
  • 71
    kaç yıldır futbol izliyorum. üye olmadığım taraftar forumu kalmadı :( ve artık şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki,
    galatasaraylısı, fenerbahçelisi, beşiktalısı farketmez..eğer bir taraftar sezon başlamadan önce ''bu sene acayip isimler transfer ettik hacı. banko şampiyonuz'' diyorsa, bilin ki o sezon o takım 4. olmuştur.

    taraftar yönetimin transfer politikasını beğenmiyorsa, alınan isimlere dudak büküyorsa, bilin ki o takım da büyük ihtimalle sezonu şampiyon bitirmiştir.

    umut'u istemiyorlar mı? tak alacaksın. ergin ataman'a çoğu mesafeli mi?..ertesi gün önüne 3 yıllık sözleşmeyi koyacaksın. eleno, keita, lincoln, kewell, baros'lu kadro sezon başı anketlerde %75 şampiyon mu çıktı? imkanın varsa o sezona başlamayacaksın.

    bu açıdan gerçekten kulak verilmeli taraftarın sesine.
  • 73
    bunların bir kısmı iflah olmaz derecede romantiktir. sanırlar ki dünya eski dünya, taraftarlık eski taraftarlık.

    daha önceden de söylediğimiz gibi artık klasik taraftarlık anlayışı bitmiştir. takıma can-ı gönülden bağlı olma, onun uğruna öleceğini iddia etmeler filan. bunların hikaye olduğu artık su götürmez bir gerçek. kimse bir futbol takımı için ölmez, ölmesin de zaten. ne gerek var.

    taraftarlık misyonu artık renkleri uğruna kavga etmek, yer kapmak için geceden sabahlamak ya da tribünlerde daha çok ses çıkarmak filan değil. bunlar dünyanın bütün tribünlerinden, * yavaş yavaş yok olan şeylerdir. en çok biz bağırıyoruuz, aman ne iyi. ne katkın var takıma. sıfır.

    endüstriyel futbolun getirmiş olduğu bazı güzellikler sayesinde artık daha güzel ortamlarda, daha modern stadlarda, daha medeni şartlarda kulubümüzün takımlarını destekleme fırsatımız oluyor. daha çok ürün, daha çeşitli hizmet kanalları vasıtasıyla hem alternatiflerimiz ve lüküsümüz arttı hem de kulubümüzle iletişimimiz daha da güçlendi. artık selin önüne barikat kurmanın bir anlamı yok. endüstriyel futbolun gerekleri neyse buna biran önce adapte olmalıyız. yoksa rakiplerimizin gerisinde kalmaya mahkum olacağız.

    bu gereklerin en başında kulubüne maddi anlamda katkı sağlamak gelmeli artık. bırakın bağırıp çağırmayı, takımımızı gönülden seviyoruz, gönülden bağlıyız, aşığız, aşkın da tarifi yoktur muhabbetlerini. aşkın tarifi var: kulubüne kaç tl katkı sağladın?

    sen cebinden 10 tl bile harcamamışsan, gidip store'dan bir şapka bile almamışsan, ve yine söylüyorum en basitinden bir galatasaray dergisine abone olmamışsan, yerler senin büyük taraftarlığını. bunlar hikaye, geçeceksiniz. twitter'da tt kasmak, orada burada ben böyle cimbomluyum, şöyle taraftarım demekle olmuyor artık.

    kulubüne para kazandıracaksın. bu kadar basit yahu.

    burada tabi ki imkanı olmayan insanları olayın içine dahil etmiyorum, öğrenciler filan. ki bence bu da hikaye, bilinç sahibi bir insan 20 tl bulup bi ürün alır bir sene boyunca. adamlar günde bir paket sigara içiyor, tişört al diyince öğrenciyiz ağbi paramız mı var?

    velhasıl-ı kelam bilinç, bilinç, bilinç. artık bu saatten sonra hala korsan ürün kullanan, kulube katkı sağlamayan insanlar kendine taraftarım demesin, değiller çünkü.
App Store'dan indirin Google Play'den alın