• 2228
    günaydın!

    mevzu yine ağlamakla değil dertleşmekle ilgili.

    başınızdan metafizik, ya da paranormal bir hadise geçti mi? benim yıllar yıllar önce (2007) böyle bir anım vardı. o zamanlar tesirinde kalsam da zamanla umursamadım. unuttum gitti.
    dün gece ise daha önce hiç yaşamadığım bir hadiseye şahit oldum.
    önce deve çanına benzer üç ses, ardından abdussamed'in sesinden kur'an tilavetine benzer bir başka ses duydum! ne olduğuna anlam vermeye çalışırken, kapkaranlık odamda birden kapının camı parlayıp söndü. panikledim, o sırada telefonumun kamerası çalıştı. korkuyla ablamın yanına gidip uyandırdım. 5'e kadar uyumadım. asabım çok bozuk.
  • 2230
    19 ekim 2016 carsamba gecesinden beri istedigim hic bir skor cikmadi.

    carsamba gecesi napoli bjk'yi tokatlar dedik, bjk gitti napoli'yi bala gote yendi.*
    persembe gecesi manchester fener'i elek yapar dedik. 48 dakikada 4-0 olan mac 4-1 bitti.*
    cuma aksami baskette evimizde kizilyildiz'a fark atarız dedik, pisi pisine yenildik, aynı gece fulker gitti feplasmanda barca'yi yendi.**
    bu gece goz bebegimiz futbol takimi 43 bin kisinin onunde trabzon'a kaybetti.*

    bu gidisle bjk yarin antalya'ya* fark atar, pazartesi fb gider konya*'da yeniden dogar.
  • 2233
    kara kış yine geldi. hani insanlar kardan dışarı bakılan resimler paylaşıyorlar ya romantik romantik. ben o dışarıyı izledikçe o soğuğu iliklerime kadar hissediyorum ve dışarıda yaşamak zorunda kalan insanlara üzülüyorum. hani diyorlar ya soğuğa çare var ama sıcağa yok diye. bunu söyleyen birisi birgün gidip o soğukta dışarıda yatmak zorunda olan insanlara da anlatsa ya soğuğun çaresini.
  • 2234
    bu basligi aglama duvarinin amacina ne kadar uygun kullandigimi bilmiyorum. ancak yine de buraya yazmaya karar verdim. 1-2 saate birligime teslim olacagim. cok guzel seyler soyluyorlar. sozluk ahalisinden uzdugumuz varsa, hatamiz affola. hakkinizi helal edin bre yigitler, bre sozlukdaslar!

    ekleme : arkadaslar cok sayida mesajiniz icin gerçekten cok teşekkür ediyorum. sayet mesajlariniza bir yerden sonra vevap veremeyecegimi tahmin ediyorum. anlayisiniza siginarak tekrar tesekkur ediyorum.
  • 2235
    sevgilinle oturup gunesin batısını seyrediyorsun fakat biliyorsun ki gunes aslında 8 dakika once batmış, gordugun gunesin 8 dakika onceki goruntısu.
    yıldızlara bakıyorsun gece, gordugun yıldızlar aslında 2 yıl once orda olanlar .
    aynaya bakıyorsun, gordugun surat bile o anki aksin degil , saniyenin bilmem kac milyar kere onceki halin.
    bir ofsayt pozisyonu oluyor 18 yayının uzerinde , cizgi hakemi arkasındaki homurdayan tribunden daha yakın olaya . yan hakem ile arkasındaki tribun arasında da eş zamanlılık yok . yan hakem'e ışık daha cabuk ulasıyor, tribune sonra . hatta oyle bir nokta var ki uzayda , yan hakeme gore ofsayt olan bir pozisyon o noktaya gore degil. zaman izafi .
    ileriye dogru baktıkca , geçmişe bakıyorsun .

    bu ilizyon canımı sıkıyor, dusunuyorum , bulamıyorum, belki de varoluş sıkıntısı dedikleri bu .
  • 2236
    http://www.futbolarena.com/...nspora-ceza-298956h/

    bu cezayı verenlerin bacakları kopsun, elleri kırılsın. ağzımı açıp tek kötü söz etmedim ve şimdi maçı seyredemeyeceğim. yani allah'ın aşkına avukat bir yazar vs varsa, dava açabiliyor muyum ben buna tazminat vs bilgi versin. daha sezonun başı etti 2 maç, kombineyi neden alıyoruz? neden passo kartı alıyoruz?
  • 2241
    doğmaktan dolayı gurur duyduğum, taşına toprağına kurban olacağım memleketim. öyle çok milliyetçi bir insan değilimdir ama ülkemi gerçekten seviyorum.

    ama şu da bir gerçek ki bu ülkede yaşamak artık her geçen gün zorlaşıyor, çekilmez bir hal alıyor. 23 yaşında bir bireyim, kendimce de şu zamana kadar güzel şeyler başardığıma inanıyorum. isteseydim eğer hayatımı üniversite sonrası yurt dışında da sürdürme imkanım vardı. ama ben istemedim, buradan gitmek, yepyeni bir hayata başlamak istemedim. sevdiklerimi bırakmak, ülkemi bırakmak, hatta ve hatta galatasaray'ı bırakmak istemedim.

    yapılan zamlar, daha bu gün ötv zammı geldi. dünya zam geldi arabalara. benzin desen ayrı bir noktaya çıktı. almanya'da, fransa'da alt kesim insanların bindiği arabalara biz buralarda servet ödüyoruz. neden? yapılan köprüleri, yolları kullanmak için. yersen. köprü yaptık diye seviniyoruz, 93 yıllık cumhuriyet tarihinde o köprünün üzerinden 1 tane türk arabası geçirememişiz. ilerleyememişiz, bilimi önemsememişiz. amerikalı milyon dolarlara proje yapıyor. biz ne yapıyoruz? inşaat. projeler? 100 bin liralık proje alırsan ne ala. üstelik onların 1 birim paraya aldığı laboratuar ürününü sen 3 birim para ve üstüne vergilerle alıyorsun. her tarafından boka batmışız, boşa kürek çekiyoruz.

    hayat pahalılığına girmiyorum bile, çoğu noktada insanlar pazardan eli boş döner oldu artık. dışarıda yemek yemeye kalksan tavuk dönere talimsin. su bile 1 liradan satılır oldu. kola olmuş 2,5 lira inanamadım. ufaktan ufaktan gidiyor cebimizde ne varsa. hiç iyiye gitmiyoruz malesef. enerjimizi bilime harcayacağımıza kardeş kavgasına, teröre harcıyoruz. oyalıyoruz kendimizi, hayatlarımızı. bir de üstüne memnun memnun geziyor ülkenin çoğu. ne tarım kaldı, ne ekonomi. bittik artık.

    malesef ki şu noktada eskisi gibi düşünemiyorum. değer gördüğümü hissetmiyorum bu ülkede. doktora öğrencisi olarak çalışıyorum şu anda, mesaimin tümünü okulda geçiriyorum. karşılığında maddi bir getirim de yok. amerika'da olsaydım daha büyük laboratuar imkanlarıyla, çok büyük ihtimal üzerime bağlanmış bir bursla maddi olarak da kendimi idame ettirerek hayatımı sürdürüyor olacaktım.

    bu ülkenin üniversite sınav sistemi bana çok çalış yüksek puan al lys sınavından dedi, yaptım. ardından üniversite ortalamanı yüksek tut dedi, onu da yaptım. ales'ten yüksek puan al dediler gittim onu da aldım. yabancı dil öğren dediler yaptım. karşılığında ise şu an üniversite mezunu olmama rağmen parasını annesinden babasından alan bir insanım. koyuyor sözlük. yalan değil koyuyor. genetik bölümü mezunuyum. bazen soruyorum kendime, itü'de ortalama bir mühendislik bitiren insanlar 3500-4000 liralara iş bulabiliyorken benim bölümümün puanı daha yüksek olmasına rağmen ben neden sürünüyorum? üstelik ne gecemiz var ne gündüzümüz. laboratuarlarda geçen geceler, hazırlanan sunumlar, projeler. eve geldiğim zaman araştırma yapmamam gereken çok az gün hatırlıyorum.

    yanlış da anlamayın. yaptığım işi çok seviyorum, çok büyük haz alıyorum. bir şeyler öğrenmekten, bir şeyler keşfetmeye çalışmaktan büyük keyif alıyorum. başka bir iş de yapamazdım diye düşünüyorum. o kadar seviyorum mesleğimi. ama bu ülkenin bana artık değer vermediğini hissediyorum. çok üst üste geldi bazı şeyler. yapılan haksızlıkları görüyorum. bursların adaletsiz dağıtılmasına şahit oluyorum. bilim dünyası, eğitimli kesimi bile bitik noktada bu ülkede arkadaşlar. ne liyakat kaldı, ne de başarı esas artık bu ülkede. kritik bir eşikteyim. ya bu ülkede öleceğim, ya da bu ülkeden uzak. ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.

    kafamdaki iki soru var, "mustafa kemal atatürk de bırakıp gidebilirdi ama o bunu tercih etmedi" ve öbürü de "yaşanacak sadece bir hayat, verecek sadece bir son nefesin var, nasıl bir hayat istiyorsun" diye iki tane soru. cevabını verebildiğim zaman kararımı da vermiş olacağım.

    başınızı şişirdiysem özür dilerim. belki de galatasaray sözlük ağlama duvarı'na yazmam gerekirdi ama içimden burası geldi. moderasyon takdir ederse oraya da taşıyabilir hiç problem değil, siledebilirler. biraz birikim oldu en azından paylaşılsın istedim. kalınız sağlıcakla.
  • 2242
    cumartesi evlendim. büyük stres ve tantanadan çıktım. 2-3 gün dinlendikten sonra da çalışmaya başladım. tatile ancak 15 aralıktan sonra çıkmam mümkün olacak. ben de kendimi ödüllendireyim dedim. epeydir yeni bir laptop almayı düşünüyordum. evdekinin performansı yeterli gelmemeye başlamıştı açıkcası. ama büroda daha 2-3 sene iş yapacak gücü de var emektarın. daktilo olarak uzun gider. bildiğin drogba işte. chelsea, galatasaray, amerika...

    gittim teknosa'dan an itibarıyla yazmakta olduğum laptopu aldım. lan bakıyorum bakıyorum, eskisi daha hızlı. word'ü açarken bile hissedilir bir fark var aralarında. sonra donanımını bir kontrol ettim... hp'ye bak sen... nerdeyse desktop parçası takacak laptop'a. vaad ettiği hiç bir parça yok içinde. bi işlemcisi doğru. ekran kartı düşük, üstelik işlemci 64 bitken bu 32 bit falan, hdd 1 tb olması gerekirken 500 gb, usb'ler çalışmıyor... hayır benim mi yanlışım var diye düşünüyorum. ürünün kafa kağıdının fotoğrafını çekmiştim. internetten de modele bakınca kafa kağadı ile aynı özellikler var... ama elimdeki özürlü doğum anasını satayım.

    yarın götürüp kafalarına atıcam. aslında yarın dediğime bakmayın. uyuyup uyanınca. tarih olarak bu gün... gerçi niye kafalarına atıyosam. teknosa'nın da suçu yok. büyük mallık bende. uzun zaman önce bi daha hp almam diye yemin etmiştim. nasıl bu kadar itibarlı bir marka bir türlü anlamıyorum... her ürünü patlak çıktı şu zamana kadar.

    şimdi düşünüyorum para iadesi mi istemeliyim, yoksa ürünün yenisini mi istemeliyim diye. vay amk... gittim kendime bela satın aldım resmen.

    büdüt: ürünü iade aldılar. bu açıdan teknosa'yı seviyorum. hiç teknik servis cart curt demediler. daha önce us robotics marka bir modemde yaşamıştım benzer bir sorun. garanti süresinin dolmasına 3-4 ay kala bozulmuştu. götürdüm. o modelden de kalmamış, üretimi bitmiş. gidip en yeni usrobotics marka modem vermişlerdi yerine. velhasıl her ne kadar imajı kötü olsa da ben teknosa'nın müşteri politikasını beğeniyorum. üründeki sorun markanın kendisiyle alakalı. müşterisine yardımcı olmaya çalışmaksa tamamen teknosa'dan kaynaklı. hatta şöyle oldu. hp'yi aradılar. ben büroda kullanıcam, bekleme lüksüm yok demiştim. hp ürünü gönderin bakalım dedi. adamlar mağduriyet yaratmamak adına ürünü benden alıp hp'ye göndermeye karar verdiler, eğer bir sorun çıkarsa da teşhire koyacaklarmış. yani bir şekilde riski üstlendiler. tabi kanunen belki bunu yapmaları gerekli ama normal şartlar altında karşında muhattap bulamayıp 1 ay beklersin.
  • 2243
    hayatımda ilk defa bir evlenme teklifine canlı tanık oldum, hatta farkında olmadan parçası oldum. kısa süredir tanıyor olsam da çok sevdiğim iki insan adına çok mutlu oldum.

    tabi mutlu olmak alerjik bir durum benim için. bir sürü şeyi düşündüm, ileri-geri sarıp durdum erman toroğlu misali. açtım bir arkadaşın profiline yine uzun uzun baktım, gündüz akıtmadığım gözyaşım usul usul süzüldü yanaklarımdan aşağıya doğru be kanka(!). meğer girilecek ne çok profil, dökülecek ne çok gözyaşı, hatırlayacak ne kadar hayalkırıklığı varmış...

    yarım kalmışını geçtim, o kadar başlayamamış hikayelerim var ki...
  • 2245
    korkuyorum sözlük. kadıköy'den korkuy.. şaka şaka sokayım kadıköy'e. eski benden uzaklaşıyorum. hayallerimin %99'undan vazgeçmek zorunda kaldım. onlara ulaşamadım. eskiden o kadar mutluymuşum ki artık uzun zamandır nötr takılıyorum. günübirlik istanbul'da maça gitmeyi çok severdim. passoligden beri gidemiyorum. sinema izlemeyi severdim. artık tat alamıyorum. eski güzel anılarımı hatırladıkça mutlu oluyorum ama kafam o kadar dolu ki hatırlayamıyorum bazen. siliniyor artık. en korktuğum şeyler başıma geldi. en çok istediklerim uzaklaştı. en büyük hayalim anı biriktirmekti. dünya'da ve türkiye'de çeşitli yerleri gezmek, göremediğim yerleri görmeyi çok isterdim. bu hedeften uzaklaşıyorum. maddi şeylere bağlanmak istemeyen ben resmen pahalı bir araba alayım da kredi öderim 5 sene diye düşünüyorum. bundan 2 sene önce 2. el ufak bir hb alırım. fazla paraya gerek yok diyordum. şimdi showroom gezip bir de normal araba beğenmeyip suv bakıyorum. sonra kredi hesabına geçiyorum. faiz, taksit falan bakıyorum. gezmeye üşenip araba peşinde koşuyorum. arabayla sağda solda ilçelere falan giderim en fazla diyorum. ne sinema zevk veriyor ne gezmek dolaşmak. sunumu slaytı seven ben artık sıkıldım. yüksek lisanstan da sıkıldım. başka bir şehre gitmek istiyorum. sıfırdan başlamak istiyorum. çok yorgunum. şu oturduğumuz lojmana geldiğimizden beri gün yüzü görmedim. eski evimiz küçüktü. odam küçücüktü, yatakta iki büklüm yatardım. ama büyük işler başardım o evde. güzel günler geçirmişim şimdi anlıyorum. artık tek suçlu olarak lojman dairesini görüyorum. çünkü başka mantıklı açıklama gelmiyor. bu kadar da 180 derece dönmez şansımız. daire 30 yıllık. her 5 senede el değiştiriyor. siz düşünün kaç kişi gelip gitmiş. kim bilir ne iğrenç izler bırakmışlar. böyle şeylere gülüp geçen biri olarak baya baya ağır bir negatif enerji olduğunu falan düşünüyorum.
  • 2246
    biz ne zaman böyle olduk be sözlük. açın 3-2 kazandığımız real madrid maçının özetini bir izleyin. takımımız türkiye ligi standartlarına göre gayet diri. çok baskın oyunculara sahibiz. başta melo, her hava topunu neredeyse alabilecek bir isim, birebirde müthiş. üstüne üstlük hücümda inanılmaz etkili. drogba'mız var, sırtına adam alıp gidiyor. sneijder sola yaslanmadan ceza sahası çevresinde top tutabilerek oynayabiliyor. selçuk bile farklı be! bu kulüp neden o seviyelere çıkıyor da orda kalamıyor hatta dibi görüyor zaman zaman? orda kalmayı bırakın neden en azından bir standart yakalayamıyoruz? çok büyük yönetimsel sıkıntılarımız var be sözlük. hani dedim ya selçuk bile farklı diye, evet cevap çok basit aslında: yaşlandılar. biz ne yazık ki bir futbolcuyu tabiri caizse dibini sıyırmadan yollamıyoruz. neden bu takımın orta sahasında yıllardan beri selçuk var? aynı soru sneijder için de geçerli, keza sabri ve digerleri için de. bir de çok basit değil midir büyümek? kaybettiğin parçanı daha iyisiyle değiştirmek... koskoca galatasaray spor klubünün, türkiye'nin en büyük klubünün sağ kanat rotasyonu nasıl yasin ve sinan gümüş olabilir? aklım almıyor. kimsenin umrunda değil mi büyümek? en başta rotasyon için aldığımız adamları ilk on bire yazar olduk. bu kadar düşüncesizce nasıl yönetilebiliyor galatasaray spor klubü? canım çok sıkkın, kafam çok karışık. bu kadar zor olmamalı, bu kadar anlamsızca yönetilmemeli bu takım. bahsettiğim maçta dikkatimi çeken bir diğer husus defansta semih kaya'nın olması. nasıl oluyor da gencecik çocuk yıllar ile geri gidiyor? kim ilgileniyor gençlerimizle kulupte? bu çocuklara uzun vadede çalışma planı yapmak çok mu zor? yok muydu semih'e özel bir program yaptıracak antrenör mesela? yok muydu "bak semih burası galatasaray klubü, burada ya kendini geliştirirsin ya da gidersin. buranın doğal seleksiyonu bunu gerektirir. senin eksik olduğun yanlar bunlar bunlar. 3 yıl içerisindeki hedefin bu özelliklerini geliştirmek olmalı. bu da senin programın. sen çalışırsan galatasaray klubü arkanda olacaktır, gurur duyulan bir kariyere de sahip olacaksın." diyebilecek bir antrenör? semih sadece bir örnek. bazı şeylerin sistemli olması gerektiğini gösteren capcanlı bir örnek. ne yazık ki benim gördüğüm kadarıyla bu klubü yönetenlerin umrunda değil galatasarayın büyümesi. herkes günü kurtarmaya çalışıyor. olan milyonlarca taraftara oluyor. koskoca galatasaray camiasına oluyor. düşündükçe iç çekiyorum, üzülüyorum. bir sürü "neden?" geliyor aklıma...
  • 2248
    korku, endişe, üzüntü, tedirginlik, hayal kırıklığı...

    ne kadar olumsuz duygu varsa, içimde sözlük. bu yük sırtımdaysa taşıyabileceğimdendir. lakin yol bitmiyor ve yoruluyorum. insanın kalbi bir kişi yüzünden bu kadar yıpranmamalı. hayatı mahvolmamalı. dünyası kararmamalı.

    bir kapı vardır o kesin. açılmalı artık. bir yol, bir umut ışığı görmeliyim. yoksa sıkıntı büyük...

    ulan galatasaray da olmasa çıldırmam içten bile değil.
  • 2249
    bu yeni saat uygulmasının da amk doğmayan güneşin de!

    lan saat 6.45'te kalkıyorum karanlık, 7.30'da otobuse biniyorum hala karanlık. ufacık çocuklar sokakta, okula gitmeye çalışıyor, allah korusun birisine bir şey olsa kim verecek hesabını! hava kapalı, yağmurlu, yarın kar yağacak, yolları buz tutacak, kazlar olacak, trafik daha kötü olacak...

    ankara'da yaşıyorum durum böyle, istanbul ve izmir daha da fena, istanbul bizden 15 dakika sonra aydınlanıyor bir de, izmir'de herhalde 10'da falan hala karanlıktır :(

    zaten eve gelişim en erken 19:00. nerede gün ışığından faydalanma? aksine sabah 45 dakika tüm ışıklar açık evde. lan sabah mı oldu, sahura mı kalktık belli değil!

    ayrıca vücudum alışamadı bu olaya. uykumu alamıyorum diye saat 22:00'de yattığım da oldu, yok arkadaş gene aynıyım. hormonlarım, beynim, vücudumun her hücresi hala uyurken biz ne skime bunu yaşıyoruz... zombi gibi yaşıyorum...

    o el kadar bebeler nasıl eğitim alacak ya, ben 35 yaşında alışamıyorum o çocuklar ne öğrenecek o okulda, en çok da çocuklara üzülüyorum...

    çok şükür öyle önemli bir sıkıntım yok, sağlığım yerinde, çoluk çocuk iyi ama bildiğin mutsuzum anasını satayım...

    ayrıca her gün bir felaket, kötü bir olay, ekonomi zaten bitik, toplum olarak ruh hastası olduk çıktık...

    gencecik çocuklar ihmal sebebiyle, gerekli önlemler alınmadığı için can veriyor...

    garibanın çocuğu askerde şehit olsun, garibanın çocuğu parasızlıktan tarikat yurtlarında kalsın, türlü taciz ve kötü olaylar yaşasın, yangınlarda ölsün, reva mı ulan bu yaptığınız millete!
  • 2250
    ne yazmak lazim bilmiyorum, bir sey yazmak lazim mi onu da bilmiyorum. gidenlerden cok bize, kalanlara aglamaliyiz belki de.

    damla damla oluşuyor hayat
    ölüm kımıl kımıl
    duymak kolay
    anlatmak değil

    her an
    farkındayım
    az az öldüğümün

    bilincindeyim doğan ayın
    eriyen karın akan suyun
    ve usul usul tükenen zamanın

    tekrarlayıp duruyor saat
    vakit te mahluktur
    vakit te mahluktur

    işliyor kalbim
    eskiyor saçlarım
    ve gözlerimin en ince hücreleri

    okuyorum hayatı
    toprağın üstünden çok
    altındakilerle var olduğunu

    toprak
    ölüme aç
    ölüme muhtaç
    hayat

    ölüm muhakkak
    ve ölüm mutlak
    tek kapısıdır ölümsüzlüğün

    ölümle tanıştıktan sonra anladım
    sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın

    kesitler

    mahlukta devinen
    gürül gürül bir ırmaktır ölüm

    babalar ölür
    dolaşır eli ölümün
    saçlarında anaların oğulların

    analar ölür
    kök salar hasret yüreklere
    'bir evlat pir olsa da'
    o zaman anlar ancak neymiş öksüzlük

    oğullar ölür
    bir kafes olur ölüm
    ana kalbi bir kuştur
    azad kabul etmez

    sevgililer ölür
    bir hicret olur ölüm
    bir sıla

    mesela arkadaşlar
    arkadaşlıklar vardır okullarda
    bakarsın biri gelmez bir gün
    ve artık hiç gelmeyecektir
    simsiyah bir gölge düşmüştür adeta
    bahçeye koridorlara sınıflara
    bir fısıltı dolaşır dudaklarda
    kimi kirpikleri ıslak
    çökmüş bahçenin tenha bir yerine
    elinde bir çöp resmini çizer toprağa
    anıların
    kimileri öbek öbek toplanıp
    çaresizliği dile getirirler anlamsız sözcüklerle
    -nasıl olur daha dün beraberdik
    -salıncakta iki kişi'yi izlemiştik daha dün nasıl olur
    -geçen pazar kırlarda dolaşmıştık
    ''göçmen kuşlar yerli kuşlardan daha mutlu olmalılar
    hayatı dolu dolu yaşıyorlar'' demişti unutamıyorum

    sonra bir mezarlıkta bir çukurun başında
    bir kapının ağzında
    herkez susar
    konuşur ölüm

    ve sürer hayat.

    bazan bir tekerlek altında
    ansızın gelir ölüm
    apansız biter sınav
    bir elektrik kesilmesi gibi
    kesilir tulu emel

    bazan ölüm vardır
    ölümden önce gelir
    mesela bir hapishanede bir hücrede yaşanır
    sorular hep yanıtsız kalır orada
    sadece konuşan rüyalardır
    yahut hayaller suskun duvarlarda
    gözler kabul eder parmaklar kabul eder
    ama beyin hep umuttan yanadır

    bazan akan bir film şeridinin
    tek kare donan bir fotoğrafı gibidir
    ölüm
    karşıda bir manga asker
    gözler namluların karanlık ağızlarını görmez de
    takılıp kalır masmavi gökyüzünde
    asılıp kalmış bembeyaz bir buluta

    ölümden uzak ölümler vardır
    gazete ilanlarında rastlanılan
    dünyaya bağlılığın zavallı
    ve muannit
    bir belgesidir
    daha çok kalanlara ait.

    bir de bir örümcek ağının ortasına düşmüş
    bir sineğin titrek bacaklarında seyretmiştim ölümü

    ölümler vardır:
    can kuş gibi uçar gider
    bir martının süzülüp
    kaybolması gibi maviliklerde

    bir portre

    engin sakin berrak bir denize
    uçsuz bir kumsaldan ağır ağır
    nasıl yürürse insan
    sokrates öyle yürüdü ölüme

    tilmizleri ağlaşırken
    o vasiyet ediyordu:
    -asklepyos'a bir horoz borçluyuz
    unutmayınız.

    ne tuhafsınız dostlar
    güçsüz kadınlar gibi ağlaşmak niye
    yükselmek varken ölümsüzlüğe

    inancına sahip olmak
    insan olmanın şartı
    kölelikler içinde en onulmaz kölelik
    hayatın ölümcül yanına
    takılıp kalmak değil mi?

    ilkin ayaklarında duydu sokrates
    zehirin soğukluğunu
    ve yavaş yavaş ölüm
    yükseldi göğsüne çenesine

    dudaklarında donan son bir tebessümle
    bir işaret taşı da böylece
    sokrates dikmiş oldu ölüme

    ölümün sesi

    ölümden bir işaret var her şeyde
    ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde:
    -kışlanın önünde redif sesi var
    namluların ucunda ölümün sesi!

    -bir ay doğdu geceden oy oy
    karanlığın ağzında ölümün sesi!

    -erzurum dağları kan ile boran
    vadilerin koynunda ölümün sesi

    -ezo gelin durmuş bakar yollara
    umudun ardında ölümün sesi!

    -bir ihtimal daha var
    umuddan da öte ölümün sesi!

    kendi ölümüme ait bir deneme

    bir gün öleceğim biliyorum
    bunu her an ölür gibi biliyorum

    anamın yüreğinde bir kor
    ölene dek sönmeyecek bir ateş
    kımıldanıp duracak hep

    karım bomboş bulacak dünyayı
    -n'olurdu birlikte ölseydik, deyip duracak
    oysa insan yalnız ölür
    ama o olmayacak dualarla teselli arayacak

    kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm
    bir süre kaçacaklar insanlardan
    boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde
    sonunda onlar da kabullenecekler öylesine

    ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar
    -yaşayıp gidiyorduk yahu
    ne vardı acele edecek!
    diyecekler

    biliyorum yaklaşıyoruz her an
    biliyorum oruçlu doğar insan
    ölümün iftar sofrasına

    son söz

    ve zaman döne döne
    gelmişti başlangıç noktasına
    ilk yaratılış düğümüne

    mahlukatın var olduğu
    yüzüsuyu hürmetine
    evrenin efendisinin
    kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine.

    hayatın menbaı
    merhametin son durağı
    madeni, muhabbet ocağının
    ateşler içindeydi
    yatağında.
    iltica etmişti sanki kainat
    kutsal tenine
    hayata şafak olan alnında
    ter taneleri
    her biri insanlık çilesinden
    bir haberdi sanki
    bir an oldu
    aralandı gözleri
    sonsuzu kuşatan bakışları
    süzdü ciğerparesi fatıma'yı
    süzdü tek tek çevresindeki
    can dostlarını
    kıpırdadı dudakları, dedi:
    -ebu bekir kıldırsın namazı
    sonra daldı daldı uyandı
    son defa aralandı
    bakışları
    yöneldi bir noktaya
    karar kıldı bir noktada
    ve dedi:
    -merhaba ey refik-i ala!

    olacak oldu
    akıllar kamaştı
    kalpler tutuştu
    feryat ve figan gökleri tuttu
    çekti kılıcını faruk olan
    sıçradı orta yere:
    -kim derse ''o öldü'', öldürürüm!

    ayrılık ateşinden
    ateşin şiddetinden
    sanki bendler çözülmüş
    felekler çökmüştü
    şuur tutuşmuş
    akıl iflas etmişti.

    sonra sıddıyk olan
    yetişti geldi
    baktı baktı yatağında hareketsiz yatan sevgiliye
    mağarada arkadaşına hicrette yoldaşına
    sonra baktı çevresine
    mahşerden önce mahşer hali yaşayan
    ashabına
    aline
    ebu bekir dedi:
    -ey nas, susun!
    kim ki resulullaha tapmaktadır
    bilsin ki resul ölmüştür
    kim ki allaha tapmaktadır
    bilsin ki allah ölmez
    hayy ve layemuttur

    ey nas, susun!
    ''inna lillah ve inna ileyhi raciun''

    sonra eğildi sevgilinin yüzüne
    sürdü bulutlanmış gözlerini
    o güzellikler ülkesine
    baktı baktı ve dedi:
    -hayatında güzeldin
    ölümünde güzelsin
    öldün
    bir daha ölmeyeceksin

    erdem bayazıt
App Store'dan indirin Google Play'den alın