• 2248
    ne yazmak lazim bilmiyorum, bir sey yazmak lazim mi onu da bilmiyorum. gidenlerden cok bize, kalanlara aglamaliyiz belki de.

    damla damla oluşuyor hayat
    ölüm kımıl kımıl
    duymak kolay
    anlatmak değil

    her an
    farkındayım
    az az öldüğümün

    bilincindeyim doğan ayın
    eriyen karın akan suyun
    ve usul usul tükenen zamanın

    tekrarlayıp duruyor saat
    vakit te mahluktur
    vakit te mahluktur

    işliyor kalbim
    eskiyor saçlarım
    ve gözlerimin en ince hücreleri

    okuyorum hayatı
    toprağın üstünden çok
    altındakilerle var olduğunu

    toprak
    ölüme aç
    ölüme muhtaç
    hayat

    ölüm muhakkak
    ve ölüm mutlak
    tek kapısıdır ölümsüzlüğün

    ölümle tanıştıktan sonra anladım
    sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın

    kesitler

    mahlukta devinen
    gürül gürül bir ırmaktır ölüm

    babalar ölür
    dolaşır eli ölümün
    saçlarında anaların oğulların

    analar ölür
    kök salar hasret yüreklere
    'bir evlat pir olsa da'
    o zaman anlar ancak neymiş öksüzlük

    oğullar ölür
    bir kafes olur ölüm
    ana kalbi bir kuştur
    azad kabul etmez

    sevgililer ölür
    bir hicret olur ölüm
    bir sıla

    mesela arkadaşlar
    arkadaşlıklar vardır okullarda
    bakarsın biri gelmez bir gün
    ve artık hiç gelmeyecektir
    simsiyah bir gölge düşmüştür adeta
    bahçeye koridorlara sınıflara
    bir fısıltı dolaşır dudaklarda
    kimi kirpikleri ıslak
    çökmüş bahçenin tenha bir yerine
    elinde bir çöp resmini çizer toprağa
    anıların
    kimileri öbek öbek toplanıp
    çaresizliği dile getirirler anlamsız sözcüklerle
    -nasıl olur daha dün beraberdik
    -salıncakta iki kişi'yi izlemiştik daha dün nasıl olur
    -geçen pazar kırlarda dolaşmıştık
    ''göçmen kuşlar yerli kuşlardan daha mutlu olmalılar
    hayatı dolu dolu yaşıyorlar'' demişti unutamıyorum

    sonra bir mezarlıkta bir çukurun başında
    bir kapının ağzında
    herkez susar
    konuşur ölüm

    ve sürer hayat.

    bazan bir tekerlek altında
    ansızın gelir ölüm
    apansız biter sınav
    bir elektrik kesilmesi gibi
    kesilir tulu emel

    bazan ölüm vardır
    ölümden önce gelir
    mesela bir hapishanede bir hücrede yaşanır
    sorular hep yanıtsız kalır orada
    sadece konuşan rüyalardır
    yahut hayaller suskun duvarlarda
    gözler kabul eder parmaklar kabul eder
    ama beyin hep umuttan yanadır

    bazan akan bir film şeridinin
    tek kare donan bir fotoğrafı gibidir
    ölüm
    karşıda bir manga asker
    gözler namluların karanlık ağızlarını görmez de
    takılıp kalır masmavi gökyüzünde
    asılıp kalmış bembeyaz bir buluta

    ölümden uzak ölümler vardır
    gazete ilanlarında rastlanılan
    dünyaya bağlılığın zavallı
    ve muannit
    bir belgesidir
    daha çok kalanlara ait.

    bir de bir örümcek ağının ortasına düşmüş
    bir sineğin titrek bacaklarında seyretmiştim ölümü

    ölümler vardır:
    can kuş gibi uçar gider
    bir martının süzülüp
    kaybolması gibi maviliklerde

    bir portre

    engin sakin berrak bir denize
    uçsuz bir kumsaldan ağır ağır
    nasıl yürürse insan
    sokrates öyle yürüdü ölüme

    tilmizleri ağlaşırken
    o vasiyet ediyordu:
    -asklepyos'a bir horoz borçluyuz
    unutmayınız.

    ne tuhafsınız dostlar
    güçsüz kadınlar gibi ağlaşmak niye
    yükselmek varken ölümsüzlüğe

    inancına sahip olmak
    insan olmanın şartı
    kölelikler içinde en onulmaz kölelik
    hayatın ölümcül yanına
    takılıp kalmak değil mi?

    ilkin ayaklarında duydu sokrates
    zehirin soğukluğunu
    ve yavaş yavaş ölüm
    yükseldi göğsüne çenesine

    dudaklarında donan son bir tebessümle
    bir işaret taşı da böylece
    sokrates dikmiş oldu ölüme

    ölümün sesi

    ölümden bir işaret var her şeyde
    ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde:
    -kışlanın önünde redif sesi var
    namluların ucunda ölümün sesi!

    -bir ay doğdu geceden oy oy
    karanlığın ağzında ölümün sesi!

    -erzurum dağları kan ile boran
    vadilerin koynunda ölümün sesi

    -ezo gelin durmuş bakar yollara
    umudun ardında ölümün sesi!

    -bir ihtimal daha var
    umuddan da öte ölümün sesi!

    kendi ölümüme ait bir deneme

    bir gün öleceğim biliyorum
    bunu her an ölür gibi biliyorum

    anamın yüreğinde bir kor
    ölene dek sönmeyecek bir ateş
    kımıldanıp duracak hep

    karım bomboş bulacak dünyayı
    -n'olurdu birlikte ölseydik, deyip duracak
    oysa insan yalnız ölür
    ama o olmayacak dualarla teselli arayacak

    kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm
    bir süre kaçacaklar insanlardan
    boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde
    sonunda onlar da kabullenecekler öylesine

    ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar
    -yaşayıp gidiyorduk yahu
    ne vardı acele edecek!
    diyecekler

    biliyorum yaklaşıyoruz her an
    biliyorum oruçlu doğar insan
    ölümün iftar sofrasına

    son söz

    ve zaman döne döne
    gelmişti başlangıç noktasına
    ilk yaratılış düğümüne

    mahlukatın var olduğu
    yüzüsuyu hürmetine
    evrenin efendisinin
    kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine.

    hayatın menbaı
    merhametin son durağı
    madeni, muhabbet ocağının
    ateşler içindeydi
    yatağında.
    iltica etmişti sanki kainat
    kutsal tenine
    hayata şafak olan alnında
    ter taneleri
    her biri insanlık çilesinden
    bir haberdi sanki
    bir an oldu
    aralandı gözleri
    sonsuzu kuşatan bakışları
    süzdü ciğerparesi fatıma'yı
    süzdü tek tek çevresindeki
    can dostlarını
    kıpırdadı dudakları, dedi:
    -ebu bekir kıldırsın namazı
    sonra daldı daldı uyandı
    son defa aralandı
    bakışları
    yöneldi bir noktaya
    karar kıldı bir noktada
    ve dedi:
    -merhaba ey refik-i ala!

    olacak oldu
    akıllar kamaştı
    kalpler tutuştu
    feryat ve figan gökleri tuttu
    çekti kılıcını faruk olan
    sıçradı orta yere:
    -kim derse ''o öldü'', öldürürüm!

    ayrılık ateşinden
    ateşin şiddetinden
    sanki bendler çözülmüş
    felekler çökmüştü
    şuur tutuşmuş
    akıl iflas etmişti.

    sonra sıddıyk olan
    yetişti geldi
    baktı baktı yatağında hareketsiz yatan sevgiliye
    mağarada arkadaşına hicrette yoldaşına
    sonra baktı çevresine
    mahşerden önce mahşer hali yaşayan
    ashabına
    aline
    ebu bekir dedi:
    -ey nas, susun!
    kim ki resulullaha tapmaktadır
    bilsin ki resul ölmüştür
    kim ki allaha tapmaktadır
    bilsin ki allah ölmez
    hayy ve layemuttur

    ey nas, susun!
    ''inna lillah ve inna ileyhi raciun''

    sonra eğildi sevgilinin yüzüne
    sürdü bulutlanmış gözlerini
    o güzellikler ülkesine
    baktı baktı ve dedi:
    -hayatında güzeldin
    ölümünde güzelsin
    öldün
    bir daha ölmeyeceksin

    erdem bayazıt
App Store'dan indirin Google Play'den alın