2099
kendisini şahsen tanımıyorum, internette gördüklerim kadar bilgiye sahibim hakkında. hoca olarak ise hamlelerini zayıf buluyorum, üstelik takımın ibb maçı dışındaki tüm maçlarını tt arena'da çıplak gözle izledim. ama konumuz bu değil. bunların hiçbiri, bu olguların, bu kavramların hatta dünyadaki tüm varoluşlar, hatta dünyadaki tüm aforizmalar önümüzdeki hafta oynanacak fenerbahçe maçından önemli değil. hayatımda annem, babam ve kardeşim dışındaki her şey bu maçtan daha önemsiz. inandığım değerler, sokakta yediğim yemek, içtiğim su hatta görmemi sağlayan gözler ve -yine ne yazık ki kullanacağım bu kelimeyi- "hatta" benden, benim varlığım bile daha önemsiz şu an. hep zor biri olmuşumdur, her yeni bir yere gittiğimde eski arkadaşlarımı kaybetmişimdir, her girdiğim ortamda kavga çıkarmışımdır, her gittiğim yerde ya dışlanmışımdır ya da dışlanacak ortamı oluşturmuşumdur, her gittiğim yerde bir sorun çıkarmışımdır. uyumsuz, kangren bir tipim anlayacağınız üzere, riekerink gibi samimi, sempatik biri değilim. avrupalı değilim, kürt bir baba, türk bir anne'nin oğlu olarak sonuna kadar mezopotamya ve anadolu'ya ait olan kökenlerimin harmanlanmasıyım. tribünde maç izlediğimde kendimi tutamam, bütün öfkem, bütün totemlerin sanki oynayan benmişim gibi sahaya dökülür. italyanlar gibi kökten inanırım, inandığım şeylere. eğer bir şeyin uğursuz geldiğine inanıyorsam asla yapmam. dil sınavlarında uğurlu geliyor diye hep aynı bozuk yeşil faber castell kalemimle giriyorum. kendimi bildim bileli hep kendimi ispat etmeye çalışırım, hayatımın her adımı bir sınavmış gibi hissederim, aşırı hırslıyım, eğer aynı imkanlar dahilinde biri bir şeyi benden daha iyi yapıyorsa öfkemden, hırsımdan kudururum. o olguyu gerçekleştirene kadar köpek gibi çalışırım. bundan dolayı 13 yaşımda ailemin ilk ekonomik çöküşünde su satmaya başladım, 18 yaşında üniversiteyi ilk sene kazanamayınca hayatımdaki neredeyse her şeyi sildim. neden ? çünkü ben kökten inançlıyım ve bir şeyler kazanmak için birçok şeyi kaybetmeye hazırım. ki aynı sene üniversite sınavına hazırlanırken, reklam ajansında işe girdim, hem çalıştım hem sınava hazırlandım. bu sefer iyi puan yaptım ama aptal gibi yanlış tercih yapıp çok da iyi bir okula giremedim. yine de istediğim bölüm inşaat mühendisliğini kazandım. yine hırs yaptım 19 yaşıma şantiyede çalışarak girdim, çekmeköy'den şişliye gece 4'te geldim, şantiye koğuşunda kaldım, kendimden büyük adamlarla doğru inandığım şeyler için kavga ettim. çünkü böyle büyüdüm, "inandığın bir şey için kavga et. kaybedersen de yediğin yumruğun tadını çıkar" lafını odamın her yerine astım. daha sonra ise yine hırs yaptım, üstelik okulumla ilgili absürd durumlar yaşanmasına rağmen baya iyi bir okula geçtim. hem de baya iyi. ve okula geçtikten sonra biraz önce okuduğunuz, kendimle ilgili bahsettiğim bütün özelliklerim gitti, çünkü kendimi neredeyse 8 senedir aynı refleks üzerine adadığım şeye sahiptim ve amacıma sahip olunca bedenim, zihnim, ruhum tamamen uzay boşluğuna düştü. şu an gravity filmindeki sandra bullock gibiyim. uzay boşluğunda hareket etmeye çalışıyorum. ve açıkcası bu yaşadığım durum çok alışık olmadığım bir durum için benim psikolojimi çökertti, günde 8 saat uyuyorum 10 saat oyun oynuyorum geri kalan sürede artık ne denk gelirse. niye bunu buraya yazıyorum ? çünkü riekerink benim gibi değil. hatta türkiye cumhuriyetinde yaşayan tırtıl gibi bile değil. o bir avrupalı, o medeni ve samimi bir insan, hayatında belki en son ne zaman mutsuz olduğunu hatırlamıyordur, hayatında en son ne zaman kötü kararlar verdiğini bile hatırlamıyordur. belki genç yaşında magic mushroom'u fazla kaçırmıştır ya da daha kariyerli bir hoca olabilirdim diye 10 yılda bir söyleniyordur.
ama bizler öyle değiliz. bizler ortadoğu'nun mutsuz insanlarıyız. bizler, tükenen, biten insanlarız. bizler sevdiği kızla karşılaşınca sapıtıp "iç güvenlik paketinden" konuşmak zorunda olan, ya da anlamsız bir günün anlamsız bir saatinde ilk ve tek kız arkadaşının ayrıldıktan sonra sevgilisinin olmasını gören, bizler vücüdumuzdaki hastalıkları hücreleri yenen ama hergün hastalıklı beyinlerle savaşmak zorunda olan, basit, sıradan, önemsiz insanlarız. 21. yüzyılın vahşi dünyasında avrupa'da yaşayamadığımız için hayıflanırken şiddet gören, kimliklerimize göre ayrılan insanlarız. hepimizin mutsuz hayatları var, ölüm döşeğinde olan hasta çocuklarımız ve her gün kaybedilen insanlarımız var. ama riekerink böyle değil. o bir avrupalı, onun mutlu bir evi, mutlu güzel ve sağlıklı çocukları var. riekerink buradan gittiğinde dünyadaki her yerde mutlu ve huzurlu yaşayabilir, ama biz yaşayamayız. tanıdığım neredeyse tüm galatasaraylılar hayatının en kötü dönemini geçiriyor. yukarıda "bizler" grubunun hepsi galatasaray taraftarı. neredeyse hepimiz ama gerçekten hepimiz hayatımızın en önemli günü olarak bu maçı görüyoruz. yenilirsek boktan hayatlarımız daha da boktan olacak ve açıkcası daha fazla boktan hayat yaşama sırasının en azından 1 haftalık da olsa fenerbahçe taraftarında olduğunu düşünüyoruz.
bu yüzden; belki benimle aynı görüşte olmayabilirsiniz ama boktan 2016 yılının elde kalan tek umut oynanacak fenerbahçe maçı. ve bize bunu getirebilecek tek adam şu an başlığına yazdığım adam; jan olde riekerink. belki yazdıklarım çok absürd, "ulan bu adam için bu kadar tasvir bokunu çıkarma olmamış mı" diyebilirsiniz ama derbide, dizilişlerin, taraftarların, tekniğin ve taktiğin zerre önemi yoktur. hatta ve hatta derbide hiçbir şeyin önemi yoktur. tek önemli olan şey tamamen teknik direktörün zihnidir. bu yüzden hocam, seni tanımıyorum, sen de beni ömründe hiç tanımayacaksın. belki senin için hayatında bir anı olarak kalacak bu maç, belki ileride torunlarına anlatacağın güzel bir anı ama burada bizim için değil. bu maç bizler için umuttan da öte. istersen maça 10 tane semih, 20 tane selçuk, 99 tane sabri ile çık zerre umrumda değil. istersen 10 savunmayla 1 forvetle çık, istersen %99 topla oyna ama gerçekten bunlar önemli değil. inan bana benim için bu maçta güzel oyun da önemli değil. tek isteğim, tek arzum, tek inancım galibiyet. başka bir şey istemiyorum.
sen avrupalısın hocam, sana bu yüzden inanıyorum.