• 252
    ey sevgili. . .

    . . .
    sevgili
    en sevgili
    ey sevgili
    uzatma dünya sürgünümü benim
    ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
    mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
    aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
    yoktan da vardan da ötede bir var vardır
    hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
    o şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
    sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
    ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
    gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
    yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
    yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
    sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
    göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
    senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
    sevgili
    en sevgili
    ey sevgili
  • 253
    ekşi sözlük'ten kelevelelis nickli arkadaşın, uludağ sözlük'te iken yazdığı bir şiir. ilk okuduğumda çok beğenmiştim burada paylaşılmamıştır diye koyayım.

    önceleri bir düştü aşk, gülümserdik uyurken;
    sonra bir düştü aşk, dudağından kaldırdık kahpelerin.

    önceleri bir düştün güzel kız, ağlayarak uyandım;
    sonra bir düştün gözümden, şimdi kupkuru gözlerim.

    önceleri bir düştüm, hayat bana imrendi;
    sonra bir düştüm, anladım: böyle büyürdü her düş.
  • 255
    otüzüç kurşun

    1.

    bu dağ mengene dağıdır
    tanyeri atanda van'da
    bu dağ nemrut yavrusudur
    tanyeri atanda nemruda karşı
    bir yanın çığ tutar, kafkas ufkudur
    bir yanın seccade acem mülküdür
    doruklarda buzulların salkımı
    firari guvercinler su başlarında
    ve karaca sürüsü,
    keklik takımı...

    yiğitlik inkar gelinmez
    tek'e - tek döğüşte yenilmediler
    bin yıllardan bu yan, bura uşağı
    gel haberi nerden verek
    turna sürüsü değil bu
    gökte yıldız burcu değil
    otuzüç kurşunlu yürek
    otuzuç kan pınarı
    akmaz,
    göl olmuş bu dağda...

    2.

    yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
    sırtı alaçakır
    karnı sütbeyaz
    garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
    yüreği ağzında öyle zavallı
    tövbeye getirir insanı
    tenhaydı, tenhaydı vakitler
    kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

    baktı otuzüçten biri
    karnında açlığın ağır boşluğu
    saç, sakal bir karış
    yakasında bit,
    baktı kolları vurulu,
    cehennem yürekli bir yiğit,
    bir garip tavşana,
    bir gerilere.

    düştü nazlı filintası aklına,
    yastığı altında küsmüş,
    düştü, harran ovasından getirdiği tay
    perçemi mavi boncuklu,
    alnında akıtma
    üç topuğu ak,
    eşkini hovarda, kıvrak,
    doru, seglavi kısrağı.
    nasıl uçmuşlardı hozat önünde!

    şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
    böyle arkasında bir soğuk namlu
    bulunmayaydı,
    sığınabilirdi yüceltilere...
    bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
    evvel allah bu eller utandırmaz adamı,
    yanan cıgaranın külünü,
    güneşlerde çatal kıvılcımlanan
    engereğin dilini,
    ilk atımda uçuran
    usta elleri...

    bu gözler, bir kere bile faka basmadı
    çığ bekleyen boğazların kıyametini
    karlı, yumuşacık hıyanetini
    uçurumların,
    önceden bilen gözleri...
    çaresiz
    vurulacaktı,
    buyruk kesindi,
    gayrı gözlerini kör sürüngenler
    yüreğini leş kuşları yesindi...

    3.

    vurulmuşum
    dağların kuytuluk bir boğazında
    vakitlerden bir sabah namazında
    yatarım
    kanlı, upuzun...

    vurulmuşum
    düşüm, gecelerden kara
    bir hayra yoranım çıkmaz
    canım alırlar ecelsiz
    sığdıramam kitaplara
    şifre buyurmuş bir paşa
    vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

    kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
    rivayet sanılır belki
    gül memeler değil
    domdom kurşunu
    paramparça ağzımdaki...

    4.

    ölüm buyruğunu uyguladılar,
    mavi dağ dumanını
    ve uyur-uyanık seher yelini
    kanlara buladılar.
    sonra oracıkta tüfek çattılar
    koynumuzu usul-usul yoklayıp
    aradılar.
    didik-didik ettiler
    kirmanşah dokuması al kuşağımı
    tespihimi, tabakamı alıp gittiler
    hepsi de armağandı acemelinden...

    kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
    karşıyaka köyleri, obalarıyla
    kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
    komşuyuz yaka yakaya
    birbirine karışır tavuklarımız
    bilmezlikten değil,
    fıkaralıktan
    pasaporta ısınmamış içimiz
    budur katlimize sebep suçumuz,
    gayrı eşkiyaya çıkar adımız
    kaçakçıya
    soyguncuya
    hayına...

    kirvem hallarımı aynı böyle yaz
    rivayet sanılır belki
    gül memeler değil
    domdom kurşunu
    paramparça ağzımdaki...

    5.

    vurun ulan,
    vurun,
    ben kolay ölmem.
    ocakta küllenmiş közüm,
    karnımda sözüm var
    haldan bilene.
    babam gözlerini verdi urfa önünde
    üç de kardaşını
    üç nazlı selvi,
    ömrüne doymamış üç dağ parçası.
    burçlardan, tepelerden, minarelerden
    kirve, hısım, dağların çocukları
    fransız kuşatmasına karşı koyanda

    bıyıkları yeni terlemiş daha
    benim küçük dayım nazif
    yakışıklı,
    hafif,
    iyi süvari
    vurun kardaş demiş
    namus günüdür
    ve şaha kaldırmış atını.

    kirvem hallarımı aynı böyle yaz
    rivayet sanılır belki
    gül memeler değil
    domdom kurşunu
    paramparça ağzımdaki...

    ahmed arif
  • 256
    555k

    şimdi bursada ipek çeken kızlar
    bir karasevda halinde söylemektedir:
    görmeğe alıştığımız nice yazlar
    kimleri alıp götürdüler ama kimleri
    karanfil bıyıklı genç teğmenleri
    ak saçlı profesörleri, öğrencileri
    adları şuramıza işlemektedir
    ah dayanmaz dayanmaz bakmaya gözler
    bir karasevda halinde söylemektedir
    şimdi bursada ipek çeken kızlar

    şimdi erzurumda çift sürenlerin
    geçit vermez kaşlarının altında
    derindir, ıssızdır, korkunçtur gözleri
    sabanın demiri girdikçe toprağa
    hınçlarını gömmektedir içine yerin.
    çünkü millet hayınları ankaralarda
    çünkü izmirlerde, çünkü istanbullarda
    çünkü başka yerlerinde memleketin
    kanına girdiler masum gençlerin
    işte onun için karanlıktır gözleri
    şimdi erzurumda çift sürenlerin.

    şimdi saat sekizdir başlar gecemiz
    gündüzü kısalttılar geceyi uzattılar
    şimdi acının ve hüznün göklerinde
    umudun yıldızı sarı yıldız mavi yıldız
    uykumuzun bir ucunda bombalar
    bir ucunda hürriyet inancı sabaha kadar
    ingiliz usulü piyade tüfekleriyle
    insanca yaşamanın onuru arasında
    milletcek bir gidip bir geliyoruz
    şimdi saat sekizdir başlar gecemiz

    şimdi ay doğar bulutlar arasından
    kavat derebeyleri yüreksiz bolu beyleri
    hırsızlar, yüzde oncular, kumar erleri
    cebren ve hile ile haklarımızı alan
    zulmü ve alçaklığı yöneten murdar üçken
    biliyor musunuz bir orman gelişiyor şimdi
    türküleri duyuyor musunuz nice derin
    yakılmış çoban ateşleriyle dağlarda
    karanlığı tutuşturup bir köşesinden
    geceyi gündüze çevirenlerin

    biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
    sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
    anamız çay demliyor ya güzel günlere
    sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
    sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
    bu, böyle gidecek demek değil bu işler
    biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
    ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
    işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

    cemal süreya
  • 257
    bugün ve bugün

    öyle çabuk geçiyor ki günler 
    hele sen de bir bak hayatına. 
    daha dün doğmuşuz sanki 
    yeni okula başlamışız 
    yeni sevmişiz. 

    öyle çabuk geçiyor ki günler 
    hele sen de bir bak hayatına.
    yarın bitecek sanki her şey 
    yarın ölecek gibiyiz. 

    daha doymamışız yaşamasına 
    günlerimiz dün bir, bugün iki 
    sakın bir şey bırakma yarına 
    yarın yok ki.

    özdemir asaf'a saygılarla...
  • 258
    yıkılma sakın

    sana durlanmış kelimeler getireceğim
    pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
    kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir
    seni çünkü dik tutacak bilirim
    kabzenin, çekicin ve divitin
    tutulduğu yerden parlayan şiir.

    zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi neftî
    acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı
    sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin
    çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı.
    her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan
    acılar bile duymadım kof yürekler önünde
    beynim her sabah devrimcinin beyniydi
    ayaklarım donukladı gelgelelim
    sağlığın yerinde mi?

    yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor
    halkın doğurgan dünyasına dalmakla
    onların güneşe çarpan sesini anlamayan
    dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
    seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
    yılgı yanımıza yanaşmazken
    bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
    yıkılmak elinde mi?
    boşuna mı sokuldu bankalara
    petrol borularına kundak
    kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi
    varsın zındanların uğultusu vursun kulaklarımıza
    yaşamak
    bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.
    bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere
    ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına
    yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir
    ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana
    öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar
    sevgiyle hatırlansa bile hatta.

    köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim
    bütün devrimcilerin çektikleri
    biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
    dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
    pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
    ama budandıkça fışkıranda bizleriz
    ölüyoruz, demek ki yaşanılacak...

    ismet özel
  • 264
    kanto

    ben nerde bir çift göz gördümse
    tuttum onu güzelce sana tamamladım
    sen binlerce yaşayasın diye yaptım bunu
    bir bunun için yaptım
    -garson bira getir
    garsonun adı barba

    ben nereye gittimse bütün zulumlardı
    bütün açlıklardı kavgalardı gördüğüm
    kötülüklerin büsbütün egemen olduğu
    namussuz bir çağ bu biliyorsun
    -garson rakı getir
    garsonun adı hakkı

    sen belki de bir resimsin ne haber
    kırmızı bir beykoz’un yanında duruyorsun
    yapın bir de ağaç yapmış yanına
    dallarına konsun diye kelimelerin
    -garson şarap getir
    garsonun hali harap

    cemal süreya
  • 265
    ayrılığa başkaldırı

    atların kırıldıysa bacakları
    bize oturacak tek sofra kalmadı demektir.
    ağzını ağzıma sokma sabah sabah
    iç içe girmiş iki ağız bu sokakta
    yanlış bir adrestir.

    gözlerini bağla, gecenin kemendini getirdim
    ikimiz, iki komşu dal gibi ormanda, iki yapışık boyun
    iki şah damarı gibi yakında,
    vaktiyle bizi seven herkes gitti, dünya gemimiz ve biz
    unuttun mu,
    önce aslanlar kaçıyor bir orman yandığında...

    annem komünistti, babam faşist
    içten böldü bizi dünya, her kahvaltı önümde bir topal sehpa
    didiştim kuşlarla kapımda yelkovan, tik tak
    vurup durdu ölüm; o türk filmi karşımda.
    unutma,
    veremli kız değil, yalnız kalan erkek ölür
    kamera arkasında.

    bilirim, ayrılık aşkın annesidir, koşarak gider sıkışınca
    ayrılığı emzirenler kazanıyor belki, belki iki kaygan organ
    hayasızca içlenince, belki her otobüste başka gözlere akınca
    kuralsızlığı oynamak belki aşk belki adı herkesin ağzında yosma
    evet ama,
    aşkın yıpranmış kadınlığını kullanabiliriz hiç olmazsa ağlarken
    ve sırılsıklam uyanınca sabaha.

    bütün ölü şairler rakı sofrası kuruyor göğsümde
    susunca kızıyorsun oysa konuşunca anason kokuyor dilim
    buna da öfkelisin, öfkesiz içebilirsin rakıyı ya da şehrin meydanında
    ağzını dayayabilirsin boğazıma,
    ah! kurşunu gelmiş revolverim
    ne çok istiyorum boşalmanı ağzıma.

    kırıldı mı atların bacakları, cevapla
    susarsan saatin kösteği kopmuş demektir.
    şah damarlarımızı çözmeye çalışma,
    şah damarlarıma akan elin bu yatakta
    yanlış bir abdesttir.

    kaan koç
  • 266
    soluk soluğa 2

    büyük aşklar yolculuklarla başlar
    ve serüvenciler düşer bu yollara ancak

    onlar ki dünyanın son umudu
    soyları tükenen birer çılgındırlar

    ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
    ölümle alay ederler sanki

    nerde beklenirse ordaydılar
    bir kez bile gecikmediler ömür boyu

    neydi onları ordan oraya
    savurup duran şey

    onları daima yalnız kılan
    neydi bu yaşam denilen gürültüde

    her dilden bir adları vardı onların
    ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar

    sarışındılar belki de esmer
    yani birçok yüzün bileşkesi

    ne altın arayıcısıydılar
    ne de aylak bir gezgin

    vurulup düşseler de her kuşatmada
    serüvencidir onlar ve hiç ölmezler

    ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa
    bulurlar heder olmanın bir yolunu

    onlar ki bu dünyada
    kahraman olmaya mahkumdurlar

    sislenen anılar kaldı bize onlardan
    renkleri bozulup duran solgun anılar

    nasıl yazmalı ki silinip gitmesin
    bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna

    bileği güçlü ve gözüpek avcılar mıydı
    onları kuşatıp yeryüzü cennetinden atan

    yoksa kendini tüketen hüzünler miydi
    varolup düştükçe ışığını karartan

    o serüvenlerin günlüğü tutulmadı
    yazılmadı o insanların destan şiiri

    parça parça ettirseler bir kartala
    (ki sanırım böyle oldu sonları)

    fışkırır yüreklerinden
    başarısız ihtilallerin yangınları

    ahmet telli
  • 268
    sığınak

    kaçıp sana saklanıyorum akşam oldu mu
    sana dokununca mı denizleniyor masa
    senin avcıların mı çok hayvanları kovalayan
    sıkıntımın ormanında?

    üç beş günümüz var şuracığında
    nice oyuncağımızı kırdılar
    biz de güzel çocuklardık bahçelerde
    sularda alabalık

    azla avunmaya alıştık
    ne yapalım paramız yoksa
    şarabımız bitince yağmura çıkarız
    kim güzelleşmiyor öpüşünce.

    ahmet oktay
  • 269
    ayrılık şiiri

    her satırı
    mendireğe dizili karabataklara benzeyen
    bir mektup bırakarak
    balıkçı koyundan
    sisler icinde uzaklaşan kayık gibi
    bir sabah usulca ayrıldın
    koynumdan

    bütün yolcularını
    boğaz köprüsünün çaldığı
    araba vapurunun
    boş seferleri
    gibi yalnızca rüzgar
    gezinir sensiz
    yüreğimde

    durgun bir sudur aslında deniz
    ki çocukların acemi oltalarını denedikleri
    kuytu bir iskelenin
    tahtaları altına yazdığım
    ayrılık şiirini okudukça
    dalgalanır...

    sunay akın
  • 273
    bugün yollanırken bir gurbete yeniden
    belki bir kişi bile gelmeyecektir bize
    bir kemiğin peşinden saatlerce yol giden
    itler bile gülecek kimsesizliğimize

    gidiyorum: gönlümde acısı yanıkların
    ordularla yenilmez bir gayız var kanımda
    dün benimle birlikte gülen tanıdıkların
    yalnız bir hatırası kaldı artık yanımda

    -yolların sonu adlı şiirin ilk iki kıtası
App Store'dan indirin Google Play'den alın