• 17701
    kadro kalitesi gerçekten 4-5 level atlamış bir takım olduk bir anda ki bence şuan kurulan bu kadro ünal aysal (kıymetlimiz) döneminde kurulan kadrolardan daha nitelikli, tabiki alınacak başarılar, transfer edilen kaliteli isimlerin takım olabilmesi ve taraftarın başarıda da başarısızlıkta da kulübe itici güç olmasına bağlı. şimdi çer çöpü dışarıda tutarak kaliteli yedekler ile birlikte 11 kadromuza bakacak olursak;

    kale= canımız kaptanımız nandomuz
    sağ bek= mariano (denayer, linnes)
    stoper= maicon, denayer (serdar aziz, koray günter, ahmet çalık)
    sol bek= asamoah (linnes, carole'ü dahil etmiyorum gidebilme ihtimaline karşılık**)
    ön libero= fernando (asamoah, koray, denayer)
    orta saha= belhanda, n'diaye, feghouli, tolga ciğerci (garry rodrigues,asamoah, ''sinan, donk, de jong, selçuk ve yasin'i dahil etmek istemiyorum bu gruba da'')
    forvet= bafetimbi gomis( eren)

    ilk 11'e ve o mevkileri yedekleyecek oyunculara baktığımızda, kalite dışında daha da derinlere inecek olursak konuşulan dil, dini inançlar, kültür ve aile yaşantısı gibi birçok parametrenin bu transfer döneminde hayata geçirildiğini görmek çok zor değil. umarım kendi kendimize nazar değdirmeyiz ve gerçek bir şölen havasında geçer bu sene bizim için. asamoah transferi de netleştiğine göre ben de kendime vermiş olduğum sözümü tutmayıp bugün store'dan yeni sezon formamızı alacağım. madem takım olmalıyız madem sinerji yaratacağız, taraftar olarak biz de dahil olmalıyız. yürüyedur galatasaray'ım.
  • 17706
    https://twitter.com/...s/903213034625089536
    https://pbs.twimg.com/media/DIjBGHJWsAAg4zi.jpg *

    30, 40 gömlek birden atlamış takımdır.
    bruma=feghouli*, podolski=gomis* dersek geriye sneijder* kalıyor ki belhanda'yı bu açıdan değerlendirmek için çok erken.

    "takım" olabilir, kağıt üzerindeki kalitemizi sahaya yansıtabilirsek ligde önümüzde durabilecek kalitede bir takım yok. gerçekten heyecanlandıran bir kadromuz var.
  • 17707
    2016-2017 futbol sezonundaki ilk 11 kadrosuna göre sadece 2 adet futbolcu 2017-2018 futbol sezonunda ilk 11de kendisine yer bulacak gibi görünüyor.

    (bkz: nando)
    (bkz: ciğerci)

    bu da geçen sezonki kalitesizliği gözler önüne seriyor maalesef. ayrıca harcanan bu kadar paranın kaynağı riva değildir umarım.

    birşey söylemeden de geçemeyeceğim #yönetimistifa
  • 17708
    https://www.buildlineup.com/...f9e68dd5dd25d4d217b9
    zannımca sakatlık, uzun süre formsuzluklar dışında ideal 11'imiz ve sahaya yayılışımız böyle olacaktır.
    asamoah geri dönüşlerde sorun yaşamayacak bir adam.
    denayer çabuk bir stoper.
    mariano görünen o ki iyi pozisyon alıyor.
    maicon rakibi sertlikle karşılayan adam olacak gibi duruyor.
    fernando hem topla çıkışlarda hem de savunmada gayet iyi. kademelere girişlerini de çok beğendim. rakibi doğrudan karşılama konusunda da çok iyi.

    kağıt üzerinde muazzam kadro.
  • 17709
    son iki transferi taraftari cok mutlu etmis takim. biraz sindirdiysek guzel haberleri, tekrar ciddilesmenin vaktidir.

    su an kadrodaki yabanci futbolcular:
    fernando muslera
    maicon pereira roque
    luis pedro cavanda
    mariano ferreira filho
    jason denayer
    martin linnes
    lionel carole*
    kwadwo asamoah
    fernando francisco reges
    ryan donk
    nigel de jong
    papa alioune ndiaye
    sofiane feghouli
    younes belhanda
    garry mendes rodrigues
    bafetimbi gomis

    an itibariyle 16 tane yabanci futbolcu var kadrosunda. hadi bunlardan biri, lionel carole, sevilla'ya kiralanacak bu sezon bir terslik olmazsa. luis pedro cavanda'nin da gitmesi olasi. 14'e dusecek... mevcut tff kurallarina gore bu sayida sorun yok.

    ancak ryan donk ve nigel de jong, essek yukuyle para alip hic bir sey katmayacak futbolcular. yeni sezonda dusunulmuyorlar. eger onumuzdeki saatlerde avrupa'dan alici cikmazsa bunlara, cok buyuk ihtimalle maasinin %90'ini falan odeyerek anadolu takimlarina kiralamaktan baska secenegimiz kalmayacak... o da kendileri kabul ederse tabii...

    haydi yabanci sayisini denk getirdik diyelim. donk ve de jong'dan da kurtuldugumuzu var sayalim... bir cok kisi ideal 11'in tamaminin yabanci futbolculardan olusacagini dusunuyor. bu olasilik da oldukca yuksek. artirilan yedek sayisina yabancilari ekleyip ekleyemedigimizi bilmiyorum ama, gecen sene mac kadrosunda toplam 11 yabanci olabiliyordu.

    ilk 11'i tamamen yabancilardan kurdugumuz takdirde, yedekten girecek ve oyunun gidisatini degistirecek butun futblcularimiz turk olmak durumunda. ancak elimizdeki turk futbolculardan bunu yapabilecek cok isim yok.

    tamam, bu transfer doneminde gulduk, eglendik falan ama, kulubun bu sezondan tezi yok, alt yapiya gereken onemi vermesi lazim artik. semih kaya ve emre colak'tan beri a takima cikabilecek bir oz kaynak futbolcusu yetistiremedik.

    bu sezon belki boyle devam eder ama, bu sezon basari gelir de onumuzdeki sezon sampiyonlar liginde mucadele etmeye hak kazanirsak, kadroda belli sayida alt yapidan ve turkiye'de yetismis futbolcu olmasi gerekecek. elimizdeki yedeklere bakalim:

    selcuk inan: turkiye'den yetisme.
    yasin oztekin: almanya'dan yetisme.
    eren derdiyok: isvicre'den yetisme.
    tolga cigerci: almanya'dan yetisme.
    tarik camdal: almanya'dan yetisme.
    serdar aziz: turkiye'den yetisme.
    ahmet calik: turkiye'den yetisme.
    koray gunter: almanya'dan yetisme.
    emrah bassan: turkiye'den yetisme.
    sinan gumus: almanya'dan yetisme.
    eray iscan: galatasaray altyapisindan yetisme.
    ismail cipe: galatasaray altyapisindan yetisme.

    gordugunuz gibi koca kadroda sadece 2 kisi galatasaray alt yapisindan yetisme ve toplamda sadece 6 kisi turkiye'den yetisme...

    eger carole, cavanda, de jong ve donk giderse, elimizde 24 futbolcu kaliyor. kendi ligimizde kadro siniri 28 futbolcu. bu 4 tane kontenjana kesinlikle ama kesinlikle alt yapidan futbolcular konmalidir. super lig'den transfer yapmak yeniden paralarin bosa harcanmasi demek olacaktir, cunku onumuzdeki sezon avrupa kupalarina katilacaksak alt yapidan cikmis daha fazla futbolcu kaydettirmemiz gerekecek listeye.

    taraftarin artik alt yapiya gereken onemin verilmesi gerektigini yonetime hatirlatmasi gerekiyor.

    *ekşi sözlük'ten alıntıdır.
  • 17710
    selçuk inan, yasin öztekin, sinan gümüş, ahmet çalık güruhundan birkaçını gönderemezsek şayet takımın altını alttan alttan oyacakları çok aşikar. bu güruh beni çok ürkütüyor tolga ile serdar'ı şimdilik yazmadım çünkü şu an için 11 oyuncuları ve için şu an için bir vukuatları yok. her şey aslında sinsi 8'i göndermekle bitiyor da o dirayet yönetimde yok.

    korkuyorum sözlük bu yeniçeri çetesi takım içerisinde huzursuzluk çıkaracak diye çok korkuyorum. ben mi abartıyorum bilmiyorum ama bu tiplerden bir kaçından kurtulmazsak sorun yaşayacağız gibi hissediyorum.
  • 17715
    denayer ve asabob'un transferi sonrası ilk 11'i fazla kaliteli bir hal almıştır.

    hücumda rodriguez, eren gibi iki kaliteli yedek ve ayrıca her bölgede oynatabileceği linnes ile koray'a, defansta da serdar aziz'e sahiptir. rotasyon konusundaki tek eksik genç, türk pasaportlu bir ofansif orta saha oyuncusudur. onun dışında rotasyonu birden fazla mevkide oynayabilen ilk 11 oyuncuları ile birlikte çok yeterlidir.

    bundan sonrası özel bir şans elde eden tudor'un becerisine kalmış. türkiye bu kadronun şampiyon olmamasını kaldırmaz.
  • 17716
    çok iyi bir başlangıç yapmış takımımız.

    ancak ligin seviyesi düşük takımlarıyla oynadığımızı da göz ardı etmememiz gerekiyor. oynadığımız futbol zorluk derecesi yüksek maçlarda canımızı çok yakabilir. şu an hakkımızda "uzay futbolu oynuyorlar", "10 hafta kala şampiyon olurlar", "karşılarında duracak takım yok" gibi güzellemeler yapan medyanın niyetinin iyi olmadığını muhtemelen tahmin ediyorsunuzdur. ilk kötü gidişte neler yazacaklarını da biliyorsunuzdur.

    topa sahip olma ve hızlı paslaşma konusunda sıkıntılarımız var. oyunu çok fazla merkeze yığıyoruz. bu da iyi kapanacak takımlara fırsat veriyor. golü bulamadıkşa sıkıntımız artıyor. daha hiç geriye düşmedik. set hücumunda daha iyi olmalıyız. bunlar elbette uyum da gerektiren şeyler. ancak taktiksel olarak bu çalışmaların yapılıp yapılmadığını ilerleyen zamanlarda göreceğiz.

    şu sıralar takım tudor'u taşıyor. ancak zaman geçtikçe bu durumun dengelenmesi hatta kimi zaman tudor'un takımı taşıması gerekecek. bu durumda neler olacağını şimdidwn kestirmek zor. ancak çok gaza gelmemeliyiz diye düşünüyorum. biraz daha temkinli olmalıyız bence.
  • 17717
    2017-2018 sezonunun ilk 3 haftalık bölümünde ligde en iyi sol bek performansına sahip olduğunu düşünüyorum. önünde savunmasına yardım eden tolga veya rodriguez olduğu sürece linnes ligi çok rahat götürür. asamoah gelse iyi olurdu ama yardımlaşmayı seven bir ekip olduğumuz belli ve bence hem linnes hem de takımın geri kalanının ekstra katkısıyla o bölgeyi götürebiliriz. yani enseyi karartmaya gerek yok maalesef bayernle felan oynamayacağız zaten. ayrıca daha transfer sezonu bitmedi kiralık olarak o bölgeye bir takviye yapma şansımız var.

    açıkçası benim kafamda soru işareti yok fakat sözlükte ve sosyal medyanın geri kalanında diğer takım taraftarlarının da katkısıyla bir panik havası mevcut olduğu için bir şeyler yazmak istedim.
    mevcut oyuncularımız böyle özverili oynamaya devam ederse çok rahat şampiyon oluruz bunu öngörmek için futbol dehası olmaya gerek yok eşyanın tabiatı bu.
  • 17723
    geçende rüyama girmiş futbol takımı.

    rüyanın bilinç altyapısının nasıl temellendiğini de anlatmak gerekir sanırım.

    olay şöyle temellendi.

    yine sıkılgan ve öldürgen bir günün sonunda, kaçıncı kere okuduğumu bilmediğim puslu kıtalar atlası’nı bir “kenarıya” koydum. laptopumu kucağıma alıp, bülent tulun ile tek ortak noktamız camel pakedini sehpanın üzerine koydum. bir tarafta tweetdeck açıktı ki, spor kolonunda “kwadwo asamoah” haberleri akmaya başladı. haberi geçenlerden evren göz’ün postlarının altına döndüğünü ilan edip yatağını açanlar hortluyordu. sözlüğe girip, işin aslını astarı öğrenmek üzere quakerboy’un profilini ziyaret ettim. derhal keyiflendim. bir cigara yaktım. hemen her yerde, kwadwo asamoah galatasaray’da haberleri vardı. tüm gecem asamooah olunca rüyama gireceği belliydi. gelgelelim uyuyamadım ve sabahladım. sonrasında 10 güne askere gidecek bir işsiz güçsüz olarak çok derin bir uykuya daldığımdan, rüya görmüşsem de hatırlamıyorum.

    uyandığımda, derhal çay koydum. kötü haberler gelmeye başlamıştı. yine bütün gecem asamoah üzerine olacak gibiydi. evet, galiba transfer olmuyordu. kederlenmiştim. bir şeyler okuyayım da aklımı meşgul edeyim diye düşündüm. ne okuyacağım diye düşünürken, jean baudrillard’ın “simulakrlar ve simulasyon” kitabını okurken birden “lan,” dedim. “dur, bir coen biraderlerin matrix’ini üçleyeyim.” ajan smith’i özlemiştim. bir yandan film izlerken diğer yandan, twitter’ı gözlüyordum.

    evet, sabahına rüyalanmış ve man marka kırmızı bir tırı devirmiş olarak uyanacaktım. baş rolde, kwadwo asamoah olacaktı. ama beyler yanlış anlamayın muhannes soyundan değilim.

    “ulan!” deyip bir sigara yaktım. sehpanın üzerindeki kül tablasını tutturamayınca, hemen yanındaki beyaz kağıtların kenarı yanmıştı. o dakika bir aşk mektubu yazmaya karar verdim. mektubum şöyle başlıyordu: “kalede muslera...” ve şöyle devam ediyordu: “geri dörtlüde, mariano, maicon, denayer, asamoah...”

    kalemi kağıdı elimden bırakıp mektubu sesli okumaya başladım. kulağa müthiş geliyordu. ercan taner olmuştum. sesim ercan taner gibi çıkıyordu. az sonra, “allahım gol” diyebilme ihtimalim vardı. yoksa, maçı radyodan dinlerken uyuklayan ve başındaki horozu defetmeye çabalayan ali şen miydim? hasan gol mü atıyordu?

    sabahın neredeyse erken saatleri olacaktı. kendimi sokağa attım. önümde bir kedi geçti. bir kediyi takip ediyordu. o kedi de başka bir kediyi. bir kedi çetesiydi, bu. ileride başında kasketi, omuzundaki kazmasında ciğer sallanıyordu. kedi çetesiyse, adama zorbalık ediyor, icabında, istediklerini almadan bırakmayacakları hal ve hareketlerinden anlaşılıyordu. eleman koşmaya başlayınca, kediler de dört pati koşmaya başladı. bu zorbalığa hiçbir hayırsever dayanamayacağından ve delikanlılığı hepten askıya almadığımızdan ben de prangaları kopardım. ara sokaklara girmiştik. duvarlarda pati izleri vardı. burası çetenin çöplüğü olsa gerekti. usul usul yaklaşırken, “hoşt ulan!” deyip çeteyi dağıtmasını bildim. caranak başlamıştı. dükkanlar yeni açılıyor, insanlar işlerine gidiyordu. ben işsizdim. karşı bir saçak altında, bir kadın ile bir erkek masum bir muhabbete başlamıştı. nice aşklar zaten yağmurdan kaçarken markizlere sığınınca hasıl olmamış mıydı?

    ceketi başıma çekip bir markiz altına seğirttim. az önceki eleman da oradaydı. “eyvallah,” dedi. koyu bir gurbetçi türkçesi vardı. “sen olmasan, ciğerleri kaptırmıştık!” elini uzatıp, allah’ın selamını verince, allah’in selamını almamak olmayacağından karşılık verdim, benden iki karış uzundu, tokalaşırken yüzüne baktığımda, sakallı ama saf bir yüz gördüm. “ben tolga ciğerci’yim,” dedi.

    “he,” dedim, “bildim. ama bu akşam maç yok mu lan!”

    takımdan kesilmiş, alamanya’ya geri dönmüştü. ama ailesi kötü yollara düşeceğinden korktukları için memlekete dayısıgilin yanına göndermişti. artık ciğercilik yapıyor, dayısına yük olmamak için harçlığını çıkarıyordu.

    muhabbet artık kısmet, kader, “yazgımız neyse” üçgeninde dönüyordu. bu döngüden çıkmak için “kazma ne alaka?” diye sordum. hiçbir fikri yoktu.

    “buradan dudullu arabası geçer mi?” diye sordum. geçmiyordu. yolu tarif etti. ceketi başıma çekip hızlı adımlarla yürümeye başladım. ne olduğu hakkında düşünüyordum. ben en son “bu tolga’yı kimse kesemez!” muhabbetinde kalmıştım. ayağım bir çukura takılıp tökezlediğinde, bir “yürüme” olayının daha facia ile sonlandığını fark ettim. artık aşklar da, markiz altlarında başlayamıyordu. iki elde iki telefon, muhabbetler çok kısa sürüyor, swarm’dan “çek-in” kovalanıyordu.

    bekle bekle gelmeyen dolmuşu beklerken, bir taksi önümde durdu. simsiyah bir deri ceket ile gözünde gözlük şoför, camı indirip kolu pencereye yasladı ve “dudullu bekliyorsan, o gelmez,” dedi. “hiç gelmedi. istiyorsan, atla. bu yağmurda ıslanma. siftahımızı yapalım.”

    sağıma soluma baktıktan sonra, binmeye karar verdim. tam yola çıkmıştık ki, dudullu arabası geldi. taksici alenen yalan söylemişti. taksimetreyi de hemen açmıştı köftehor. indi-bindi alacaktı. o ara “neredensin?” diye sordu. yarım ağız “giresun,” dedim. yüz vermek istemiyordum. işe bak ki, memleketli çıkmıştık. gözlüğünü indirip, burun üstünden dikiz aynasından bir an için baktı ve gözlüğünü tekrar kaldırdı. bir an için göz göze gelmiştik ve ben bu adamı tanıyor ama bir türlü çıkaramıyordum. "fındık var mı sizde" diye sordu. "yok," dedim. "bizimki yandı hep..." sonra fındık borsasının memlekette olmamasından, fındık fiyatlarından, üreticinin değil tüccarın kazanmasından dem vurup durduk...

    yol o kadar uzun sürmemesi lazımken, bir türlü bitmiyordu. “memleketli, memleketliyi gurbette siker!” özlü sözü, belki de doğruydu. saatime baktım, “dayı,” dedim. “maç var, maç! daha ne kadar dolanacağız böyle.”

    gariptir, derin bir iç çekti. efkarlı olduğu belliydi, “biliim!” dedi. bir kenara çekip arabadan indi, “hiçbir şey bilmiyorsun evlat,” dedi. deri ceketinin yerlere kadar uzandığını o zaman fark ettim. ellerini arkasında bağlayıp bir eve girdi. caranak sürmekteydi. evin içine girdiğimizde karşılıklı oturduk. ceketinden bir puro kabı çıkardı ve bana uzattı, ikramı geri çevirmek olmazdı, kabul ettim. “küba mı?” diye sordum. “ne kübası!” dedi.

    hemen kabı açtım. içinden iki hap çıktı. “bu şey değil mi,” diye sordum, “matrizks?”

    gözlüklerini indirdi. ben bu adamı tanıyordum. bu adam dursun aydın özbek’ti. “hayırdır başkan,” dedim. “ne bu prodüksüyon! maç var maç! tabi stada giremiyorsun değil mi!”

    doğru üfürmüştüm. başkanlıktan azledilmiş olduğunu öğrendiğimde şok olmuştum. “maalesef istifa etmeyeceklerini” beyan ettiklerini, kongrede ise “ibrada sual olmaz!” düstürunun benimsendiğini biliyordum. büyük tongaya geliyor olduğumu, acayip bir prodüksüyonun içinde figuran olduğumu o zaman anlamalıydım!

    “peki bu ne başkan?” dedim. yerimde duramıyordum. bir şey beni zorluyordu. kıvranıyordum.

    başkan, “mavi hapı alırsan, her şey burada biter! tüm rüya boşuna gider, maç hikaye olur,“ dedi. öyle, bir şey olabilir miydi? maç vardı lan, maç. geçen sene bile tüm maçları izlerken, şimdi nereye uyuyacakmışım! başkan devam etti: “kırmızı olanı alırsan harikalar diyarında kalırsın ve maçı tribünden izlersin, ben de sana karaborsadan bilet temin ederim.” bir an düşünmedim, kırmızı hapı yuttum. artık zamanıydı. izin istedim. ayak yolunu tutmam icap ediyordu. gözlerimi açtım, kendimi evimde bulmuştum, kenefin yolunu ezbere biliyordum, gözlerimi yumdum ve ağır usul hacetimi gördükten sonra yatağıma döndüm.

    önce her şey karanlıktı.

    çok acayip bir olaydı. şampiyonlar ligi finaliydi. galatasaray’ımız finaldeydi. kendimi tribünde bulmuştum. ama maçı ercan taner anlatıyordu. maçın son anlarına beraberlikle girmiştik. atak yapıyorduk. karşımızdaki siyah beyaz çubuklu takım, hiçbir varlık gösteremiyordu. gelişen atağımız vardı. bafe’nin kafasıyla indirdiği top asamoah’ın önünde ceza sahası içinde yuvarlanıyor, asamoah vurmaya hazırlanıyordu. ercan taner hazırdı, tribünler hazırdı, “allahım gol” müydü yoksa? tribünler susmuştu. ama hayır, birden sarı kırmızı parçalı forma titreyerek kendine geldi. tüm dünya titredi. birden drogba ile sneijder görünüp kaybolmuştu. bir şeyler yeniden yazılmş olmalıydı. asamoah’ın üstünde artık siyah beyaz çubuklu forma vardı. arkasını döndü. o an fark etmiştim. “huoppp ulan, ajan simiiiht!” diye bağırıp el kol yaptım. iki kolumu açtım, “yaptığın iş mi!” demek istiyor, aradaki mesafeye rağmen jest ve mimiklerimle anlatabildiğimi umuyordum. yanımdaki tribün arkadaşımı kolumla dürttüm, “ajan simith değil mi lan o?” dedim.

    “yok,” dedi, “ayrıkvadi’nin elf lordu elrond’dur!”

    gerçekten andırıyordu.

    bam telinde çıkan birkaç teli yolmaya hallenmiş, afallamıştım. tribünler “beş, beş!” diye bağırıyordu. “ne beşi lan!” dedim. “maç daha 0-0, kilit!”

    bir el tabelayı gösterdi. tabelada roma rakamlarıyla beş yani “v” yazıyordu. yoksa bu bir intikam hikayesi miydi?

    üstelik yeniliyorduk. “koyarım böyle işe!” dedim. “maçın içine ettiniz,” diye sitem ediyordum. kaçak yayından maç izliyorduk sanki! maçın hiç zevki kalmamıştı. bir değişik olmuştum. ajan simith, gözlüğünü ve jersey’sini düzeltmiş bana bakış atıyordu. yüzünde duygu namına hiçbir halt yoktu. ama ona rağmen yüzü çok şey anlatıyordu. yoksa ben “neo” muydum? etrafıma bakındım, gözlerim kahin keyfanıyı arıyor, olmadı en azından birinin cevap vermesini bekliyordum. ama herkes aynıydı! herkes ajan simith’ti. yoksa, ajan simith’in içinden geçip tüm rüyanın ayarlarıyla mı oynamıştım? o halde gerçekten “neo” olmalıydım! hemen trinity’i bulmalı, zion’a gitmeli ve başbaşa kalmalıydık! düşünebildiğim tek şey buydu. gelgelelim uçkuru düşünmenin sırası da değildi. ajan simith derin bir nefes almış, “simiiiiiiiiit” diye bağırarak koşturuyordu. eğer tek nefeste beni yakalarsa, 52 bin kişinin nefessiz köteğini yiyebilirdim.

    kaçmaya başladım. nasıl olurdu, sırf galatasaray’ın maçı var diye kırmızı hapı seçmemiş miydim?

    yoksa, dursun başkan tarafından yine mi kandırılmaya çalışılıyordum? yine yalan mı söylemişti?

    metroya indiğimde, atkı bayrak satan selçuk inan’ı gördüm. rızıkosunu almış, evin yolunu tutuyordu. “burada zion geçer mi?” diye sordum. ama selçuk da ajan simith olmuştu. yoksa, o hep ajan mıydı? kaçmaya başladım. dursun başkan’ı yine görmüştüm. o önde ben arkada koşuyorduk. ajanlarla kafa kafaya mücedele etmenin yolu yoktu. kaçmak zorundaydık. henüz, yüklenmemiştim. kırmızılı kadını ve ha keza trinity’i görmemiştim. etrafıma bakındım. gurbette tanıdık bir yüzü görmenin mutluluğunu yaşamak istiyordum. ama hiçbir yerde trinity’i göremedim. dursun başkan, onu takip etmemi söyledi. kesinlikle kabul etmedim. ama tek bir yol vardı. kaçarken, sanki onu takip ediyormuşum gibi oldu. “ikimiz de aynı yere gidiyoruz, aynı şeyi hedefliyoruz!” dedim, gururu ıskartaya çıkarmadım. triplerdeydim. bir yandan da dursun başkan’ın morheus olmasından korkuyor, morheus olmaması için bildiğim tüm duaları birbiri ardına sıralıyordum. çok geçmeden "kulfu allafu ehad" ile başlayan kulfu suresine tekrar başlamıştım ki, bir kapının önüne geldim. dursun başkan etrafta görünmüyordu. kapının üstünde, “nef” yazılı bir tabela asılıydı.

    sponsorumuza güvenmek istiyordum. kapıyı açtım.

    kapı bembeyaz aydınlatılan bir odaya açıldı. “elektrik faturası çok yazar,” dedim.

    “bize koymaz,” dedi, bembeyaz armani takım elbiseli bir adam. “ben, mimarım!”

    şantiye şantiye dolaşan mimar maaşını bilmesek yutturacaktı kerkenez! şantiyeye inmeyen avrupa görmüş bir mimar olsa gerekti. annem olsa, “şantiyeye ineceksin, beyaz alma toz olur,” derdi. “sen şey değil misin,” dedim, “hani, çubuklu bir takım var, onun sportif şeyi...”

    öksürüp usturubunu takındı. “evet,” dedi. çok pis bozmuştum ama pek bozuntuya vermedi.

    çok laflar hazırlamıştım. mürekkebi doldurmuş, sinkafı defteri kebire not etmiştim. derhal teessüflerimi bildirdim. beni birkaç televizyon ekranının karşısına oturttu. “bu kadar 37 ekran televizyonu nereden bulmuşlar, fakirler! lcd yok muydu?” diye kendi kendime adamla dalga geçmeye çabaladım. moralim bozuktu. megafondan, iki çay söyledi. “benimki demli olsun,” dedim. “iki de şeker! şekersiz içermiyorum şu meredi...”

    ekranlarda, 2017/18 sezonunun maçları dönüyordu. pozisyon poziyon farklı farklı ekranlardaydı. feci top oynuyorduk, keyfim yerine gelir gibi olmuştu. “ama bizim şampiyonlar ligi finalimiz yok muydu?” diye sordum. o sezon avrupa’da olmadığımız aklıma geldi. bir şeyler yanlıştı.

    o sıra, kapı vuruldu. çaylar gelmişti. gözlerime inanamadım. çayları kwadwo asamoah getirmişti. buna daha fazla dayanamayacaktım. derhal ayağa fırladım, hiçbir kelam etmeden asamoah’ın yanından seğirtiyordum ki durdum, kulağına eğildim, “bir sene bekle aslanım,” dedim. gözlerinin içi parladı. “eyvallah,” dedi.

    kendimi boş bir arsada bulmuştum. sanırım gerçekten güneşi yakmıştık! karanlıktı. moral bozucuydu. ellerim cebimde dolanıyordum. arsada bir taş tanesine tekme salladım. iskaspinin ucu zedelendi, iyi mi! arkadan birinin, “neo lan!” diye bağırdığını duydum.

    herhalde beni tanıyan biri olsa gerekti ve ben “neo” ismini kanıksamıştım. sanırım ben neo olmak istiyordum, hadi kabullenelim aslen ben, trnity ile olmak istiyordum. ses arsanın sol tarafından geliyordu, oraya döndüm.

    “ne o lan,” dedi tekrar. “ne moral bozdun! futbol borsada değil, aha na burası gibi arsada güzel!”

    metin kurt’tu o...

    solum tekrar güneş açmıştı. akşam güneşi gerçekten güzele vuruyordu.

    keyiflenmiştim tekrar.

    sonrasında mektebe gidişim ve adının “trinity” olduğunu tahmin ettiğim bir hanfendiyle buluşmam var. ama oraları şey etmeyelim.

    not: rüyalarımı pek hatırlamam. ama anlattığım bu rüyanın belli kesimlerini gördüğüm gerçek. diğer kısımları atmasyonel ve mübalağa ile doldurma. neyin ne kadar martaval, neyin ne kadar gerçek olduğuna inanmak size kalmış. şimdi buraya ihsan oktay anar gibi, “zaten her şey, gerçek ile martaval...” ile başlayan bir son cümle de yazılırdı ya, neyse.
  • 17724
    şu an için küçük problemleri olan takım. gerçekten rotasyonumuz biraz sıkıntılı ama tek kulvarda yarışacak olmamız bu sorunu bir nebze olsun dindiriyor. tespit ettiğim bir sorunu da oyunda kapalı takımlara karşı kilidi açmakta biraz zorlanıyor. tabi ki oyuncular uzun süre birbirleriyle antrenman yaptıkça bu sorun çözülür diye bekliyorum.

    defans hattında serdar aziz zayıf halkaydı yerine antalya maçıyla beraber denayer geçecek görünen. umarım denayer maicon ile uyum sağlayıp savunma hatalarımızı minimuma indirir. rakip taraftarların sıkça dile getirdiği "ama siz güçsüz takımlarla oynadınız" argümanının haklılık payı var. ilk üç maçta defansta yaptığımız hataları beşiktaş, başakşehir gibi takımlara karşı vermiş olsaydık gol yiyebilirdik. şampiyonluğa oynuyoruz ve her maç cenk ergün'ün dediği gibi final olmasa da çok önemli. ama yukarıda bahsettiğim argümandaki gibi ilk üç hafta oynadığımız takımların çok da kötü olduğunu düşünmüyorum. sivasspor diğer iki rakibe nazaran* daha diri göründü ve yaklaşık 40 dakika zorladı bizi. ancak köşe vuruşuyla gelen gol galatasaray'ın ilk iki hafta oynadığı futbola benzer futbolu tekrar ortaya koymasını sağladı.

    neyse kısacası bu takım daha çok kazancak, illa ki kaybedecek veya berabere kalaccak. bizlere bu arzulu, iştahlı futbolu her daim seyrettirirlerse bizler desteğimizi bir an esirgemeyiz. galatasaray'ın futbolcusu isteyecek ve terinin son damlasına kadar savaşacak gibi taraftar ona kucağını açsın. kimse galatasaray'dan, galatasaray taraftarından büyük değildir. bakın selçuk onca emek verdi ancak son senelerdeki görüntüsü yukarıdaki yazdığım tafatarımızın isteklerinden çok uzak olunca taraftarın ona karşı sevgisi ve saygısı azaldı. ancak geleli neredyse iki ay olan gomis'in, badou'nun aidiyetini, çabasını gören taraftar hemen bu oyuncuları kucakladı, kalbine koydu.

    umarım sezon sonu şampiyon olur da bizleri sevinçten ağlatır bu takım.
App Store'dan indirin Google Play'den alın