kişisel gelişim uzmanlarının, kariyer yöneticilerin, danışmanların tersten de olsa hayatını ders olarak okuması gereken kişi.
"bir insan ne kadar batırabilir" in üst perde örneklerinden biridir kendisi. hani 2010'lardan 2020'lere geçerken sosyal medyada 10 yılın başı-10 yılın sonu akımı oldu ya. bu arkadaş işte bu diş macunu reklamlarındaki yumurta gibi oldu burda. bir tarafı sağlam bir tarafı çürük.
belki 2006-2010 arası arda'ya giyirilmeye çalışılan gömlek ona uygun değildi, belki 2010 sonrası belirgin bir şekilde bozulma yaşadı. bu bile bir muamma aslında. daha 2003, 2004'lerde adı yavaş yavaş fısıldanmaya başlamıştı arda diye bir çocuk var geliyor diye...
türk futbolcusu, genelde türk sporcusu yetenek bakımından sınırlıdır. çünkü türk insanının önemli bir kesimi hayatı boyunca bir rekabet içinde ve çeşitli baskılar altındadır. bu şartlarda insanın yeteneğini keşfedebilmesi, keşfetse bile üstüne gidebilmesi kolay değildir. çünkü bunları yapmak için rahat düşünebilmek, bir miktar korkusuz olmak gerekir. türk insanının çok çok önemli bir yüzdesi bu imkandan mahsurdur hayatı boyunca. bu sebepten üst düzey türk sporcular genelde çalışarak geliştirilebilen mevkilerden çıkar her branşta.
arda gibi yetenekli, oyun zekası yüksek, rakibini şaşırtabilen oyuncular çok çok nadir çıkar bu topraklarda. hele bir de sporu bir kariyer olarak seçin ilerleyebilme oranını da ekleyince iyice düşer sayı. bu yüzden çok değerli ve önemli bir oyuncuydu bundan 15 sene önce.
emre belözoğlu da mesela doksanların ortasında aynı noktadaydı kamuoyunun gözünde. hele bir de hagi gibi bir oyuncuyla beraber oynayınca muhtemelen hagi'nin yerini alacak dendi. ama o da yanlış bir kariyer planlamasıyla oyun karakterini komple değiştirmek zorunda kaldı. başkan moratti'nin oğlunun championship manager'de search player yapıp çıkardığı listelerin hepsini transfer eden inter'e attı kendini. her mevkisi yıldız oyuncu çöplüğü olan inter'de 10 numara olamazdı, olamadı zaten. üzerine bir de okan-emre-suat üçlemesinden yapışmış olan çok koşan orta saha etiketi olunca orta çizginin önünden arkasına doğru evrilmek zorunda kaldı. tutunabilmek için oralarda kendisini göstermeye çalıştı, ara ara süpriz çıkışlarla var olan yeteneğini göstermeye çalıştı.
üst seviyede düzenli şekilde süre alıp oyununu olgunlaştırması gereken yıllarını istikrarsızlığın futbol sözlüğündeki karşılıklarından inter'de geçirdi. burda oynayabildiği dönemde yetenekli bir dmc'ye doğru evrilmeye başladı, üzerine bir de pubis sakatlığı ortaya çıktı. ordan newcastle'a orta sahayı kapatan ara sıra da ince pas atabilen bir adam olarak geçti. sonra "çocukluğundan beri taraftarı olduğu" fenerbahçe, ardından saha dışı etmenlerle tercih edi(li)p efsane kaptan olduğu başakşehir ve tekrardan fenerbahçe... bugün 39 hatta 40 yaşında olmasına ve yakasını bırakmayan kronik sakatlığına rağmen hala gençlere taş çıkarabilecek kadar kendine iyi bakan bir profesyonel. hatta hep anlatılan hikayeye göre saha dışında melek gibi bir insan...
ama işte saha içinde pisliğin teki. hagi olma niyetiyle çıktığı yolda en fazla ileri versiyon bir mehmet topal olabildi. taraflı tarafsız herkesin taptığı, spot ışıkları hep üzerinde olan, kendi koşmayan arkada birilerinin onun yerine koştuğu o adam olmaya çok yakındı. bir iyi kontrat pahasına inter'e gitmenin, onu o arkada birilerinin eksiğini kapayan adama dönüştüren yolun başlangıcı olduğunun farkında. ve onun pişmanlığını hala atlatamadı. orta sahada deliler gibi koşturmak, istediği mevkiye gitmek için 20-30 metre fazladan gitmek zorunda olmak onun kendini dizginlemesine engel oluyor. tüm görmüş geçirmişliğine rağmen, anlatılanlardan referansla dışarda çok sakin olabilmesine rağmen sahadayken içinde ne kadar pislik varsa hepsini dökebiliyor...
işte bu emre'den sonra türk futbolunun yeni yükselen yıldızı idi bu koca kafalı kardeşimiz. o zamanki adıyla paf liginde üst üste şampiyonluk yaşayan 86-87 jenerasyonunun yıldızıydı. 2004 ve 2005 yazında takımla birlikte sezon başı kamplarına gitmişti. topla birlikte hücum edebilen, gerektiğinde içeriye de gidebilen, oyun görüşü ve yeteneği yüksek bir oyuncuydu. milli takımda farklı yaş gruplarında da epey bir maç ve turnuva tecrübesi vardı.
2006'da yarım sezonluğuna ersun yanal'ın manisaspor'una gitti. ersun yanal'ın topu orta saha önlerinde "bir şekilde" kapıp hücumda sete oturmaya dayalı oyunu yeteneklerini sergileyebilmesi için doğru bir seçimdi.
15 nisan 2006 vestel manisaspor fenerbahçe maçında izleyenlerin dikkatini çeken oyunu aslında manisaspor'daki en etkisiz maçlarından biriydi.
yarım sezonluk aranın ardından galatsaray'a döndü.
9 ağustos 2006 galatasaray mlada boleslav maçında kaleciyi yatırıp çimleri de söküp boş kaleye topu yuvarladığı an, artık as takımın değişmez oyuncusuydu. gerets'in hücuma yönelik oyunu yine ona iyi gelen bir stildi. tecrübelenmeye, repertuarını geliştirmeye devam etti. 2008'de gizli şampiyonluk maçı olan sivas deplasmanında maçı koparan isimdi. 2008-2009 her açıdan garip bir sezondu, yine de kendi hesabına bir düşüşten söz edilemezdi, yanılmıyorsam konya'da geçirdiği sakatlık hariç...
gençliği ve neşeli karakteriyle saha dışında taraflı tarafsız sevilen biriydi. galatasaray taraftarı da emre belözoğlu'nun hayal kırıklığının tesellisini ararken belki haddinden fazla anlam yükledi. o dönemin "pr" odaklı yönetimi janjanlı bir şekilde ona 10 numara'lı forma ve kaptanlığı teslim ederken kimsenin şüphesi yoktu. rijkaard'ın tiki takasıyla başlayıp mart ayında ligden kopmakla geçen sezonda ve bir sonraki kabus 2010-2011 sezonunda yine gemisini terketmedi. takım boka sardıkça üzerine gelinmeye başlandı, üzerine gelindikçe de ilk defolarını vermeye başladıysa da bunlar tolore edildi bir şekilde. belki cepten yedi, belki hakikaten üzerine fazla gidiliyordu bilemiyorum.
derken
üçüncü fatih terim dönemi, taş gibi bir takım, fatih terim ve yeni umutlar... manisa'dan ev arkadaşı selçuk inan takıma gelmiş ki o da xelçuk olarak anılıyor o dönem. yanlarında felipe melo gibi bir süpürücü, önlerinde elmander-baros, arkada ujfalusi, kalede muslera. riera, eboue gibi ortalamanın üstü adamlar ve başlarında fatih terim. yanında hasa şaş ve ümit davala.
böyle bir kadroya kaptanlık yapacaktı işte bu arkadaş. nihayet istediği gibi hücum yapabileceği, oynayacağı, oynattıracağı, coşacağı, coşturacağı bir takım vardı. türk bir hoca, türk yardımcılar, evlatçılık sistemi...
sezon başı kampına gidildi, geri gelindi, şike olayları sezon açılışını biraz öteledi. normal takvimde sezonun başlayacağı günlerde takımdan ayrıldığını açıkladığında, sezon başı kampı boyunca çok dalgın diye söylenenler haklı çıkmanın gururunu(!) yaşadı.
aslında simneone'nin atletico madrid'i yanlış bir tercih değildi. neredeyse dünya futbolunu domine eden barcelona-real madrid ile rekabet ederken büyüyen bir takımdı. o büyüyen takımla birlikte takımdaki pek çok arkadaşı gibi o da büyüdü. ilk sezonunda uefa süper kupasını kaldırdı, 2014'te iki devi birden ekarte edip la liga şampiyonluğuna ulaştılar. hem de son maçta kazansa şampiyon olacak olan barcelona'nın sahasında berabere kalarak...
(bkz:
17 mayıs 2014 barcelona atletico madrid maçı)
hatta
17 mayıs 2014 galatasaray kayseri erciyesspor maçı ile önlü arkalı vakitlerde oynanmıştı bu karşılaşma. seramoni öncesi koridorlarda sabri sarıoğlu'nun takıma dönüp "ardalar şampiyon olmuş" diye sevinçle bağırması ekranlara gelmişti maçın "perde arkası" videosunda. aslında o dönem "arda'lı atletico madrid" lafı o kadar da antipatik değildi kamuoyunda.
2015 aslında hayatında ciddi bir kırılma yılıydı. 4-5 yıl birlikte oldukları ve evliliğin kıyısından döndükleri sinem kobal, daha önce kameralar önünde dahi "ağabey-kardeş" muhabbeti yaptıkları kenan imirzalıoğlu ile birlikteydi artık. uzunca bir süre barışma çabalarının ardından gelen bu süreç onun için çok yıpratıcıydı. üzerine hemen hemen yakın dönemlerde bir de teknik direktörü onun için "en iyi oyuncularımızdan biri ama daha çok gol atmalı" şeklinde bir röportaj verince atletico macerasının da sonuna geldiği gayrı resmi olarak ilan oldu bir nevi...
özellikle 2014'teki şampiyonluk sonrası atletico madrid kadrosunun hem piyasası hem de piyasa değeri artmıştı. avrupa'da en azından o ayarda bir kulübe gitmesine kesin gözüyle bakılıyordu. 11 temmuz 2015'te barcelona ile anlaştığı duyurulduğunda ise ufak çaplı bir süpriz yaşanmıştı. 40 milyon euro ile türk futbol tarihinin en yüksek, barcelona tarihinin ise 4. en yüksek bonservis bedeli ödenmişti. bu transferde biraz barcelona'nın ligdeki rakibinden oyuncu alma isteği, biraz sponsor etkisi biraz da menejer başarısı vardı. transferde özellikle verilen bonserviste türk hava yolları'nın barcelona'ya verdiği sponsorluğun etkisi ise
yemin ederim ama ispatlayamam boyutunda kaldı.
ödenmişti ödenmesine ama barcelona'nın transfer yasağı vardı. bu yüzden sezonun ikinci yarısında forma giymeye başlayabilecekti. 28 gibi artık oyun olarak iyice olgunlaştığı bir yaşta, hem de şampiyona sezonunda 6 ay maça çıkamayacağı bir takıma gitmeyi tercih etmişti. gittiği kulüp, içine girdiği çevre, takım arkadaşları kesinlikle dünyanın en iyilerindendi. adamların yediği yemeği yese, içtiği suyu içse, yanlarında dolanıp üzerine sürse kişisel gelişim için yeterli olurdu aslında. daha doğrusu dışardan bakan gözler için manzara buydu.
işin aslı biraz farklıydı...
iyi kötü forma giydiği, el turco diye lakap alacak kadar yer edindiği ve ön planda olduğu madrid'de değildi. dünyanın en güzel şehirlerinden birindeydi, dünyanın belki de en iyi takımındaydı. evet "takım arkadaşı shakira ile evli" diye tabir edilebilecek bir çevreye düşmüştü ama sıradan bir rotasyon oyuncusuydu. 6 ay maça çıkmadı, 6 ayın sonunda da fırsat geldikçe forma giyebildi. girdiği maçlarda yine de çok kötü oynamadı işte ama takım halinde bir yerden geçerken birilerinin gidip sarıldığı onuncu ya da on beşinci adamdı artık.
özel hayatında da sorunları vardı zaten. sinem kobal'ın kenan imirzalıoğlu ile beraber olması, arda ile kenan imirzalıoğlu arasındaki abicim-kardeşim diyaloğunun iyi kötü muhabbet konusu olması, zaten ilişkilerinin sonunda epey bir dönem kendini affettirmeye çalışan arda'yı illa ki daha da etkilemiştir.
bu iki süreç üst üste binince, arda'nın zaten var olan defoları iyice ayyuka çıkmaya, mızrak çuvala sığmamaya başladı. galatasaray'dayken rakibine kafa atmışlığı, cezalı olduğu maçta tribüne almayan güvenliklerle kavga etmişliği vardı. şimdi çok eleştirilen "adam tayfa" ile o zaman da içli dışlıydı. yine mümkün mertebe lüzumsuz çok ortama girip çıkıyordu. ama işte hem kendi genel intivası hem de arkasında bir camia olması yüzünden idare ediyordu...
işte arda özel hayatındaki tüm bu yoksunluğu bir türlü aşamadı, kendini yeni ortama adapte etmedi ya da edemedi. çareyi yine adam tayfada, türkiye'deki dostları ve abilerinde buldu hep. ya da internete düşen sosyal medya çapkınlıklarında... bu hem onun barcelona ile bağlarını kopardı, hem de türkiye'deki sempatisini günden güne azalttı. mahallenin harbi çocuğundan yavaş yavaş "adam"a doğru evrildi. daha gergin, daha sinirli, daha antipatik, daha kavgacı...
euro 2016'daki prim konusu türkiye kamuoyundan çok ciddi tepki çektiği ilk olay oldu. sonra rıdvan dilmen'in evet videosu, sonra uçakta gazeteci bilal meşe'ye saldırıp özür dilemek yerine yaptığını iyice sahiplenmesi... sadece bir yıl içinde hem ispanya'da hem türkiye'de istenmeyen olmayı başardı. sadece 3 yıllık bir sürede hem saha içi hem saha dışı tüm hayatı tepetaklak oldu. bu da onu daha da gergin, daha da sinirli, daha da antipatik ve daha da kavgacı yaptı.
imdadına adam tayfanın manevi babası
göksel gümüşdağ ve başakşehir yetişti. 2017-18 sezonu devre arasında türkiye'ye dönerken belki de kendini kabul edecek tek takıma gitti. hem camiasızlığı hem de takımın saha dışı yaklaşımıyla başka da alternatifi yoktu. yalan dolan paylaşımlarla mutlu gibi davrandı ama aslında değildi. sezon sonuna doğru bu sefer yan hakemi tartakladı, 16 maçlık cezası rica minnet 10 maça indirilebildi. yine 6-7 ayı maç yapamadan geçirdi. cezası bitip de kadroya girmeye başladığı dönemde bir gece sabaha karşı berkay şahin'in olduğu yerde karısına laf attı, yetmedi bunu duyup tepki gösteren adama kafa attı, daha sonra da beline silah takıp hastahaneye gitti. profesyonel bir sporcunun sabaha kadar dışarda ne yaptığına mı, evli barklı adamın evli barklı kadına ikisinin de eşlerinin olduğu mekanda sarkıntılık yapmasına mı, milli sporcunun silahı nereden bulduğuna mı, silahı beline takıp hastahane bastığına mı şaşıralım derken o olay da bir şekilde arda'nın hanesine yazıldı...
bundan 15 sene önce türk futbolunun geleceği, yeni hagi vs. bir dolu ünvanı ve peşinde sürüklediği umutları olan bir adamdı. zamanında "bir kere antremana çıkayım deprem olacaksa sonra olsun" dediği galatasaray'da a takıma çıktı, şampiyonluk yaşadı, en genç kaptan oldu. koca bir camia'nın yeni metin oktay'ı idi...
bundan 9-10 sene önce türk futbolunun avrupa'daki en önemli temsilcisiydi. ülkenin gururuydu. galatasaray'ın dışardaki temsilcisiydi. kariyeriyle, ilişkisiyle herşeyi tıkırındaydı.
bugüne gelince arda turan 4 senedir doğru dürüst top oynamamış, götü göbeği nispeten salmış, sakal bırakmış, amatör mafyavari bir tipleme. 32 gibi kendi yeteneği için genç bir yaşta futbola sadce bir maaşlı çalışan kadar yakın. arkasında camiası yok, onu kabul edecek bir camia da yok. millet kendi takımına gelir korkusuyla yaşıyor resmen. kafasına estikçe beylik laflarla aforizma kasarak kendince gözdağı veriyor. hakeme ayakkabı atma, hakem tartaklama, gazeteci dövme, mekanda adam dövme, cinsel taciz, silahla hastahane basma gibi abuk sabuk bir sürü olay bıraktı arkasında. hala daha davalık.
son 10 yılda belki dünyaları kazandı maddi olarak ama manevi olarak ondan fazlasını kaybetti. 5 sezonluk galatasaray a takımı kariyerinde 1 şampiyonluk gördü. o gittikten sonra galatasaray 8 sezonda 5 şampiyonluk gördü, şampiyonlar liginde çeyrek final yaptı, real madrid'i elemenin eşiğinden döndü. tüm bunlar onu kudurtuyor işte. pişmanlıktan kafasını duvarlara vuruyor ama geçmiş olsun. belki tek bir yanlış onu tüm hayallerinden etti. ve yanlışı yanlışla kapatmaya çalıştıkça daha büyük bir yanlışa adım attı. karakter olarak tüm defoları ortaya saçıldı, beki üzerine yenileri de eklendi...
arda'nın hayali galatasaray'da kariyerini bitirmek, kulüp tarihinin bayrak adamlarından biri olmaktı. kadıköy'de kupa kaldırmak, dördüncü yıldızı hepsinden önce takmak, şampiyonlar ligi'nde galatasaray ile destan yazmaktı...
aziz yıldırım'ın teklifine "kadıköy'e giderim ancak deplasmanda" diye resti çekince acun abisi, emre kaptanı ve rıdvan hocasını üzerine saldı. yurtdışına gitti, kariyer yaptı, barcelona'ya kadar gitti.
ama bunların hiçbiri arda'nın istediği şey değildi. galatasaray arda'nın hayallerini arda olmadan yaptı.
bu yüzden kendine çok kızdı, çok pişman oldu ama iş işten geçti artık. melek gibi çocuktu diyemem ama bazı şeyleri inadına inadına yapması bu yüzden. 2011'de gül gibi takımı, takımın kaptanlığını ve kız arkadaşını istanbul'da bıraktı. 4 sene sonra 3 şampiyonluk, dördüncü yıldız, şampiyonlar ligi, drogba, sneijder vardı. kız arkadaşı da abi-kardeş muhabbeti yaptığı adamla birlikteydi. o dönem işte ipleri kopardı.
belki kariyer açısından doğru gibi gözüken atletico tercihi onun hayatındaki en önemli yanlışlardan oldu. teker bir kere yalpalamaya başlayınca sökülmeye kadar gitti. artık bir tekerleği bile yok, birinin tekerlek takıp tekrardan çalıştırması lazım arabayı. bu saatten sonra sadece tekerlekle de o iş imkansız, dişli mişli yürüyen aksan falan komple gitmiş...
pique ile takım arkadaşı oldu belki ama onun idolü vedat inceefe idi...
galatasaray'a gelir mi sorusu bu günlerin en çok sorulan sorularından biri. olamaz mı, olabilir...
birilerinin iki dudağının arasından çıkan tek bir lafa bakar. zaten o lafın çıkma ihtimali bile işleri bu derece karıştırmaya yetti...
tüm bunlara rağmen galatasaray bunu takıma almadan transfer sezonunu atlatırsa gerçekten saygım ve sevgim bir tık artar...
transfer olursa çok tepki olur mu?
burak yılmaz-beşiktaş sürecinden farklı olmaz muhtemelen. birbirimizi kandırmanın alemi yok...
(bkz:
sen gelme ulan ayı)