• 1526
    5 sene boyunca istanbul'da kaldığımda her önünden geçtiğimde uzun uzun yerine yapılan inşaat halindeki yapılara bakıp iç geçirmeme neden olan eski stadımız.

    emre akbaba'nın transfer videosun babasına da dediği gibi; ''yetişemedik..''

    okulum zincirlikuyu'da idi ve ne zaman aklıma gelse yürümeyi tercih eder yolun sol tarafından yürürken önünden geçer 'seni yıkan dozerin' şeklinde hayallere dalardım.

    2002'de ilk istanbul'a gezmeye gittiğimde uzaktan görmüştüm sadece girmek o atmosferi görmek veya maç izlemek nasip olmadı maalesef. bence en güzel manzarası güneşin kapalıya vurduğu zamanlardı. hiç görmememe rağmen tahmin edebiliyorum.

    içimde uktedir yıkılmadan bir defa maç izlemek. maç izlemiş olanlar, o atmosferi tadanlar çok şanslı bence. hagi'yi izlemiş nesil gibi aynı. belki hagi'yi izleyemeyenler sneijder ile biraz avunabildi ama buranın yerini hiçbir yer dolduramayacaktır.

    geri döneceğiz elbet bir gün..
  • 1527
    çok güzel stattı be usta. bence tt arena akustiği, tribünlerin sahaya yakınlığı, hakeme ve karşı takıma kurulan baskı açısından sami yen'in önünde. ama mecidiyeköy'ün bir nostaljisi vardı ki yalan yok senelerce kombinem vardı ama merdivenlerden tribüne çıktığımda yüze vuran ışıklar, sahanın yeşili ve o tribün kokusu her seferinde tüylerimi diken diken yapardı.

    o son yarım sezon için kombine almasam da son maça matematik hocamın emanet kartıyla girebilmiştim. koltuklar önceki maçlarda sökülmüş olduğundan, dağıtılan süngerlerin üstüne oturarak izlemiştik maçı. he bu arada ali kırca'nın konuşması da gözlerimi doldurmadı değil. neyse çok uzatmaya gerek yok ama keşke yıkıp oraya yapabilseydik stadımızı.
  • 1529
    çok sonraları tanıştık biz onunla. onun adını ilk kez radyodan duydum. çocuktum..

    neuchatel maçını radyodan dinleyen, bir kulağı da onunla birlikte olan yani her gol atıldığında balkona çıkıp gol diye bağıran ve aslında onunla birlikte yan yana kendine bir tribün yaratan, o arasına deniz giren ve o yıllarda fena halde uzak olan bir şehirdeydik çünkü... bizim balkonumuz çocuk aklımızda tribündü işte. kime ne, her gol atıldığında orada olan binlerle birlikte biz de gol diye bağırmayı böyle öğrenmiştik. bizim balkonumuzdan bize öğrettiği ilk şeyse asla pes etme, hatta yapamazsın dediklerinde çık ve yap idi. bizim balkonla o tribünlerdeki binlerin de hissettiği şey aynıydı.

    o yalnızca ali sami yen stadyumu değildi ki. bir mabedden de fazlasıydı. maketten yapılmış ya da yalandan efsaneler üreten bir şey değildi, mutlaka kazanacağızdı orası. öyle geçerdik radyonun başına, binler de tribünlere. ben, bizim balkondan onu öğrendim. bizim balkondan yarattığımız orasıydı çünkü, o, küçük kalplerimize kaybetsen bile hakkını vererek, mücadele ederek ve asla pes etmeyerek inanmayı öğreten bir balkondu. hiç yıkılmayan, esnemeyen balkondan bir tribündü.

    çok maçlar çok balkonlar çok hayatlar geçti. bir ömre kaç zafer sığardı ki ya da bir balkona kaç sevinç kaç çocuk yumruğu kaç çocuğun gol sesi, o kadar sığdı işte. şimdi burada uzatmaya gerek yok, istersen müzeden git gör, istersen unutulmaz maçlar serisini aç izle.

    benim bir balkondan büyür gol sesim, çocuk yanım, dört döner avrupa’yı baştan ayağı sesimle titretir, titrer karşımda en büyük kulüpler, çocuk balkonumdan gol seslerimi kim duysa dağılır gider, ve benim çocuk sesim, benim balkonum, bir mayıs akşamı danimarka’da kopenhag şehrinde dünyanın bütün çocuk seslerine karışır, her yerde duyulur;
    -avrupa şampiyonu galatasaray!

    çok sonra tanıştık biz onunla. 2006 yılının 25 kasımıydı. yeni açığa koşarak girmiştik. maçtan çok önceydi. maçtan ziyade onunla tanışmak onu görmek öyle heyecanlıydı ki. ve ben o gün oraya, her golden sonra ali sami yen’e çevirdiğim balkonumu da getirdim. yeni açık eski balkonumdu. seyrettim, seyreder gibi çocukluğumun en güzel anlarını. tanju dedim o dördüncü golü buradan böyle topu sağına çekip mi vurmuştu? kulağımda birden radyodaki ses, ”kral krallığını gösterdi” ve ben o esna krallar gibiyim eski balkonumun yeni açık tribününde.

    tribün yeni, hayallerim eski ve şahane... düşünüyorum... prekazi bu çimlerde koşturdu. benim radyoda duyduğum sesler bu tribünlerden geliyordu. ve burada frankfurt’u burada manchester’i yenen bu çimlerde koşturan kahramanlarım değil miydi?

    ilk maçlar öyledir bilirsiniz, maça bakmaktan çok sağa sola bakarsınız hayranlıkla. nereye baksam çocukluğuma çıkıyordu, sanki bir babaydım ve oğlumu maça getirmiştim. goller oldu, her golde sevindik, toplamda üç kere oldu, ben yani üç kere balkona çıktım, gol diye bağırdım ama bu kez binlerin mabedi, yenilmez kalesi ve çocuksu coşkulu sesiyle, balkondan yeni açığa koştum yeni açıktan balkona, ama bu kez binlerle bir. kah binlerle tribüne koşturduk o gün, kah benim evin balkonuna..

    hiç büyümedi o çocuk, ve hala balkona koşar ne zaman gol atsa cimbom’um. hiç büyümedi de o çocuk. ister yıkılsın isterse yerine kocaman gökdelenler dikilsin, orası benim balkonum, benim çocukluğum, çocuk sevinmem, gol sesim, bir sürü maçım ve anım, orada olsam da olmasam da, çok geç gelsem de yahut hiç gelemeseydim de, orası benim orası bizim balkonumuz, biz oradayız. hem zaten insan çocukluğunu yıkamaz ki insan ancak çocukluğunda yıkanır.

    ali sami yen stadyumu. çocuk balkonum, gol sesim, binlerce taraftarla kurduğumuz balkondan köprümüz. nereye büyüsek oraya senin hatıranı dikeriz, kim demiş ki yıkıldı ali sami yen...

    bak, duymuyor musun? dinleyin... bir çocuğun gol sevincinde bir balkonda daha tribün olup büyüyor ali sami yen.
  • 1530
    dokuz yıl önce oğluşumu kucağıma aldığımda annesi hastane yatağında narkoz etkisiyle uyuklarken veda maçını izliyorduk. daha güzel bir anım yok.en güzel anımın fonundaki stattır. sekizinci bitirdiğimiz sezondan sonra oğluşumun gelişiyle galatasaray’ım da tekrar şahlandı. colin kazım bile sempatik gelmişti o gün. unutmam mümkün değil. sonraki sezon elmander, baroş, sonra drogba, sneijder. hepsi oğlumdan ama kimsenin haberi yok. yıllar geçiyor ne ali sami yen’i ne ali sami yen stadını ne de heyecanlarımızı unutmak mümkün değil. aradan geçen dokuz yılda prekaziyi, tanjuyu, kırk metreden atılan golü unutmadıysak, sneijder’in juventusa attığı golü de oğlum unutmayacak.
  • 1533
    göztepe gürsel aksel stadyumunun açılışında bulunduktan sonra geciken bir özrümü iletmek istediğim stadyumdan öte, gerçek mabedimiz.

    önce biraz göztepenin yeni stadından bahsetmek isterim. izmirli çok yakın bir arkadaşımın ısrarı ile gittiğim çok da hoşuma giden bir stad oldu. bilet alışımız ise ayrı hikaye, içerideki son maç göztepeyle olunca (var bir hayalimiz) (bkz: 2019-2020 sezonu şampiyonu galatasaray) maça girebilmek için kendi adıma göztepe passoligi çıkartmadım, kartı olan tanıdık aradık ettik bulamadık sonra bir yakınımıza kart çıkarttık, son gün benim kartıma devrettik. neyse bir şekilde içeri girdik. meşalelerle yürüyüş zaten çok güzeldi. stadın mahallenin içinde olması ayrı bir güzellik.

    çocukluğum gözümün önünden geçti desem yeridir. mecidiyeköyde yolun altında yeni açık tarafında yakılan meşalelerden çöken sis, bilet lazım mı diye sessizce sorup kağıt -burası önemli, kağıt! bilet- biletlerini gösteren karaborsacılar, başka bir sis kaynağı köfte arabalarında görülen yeşil biberler gözümün önüne geldi.

    ilk defa başka bir stadyuma 11 ekim 2003 türkiye ingiltere maçını izlemek için gitmiştim babamla. çocuk aklı tabii çok hoşuma gitmişti modern, büyük stad. hiç tribün isimlerini öğrenmedim, bir tek migrosu ismen bilirim deplasman orada olduğu için. bize göre numaralıdaydık o maç, kapalıya denk gelen tribün yenilenmemişti bir de yanlış hatırlamıyorsam o zamanlar.

    allah affetsin o günden sonra ali sami yen'i eski diye içimde pek bir yermiştim. üzülüyordum stada gittikçe eski bizim stadımız diye. sanki her şeyin yenisi makbul gibi geliyordu o zamanlar.

    çok geç anladım değerini sami yen. o son merdivenden çıkıldığında görülen yeşile o gün bugündür ne türkiyede ne de başka ülkede bir statta rastlamadım ben. çim mi farklıydı, loş ışıktan mıydı nedendi bilmiyorum ama çocukluğumda en çok heyecanlandığım anlardı o yeşili gördüğüm anlar. her seferinde aynı heyecanı yaşardım enteresan bir şekilde. o heyecanı yaşar yaşamaz eski püskü diye şikayet etmeye başlamasaydım çocuk aklımla daha çok doyardım, belki bu kadar özlemezdim bilmiyorum.

    biraz da sanki yeni nesil tribün olayının payı var gibi ya bu işlerde, o bambaşka upuzun bir konu.

    sözün özü, özür dilerim ali sami yen stadyumu. selfie ekibi (tabii ki dönemle alakalı) olmayan tribünlerini, adeta sahanın içinde olan taraftarını, akustik terimini boşa çıkartan gürültünü, yan sokaktaki köftenin tadını çok özledim. solmuş boyalarını, kapalıdaki üstteki dandik metali çok özledim. maç günü sıkışan trafiği çok özledim. allah kahretsin ki karaborsacılarını, girişte cebinde elini bulduğun yankesicini bile özledim be.

    şimdi dönemin en güzeli en büyüğü bizim stadımız. (bkz: ali sami yen arena) ona rağmen her şeyini her geçen gün daha fazla özlüyorum.
  • 1538
    son zamanlarında 22000-23000 arası bir kapasitesi vardı.
    ama çıkan ses belki 62000 kişinin çıkarabileceği kadar yüksekti.
    çok özlüyorum sami yen'i.
    oynadığımız son maçta, gözyaşlarımı numaralıya bıraktım.
    eve geldim. uyuyamadan okula gittim.
    (bkz: 11 ocak 2011 galatasaray beypazarı şekerspor maçı)
    dünyanın gelmiş geçmiş en güzel stadyumu.
    stadyumdan da öte bir yer. evimiz.
    yeri dolmaz. hiçbir zaman dolmayacak.
  • 1541
    bugün önünde çekildiğim fotoğrafa dakikalarca baktım. meğer o yaz istanbul'a tatile gelip, sana yakın olmak ne büyük bir şansmış benim için hayali bile zorken... ve buluşmamız, 3 yıldızlı klasikleşmiş tabelana bakmak, store'dan forma almak, seni tavaf etmek fotoğraflarını çekmek... yıl 2020'den bakınca geçmişe, iyi ki diyor insan.. iyi ki ali sami yen varmış, iyi ki görmüşüm onu... ali sami yen'de umutlar kapalıya vuran güneş kadar sıcaktı. günümüz futbol ikliminde değişmemesini istediğimiz ne varsa değişim ve dönüşüme uğradı... her şeye rağmen en büyük tutkumuzu sevmeye ve izlemeye devam ediyoruz. elbette eskiye dair birçok şeyin yerine yenisini koymak zor oluyor. ali sami yen stadı da yüreklerimizde büyüklüğü kadar bir boşluk bıraktı, dolması kapanması zor bir boşluk. kimimiz fotoğraflarla, kimimiz anılarla, kimimiz yeni zaferlerimizle dolduracağız o boşluğu... biraz eksilerek, biraz üzülerek biraz da sevinçle...
  • 1543
    bir söylentiye göre yıkılıp yerine yapılan iğrenç görgüsüzlük kulelerinde bazen gaipten "harry harry keweeeeel, harry harry keweeeel", “lalalala laylay laaaa! abdel kader keita” diye sesler duyuluyormuş. tüm zamanların en ruhlu stadyumlarından birisidir. yıktırılması, zorla arazisinin galatasaray elinden alınması modern vahşi kapitalizmin simgesi gibidir. galatasaray o mistik enerjiye yeniden sahip olabilir mi bilemiyorum. yeni stadımız modern ama sadece bir stadyum maalesef.
  • 1544
    etrafındaki belde sitesinde bebeklik arkadaşım otururdu en ust katinda ise anneannesi.
    derwall i omuzlarda evin penceresinden izlemiştik. 80ler ve 90larsa saha evlerden gorulurdu kismen.
    arkadaşımın kardeşi ise tribun gruplarinin goz bebeğiydi pankart saklardi evde annesi isyan edene kadar 1 sezon sağlam boyutlarda pankart barindirmişti ^^
    haftaiçi sami yenin zemini sulanir bakilirken ufak yan kapisi açık olurmuş.
    bunlar ellerinde topla bildiğin sami yende oynarmiş gorevliler çıkarana kadar.
    görevlilerde taniyor tabi mahalleli olunca.
    ben semihler cüneytler varken okuma yazma ogrenmeden once gitmiştim. numaralinin kapali olduğu zamanlardi hatta dogru durust kapali da değildi.

    babayla maça gitme merasimi öyle başladı. yürüme mesafesinde oturduğumdan - yıldız posta caddesi ,neuchatel maçı gibi maçlarda camı açar stadı eve getirirdim.

    çocukken şişli osmanbeye giderken hep onunden geçerdik.
    95 96da bebeklik arkadaşım ben ve biri rahmetli 2 arkadaş daha(rahmetli olmayan arkadaşın hikayesi de ilginçtir. adam 19 yaşında kayboldu, diger rahmetli gibi intihar sanildi korktuk filan. 20 yaşına girerken taylanda kaçip - oturma izni filanda yok adamin çalışa çalışa nargile kafe açtigini öğrendik. sonra asya krizi bişeler daha batti , arada ozel dedektifler ailesiyle konuşturdu da istanbula geldi. gelince maç izledik mi beraber animsamiyorum)
    saat 12.30 da ali sami yene gelir siraya girerdik akşam 7 deki maç için . tribüncüler tanimaya başlamiştı artik ^^
    6.5 saat maçı beklemek maçtan farkli bir etkinlik olurdu.
    tabi giris kuyruğu kapilarin açilmasi , 15 ten önce olmazdı. içeride de 4lu ekip dışında etrafla sohbet keyifli olurdu.
    illa ki okuduğunuz okuldan mezun birileri olurdu.

    body ekrem napiyor o şu bu napiyor diye sorar guzel sohbet olurdu.
    o maçlar bölük pörçük aklımda ama beklediğimiz saatler capcanlı. pc amiga dergileri ile girerdik birde içeri ^^

    98de efsanevi rolling stones konseri de orada olmuştu . galatasarayli olduğumuz için serseriler soymamisti. bıçak çekmişlerdi ali sami yenin orada, ben ağzım laf yapip mahalleliliyiz kac kere maca geldik vs dedigimde haftaya fener deplasmanı var gelin bilet ayarlayacagiz demişlerdi.
    gitmedik o ayri :)
    unal aysal o zaman başkan olsa 40bin kişilik bir stad olarak hala orada olurduk.

    vadi istanbul yavaş yavaş olacak ama tabi etraf meh ve bir gayrettepe mecidiyeköy enerjisi olmayacak .
    ley hattına stad yapmışlardi. ley hattı...
    gayrettepe yildiz posta caddesinde yuruyun bir dertlerinizin hafiflediğini göreceksiniz .
  • 1546
    galatasaray'ın sayısız başarıya imza attığı eski stadyumu.

    çocukluğumda televizyonda galatasaray maçlarını izlerken gitmeyi çok arzuladığım, gidemeden yıkılan eski stadyumumuz. üniversiteye giriş sınavından sonra istanbul'a geziye gitmiştim. o zamanlar daha ali sami yen yıkılmamış. arkadaşlarla beraber akmerkez'e gidicez gezmek için. o dönemde televizyonlardan çok duyuyoruz tabi bu alışveriş merkezini, merak ediyoruz. tabi ekibe gelin stadyuma gidelim gezelim diyemiyorum. neyse binicez bir otobüse, otobüsün yanında 'mecidiyeköy, akmerkez" yazıyor. stadın mecidiyeköy'de olduğunu biliyorum ya, otobüse biner binmez belki stadı görürüm diye cama yapıştım, belki görürüm diye. otobüs kalabalık olduğundan çok da iyi göremiyorum dışarıyı. bir ara sesli bir şekilde arkadaşlara, "beyler nerede bu stad acaba ne zaman geçicez önünden" diye sordum, yan tarafta duran abilerden biri "biraz önce geçtik bir durak önceydi stad yeğenim" dedi. o an ben de tarifi zor bir üzüntü, bir hayal kırıklığı oluştu. çocukluğumdan beri en çok görmeyi istediğim yerlerden biri olan stadın yaklaşık 1 dk önce önünden geçmiştik ve benim haberim yoktu. uzaktan da olsa, dışarıdan da olsa görecektim ama otobüs geçmişti artık. otobüs şoförüne gidip "abi stadı geçmişsiniz ben göremedim, dönün geri bir kez daha geçin oradan" diyecek halim yoktu ya. abinin o "geçtik" cümlesi sonrası akmerkez' varınca indik otobüsten. dönüşte de belki bir umut önünden geçeriz diye etrafa baktım ama bu sefer de farklı bir yerden geçen otobüse binmiştik. o sene öyle geçti ve diğer sene üniversiteyi kazandık ama stadyum ilk devre yıkıldı. bizim de galatasaray'ı evinde izlememiz ali sami yen arena'ya nasip oldu.
  • 1548
    fazlı abi servis şoförüydü. bazı hafta sonları iveco minibüsüne cümbür cemaat doluşur şile'ye denize giderdik. gecenin ortasında başlayıp sabahın ilk ışıklarında şile'de sonlanan yolculukların başlangıç kısımlarında en heyecanlandığım anlar; o viyadüğün (viyadük mü deniyordu ona) üstünden köprüye ilerlerken sağda senin göründüğün 10 saniyelik bölümdü.

    gişenin önünde hiç bitmeyecek gibi görünen sıra kuyruğu, "ya bize gelmeden bilet biterse" endişesi, sahayı ilk kez gördüğümde "lan televizyondan daha güzel görünüyordu aslında" burukluğu, "yok yok, televizyon bok yesin" diye kendi kendimi ikna çabalarım... ilk kez tek başıma geldiğimde içimi dolduran o ergence illegallik, belalılık ve özgürlük hissi, içeriye girdiğimde yalnızlığa bırakmıştı yerini. grup grup olaya hakim görünen insanlarla dolu bir yerde tek başıma hissetmiştim önce. tüm tezahüratlara anında eşlik edebilecek bir dağarcığa sahip abiler, hakemlere ismiyle ağız dolusu ve ustaca sövenler... ben o sırada "ya televizyon çekerse" diye sigarayı hafiften gizleyerek içmeye çalışıyorum. evde televizyon yok; babamın, hayatında baştan sona izlediği tek futbol maçı 98'deki iran-abd maçı ama olsun. tedbiri elden bırakmamak lazım.

    daha illegal daha belalı hissetmek istediğimde test çözme işlerinde kullandığım fosforlu kalemleri içeriye sokmuştum. polis abi sağ olsun, "öğrenci" diye izin verdi. ne bilsin o masum öğrencinin o fosforlu kalemlerle içeride holigan abilerine özenip sahaya dehşet saçmayı planladığını? cepte rotring de var ama ona kim kıyar? yok, fosforlulara da kıyamadım. kalemlere kıyamamak değil de önünde canlı kanlı duran ve her şeyden habersiz olan birine bir şeyler fırlatamamak diyelim. gerçi yattara'nın bizim ergün'ü yatırıp kaldırması bi ara epey tahrik etti ama yine de yapmadım. allah'tan yapmamışım, bir vicdan azabımız eksik kalmış.

    n'olmuş simit sarayının oradan köşeyi dönünce "heh yine burada" diye her seferinde sevinemiyorsam artık? en son ne zaman geçtim oradan hatırlamıyorum bile. senden bin kat daha güzel, daha modern, daha büyük, takıma etkisi daha yüksek bir stadımız var şimdi. "iyi ulan bu üçlüyü de başımıza yıkılmadan atlattık" diye düşündürmüyor. sen o planlanan yıkım tamamlama tarihinden bilmem kaç gün önce tarihi boylarken yıkıntılarının arasına kömür kokulu sokaklar, futbolcu kartları, açık oturum programları, nüfus sayımları, sokağa çıkma yasakları da karıştı gitti.

    bir de çocukluğumuz kaldı o yıkıntıların altında. sanırım canımı da bu yakıyor.
  • 1550
    https://www.youtube.com/watch?v=Os0oskAfnm0

    şu veda şarkısındaki fısıltıyla söylenen re re re ra ra ra tezahüratını her önünden geçişte yüreğimizin bir köşesinde hissediyoruz. yıkılmış olsa bile sanki hala ruhumuz orda ve her defasında sessizce bizi selamlıyor. anılarımızı, çocukluğumuzu, sevinçlerimizi, hüzünlerimizi orada bıraktık.

    çok özlüyorum sami yen'i. şampiyonluk kutlamaları için gelin gibi süslendiği günleri, eski açıktan kapalıya doğru bakarken o güzelliği doyasıya izlemeyi, mecidiyeköy'e gelince evimize gelmiş olmanın verdiği huzuru...

    endüstriyel futbolun gerçeklerine bakıldığında bu söylediğimiz romantiklik olarak algılanıyor; ancak insan evinden uzaktaki her yerde yabancılık çekiyor. hele hele bir de evinin yerine mezar taşı gibi dikilen o iğrenç kuleleri görmek var ya...

    son sözü bülent kaptan söylesin.

    https://twitter.com/.../1125324323055493122
App Store'dan indirin Google Play'den alın