• 277
    oncelikle yazacaklarimi lutfen sakinlikle okuyun ve bu konu uzerine bir galatasarayli olarak yazmak zorunlulugunda hissettim kendimi.

    reina carragher agger johnson gerrard lucas suarez adam downing henderson olmayan bir liverpool izledik.

    diyeceksin ki ulan arkadas sen manyak misin? catir catir yendik hala ne diyorsun? dogru catir catir oynadik,yendik. takimimiz iyi yolda ancak su oynamayan oyunculara bir bakalim, bakalim ki nerelerde zaafimiz olabilir ileride onlari gorelim.

    biz avrupada bu sene oynamayacagimiz icin aslinda cok onemli degil diyebilirsin, bu takim su oyunuyla direk sampiyon olur orasina diyecek sozum yok.

    elmander ve baros'un kalitesine soyleyecek tek bir lafim yok ikiside on numara futbolcudur ve turkiye ligi icin fazladir.

    ancak inter macinda golumuz yok. defansif olarak liverpool'a gore biraz sert bir takim inter.

    bu mac uc gol attik. atak oyunumuzda bir gelisme mi var yoksa rakip mi inter'e gore biraz zayifti?
    liverpool'a uc attik ama rahat degilim. nedenine gelince ben takimimi as liverpool takimina karsi gormek isterdim. yenilsek bile umrumda olmazdi en azindan kesin bir fikrim olabilirdi defansimiz ve forvetimiz hakkinda.

    bakin oyuncu bazinda konusmuyorum. atak sablonumuza gore pozisyon zenginligimiz ne olurdu? yoksa elmander ve baros cok kaliteli futbolcular.

    formsuz poulsen,aquliani, defansta kazma krygiakos... formsuz joe cole agir carroll'a karsi bile bizim defans birkac pozisyonda sacmaladi. defans konusunda hic rahat degilim zaten goruslerimi de yazdim o konuda.

    orta saha saniyorum bizim takimin en guvendigim yeri. selcuk gibi muthis bir futbolcu ve iyi bir kesici olan melo geldi. sabri basiyor arda,kazim da iyi sekilde hem forvete hem orta alana yardim ediyor. ancak bu oyunculari baski altinda oynarken gormek istiyorum.

    bir ay sonraki real madrid maci cok onemli bir sinav olacak.. defansif ve ofansif olarak takimi gormemiz icin. hersey gulluk gulistanlik degil ama iyiye gidiyor takim. bu devlerin as takimiyla oynamamiz bizim icin onemli olur biz kendimizi daha net analiz ederiz diye dusunuyorum.
  • 278
    seyri keyifli, çıkışı işkenceli bir maç oldu yine. maçtan herkes bahsetmiş ben asıl stattan nasıl çıktık ondan bahsetmek isterim. bir kere maçlardan kolay kolay erken çıkmam ama bu sefer hadi ezilmeyelim, öndeyiz, her şey yolunda deyip 5 dakika kadar önce çıktık, bir 10.000 kişi daha aynı fikirdeydi ve birden insan seli oluştu. önce metroya yöneldik ancak hangi mantıkla olduğunu hala anlamadığım şekilde, çıkışlar turnikelerdendi, metroya girmek imkansıza yakındı bizim için. birileri stattan duvarlara tırmanarak çıkmaya çalışıyordu, o duvarı ayağımdaki sandaletler sebebi ile tırmanamadım ben. çaresiz stada geri dönelim, cendere yoluna inelim dedik ancak büyük kapılar kapanmıştı, çünkü metroya gidilen bölgeye parça parça alıyorlardı binlerce insanı. tam metro hengamesinde dönüyorduk ki, bu sefer duvara açılmış bir delikten çıkanları gördük, neyse o delikten biz de çıktık. sonrasında bizi bir trekking yolu bekliyordu, tozlu topraklı, engebeli yollardan tırmanarak tem'e ulaştık. 3-4 taksici mesafemizi beğenmedi, bazıları dolmuş yapmaya çalışıyordu filan, kavga etme eşiğindeyken karadenizli bir şoför amca bizi aldı da evimize gidebildik.

    maç güzeldi ama stat çevresi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. şu koskoca kulübün maçından tek yaya çıkış metro nasıl olabilir? ya da bizim yaptığımız gibi o iğrenç toz topraktan mı yürüyeceğiz biz hep? resmen maçların 70. dakikasında nasıl çıkacağımızı düşünmeye başlıyorum. bu stadın en öncelikli sorunu deplasman tribünü idi, onu hallettiler, artık şu giriş-çıkış olaylarına da bir yol bulurlar umarım.
  • 279
    şu maçın tamamını bulabileceğim bir yayın, link ne varsa aratan maçtır. hem sezon öncesi analiz yapmak açısından, hem de insan izledikçe keyif alır. hazır ligler ertelenmişken açar coşkuyu hissederim yeniden. yardımsever sözlük yazarlarını bekliyorum.

    ayrıca benim için ali sami yen spor kompleksi türk telekom arena'nın açılış maçıdır bu maç. adnan polat'a selam olsun.
  • 284
    hayatımın en güzel dakikalarını, belki de gününü yaşatan karşılaşmadır.

    ankara'da yaşayan biri olduğum için bilet bulma sıkıntısı yaşacağımı düşünüyordum. bu yüzden haftalardır biletleri takip ediyordum. biletlerin ankara'da da satışa çıkacağını öğrenen ben 27 temmuz 2011 çarşamba günü saat 9'da bilet alacağım yerin kapısına dikilmiştim. bilet alacağım yer kitabevi olduğundan * 2 saatlik kitap karıştırma mesaisinin ardından biletimi pegasus 2. kattan almıştım babamla beraber. geriye kalan gün boyunca ankara'da maç için üretilen "sınırlı sayıdaki" galatasaray - liverpool atkısını aradım ama bulamadım. sağlık olsun deyip geçtim.

    sabah 09.30 otobüsüne binip istanbul'a doğru yola koyuldum. benim adıma iğrenç bir yolculuktu. koltukların dikliği nedeniyle 1 damla bile uyuyamadım. yolculuğun sonlarına doğru iyice bunaldığımı fark eden babam "2 saat sonra stadın orada göreceğim ben seni" demişti. * otobüsten indikten sonra kavacık'tan 4. levent servisine binip stada ulaşacağımız metroya geçtik. bu sırada zonguldaklı bir elemanla tanıştık. adam maça 2 tane kocaman bavulla gelmiş. bileti yok. ama daha sonra kendisini statta görünce dumura uğradık.*

    malum istanbul'un yabancısıyız. tedarikli davranalım dedik, jetonu falan önceden aldık. daha maça saatler olduğu için internetten bulduğumuz tahtasaray adlı mekana geçtik. tahtasaray göğüsleri ve kalçaları dolgun alımlı bir bayandı... pardon,yanlış oldu. * internette orada hep galatasaraylıların takıldığını okumuştum, hakkaten de öyleymiş. gerçi maç öncesi yemek yemeye gelen bir ben bir de babam vardı. diğer herkes maçı orada izlemeye gelmişti. ** adeta double penetration yapan hesabı ödedikten sonra stada giden metroya bindik.

    heyecandan elim ayağım titremeye, midem bulanmaya başlamıştı. stadı ilk defa uzaktan öyle görünce kendimden geçmiştim açıkçası. saat tam 18.30'du kapı önüne geldiğimizde ama maç sonrası da bize yeterince zorluk çıkaracağından haberimiz olmayan emniyet kapıları yarım saat geç açmayı tercih etti. liverpool maçı için üretilen atkılardan bulamadığımı söylemiştim. stad önünde sahtesini satıyorlardı. dayanamadım, aldım. ardından stada girdik. valla babam da ben de afallamıştık kelimenin tam anlamıyla. stad şimdilik bomboştu ama o kadar heybetli görünüyordu ki. ilk bilette gösterilen yere oturmaya çalıştık ama sonra bir grup gelip bizi "kafanıza göre takılın" şeklinde uyarmıştı. biz de o grupla ortalarda bir yere geçmiştik.

    dakikalar geçiyordu ama stad pek dolacak gibi durmuyordu. içimden "lan o kadar biletler bitti, nerede bu millet" diye geçiriyordum. ardından 20.30 gibi yeni transferlerimizin tanıtımı başladı. stad da iyiden iyiye doluyordu. tanıtımın ardından bir ara "you'll never walk alone" çaldılar ama herkes yuhalayınca kesildi. ilk başta liverpool formasıyla gelen arkadaşlara falan ılımlı bakıyordum ama liverpool sahaya öyle bir çıktı ki uyuz oldum. malezya, endonezya falan sandılar bizi heralde...

    ardından bizim takım çıktı ve bizim tribün iyice ayaklandı. muhteşem bir ortam vardı. öylesine etkilenmiştik ki babamın da benim de gözleri dolmuştu. megadave06 ile statta ufak bir görüşmemiz oldu. ardından galiba sözlük tayfası pegasus 2. katın yukarılarına doğru geldi. eğer sapık sapık sizi izleyen birini fark ettiyseniz o bendim. * ardından maç ve maçla beraber inanılmaz bir destek başladı. şu dev ultraslan bayrağı üstümüzden geçerken "allah'ım nolur bir terslik çıkmasın" diye dua ediyordum. zira bayrağı yukarıda tutanlar görevli falan değil bildiğimiz çocuk - yaşlı karışık insanlardı ama çok şükür bir sıkıntı olmadı.

    17 yıllık hayatımda 10-20 maça gitmişimdir ama böyle bir atmosfer hakkaten görmedim. 40 bine yakın insan vardı stadyumda. tribünler arası koordinasyon baya iyiydi. liverpool'u kimse tribüne falan çağırmadı. maç başlamadan birkaç dilenci kendini gösterse de you'll never walk alone'un hayvanlar gibi ıslıklanmasıyla zaten gerekli mesaj verilmişti. şöyle düşünelim... biz kendi stadımızda şimdi you'll never walk alone çalıyoruz ancak anfield road'da liverpool ile hazırlık maçı yapsak adamlar galatasaray marşı çalacak mı orada? hepimiz biliyoruz ki hayır. o zaman burada şakşakçılık yapmaya gerek yok. her neyse.

    durmadan bağırıyorduk ama gözümüzün ucuyla da maça bakma fırsatı yakalıyorduk ara ara. takım hakkaten güzel top oynuyordu. karşımızda bizi zorlayacak bir liverpool yoktu. özellikle ilk yarı ama olsun. yine de imparator'un takım üzerindeki etkisi her haliyle belliydi.

    baros, baros, elmander...

    elmander'in golünden önce de stattan ayrılanlar için de aklımdan "inşallah gol olur da göremezler" diye geçirmiştim. eminim bunu birçok kişi yapmıştır. *

    nevizade geceleri ayrıca müthişti...

    harika atmosferin ardından maalasef maç bitmişti. dönüşün sıkıntılı olacağının farkındaydım ancak bu kadar olacağını tahmin etmemiştim. stad çıkışındaki metro girişleri kapatılmıştı. yüzlerce insan kapıda bekliyordu. bir de tellere, kapılara tırmanıp diğer tarafa atlayanlar vardı. sınır kapısını geçen mülteci gibi hisettim kendimi. metroya bir şekilde bindik ama o daha da zorluydu. nefes alınmıyordu gerçekten içeride. yönetimin bu rezalete bir çare bulması gerekiyor.

    eve dönerken benim ve babamın suratında hep bir sırıtış vardı. hayatımızın en güzel günlerinden birini geçirmiştik...

    ne diyelim? alemlerin rabbisin galatasaray.
  • 285
    evet çok güzeldi, goller süperdi, liverpool gibi bir devi sahaya 3 tane sallayarak gömdük, selçuk muhteşem, baros harika, elmander ne koydu, ujfalusi iyi bindiriyor, pres falan hepsi çok güzel de bu neticede bir hazırlık maçı ve atak bile yaptırmadığımız liverpool karşısında dahi bu defans güven vermedi bana. fatih hoca yediğinden fazlasını atacak bir takım yaratmış ama yine de bu iş servet ve gökhanla olmaz.
  • 287
    bu maçta takımın iyi oynamasının yanında bana göre en önemli şey fatih terim'in gökhan zan carrol'u kaçırdığında onu azarlaması, oyun durunca hemen yanına çağırıp 2 dakika boyunca onunla konuşması hatasını anlatması ve hakan balta'nın vasat altı performansından sonra çağlar'ı ısınmaya yollaması.

    fatih hoca ben burdayım, her şeyin farkındayım diyor.
  • 288
    galatasaray – liverpool : 3-0 özlemişim !

    galibiyet güzel şey. bu klasik girişten sonra söylemek istediğim ilk şey: özlemişim. galatasaray'ı, fatih terim'i, tribünde maç izlemeyi ve böyle oynayan bir galatasaray'ı. aylardır takımı izleyemiyordum hele ki bu kadar iştahlı, çabalayan galatasaray'ı yıllardır izlemiyordum.

    geçen sezondan farklı sadece 3 oyuncu ile sahadaydı takım. melo, selçuk ve ujfalusi. sadece 3 adam bir takımda bu kadar fark edebilir mi, edebilir tabii. ama aslında fark 3 adamla sınırlı değil. ujfalusi'yi sağ beke alıp sabri'yi orta sahanın askeri yapınca, 4 kişilik bir farktan bahsedebiliriz. yine de hesap yanlış olur. takımı bu kadar iştahlı oynatan, kadroyu kuran adamı, fatih terim'i de ekleyince sayının aslında 5 olduğu görülür. bir takımın yarısı !

    diziliş, taktik, oyuncuların performansını bir dolu yazar, blogger falan yazmıştır nasılsa, ben bu konuya girmeyeceğim. gördüğüm başka şeyleri paylaşmak isterim, beğen butonuna basınız:)

    takımın pas yaptığını hep beraber gördük. demek ki, kalecinin bile pas yaptığı bir tarz olmasa da pas yapılabiliyormuş. bunu biz zaten biliyorduk da, bazıları total futbol ve rijkaard olmazsa pas yapılamaz algısı oluşturmuştu, bazı futbolseverler üzerinde. pas organizasyonundaki en kritik bölge orta sahanın ortasıdır, her zaman. selçuk ve melo işte bu işe yaradılar dün. pas verdiler, yanaşıp pası geri aldılar. topun durduğunu, futbolcuların ayağında gevelendiğini görmedik, orta sahada. orta sahada diye özellikle belirtiyorum, çünkü forvette topu gevelemek gerekir bazen. hele ceza sahası içinde futbolcunun bireysel becerileri sonuna kadar serbesttir. bu özgürlük adamına göre verilir tabii.
    selçuk tek başına bir takımın pas yapmasını sağlamış olabilir mi? olabilir tabii. ancak unutmamak lazım, elano ve misimoviç aynı işe yarayabilirdi, sabir veya neill orta sahaya kaydırılabilirdi. rijkaard bunları denemedi. hagi bunları denedi ama o zaman da elinde elano yoktu, misimoviç'i ise göndermişti.

    dün akşam kaleciye veya stoperlerin dibine kadar yanaşıp pas alan orta saha olmadı. pas kaleciden stoperlere, onlardan ya beklere ya da orta sahadaki adamlara geçti, olması gerektiği gibi. stoperlerin paniklediklerini görmedik veya mesela servet'in topu alıp taşımaya çalışmasını. çünkü artık orta sahada korkmadan pas atacakları adamlar var. eskiden en çok eleştirdiğim şeylerden biri, arkasında rakip olan adamına pas atmaktan korkmaktı. sadece arda ve elano böyle paslar alabiliyordu. şimdi selçuk ve melo devrede bu pasları almak için. çünkü oyuncular artık “topu kaptırırlar” korkusu yaşamıyor. pası veriyor, en kötü geri alıyorlar, önceden bundan korkuyorlardı.
    selçuk ve melo'nun orta ahayı kapatma, oyun kurma dışında en büyük katkıları bu, az buz katkı değil, tahmin edilemeyecek kadar önemli.

    takım yavaş yavaş özgüvenini kazanıyor. kenarda onları hem iyi çalıştıran, hem taktiği iyi kuran hem de maça psikolojik olarak hazırlayan biri var. daha önce defalarca başarmış bir adam. öyle milyar dolarlık takımlarla değil. mesela 2000 galatasaray'ı. önce avrupa çapında mütevazi bir kadroydu 1996 sezonuna başlarken. 2000 sezonu biterken pırıl parlayan futbolculardan oluşan bir kadroydu. mesela suat, okan, emre, hakan şükür, hakan ünsal, ergün penbe ve daha bir dolu futbolcu önceden de vardı, ama hiç böyle parlamamışlardı.
    geçenlerde böyle bir muhabbet oldu da aklıma geldi yazayım istedim. fatih terim'in pinto ve felipe'yi parlatmak için aldığı ama beceremediği söylendi de, ben de bir de parlattıklarına bakalım istersen demiştim, eksik kalmasın sitede bulunsun.

    fatih terim'le ilgili mevzu, “topçu hata yaptığında kenara şöyle bir korkuyla bakar” cümlesindeki gibi korku temelli değil, bilmem farkında mısınız? ben fatih hocanın finlandiyada metin yıldız'ı dövmesinden sonra başka birini dövdüğü duymadım, seneler 80lerin başı olmalı. mevzu otorite ve saygı mevzusu. daha önce başarmış olan adama olan saygı. daha önce hiçbir futbolcusunu medyaya yem etmemiş olan, hiçbir futbolcusuna saygısızlık etmemiş olan adama saygı. aradaki farkı anlayabildik mi? yöneticilerle, medyayla olan yer yer sertleşen ilişkisiyle, futbolcularıyla olan ilişkisini karıştırmayalım.

    neyse, yine sahanın içine gelelim. basit bir örnek. kuyt ikinci devre, ceza sahasında balta'nın belinden su çekmek için sondaj yaptı, fatih hoca “çağlar gel yavrum” dedi, balta'ya kementi attı, kenera aldı. 18 içinde o kadar basit ve rezilce bir çalım yenmez. balta ile ilgili ümitlerim gittikçe tükeniyor. eskiden fatih akyel böyle yapardı, oyun içinde izlemeye dalardı, adamını kaçırırdı. balta da, halı sahadaki ihtiyarlar gibi (asla ben değilim) pozisyondan uzak kalınca oyunu izlemeye koyuluyor ya da jog halinde geriye koşar gibi yapıyor. bu gidişle takımda yer bulması zor ki mümkünse bulamasın. çağlar alındığında çok umutluydum, hayal kırıklığı yaşatıyor bana. bir diğer hayal kırıklığım gökhan zan. ilerde basan, savunmasını orta sahaya çıkarmış bir takımda servet'ten daha faydalı olacağını düşünmüştüm, olmuyor. nadir gelen liverpool tehlikelerinden adamı carroll her topa vurmayı başardı(kötü de olsa). tehlike yaratamadı ama o adam o topa değmemeli bile.

    dün gece şaşkınlıktan hiç gole sevinemedim adam gibi. bilenler bilir, atlarım zıplarım gollerde. ama dün hem ben hem de etrafımdaki arkadaşların neredeyse hepsi elimizi ağzımıza götürüp şaşırdık kaldık yapılanlara. arka arkaya yapılan paslar, doğru yerde alınan riskler ve zorlamalar ve elbette ilk dakikadan son dakikaya kadar yapılan pres bizi şaşırttı. özlemişiz yahu böyle oynayan takımı.

    baros, eski günlerine dönüyor. eskisi gibi uğraşan, didinen, zorlayan adam olma yolunda. takım iyi oldukça o da iyi olacaktır. arkadaşlarıyla, hakemle, rakiple gereksiz didişmeyen bir baros çok iş yapar. bunlardan vazgeçmesini bekleyin, adam enerjisini biraz da bu didişmelerde yükselen adrenalininden alıyor. birisi demiş ki, bırakın sinirleriniz sizin için çalışsın, baros böyle bir adam.

    son 15 dakika diri oyuna giren ayhan'ın nasıl işe yaradığını gördünüz mü? geriye gelip top almak zorunda değil, alıp yanındakine veriyor. son golde elmander'e attığı pası da unutmayın, ondan önce sabri ile beraber pres yaparak topu kaptıklarını da.

    iştah, pres falan filan tamam da, maçın asıl görüntüsü melo'nun ilk yarının son dakikasında sakatlandığında oluştu. bütün takım melo'nun başına gitti, bir şey var mı diye. takım oluyoruz yavaş yavaş, son senelerde görmediğimiz bir şeydi bu. gerçi bazı münafıklar (bakınız: captano) “yok lan melo için değil, masörün getirdiği su için gittiler adamın başına” dedi ama, inanmayın.

    bu takım ligde iş yapar. hırsını, iştahını, coşkusunu korduktan sonra ligi götürür. ama yine de birkaç transferle eksiksiz bir takım olacaktır. bir sol bek, bir stoper bir de santrafor alınırsa eksiği kalmaz. sol bek ve stoper direkt oynayacak adamlar, santrafor ise yedek bekleyebilecek biri olabilir.

    ne demiştik, galibiyet güzel şey.
  • 289
    adnan kardeşlerin takımı düşürdüğü hal nedeniyle ikisi de ayrılmadan stada gitmeme kararımdan dolayı takımla hasret giderdiğim maçtır. ayrıca kızımı ilk defa stada götürdüğüm maçtır. atmosfer güzel, stat güzel, seyirci güzel takım güzel ve en güzeli oynanan futbol güzel, hazırlık maçı olmasına rağmen futbolcular istekli, hırslı. koşuyor, basıyor, ısırıyor. tek kötü olan 2 gol kuzey tribün tarafındaki kaleye atıldı. hatta ilk yarı maç o bölümde oynandı. biz kızımla güney tribündeydik. ve stadın hala çözülememiş olan çıkış çilesi. doyamadım sana galatasarayım doyamadım ne sana ne stada ne taraftara ne de adeta küllerinden yeniden doğmuş ruhuna doyamadım
  • 293
    takımın çok rahat oynadığını gördüğüm maç. pas yapmak, gol pozisyonuna girmek, topları defanstan uzaklaştırmak için kılı kırk yaran bir galatasaray yoktu sahada. bu maçta oynadığımız futbolu önümüzdeki sezon boyunca her maç oynasak, derbiler dışında ki maçların çoğunu yine böyle skorlarla rahatça alırız. gerçi bu sene bence derbi falan olamayacak ama o başka mesele.
  • 294
    galatasaray taraftarının galatasaray futbol takımıyla barışmasıyla başlayan futbol maçıdır. bakın özellikle barıştığı maç değil barışmasıyla başlayan diyorum. fatih terimin geri gelmesinin de beni en çok sevindirdiği nokta buydu zaten. takıma ve taraftara kaybedilen* havayı geri getirecek tek isim kendisiydi. konuşmak için çok erken ama doğru yolda olduğumuzu söyleyebiliriz.

    takım ilk yarıda öyle bir saldırdı ki liverpool fcli oyuncular topu almaya korkar oldular.

    orta sahada her topun selçuk inana değmeden ileri gitmemesi şahsen bana inanılmaz bir güven veriyor umuyorum ki vermeye de devam edecek.

    tomas ujfalusi transferine burun kıvıran arkadaşlarımız da umarım yavaş yavaş fikirlerini değiştireceklerdir. kendisi zira iki kişilik transferdir kendisi dışında sabri sarıoğlunu da orta sahaya kaydırmış ve can vermiştir.

    milan baros gibi kalbiyle gönlüyle oynayan bir futbolcunun sezona iki gol ile başlaması vatandaşının yanında bulunması ekstra motivasyon olacaktır.

    felipe melo eğer başladığı gibi devam ederse rakiplere çok üzülüyorum sabri sarıoğlu ve bu adamın pres yaptığı herhangi bir takımın düşünme, oyun kurma, top tutma gibi şansı pek olmayacak.*
App Store'dan indirin Google Play'den alın