hayatımın en güzel dakikalarını, belki de gününü yaşatan karşılaşmadır.
ankara'da yaşayan biri olduğum için bilet bulma sıkıntısı yaşacağımı düşünüyordum. bu yüzden haftalardır biletleri takip ediyordum. biletlerin ankara'da da satışa çıkacağını öğrenen ben 27 temmuz 2011 çarşamba günü saat 9'da bilet alacağım yerin kapısına dikilmiştim. bilet alacağım yer kitabevi olduğundan
* 2 saatlik kitap karıştırma mesaisinin ardından biletimi pegasus 2. kattan almıştım babamla beraber. geriye kalan gün boyunca ankara'da maç için üretilen "sınırlı sayıdaki" galatasaray - liverpool atkısını aradım ama bulamadım. sağlık olsun deyip geçtim.
sabah 09.30 otobüsüne binip istanbul'a doğru yola koyuldum. benim adıma iğrenç bir yolculuktu. koltukların dikliği nedeniyle 1 damla bile uyuyamadım. yolculuğun sonlarına doğru iyice bunaldığımı fark eden babam "2 saat sonra stadın orada göreceğim ben seni" demişti.
* otobüsten indikten sonra kavacık'tan 4. levent servisine binip stada ulaşacağımız metroya geçtik. bu sırada zonguldaklı bir elemanla tanıştık. adam maça 2 tane kocaman bavulla gelmiş. bileti yok. ama daha sonra kendisini statta görünce dumura uğradık.
*malum istanbul'un yabancısıyız. tedarikli davranalım dedik, jetonu falan önceden aldık. daha maça saatler olduğu için internetten bulduğumuz
tahtasaray adlı mekana geçtik. tahtasaray göğüsleri ve kalçaları dolgun alımlı bir bayandı... pardon,yanlış oldu.
* internette orada hep galatasaraylıların takıldığını okumuştum, hakkaten de öyleymiş. gerçi maç öncesi yemek yemeye gelen bir ben bir de babam vardı. diğer herkes maçı orada izlemeye gelmişti.
** adeta double penetration yapan hesabı ödedikten sonra stada giden metroya bindik.
heyecandan elim ayağım titremeye, midem bulanmaya başlamıştı. stadı ilk defa uzaktan öyle görünce kendimden geçmiştim açıkçası. saat tam 18.30'du kapı önüne geldiğimizde ama maç sonrası da bize yeterince zorluk çıkaracağından haberimiz olmayan emniyet kapıları yarım saat geç açmayı tercih etti. liverpool maçı için üretilen atkılardan bulamadığımı söylemiştim. stad önünde sahtesini satıyorlardı. dayanamadım, aldım. ardından stada girdik. valla babam da ben de afallamıştık kelimenin tam anlamıyla. stad şimdilik bomboştu ama o kadar heybetli görünüyordu ki. ilk bilette gösterilen yere oturmaya çalıştık ama sonra bir grup gelip bizi "kafanıza göre takılın" şeklinde uyarmıştı. biz de o grupla ortalarda bir yere geçmiştik.
dakikalar geçiyordu ama stad pek dolacak gibi durmuyordu. içimden "lan o kadar biletler bitti, nerede bu millet" diye geçiriyordum. ardından 20.30 gibi yeni transferlerimizin tanıtımı başladı. stad da iyiden iyiye doluyordu. tanıtımın ardından bir ara "you'll never walk alone" çaldılar ama herkes yuhalayınca kesildi. ilk başta liverpool formasıyla gelen arkadaşlara falan ılımlı bakıyordum ama liverpool sahaya öyle bir çıktı ki uyuz oldum. malezya, endonezya falan sandılar bizi heralde...
ardından bizim takım çıktı ve bizim tribün iyice ayaklandı. muhteşem bir ortam vardı. öylesine etkilenmiştik ki babamın da benim de gözleri dolmuştu. megadave06 ile statta ufak bir görüşmemiz oldu. ardından galiba sözlük tayfası pegasus 2. katın yukarılarına doğru geldi. eğer sapık sapık sizi izleyen birini fark ettiyseniz o bendim.
* ardından maç ve maçla beraber inanılmaz bir destek başladı. şu dev ultraslan bayrağı üstümüzden geçerken "allah'ım nolur bir terslik çıkmasın" diye dua ediyordum. zira bayrağı yukarıda tutanlar görevli falan değil bildiğimiz çocuk - yaşlı karışık insanlardı ama çok şükür bir sıkıntı olmadı.
17 yıllık hayatımda 10-20 maça gitmişimdir ama böyle bir atmosfer hakkaten görmedim. 40 bine yakın insan vardı stadyumda. tribünler arası koordinasyon baya iyiydi. liverpool'u kimse tribüne falan çağırmadı. maç başlamadan birkaç dilenci kendini gösterse de you'll never walk alone'un hayvanlar gibi ıslıklanmasıyla zaten gerekli mesaj verilmişti. şöyle düşünelim... biz kendi stadımızda şimdi you'll never walk alone çalıyoruz ancak anfield road'da liverpool ile hazırlık maçı yapsak adamlar galatasaray marşı çalacak mı orada? hepimiz biliyoruz ki hayır. o zaman burada şakşakçılık yapmaya gerek yok. her neyse.
durmadan bağırıyorduk ama gözümüzün ucuyla da maça bakma fırsatı yakalıyorduk ara ara. takım hakkaten güzel top oynuyordu. karşımızda bizi zorlayacak bir liverpool yoktu. özellikle ilk yarı ama olsun. yine de
imparator'un takım üzerindeki etkisi her haliyle belliydi.
baros, baros, elmander...
elmander'in golünden önce de stattan ayrılanlar için de aklımdan "inşallah gol olur da göremezler" diye geçirmiştim. eminim bunu birçok kişi yapmıştır.
*nevizade geceleri ayrıca müthişti...
harika atmosferin ardından maalasef maç bitmişti. dönüşün sıkıntılı olacağının farkındaydım ancak bu kadar olacağını tahmin etmemiştim. stad çıkışındaki metro girişleri kapatılmıştı. yüzlerce insan kapıda bekliyordu. bir de tellere, kapılara tırmanıp diğer tarafa atlayanlar vardı. sınır kapısını geçen mülteci gibi hisettim kendimi. metroya bir şekilde bindik ama o daha da zorluydu. nefes alınmıyordu gerçekten içeride. yönetimin bu rezalete bir çare bulması gerekiyor.
eve dönerken benim ve babamın suratında hep bir sırıtış vardı. hayatımızın en güzel günlerinden birini geçirmiştik...
ne diyelim? alemlerin rabbisin galatasaray.