288
galatasaray – liverpool : 3-0 özlemişim !
galibiyet güzel şey. bu klasik girişten sonra söylemek istediğim ilk şey: özlemişim. galatasaray'ı, fatih terim'i, tribünde maç izlemeyi ve böyle oynayan bir galatasaray'ı. aylardır takımı izleyemiyordum hele ki bu kadar iştahlı, çabalayan galatasaray'ı yıllardır izlemiyordum.
geçen sezondan farklı sadece 3 oyuncu ile sahadaydı takım. melo, selçuk ve ujfalusi. sadece 3 adam bir takımda bu kadar fark edebilir mi, edebilir tabii. ama aslında fark 3 adamla sınırlı değil. ujfalusi'yi sağ beke alıp sabri'yi orta sahanın askeri yapınca, 4 kişilik bir farktan bahsedebiliriz. yine de hesap yanlış olur. takımı bu kadar iştahlı oynatan, kadroyu kuran adamı, fatih terim'i de ekleyince sayının aslında 5 olduğu görülür. bir takımın yarısı !
diziliş, taktik, oyuncuların performansını bir dolu yazar, blogger falan yazmıştır nasılsa, ben bu konuya girmeyeceğim. gördüğüm başka şeyleri paylaşmak isterim, beğen butonuna basınız:)
takımın pas yaptığını hep beraber gördük. demek ki, kalecinin bile pas yaptığı bir tarz olmasa da pas yapılabiliyormuş. bunu biz zaten biliyorduk da, bazıları total futbol ve rijkaard olmazsa pas yapılamaz algısı oluşturmuştu, bazı futbolseverler üzerinde. pas organizasyonundaki en kritik bölge orta sahanın ortasıdır, her zaman. selçuk ve melo işte bu işe yaradılar dün. pas verdiler, yanaşıp pası geri aldılar. topun durduğunu, futbolcuların ayağında gevelendiğini görmedik, orta sahada. orta sahada diye özellikle belirtiyorum, çünkü forvette topu gevelemek gerekir bazen. hele ceza sahası içinde futbolcunun bireysel becerileri sonuna kadar serbesttir. bu özgürlük adamına göre verilir tabii.
selçuk tek başına bir takımın pas yapmasını sağlamış olabilir mi? olabilir tabii. ancak unutmamak lazım, elano ve misimoviç aynı işe yarayabilirdi, sabir veya neill orta sahaya kaydırılabilirdi. rijkaard bunları denemedi. hagi bunları denedi ama o zaman da elinde elano yoktu, misimoviç'i ise göndermişti.
dün akşam kaleciye veya stoperlerin dibine kadar yanaşıp pas alan orta saha olmadı. pas kaleciden stoperlere, onlardan ya beklere ya da orta sahadaki adamlara geçti, olması gerektiği gibi. stoperlerin paniklediklerini görmedik veya mesela servet'in topu alıp taşımaya çalışmasını. çünkü artık orta sahada korkmadan pas atacakları adamlar var. eskiden en çok eleştirdiğim şeylerden biri, arkasında rakip olan adamına pas atmaktan korkmaktı. sadece arda ve elano böyle paslar alabiliyordu. şimdi selçuk ve melo devrede bu pasları almak için. çünkü oyuncular artık “topu kaptırırlar” korkusu yaşamıyor. pası veriyor, en kötü geri alıyorlar, önceden bundan korkuyorlardı.
selçuk ve melo'nun orta ahayı kapatma, oyun kurma dışında en büyük katkıları bu, az buz katkı değil, tahmin edilemeyecek kadar önemli.
takım yavaş yavaş özgüvenini kazanıyor. kenarda onları hem iyi çalıştıran, hem taktiği iyi kuran hem de maça psikolojik olarak hazırlayan biri var. daha önce defalarca başarmış bir adam. öyle milyar dolarlık takımlarla değil. mesela 2000 galatasaray'ı. önce avrupa çapında mütevazi bir kadroydu 1996 sezonuna başlarken. 2000 sezonu biterken pırıl parlayan futbolculardan oluşan bir kadroydu. mesela suat, okan, emre, hakan şükür, hakan ünsal, ergün penbe ve daha bir dolu futbolcu önceden de vardı, ama hiç böyle parlamamışlardı.
geçenlerde böyle bir muhabbet oldu da aklıma geldi yazayım istedim. fatih terim'in pinto ve felipe'yi parlatmak için aldığı ama beceremediği söylendi de, ben de bir de parlattıklarına bakalım istersen demiştim, eksik kalmasın sitede bulunsun.
fatih terim'le ilgili mevzu, “topçu hata yaptığında kenara şöyle bir korkuyla bakar” cümlesindeki gibi korku temelli değil, bilmem farkında mısınız? ben fatih hocanın finlandiyada metin yıldız'ı dövmesinden sonra başka birini dövdüğü duymadım, seneler 80lerin başı olmalı. mevzu otorite ve saygı mevzusu. daha önce başarmış olan adama olan saygı. daha önce hiçbir futbolcusunu medyaya yem etmemiş olan, hiçbir futbolcusuna saygısızlık etmemiş olan adama saygı. aradaki farkı anlayabildik mi? yöneticilerle, medyayla olan yer yer sertleşen ilişkisiyle, futbolcularıyla olan ilişkisini karıştırmayalım.
neyse, yine sahanın içine gelelim. basit bir örnek. kuyt ikinci devre, ceza sahasında balta'nın belinden su çekmek için sondaj yaptı, fatih hoca “çağlar gel yavrum” dedi, balta'ya kementi attı, kenera aldı. 18 içinde o kadar basit ve rezilce bir çalım yenmez. balta ile ilgili ümitlerim gittikçe tükeniyor. eskiden fatih akyel böyle yapardı, oyun içinde izlemeye dalardı, adamını kaçırırdı. balta da, halı sahadaki ihtiyarlar gibi (asla ben değilim) pozisyondan uzak kalınca oyunu izlemeye koyuluyor ya da jog halinde geriye koşar gibi yapıyor. bu gidişle takımda yer bulması zor ki mümkünse bulamasın. çağlar alındığında çok umutluydum, hayal kırıklığı yaşatıyor bana. bir diğer hayal kırıklığım gökhan zan. ilerde basan, savunmasını orta sahaya çıkarmış bir takımda servet'ten daha faydalı olacağını düşünmüştüm, olmuyor. nadir gelen liverpool tehlikelerinden adamı carroll her topa vurmayı başardı(kötü de olsa). tehlike yaratamadı ama o adam o topa değmemeli bile.
dün gece şaşkınlıktan hiç gole sevinemedim adam gibi. bilenler bilir, atlarım zıplarım gollerde. ama dün hem ben hem de etrafımdaki arkadaşların neredeyse hepsi elimizi ağzımıza götürüp şaşırdık kaldık yapılanlara. arka arkaya yapılan paslar, doğru yerde alınan riskler ve zorlamalar ve elbette ilk dakikadan son dakikaya kadar yapılan pres bizi şaşırttı. özlemişiz yahu böyle oynayan takımı.
baros, eski günlerine dönüyor. eskisi gibi uğraşan, didinen, zorlayan adam olma yolunda. takım iyi oldukça o da iyi olacaktır. arkadaşlarıyla, hakemle, rakiple gereksiz didişmeyen bir baros çok iş yapar. bunlardan vazgeçmesini bekleyin, adam enerjisini biraz da bu didişmelerde yükselen adrenalininden alıyor. birisi demiş ki, bırakın sinirleriniz sizin için çalışsın, baros böyle bir adam.
son 15 dakika diri oyuna giren ayhan'ın nasıl işe yaradığını gördünüz mü? geriye gelip top almak zorunda değil, alıp yanındakine veriyor. son golde elmander'e attığı pası da unutmayın, ondan önce sabri ile beraber pres yaparak topu kaptıklarını da.
iştah, pres falan filan tamam da, maçın asıl görüntüsü melo'nun ilk yarının son dakikasında sakatlandığında oluştu. bütün takım melo'nun başına gitti, bir şey var mı diye. takım oluyoruz yavaş yavaş, son senelerde görmediğimiz bir şeydi bu. gerçi bazı münafıklar (bakınız: captano) “yok lan melo için değil, masörün getirdiği su için gittiler adamın başına” dedi ama, inanmayın.
bu takım ligde iş yapar. hırsını, iştahını, coşkusunu korduktan sonra ligi götürür. ama yine de birkaç transferle eksiksiz bir takım olacaktır. bir sol bek, bir stoper bir de santrafor alınırsa eksiği kalmaz. sol bek ve stoper direkt oynayacak adamlar, santrafor ise yedek bekleyebilecek biri olabilir.
ne demiştik, galibiyet güzel şey.
galibiyet güzel şey. bu klasik girişten sonra söylemek istediğim ilk şey: özlemişim. galatasaray'ı, fatih terim'i, tribünde maç izlemeyi ve böyle oynayan bir galatasaray'ı. aylardır takımı izleyemiyordum hele ki bu kadar iştahlı, çabalayan galatasaray'ı yıllardır izlemiyordum.
geçen sezondan farklı sadece 3 oyuncu ile sahadaydı takım. melo, selçuk ve ujfalusi. sadece 3 adam bir takımda bu kadar fark edebilir mi, edebilir tabii. ama aslında fark 3 adamla sınırlı değil. ujfalusi'yi sağ beke alıp sabri'yi orta sahanın askeri yapınca, 4 kişilik bir farktan bahsedebiliriz. yine de hesap yanlış olur. takımı bu kadar iştahlı oynatan, kadroyu kuran adamı, fatih terim'i de ekleyince sayının aslında 5 olduğu görülür. bir takımın yarısı !
diziliş, taktik, oyuncuların performansını bir dolu yazar, blogger falan yazmıştır nasılsa, ben bu konuya girmeyeceğim. gördüğüm başka şeyleri paylaşmak isterim, beğen butonuna basınız:)
takımın pas yaptığını hep beraber gördük. demek ki, kalecinin bile pas yaptığı bir tarz olmasa da pas yapılabiliyormuş. bunu biz zaten biliyorduk da, bazıları total futbol ve rijkaard olmazsa pas yapılamaz algısı oluşturmuştu, bazı futbolseverler üzerinde. pas organizasyonundaki en kritik bölge orta sahanın ortasıdır, her zaman. selçuk ve melo işte bu işe yaradılar dün. pas verdiler, yanaşıp pası geri aldılar. topun durduğunu, futbolcuların ayağında gevelendiğini görmedik, orta sahada. orta sahada diye özellikle belirtiyorum, çünkü forvette topu gevelemek gerekir bazen. hele ceza sahası içinde futbolcunun bireysel becerileri sonuna kadar serbesttir. bu özgürlük adamına göre verilir tabii.
selçuk tek başına bir takımın pas yapmasını sağlamış olabilir mi? olabilir tabii. ancak unutmamak lazım, elano ve misimoviç aynı işe yarayabilirdi, sabir veya neill orta sahaya kaydırılabilirdi. rijkaard bunları denemedi. hagi bunları denedi ama o zaman da elinde elano yoktu, misimoviç'i ise göndermişti.
dün akşam kaleciye veya stoperlerin dibine kadar yanaşıp pas alan orta saha olmadı. pas kaleciden stoperlere, onlardan ya beklere ya da orta sahadaki adamlara geçti, olması gerektiği gibi. stoperlerin paniklediklerini görmedik veya mesela servet'in topu alıp taşımaya çalışmasını. çünkü artık orta sahada korkmadan pas atacakları adamlar var. eskiden en çok eleştirdiğim şeylerden biri, arkasında rakip olan adamına pas atmaktan korkmaktı. sadece arda ve elano böyle paslar alabiliyordu. şimdi selçuk ve melo devrede bu pasları almak için. çünkü oyuncular artık “topu kaptırırlar” korkusu yaşamıyor. pası veriyor, en kötü geri alıyorlar, önceden bundan korkuyorlardı.
selçuk ve melo'nun orta ahayı kapatma, oyun kurma dışında en büyük katkıları bu, az buz katkı değil, tahmin edilemeyecek kadar önemli.
takım yavaş yavaş özgüvenini kazanıyor. kenarda onları hem iyi çalıştıran, hem taktiği iyi kuran hem de maça psikolojik olarak hazırlayan biri var. daha önce defalarca başarmış bir adam. öyle milyar dolarlık takımlarla değil. mesela 2000 galatasaray'ı. önce avrupa çapında mütevazi bir kadroydu 1996 sezonuna başlarken. 2000 sezonu biterken pırıl parlayan futbolculardan oluşan bir kadroydu. mesela suat, okan, emre, hakan şükür, hakan ünsal, ergün penbe ve daha bir dolu futbolcu önceden de vardı, ama hiç böyle parlamamışlardı.
geçenlerde böyle bir muhabbet oldu da aklıma geldi yazayım istedim. fatih terim'in pinto ve felipe'yi parlatmak için aldığı ama beceremediği söylendi de, ben de bir de parlattıklarına bakalım istersen demiştim, eksik kalmasın sitede bulunsun.
fatih terim'le ilgili mevzu, “topçu hata yaptığında kenara şöyle bir korkuyla bakar” cümlesindeki gibi korku temelli değil, bilmem farkında mısınız? ben fatih hocanın finlandiyada metin yıldız'ı dövmesinden sonra başka birini dövdüğü duymadım, seneler 80lerin başı olmalı. mevzu otorite ve saygı mevzusu. daha önce başarmış olan adama olan saygı. daha önce hiçbir futbolcusunu medyaya yem etmemiş olan, hiçbir futbolcusuna saygısızlık etmemiş olan adama saygı. aradaki farkı anlayabildik mi? yöneticilerle, medyayla olan yer yer sertleşen ilişkisiyle, futbolcularıyla olan ilişkisini karıştırmayalım.
neyse, yine sahanın içine gelelim. basit bir örnek. kuyt ikinci devre, ceza sahasında balta'nın belinden su çekmek için sondaj yaptı, fatih hoca “çağlar gel yavrum” dedi, balta'ya kementi attı, kenera aldı. 18 içinde o kadar basit ve rezilce bir çalım yenmez. balta ile ilgili ümitlerim gittikçe tükeniyor. eskiden fatih akyel böyle yapardı, oyun içinde izlemeye dalardı, adamını kaçırırdı. balta da, halı sahadaki ihtiyarlar gibi (asla ben değilim) pozisyondan uzak kalınca oyunu izlemeye koyuluyor ya da jog halinde geriye koşar gibi yapıyor. bu gidişle takımda yer bulması zor ki mümkünse bulamasın. çağlar alındığında çok umutluydum, hayal kırıklığı yaşatıyor bana. bir diğer hayal kırıklığım gökhan zan. ilerde basan, savunmasını orta sahaya çıkarmış bir takımda servet'ten daha faydalı olacağını düşünmüştüm, olmuyor. nadir gelen liverpool tehlikelerinden adamı carroll her topa vurmayı başardı(kötü de olsa). tehlike yaratamadı ama o adam o topa değmemeli bile.
dün gece şaşkınlıktan hiç gole sevinemedim adam gibi. bilenler bilir, atlarım zıplarım gollerde. ama dün hem ben hem de etrafımdaki arkadaşların neredeyse hepsi elimizi ağzımıza götürüp şaşırdık kaldık yapılanlara. arka arkaya yapılan paslar, doğru yerde alınan riskler ve zorlamalar ve elbette ilk dakikadan son dakikaya kadar yapılan pres bizi şaşırttı. özlemişiz yahu böyle oynayan takımı.
baros, eski günlerine dönüyor. eskisi gibi uğraşan, didinen, zorlayan adam olma yolunda. takım iyi oldukça o da iyi olacaktır. arkadaşlarıyla, hakemle, rakiple gereksiz didişmeyen bir baros çok iş yapar. bunlardan vazgeçmesini bekleyin, adam enerjisini biraz da bu didişmelerde yükselen adrenalininden alıyor. birisi demiş ki, bırakın sinirleriniz sizin için çalışsın, baros böyle bir adam.
son 15 dakika diri oyuna giren ayhan'ın nasıl işe yaradığını gördünüz mü? geriye gelip top almak zorunda değil, alıp yanındakine veriyor. son golde elmander'e attığı pası da unutmayın, ondan önce sabri ile beraber pres yaparak topu kaptıklarını da.
iştah, pres falan filan tamam da, maçın asıl görüntüsü melo'nun ilk yarının son dakikasında sakatlandığında oluştu. bütün takım melo'nun başına gitti, bir şey var mı diye. takım oluyoruz yavaş yavaş, son senelerde görmediğimiz bir şeydi bu. gerçi bazı münafıklar (bakınız: captano) “yok lan melo için değil, masörün getirdiği su için gittiler adamın başına” dedi ama, inanmayın.
bu takım ligde iş yapar. hırsını, iştahını, coşkusunu korduktan sonra ligi götürür. ama yine de birkaç transferle eksiksiz bir takım olacaktır. bir sol bek, bir stoper bir de santrafor alınırsa eksiği kalmaz. sol bek ve stoper direkt oynayacak adamlar, santrafor ise yedek bekleyebilecek biri olabilir.
ne demiştik, galibiyet güzel şey.