2011/2012 sezonu başladığında ankara kara havacılık okul komutanlığı'nda askerlik görevimi yapmaktaydım. tüm bir şike sürecini takip ettiğimiz rdm yazıhanesinin çay ocağındaki 37 ekran tüplü televizyon nasıl bir sezona girdiğimizi dinlediğimiz tek iletişim aracımızdı başlarda. sonraları, rütbeleri taktıktan sonra, erken dönem akıllı telefonlardan edinerek dijitalize olmuş, 37 ekran tüplü televizyonumuzu aldatmaya başlamıştık.
askerden döndükten kısa bir süre sonra istanbul üniversitesi'nde işe başlamış, bayrampaşa yıldırım mahallesi'nde sevimli bir çatı katına yerleşmiştim. saçma kamu mesaisini bitirip hafta sonunun gelişini iple çeker, sonrasında tüm bir sezonu birlikte izleyeceğimiz arkadaş grubumuzla stada gidemediğimiz maçları zeytinburnu'ndaki yol üstü büyük nargile kafelerde buluşur takip ederdik. nargilelerimizi, birlikte izlediğimiz hiç bir maçı kaybetmemiş olmanın verdiği güvenle fokurdatmaya başlamıştık bir süre sonra.
ligin son maçı olan bu derbiye vardığımızda hepimiz tedirgindik. maç sabahı başka arkadaşlarım da bana ulaşarak daha geniş bir grupla maç izlemeyi teklif etti. bir yanda kazasız belasız geliştirdiğimiz bilinçsiz totemin bozulacağı korkusu, diğer yandaysa maç sonu olası bir şampiyonluk kutlamasının delicesine kutlanışı arasında zaferin buğulu havasına kapılıp geniş bir gruba dahil olduk. bugün 2 kaymakam, 2 mülkiye müfettişi, 3 öğretim görevlisi, bir kaç müteşebbis ve bir kaç da beyaz yakalı olarak tanımlayabileceğimiz o grup, 9 yıl önce yalnızca taraftardı.
maç, çoğunluğun galatasaraylı olduğu bir kafede havanın sürekli olarak gerildiği bir ortamda başladı.
johan elmander'in ilk yarının ortalarında sakatlanmasıyla bizdeki gerginlik daha da artmıştı. o gerginlikle ilk yarıyı bitirdik. fena top oynamamakla birlikte hepimizin fikir birliğine vardığı esas nokta galatasaray'ın kadıköy'e şampiyon olmak için geldiği yönündeydi. oyuncuların çelik gibi sinirleri maça psikolojik olarak ne kadar iyi hazırlanıldığını anlatıyordu.
ikinci yarı da umduğumuz gibi başladı. oyunu tutabiliyor, baskın atak yemiyorduk. hele hele
issiar dia'nın 2. yarının ortalarında oyundan atılışıyla bizlerdeki gerginlik yerini rahatlamaya bırakırken, fenerbahçeliler'in ağızlarını olmadık küfürler doldurmaya başlamıştı.
fernando muslera'nın oyunu akıllıca soğutmaları, oyuncuların kontralara odaklanmasıyla maçın sonuna geldik.
aydın yılmaz ve
milan baros ile golü bulabileceğimiz atakları olgunlaştıramazken bizler bir yandan yerimizde duramıyor öte yandan 'aman nargileler kırılmasın!' telaşı yaşıyorduk. o sezonun ilk fenerbahçe maçında
emmanuel eboue'nin golüyle kırdığım nargile şişesi, o vakitten sonra beni bu konuda sürekli tedirgin hale getirmişti.
maçın son 15 dakikasında 4 kere tuvalete gittiğimi hatırlıyorum. her gidişim ne kadar tedirginse, her dönüşüm daha bir çarpıntılıydı.
o son topun dikilmesiyle gelen bitiş düdüğünün ardından aklımızı kaybediyorduk. 15 dakika süresince hep bir ağızdan söylenen marşların, şarkıların ardından koltuklarımıza yerleşip 'ulan şimdi ne yapacağız!' diyen bakışlarla birbirimizi süzdük. ertesi gün ales vardı, o yüzden 'çok abartmamalıyız!' dediğimi hatırlıyorum. fakat bunu söyledikten 15 dakika sonra e5'e inip
florya metin oktay tesisleri'nin yolunu çoktan tutmuştuk. florya metrobüs durağından ana cadde boyunca çılgın bir taraftar grubuyla tesislere vardık. ulan yarın sınav var endişesiyle karışık 'nasıl koyduk ama' coşkusu bugün bile tarif edilemez bir duygu benim için.
süreç uzadıkça uzamış, artık telefonların da şarjı bitmişti. kimin fikriydi bilmiyorum ama 'haydi içeri girelim!' diye ayaklandık birden. kimisi tellerin, kimisi ana demir kapının, kimisi de duvarların üzerinden atlayarak tesislere girmeye başladı. 15 dakikalık uğraşın arkasından antrenman sahasının ortasında otururken buldum kendimi. hep birlikte şarkılar söylediğimiz, sayısını tahmin edemeyeceğim ama epeyce kalabalık bir taraftar topluluğu antrenman sahasında takımı bekliyordu. o gece saat 02:30'a kadar florya'nın büyülü havasını ciğerlerime doldurdum. tüm bir nikotin stoğumuzu tüketişimizin ve kupayı kadıköy'de karanlıklar içinde kaldırdığımızın haberinin ardından tesislerden ayrıldım.
eve vardığımda sanırım saat 03:30'du ve ben ertesi sabah sınav için sabah 08:00'de kalkıp sınava gitmiştim. o güne kadar geçirdiğim en iyi ales'ti benim için. çok da iyi bir puan alarak olası tüm pişmanlığı da atlatıyordum.
bugün bakıp hatırladığımda hayatımın en unutulmaz günlerinden biriydi.
iyi ki varsın
galatasaray!