• 1018
    giriş cümlesinden aneliz'in* kalitesine hayran bıraktıran, kısa süreli bir şoktan sonra, bütün yazıyı hatmettiğim, hatmi çiçeği kılık spor yorumcusu. eylül aylarında açmaya başlayıp, mayısın son haftalarına doğru solangillerden. ey yüce isa, sen günahkar kullara yol göster!

    https://www.hurriyet.com.tr/...i-olacaktir-42288553

    bunun bir seviye üstü aneliz için ise örnek şu gösterilebilir. diego reyes. 1.88 cm boyunda ve sadece 52 kilo! gelecek adına süper bir yatırım.

    --- alıntı ---

    arda güler, yeryüzünde 6 bin 688 gün geçirmiş. dzeko ise 13 bin 612 günlük. yani dzeko, arda’nın iki katından büyük.

    --- alıntı ---

    vay camoka, bu ne yaman bir analiz yeteneğidir! uğur abi lütfen bana da öğret. şimdi yaşı 365 ile çarpıyoruz, ayı neyle çarpacağız, gün farkını falan nasıl hesaplayacağız.

    (bkz: mest oldum)
    (bkz: vallahi jest oldum)
    (bkz: oooooooo)
  • 939
    bu fenerlilerin iki modu var; normal mod, fenerli mod. normal modda sen ben gibi takılırlar, sohbet, muhabbet falan iyidir. fenerbahçe adı geçtiği an fenerli moda geçip diğer tüm özellikleri kapatıyorlar. sağduyu, adalet, etik vs kalmıyor. 28 şampiyonluk, fb cumhuriyeti, altı-sıfır, jesus futbol peygamberi gibi, vs... hepsi ama hepsi aynı, sanki tek kişiler. şalter fb konusu kapanana kadar kapalı. lojik çalışıyorlar, ortası yok.
  • 897
    yabancı sınırlamasıyla ilgili yorumu bence herkese ders olarak anlatılmalı: ''ben, mehmet arslan’ın haberini gördüğümde inanamadım, çünkü geçmişte denenmiş ve başarısız olmuş metotlara dönüşe anlam veremedim. defalarca söylediğimi yine tekrarlıyorum: burada yabancı rakibini geçip formayı alamayan yerli, uluslararası maçta aynı rakibini nasıl yenecek ki? ülkeye iphone-samsung girişini yasaklarsak en iyi telefonu biz mi üreteceğiz? yabancı sınırlanmamalı. onun yerine ilk 11’lere 2 tane u22 oyuncusu zorunluluğu geri gelmeli.''
  • 584
    --- galatasaray kadıköy'de neden kazanamıyor? ---
    aslında bu tarz seriler çok olağanüstü değil, sporun içinde var: atletico madrid’in 2003-2013 arası 22 maç real madrid’i hiç yenememesi... ya da real madrid’in, tam 18 yıl deportivo deplasmanında kazanamaması gibi. üstelik o süreçte, yani 90’lar ve 2000’lerde 3 kez de şampiyonlar ligi şampiyonu olmalarına rağmen... lâkin, galatasaray’ın başakşehir maçındaki tavrı, meselenin sportif olmaktan çok psikolojik olduğunu hissettirdi bana. bu yazının çıkış noktası da, 10 gün gecikmeli kaleme alınma nedeni de bu zaten.

    bence bu tarz serilere yakalanmış takımların çıkış metodu şu olmalı: eğer siz, büyük bir engelle karşılaşacaksanız ve esasında bu engeli aşacak kadar iyi olduğunuzu düşünüyorsanız, en önemli sır, sakin kalmaktır. o müsabakaya herhangi bir müsabaka sükunetinde bakabilmektir. kadıköy’e giderken, bunun sivas’a, bursa’ya, kopenhag’a veya kasımpaşa’ya gitmekten çok farklı olmadığına inanmak ve ekibinizi inandırabilmektir.

    neden değişir?
    eğer hamzaoğlu da buna inanıyorsa ve ekibini inandırmak istiyorsa, kadıköy’de takımını en sıradan, en kanıksanmış haliyle, ezberlendiği formda sahaya sürmeliydi. bakınız, hamzaoğlu’nun sahaya sürdüğü takımın iyiliğini/kötülüğünü, doğruluğunu/yanlışlığını tartışmıyorum. aslında mesele, galatasaray-fenerbahçe meselesi de değil. misalimiz, celtic-rangers ya da anderlecht-brugge de olabilirdi. aşağıdaki bilgilere de belçika ligi’nin derbisine bakıyormuşçasına uzaktan bakmaya çalışın lütfen.

    ligde 21’inci hafta. galatasaray, sivas deplasmanında. muslera-sabri, chedjou, koray, olcan-hamit, selçuk-bruma, sneijder, yasin-burak 11’i ile sahaya çıkmış... 3-2 kazanmış...

    derbiden bir hafta önce... 22’nci hafta. sarı-kırmızılılar, içeride erciyes’i ağırlamış. takım değişmemiş, sadece sakat burak yerine umut 11’e girmiş. galatasaray 3-1 kazanmış.

    derbiden 1 hafta sonra... 24’üncü hafta. galatasaray, içeride başakşehir’i ağırlamış. iki hafta önceki erciyes maçının aynı 11’ini sahaya sürmüş hamza hoca...

    21’inci hafta zorlu sivas deplasmanında aynı takım. 22’nci hafta nispeten zayıf erciyes’e karşı aynı takım. 24’üncü hafta, lig beşincisi sükseli başakşehir’e karşı aynı takım.

    eğer siz 3 farklı seviyeden 3 rakibe karşı; biri dışarıda, ikisi içeride, ikisi hücumcu, biri savunmacı 3 rakibe karşı, bire bir aynı 11’leri çıkarıyorsanız, sizin olağan 11’iniz bu demektir. ve fenerbahçe maçının öncesindeki 11’le, sonrasındaki 11, bire bir aynıyken, kadıköy’de takımı yarı yarıya değiştirmenin tek açıklaması olabilir: fenerbahçe deplasmanını, diğer 33 maçtan bambaşka bir yere koyuyorsunuz. öyleyse belki de bu yüzden kaybediyorsunuz işte... kadıköy deplasmanında doğal davranamadığınız için.

    umut’tu telles’ti, hakan’dı koray’dı detaylarına inmeden; türk derbisine yabancı bir amerikalıymışçasına dışarıdan baktığımda bunu görüyorum ben. bir hoca, 21, 22 ve 24’üncü haftalarda aynı takımla oynuyor; 23’te bambaşka tercihler yapıyorsa... 21 ve 22’de galip geldiği halde 23’te takımı yarı yarıya değiştiriyor, 24’te yine eski tercihlerine dönüyorsa... 23’te sakin kalamamıştır bence. oyuncularına da bu sükuneti geçirememiştir. problemlerinden biri de, muhtemelen en büyüğü de budur zannımca...

    --- alıntı ---
  • 854
    milli takımın başında terim varken ve kendisinin ipi çekilirken, hiç de adam gibi adamlar çetesi yüzünden bu hale geldik demiyordu. hatta o dönemde milli takımın dünya kupasına gitme ihtimalleri hala canlı idi. adam gibi adamlar çetesi istedi, fatih terim gönderildi dediğini görmedik, duymadık, ya da milli takımı bu hale onlar getirdi dediğini de. şu anda en futboldan anlamayan insanların bile lucescu'nun milli takımı rezil ettiğini görebildiği bu ortamda, belli ki kendisine lucescu'ya sahip çıkan bir yazı sipariş edilmiş.
  • 837
    --- alıntı ---
    muslera, dün 3 kez hakeme itiraz için kalesinden ayrıldı. 3 kez sarı kart görmeliydi. volkan demirel, kaç kez çıkıp böyle sarı kart gördü. muslera’nın ekstra bir kredisi oluyor. emre’nin kartında çıktı, mariano’nun kartında çıktı, bir tane de verilmeyen kartta çıktı. o yüzden kaleci kaptan riskli.

    --- alıntı ---

    muslera bahsettiği pozisyonlarda hakeme itiraz etmek için değil kazanılan serbest vuruşları kullanmak için kaleden ayrıldı. üçünde de serbest vuruşu o kullandı. hakeme de öyle şiddetli bir itirazı olmadı.

    spor camiasında rüştü gibi, oğuz çetin gibi, nihat gibi fatih terim nefretinin gerçek yüzünü ortaya çıkardığı kişilerden sadece 1 tanesidir kendisi.
  • 778
    kendisi net söylüyorum şu dakikadan itibaren benim için bitmiştir.
    1-0, 2-0 yenilgiyi şerefli galibiyet olarak adlandırılan dönemi kendisi şüphem yok benden daha iyi bilir.

    terim öyle bir takım aldı işte. kadro iyi der kimisi ama tanju, rıdvan, metin ali feyyaz dönemi içinde iyi diyorlardı ama sonuç ortada neyse.

    ve 96'da o küçümsedigi isveç'in son dünya 3. olduğunu, yarı finalde brezilya ya elendiğini ve 3-4 maçında staickov'lu bulgaristan'ı 4-0 yendiğini benden daha iyi bilir.

    ve o dönemi isveç 'in fransa'dan iyi takım olduğunuda.

    bunları biliyor!

    bu yaptığı onurlu bir insanın yapacağı iş değil. cidden hayal kırıklığına uğradım. keşke bu kadar kuculmeseydi.
  • 465
    zamanlaması manidar olan bir başka konuşmanın sahibi. kendisi aktif olarak uzunca süredir futbolun içinde bir isim. akıllı, futbol bilgisi piyasadakilere göre gerçekten iyi. 3 temmuzdan sonra ara ara tv programlarında konuk olarak bağlanıp, işi netleştiremedi pek. dedi ki, kesin bir delil yok. halbu ki herkes biliyor, spor hukuku için teşebbüs olması suç kabul edilir. meleke bunu bilmeyecek kadar aptal bir adam değil. bu durumda bile 1 kez olsun şikeciye şikeci diyememiş, trabzonspor'a hakkını verememiştir. hatta katıldığı bir programda beşiktaş fenerbahçe trabzonspor'dur bu işten sorumlu demişti. kayıtı bulursam eklerim. şikeciye şikeci diyemeyenler, uefa kararı yaklaştıkça ne hikmetse adaletin yanına, yakınına gelmeye başladılar. bir kez olsun trabzonspor'u, şenol hocayı köşesine mi taşımış? o kadar feryat etti şenol hoca, bir gün ona atıf yaparak adalete ses mi vermiş? yabancı dili olan meleke, yabancı kaynakları bugün mü okudu? tabii ki hayır... şimdi zamanını doğru buldu, şimdi konuştu. bu işten ekmek yiyen, yemek isteyen hiç kimse böyle bir ülkede mertçe ko-nu-şa-maz. ha yüreği olanlar zaten aç, halk onların yanında.

    gelelim başbakanla ilgili söylediklerine. bilen bilir,aynı zamanda ligtvde depar programında yorumcudur kendisi. orada defalarca kasımpaşaspor'un ne ihtişamlı tesislere sahip olduğundan bahsetti. bir kez olsun demedi? yahu arkadaş, dünyada bunun bir örneği yok, dernek yasaları ihlal edildi ve birileri geldi burada başkan-yönetici oldu. birileri bunlar için yasal zorunlulukları değiştirdi, nasıl olur da bu takım meşrudur diyemedi... 2.lig istatistiklerinde 3 maçta bir, rakiplerinin kırmızı kartlı olmasını, o kadar istatistiki bilgi tutmasına rağmen bir gün değinmedi... adamların stadının isminden, antreman sahalarına her yer başbakanın ismiyle donatıldı. hatta kemerburgaz tesislerinde fezadan görünen bir erdoğan vesikalığı asılı. bir gün olsun, ağzını açıp tek kelime etmedi. gazetenden bir gün olsun, emre belözoğlu hayasız, onursuz sahalara yakışmıyor diyemedi. mertlik mi? aydın kişilik mi? nazılı ılıcak'ı bilen, takip eden dostlar vardır. dünün şakşakçılığını yapanlar, bugün gemiyi terkedenler kervanında, ilk tekmeyi biz atıcaz yarışı içerisindeler.

    artık herkes kimin ne olduğunu görmüşken, televizyona çıkıp insani reflekslerle bir duruş sergilemesi sadece benim yüzümü gülümsetir. ortalama zekaya sahip her birey, türkiyede şu an olup bitenlerin farkında. yaptığı güzeldir, erdemdir. fakat ellerimiz parçalanırcasına alkışlarsak, adaletin daha önce üstünü örtenleri çabuk unutmuş oluruz.

    akıllı olun beyler. meleke'yi konudan ayrı tutarak söylüyorum; düşman sinsi, aydınlık aydınların elinden gelir, döneklerin, 3-5 kuruş için kalemini satanların elinden değil.
  • 654
    --- alıntı ---
    "biz bitti demeden bitmez", güzel slogan...
    ama içinde biraz “kötü başlama ön kabulu” barındırmıyor muydu sizce de? henüz turnuvaya başlamamışız bile. hiçbir şey kaybetmemişiz henüz. ama “biz bitti demeden bitmez” nidalarıyla gittik fransa’ya nedense.

    sonra bu sloganın altında yatan ön kabuller yavaş yavaş döküldü ortaya. önce arda, “biz fransa’da ne yaparsak yapalım başarılıyız zaten. turnuvaya gelmemiz en büyük zaferdi” diye cevapladı bir soruyu. gerçekten de öyle mi yahu? 24’e genişleyen bir şampiyonaya, arnavutluk’un, k.irlanda’nın, izlanda’nın geldiği bir turnuvaya katılmak mıydı büyük başarı? zaten avrupa’da 28-30 yarışmacı ülke var, bu turnuvanın dışında kalan hollanda, danimarka, yunanistan ve bosna’yı ekleyebiliriz sanırım esas oyunculara. yani 30 yarışmacı ülke arasından ilk 24’e girmek mi zaferdi gerçekten? yoksa ligi avrupa’nın en pahalı altıncı turnuvası olan, uefa kulüp puanlarında da 11’inci basamakta yer alan türkiye için 24’lü turnuvaya katılmak artık sıradan mı sayılmalı?

    sonra başka ön kabuller döküldü önümüze: terim, “ispanya’ya karşı siz yaslanmasanız ne olacak, onlar zaten sizi yaslar” diyerek o maçı da oynamadan kaybettiğini itiraf etti kamuoyuna. maç sonu bir başka itiraf daha geldi: turnuva öncesi terim’in kafasındaki hedef puan 4’müş. hırvat maçı planlarını bozmuş. yani ispanyollar’a biz 17 haziran’da nice’te değil, aylar önce kuralar çekildiğinde kaybetmişiz de, haberimiz yokmuş! hangi ispanyollar’a? 2014 dünya kupası’nda gruptan çıkamamış, hırvatlar’ın pek de geriye yaslanmadan yendiği ispanyollar’a...

    kabullenmişlik eleştirildi

    tabii ki esas mesele, ispanyollar’a ya da hırvatlar’a kaybetmek değil. her iki takım da bizi yenebilirler, çok olağanüstü sonuçlar değildi bunlar. milli takımın kamuoyunda eleştirilme nedeni yenilgiler değildi zaten. kabullenmişlikti. savaşmamaktı. 31,5 yaş ortalamalı italya 120 km. koşarken bizim 102 koşmamızdı. hırvat badelj 16, modriç 15 top kazanırken, selçuk’un 5, ozan’ın 8’de kalmasıydı. arzulamamaktı, yüreğini ortaya koymamaktı. tablo böyleyken hem terim’in hem de arda’nın basın toplantılarındaki “hakkımız yeniyor, bu ülkede değerimiz bilinmiyor” temalı konuşmalarını ve mutsuz üsluplarını çok anlayamadım doğrusu. bu ülke terim’e 3 kez milli takım, 3 kez de galatasaray antrenörlüğü şansı vermiş. hiç kimseye verilmemiş “türkiye futbol direktörlüğü” payesini layık görmüş. arda’ya milli takımda hem 10 numara hem de kaptanlık teslim edilmiş. ismi genç yaşında sokaklara caddelere verilmiş. sevgiyse sevgi, saygıysa saygı, kazançsa kazanç... daha ne verebilir ki bu ülke size? eflak’la boğdan’ın anahtarını mı? sahada yürüyen, ilk iki maçın her ikisinde 50’de kontağı kapatan milli takımın mücadele etmediği için eleştirilmesinden daha doğal ne olabilir ki allah aşkına?

    emre’nin masum yüzü

    eğer şans bir kez daha yanımızda olsa ve ikinci tura çıksak, turnuvada nereye kadar gidebileceğimizi tahmin etmek kolay değil tabii. ama söz konusu olan dünya futbol tarihinin en şanslı takımı türkiye ise, ileri gitme şansımız olduğunu düşünmek çok iyimser sayılmazdı. euro 96 elemelerinde birinci torbada italya-almanya-fransa-hollanda varken isveç’i çekerek başladık şanslı maceramıza. finallerde de birinci torbadaki 4 ülke ingiltere, ispanya, almanya ve danimarka içinden yine danimarka’ydı şansımıza düşen.

    euro 2008 elemeleri birinci torbasından yine hollanda, portekiz, ingiltere, fransa’yı değil yunanistan’ı çektik biz. finallerde de birinci torbadan ev sahibini çekme şansımız, isviçre’yle eşleşerek sürdü. euro 2016’ya gelirken aldığımız son iki galibiyetin her ikisi de turnuvaya gitmeyi matematiksel olarak garantilemiş çekler ve izlandalılar’a karşıydı. sonrasını biliyorsunuz: kazaklar 12 yıl sonra bir deplasman galibiyeti aldı. yedek ispanya, ukrayna’yı ilk milli maçında ilk golünü atan gaspar’la geçti. biz de izlanda’yı 90’da selçuk’un frikiğiyle...

    belki de 20 yıl sonra ilk kez fransa’da gerçekten zor bir kura çektik, doğru... ama ilk iki maçta yürümesek, samimi bir mücadele versek yolumuz öyle açıktı ki, bu zor kuranın da bir sebebi varmış diye düşünmeden edemiyor insan! sadece bir galibiyet ve -2 averajla son 16’ya kalsaydık, bunun nedeni 24 takımdan 16’sını, yani fransa’ya gelenlerin yüzde 67’sini terfi ettiren düzenekti. başaramadık. başarsaydık rakibimiz galler olacaktı... sonrasında da finale kadar önümüze almanya, italya, ispanya, fransa ya da ingiltere çıkmayacaktı. çünkü her 5 favori de bizim bulunmadığımız yarım havuza düştüler şans eseri. ve finale bu beşliden sadece biri çıkabilecekti.

    yazık oldu gerçekten... her şey beklediğimiz gibi gitseydi, şans yine sonuna kadar yanımızda olsaydı 5 büyüğün yer almadığı bu havuzdan yürüyüp yarı final görebilirdik. yeter ki tek işimiz futbol olsaydı, birbirimizi dövmek değil. sahaya koyduğumuz yalnızca mücadele olsaydı, nefret ya da intikam değil. oysa milli takım deyince emre mor’un gol sevincindeki masum yüzünü hatırlamak istiyorduk biz. basın toplantılarındaki hesap görme konuşmalarını değil...

    --- alıntı ---
    http://sosyal.hurriyet.com.tr/...stiyorsunuz_40120953

    adam yazmis iste uzerine konusmaya bile gerek yok.
  • 740
    kendisine fernando francisco reges sorulduğunda sürekli manchester city'deki kırmızı kartlarından bahsediyor.ilk sorulduğunda "çok kırmızı kart görüyor " dedi sonra "çok değil belki ama kritik maçlarda görüyor " dedi.

    şöyle bir geçmişine baktım fernando'nun manchester city kariyerinde(epl,fa cup,şampiyonlar ligi) kırmızı kart sayısı 0.sarı kart sayısı da 102 maçta 19 tane.

    en son kırmızı kartını porto formasıyla görmüş.

    kendisini çok seviyorum fakat bu konuda biraz ezberden yorum yapıyor.
  • 855
    --- alıntı --- (bkz: 2 aralık 2018 beşiktaş galatasaray maçı)

    43’te cüneyt çakır, medel-vida pozisyonunu izlemek üzere monitöre gitti. izleyip dönerken etrafını galatasaray’ın tercümanı dahil 7-8 kişi sardı. tercüman dahil! var izlemeleri, mobbing gösterilerine dönüşmemeli. hakemler bu konuda müsamahakar olmamalı.

    --- alıntı ---

    beşiktaş tarafında da herkes o bölümde ekrana bakan cüneyt çakır'a bir şeyler söylüyor ve itirazlarda bulunuyordu bu esnada.

    yine aynı şekilde ikinci yarıdaki iptal ettiği pozisyonda da aynı şey oldu. şenol güneş ve bjk ekibi oradaydılar, gördük.

    şimdi kendisinin bu yaptığı kısaca ayıptır. uzunca başka bir şeydir. yazmayayım şimdi.
  • 940
    --- alıntı ---

    sayın jesus; iki bin yıl önce yeryüzüne adaşınız inmişti, bu sene de türk futboluna siz indiniz adeta!

    --- alıntı ---

    jorge jesus için bu yorumu yapan futbol yorumcusu. jorge jesus’u beğenirim. bence ligin en iyi hocasıdır ama avrupa’da savaştan çıkan kiev, türkiye’de küme düşecek aek ve rennes’li gruptan lider çıktı diye (gruptaki zor takım rennes’ti 2 maçtada yenemediler.) ve ligde 12 maçın 7 tanesini iç sahada oynayıp istisnasız her maç hakemler tarafından kayrılan takım türkiye’de lider diye bu denli övülüyorsa avrupa kupası kazanan ve 8 tane lig şampiyonluğu bulunan fatih hoca’yı överken şirke girip dinden falan çıkması lazım*.
  • 928
    --- alıntı ---

    okan buruk’un takımı sezonun en kötü futbolunu oynarken hocanın hakem atamalarından yakınması hayatının en talihsiz açıklamalarından biriydi.

    --- alıntı ---

    ülkenin diğer yorumcuları gibi boş bomboş bir yorumcudur. burda söyledikleri de kendisini bağlar. okan buruk'un oynattığı futbol başka konu, hakem kararları başka. "cambaza bak cambaza" derler bizim oralarda bu tiplere.
  • 1011
    "sayın jesus... iki bin yıl önce yeryüzüne adaşınız inmişti, bu sene de türk futboluna siz indiniz adeta!"

    türk spor basınının halini ve ortalama fenerbahçeli zihniyetini göstermesi açısından yıllar sonra bile unutulmayacak rezalet bir cümle kurmuş kişi. biz süper lig 2022-2023 sezonunu elbette sayısız mutluluk ve sevinç anlarıyla hatırlayacağız ama şu açıklama o kadar skandalki bu adam ve türevlerinin içler acısı hali yıllar sonra bile bu sezona dair aklımıza gelecek şeylerden birisi olacak.

    derin bir kompleks, eziklik, eksik futbol bilgisi ve bir tutam taraftarlık hissinin birleşimiyle körleşmeyecek bir zihin ve düşünce yok demekki. bu cümleyi kurduğu zamanlarda gören gözler için oynattığı futbol çağ dışıydı, anadolu takımlardan üçer beşer gol yiyordu. türk futbolunda değiştirici, dönüştürücü, yenilikçi herhangi bir etkisi olmamıştı. coşkulu üç beş iç saha galibiyeti vardı hepsi bu kadar. bu cümlenin altını dolduracak hiçbir argüman yoktu. bu nedenle uğur meleke'nin bizim nazarımızda antu forum yazarından farkı yoktur. kendisinin geçmişinde bir leke olarak kalacak bu açıklama bizler için de ibret vesilesi olmaya devam edecek.
  • 699
    beğenirsiniz, beğenmezsiniz ayrı konu ama bugün hürriyette yazdığı makale cuk oturmuştur.

    http://www.hurriyet.com.tr/...oyle-kaptan-40483237

    --- alıntı ---
    geçen cuma akşamı işten eve dönüyorum, köprü girişinde lüks bir araç aniden sıkıştırdı beni.

    şans eseri kurtulduk büyük bir kazadan. arabamdan indim, söz konusu aracın şoför mahallindeki yaşlı adama bir yumruk salladım. araya girenler engel olduğu için tam da isabet ettiremedim yumruğu. adama hak ettiği küfürleri edip, kuş gibi hafifleyip döndüm arabama. sonradan öğrendim ki, yumruk salladığım yaşlı adam, arda turan’ın 60 küsür yaşındaki babasıymış. olsun. bunlar gibi 3-5 tane var trafikte zaten. bir daha karşılaşayım, bir daha yaparım aynısını...

    kaybedilen an

    - sonra arda aradı beni. sporcu-gazeteci saygısı çerçevesinde hukukumuz var on yıllık. “abi” dedi. “ister sen haklı ol, ister babam olsun. bunun bir önemi yok. ama allah aşkına, baban yaşında adama yumruk sallamaktan utanmadın mı?”

    kem küm ettim arda’ya. ama utanmaz mıyım, çok utandım tabii. yerin dibine girdim. hâlâ utanabiliyorum neyse ki. bir insan parasını pulunu, işini gücünü, eşin dostunu her şeyini kaybedebilir. hiçbir şeysiz ve hiç kimsesiz kalabilir bazen. ama bir insanın esas kaybettiği an, utanma duygusunu kaybettiği andır bence. neyse ki utanabiliyordum hâlâ. özür diledim arda kardeşimden. değerli babası adnan bey’i de aradım, bin bir özürle aldım gönlünü. ne de olsa eski toprak. şeker adam, çok kızdıysa da dayanamadı affetti beni...

    futbolun özeti

    - yukarıdaki öykü hayali. adnan bey’e saygım sonsuz. böyle bir hikâye hiçbir zaman yaşanmadı, yaşanmayacak. aynen, milli takım uçağında 30’luk arda’yla 60’lık bilal meşe arasındaki hadisenin yaşanmaması gerektiği gibi. aynen geçmişte emre’nin basın tribününe hareket yapmaması, volkan demirel’in vedat danacı’yı evinden aldırmakla tehdit etmemesi, gökhan töre’nin silah çekmemesi, başakşehirlilerin muhabir dövmemesi gerektiği gibi.

    bu tarz hadiselerin artık süreklilik arz etmesinin ve sıradanlaşmasının basit bir sebebi var: yumruk, vuranın yanına; tehdit, edenin yanına kâr kalıyor. bir ay önce muhabir döven volkan babacan, pazartesi akşamı milli takımın kalesini koruyor. tff başkanı’nın ve türkiye futbol direktörü’nün ülke futbolunu yönetmekten anladığı bu. daha önce bu durumu birkaç kelimeyle özetlediğimde çalıştığım kurumdan kovulmuştum. ama maalesef acı gerçek bu: “böyle federasyona böyle hoca. böyle hocaya böyle milli takım. böyle milli takıma böyle kaptan.”

    ne bir eksiğiz, ne bir fazla. ülke futbolunun özeti bu.

    başarısız kadro

    - üstelik bu havalı futbolcu jenerasyonumuz, son derece de başarısız. son 6 turnuvanın sadece birine gitmişler, 2004-2006-2010-2012-2014’ü ıskalamışlardı. 24 takımla düzenlenen, gitmeyeni dövdükleri, arnavutluk’un, kuzey irlanda’nın, macaristan’ın katıldığı euro 2016’ya mucizevi biçimde gittiler. 31 yaş ortalamalı italya 120 km. koşarken, bunlar 102 km. koşabildiler. doğal olarak da son 16’ya kalamadan döndüler. yani kabaca 10 yıldır avrupa’nın son 16’sının içine giremiyorlar. ama hâlâ başarılı olduklarını ve haksızlığa uğradıklarını iddia ediyorlar!

    bu ülke terim’e 3 kez milli takım, 3 kez galatasaray antrenörlüğü vermiş. türkiye futbol direktörlüğü pozisyonunu icat edip hizmetine sunmuş... arda’ya genç yaşında hem 10 numara, hem kaptanlık teslim edilmiş. ismi sokaklara, caddelere verilmiş. sevgiyse sevgi. saygıysa saygı. kazançsa kazanç. ama hâlâ mağduru oynuyorlar. hâlâ ülkenin onların değerini bilmediğini iddia ediyorlar! daha ne verebilir ki bu ülke size allah aşkına? eflak’la boğdan’ın anahtarını mı?

    burasi artik yolun sonu

    şu prim kavgasını da en başından beri anlamadım. anlamak da istemiyorum. euro hesaplarında 8 haneli paralar olan bu adamların kendi içlerinde halletmeleri gereken üç beş kuruş konusunu, kamuoyunun önüne taşıyıp bir yıldır sündürmeleri artık affedilebilir bir konu olmaktan çıktı, tadı kaçtı. tff, kendi milli takımını kurtarmak, halk nezdinde saygınlığını korumak istiyorsa, şu prim konusuna dahli olan herkesle yolları ayırmalı. bu konunun direkt aktörleri fatih terim, arda turan, burak yılmaz en başta, mevzunun parçası her kim varsa ulusal takımla ilişiği kesilmeli. tff bu hamleyi yapıp milli takımı sterilize edemiyorsa, demirören yönetimi de istifa etmeli. ay-yıldızlı formaya artık bayrampaşalılığı, karagümrüklülüğü, adanalılığıyla filan değil; medeniliğiyle, bilgisi ve görgüsüyle övünen sporcular, spor adamları hizmet etmeli. burası yolun sonu artık. bu, benim milli takımım değil. sokaktaki vatandaşın da çoğunluğu aynı görüşte. milli takım tehdit, kavga, kabadayılık yeri olmaktan çıkmalı artık. yeter.

    --- alıntı ---
  • 931
    --- alıntı ---
    uğur meleke: "okan buruk’un takımı sezonun en kötü futbolunu oynarken hocanın hakem atamalarından yakınması hayatının en talihsiz açıklamalarından biriydi."
    --- alıntı ---

    hakem hatası diyemiyorum ben, doğrusu şöyle olmalı: eğer hakem galatasaray'ı doğramasa; galatasaray bu sezon oynadığı en kötü oyunla kayseri'yi 2-1 yenecekti.

    okan hoca'nın açıklaması değil ama uğur meleke'nin yazısı oldukça talihsiz olmuş. satma kalemini uğur..
  • 576
    uğur meleke'nin "yabancı sınırı nasıl olmalı?" başlıklı yazısı:

    "ben 10 yıldır dilim döndüğünce mücadelesini veriyorum, bir sürü değerli spor yazarı abilerimiz var daha uzun süredir savaşan... nihayet bu mücadelenin sonucunu almaya çok yaklaştık; ülke futbolunun dibine dinamit koyan yabancı sınırının kalkması artık resmen futbol yöneticilerimizin gündeminde.
    özellikle son 10-15 yılda süper lig kulüplerinin gelirlerindeki geometrik artış, yerli futbolcu piyasasını alt üst etmişti. almanya’da-isviçre’de-avusturya’da 1 milyon euro alamayacak adam, yabancı sınırlaması yüzünden türkiye’de 3 milyon almaya başladı. yerli oyuncuların maaş bareminin bu düzeylere çıkması, avrupa’nın beş büyük ligine ihracatımızı sıfır noktasına getirdi. şu anda türkiye’de doğup avrupa’nın elit liglerinde top koşturan tek bir oyuncumuz var. hiçbir oyuncumuz elit liglere gitmeyince, yarı maaşlara ingiltere’ye ispanya’ya gitmeyi aptalca bulunca, gelişimleri durdu; vizyonları daraldı.

    üstelik bu yüksek maaşlar sadece türkiye’de doğan türkler’i değil, avrupa’da doğan türkler’i de olumsuz etkiledi. 19-20 yaşlarında, daha dortmund’un-leverkusen’in ikinci takımıyla 5 maça çıkmış adam süper lig’den milyonluk teklifleri alınca başı döndü; gelişimini önemsemeyip ankara’nın, kayseri’nin, istanbul’un yolunu tuttu. sonuçta orada kalıp ilkay, mesut, hakan çalhanoğlu olacakken, buraya gelip nizamettin çalışkan, tanju kayhan, yasin öztekin oldular. ve ne kendilerine, ne ülke futboluna, ne milli takıma katkısı olmadı bu gençlerin...

    50 yıllık bir ezberi bir türlü aşamadık: “yabancı sınırlamasını açarsak, türkler oynayamaz, milli takıma oyuncu bulamayız” dediler sözleşmişçesine... oysa bu yerli oyuncu bu ligde o yabancıyı yenip formayı alamıyorsa, uluslararası maçta zaten nasıl yenecekti ki aynı adamı? istanbul trafiğini mercedes’e, bmw’ye kapatmanız, tofaş’ı mı geliştirecekti? yasakçılıkla kim, hangi sektörde, ne zaman gelişti allah aşkına?

    sonuç hüsran oldu... milli takım, fifa sıralamasında 49, uefa sıralamasında 32’nciliğe düştü. uefa kulüpler sıralamasında da 2007’den beri ilk kez 12’nin dışına çıkma tehdidiyle karşı karşıyayız. bariz hastalık, teşhisi getirdi, şimdi de amaç, hep birlikte doğru tedaviyi bulmak...

    kriterler nasıl konmalı?

    fatih terim’in ve yıldırım demirören’in açıklamalarından anladığımız kadarıyla, yabancı sınırlamasını kriterli olarak açacağız ocak’ta... demirören, ntv’de “yüzde 10 barajı koymayı düşünüyoruz, ama o zaman da melo sınıra takılıyor” diye bahsetmiş planlarından. sanırım üzerine biraz daha kafa yorulursa, en doğru metot bulunacaktır. benim naçizane önerim şu şekilde:

    1) kulüpler sezon başında tff’ye 28’er kişilik oyuncu listeleri versinler. geniş listede 8, her maçın ilk 18’inde 4, ilk 11’inde de 2 altyapı oyun- cusu zorunluluğu getirilsin kulüplere... bu yöntemin maksadı şu: türkiye’ye bir yabancı oyuncu transfer olduğunda onun sabri’nin değil koray’ın, emre’nin değil salih’in önünü kesmesinden endişe ediyoruz. çünkü emre, sabri ya da ersan, belli bir yaşa geldikten sonra hâlâ formalarını yabancı rakiplerine kaptırıyorlarsa, zaten uluslarararası maçlarda da onu yenemeyeceklerdir.

    ama atınç’ın, salih’in, koray’ın durumu biraz farklı. onların gelişmesi için, potansiyellerini göstermeleri için, kapasitelerinin en tepesini izlememiz için oynamaya ihtiyaçları var. dolayısıyla yabancıyı sınırlamak yerine genç oyuncuyu oynatmaya teşvik etmek, daha mantıklı geliyor bana...
    2) altyapı oyuncusu tanımını da gerçekçi yapmak lazım. bir futbolcunun, altyapı oyuncusu sayılması için 23 yaşını doldurmaması ve türkiye’de herhangi bir kulüpte iki yıl eğitim alması yeterli olabilir.

    3) genç oyuncu teşvikini doğru biçimde yaptıktan sonra, yabancı oyuncuyu tanımlamaya gelecek sıra... tff başkanı demirören’in bahsettiği “yüzde 10 milli olma şartı” mantıklı. ama bu şartnameyi ülkenin fifa sıralamasına göre derecelendirmek gerek.

    a) oyuncu, 23 yaş altı ise herhangi bir milli kademede,23 yaş üstü ise a milli kademede oynama şartı aranacak.
    b) oyuncu, fifa sıralamasının ilk 15 ülkesinden geliyorsa hayatında 1 kez milli olması yeterli. eğer fifa sıralamasının ilk 15’inin dışında bir ülkeden geliyorsa, o zaman son iki yılda ulusal takımın maçlarının %10’unda (veya %20’sinde) oynama şartı aranabilir.
    türk futbolunda bu tarz bir değişiklik olur ve selçuklar, bekirler, cenkler burada forma bulamazlarsa diye düşünenler de lütfen şunu unutmasın: burada 3 büyüklerde forma bulamazlarsa, ispanya’nın orta sınıf veya hollanda’nın-belçika’nın üst sınıf takımlarına gidecekler. ve her halükarda gelişecekler. dünya görüşü açısından. vizyon açısından. lisan açısından. bir gün yine gelişmiş olarak dönecekler türkiye’ye, hatta milli takıma.
    daha vizyoner, daha yenilikçi bir gençlik umuduyla. mutlu haftalar."

    uğur meleke
App Store'dan indirin Google Play'den alın