654
--- alıntı ---
"biz bitti demeden bitmez", güzel slogan...
ama içinde biraz “kötü başlama ön kabulu” barındırmıyor muydu sizce de? henüz turnuvaya başlamamışız bile. hiçbir şey kaybetmemişiz henüz. ama “biz bitti demeden bitmez” nidalarıyla gittik fransa’ya nedense.
sonra bu sloganın altında yatan ön kabuller yavaş yavaş döküldü ortaya. önce arda, “biz fransa’da ne yaparsak yapalım başarılıyız zaten. turnuvaya gelmemiz en büyük zaferdi” diye cevapladı bir soruyu. gerçekten de öyle mi yahu? 24’e genişleyen bir şampiyonaya, arnavutluk’un, k.irlanda’nın, izlanda’nın geldiği bir turnuvaya katılmak mıydı büyük başarı? zaten avrupa’da 28-30 yarışmacı ülke var, bu turnuvanın dışında kalan hollanda, danimarka, yunanistan ve bosna’yı ekleyebiliriz sanırım esas oyunculara. yani 30 yarışmacı ülke arasından ilk 24’e girmek mi zaferdi gerçekten? yoksa ligi avrupa’nın en pahalı altıncı turnuvası olan, uefa kulüp puanlarında da 11’inci basamakta yer alan türkiye için 24’lü turnuvaya katılmak artık sıradan mı sayılmalı?
sonra başka ön kabuller döküldü önümüze: terim, “ispanya’ya karşı siz yaslanmasanız ne olacak, onlar zaten sizi yaslar” diyerek o maçı da oynamadan kaybettiğini itiraf etti kamuoyuna. maç sonu bir başka itiraf daha geldi: turnuva öncesi terim’in kafasındaki hedef puan 4’müş. hırvat maçı planlarını bozmuş. yani ispanyollar’a biz 17 haziran’da nice’te değil, aylar önce kuralar çekildiğinde kaybetmişiz de, haberimiz yokmuş! hangi ispanyollar’a? 2014 dünya kupası’nda gruptan çıkamamış, hırvatlar’ın pek de geriye yaslanmadan yendiği ispanyollar’a...
kabullenmişlik eleştirildi
tabii ki esas mesele, ispanyollar’a ya da hırvatlar’a kaybetmek değil. her iki takım da bizi yenebilirler, çok olağanüstü sonuçlar değildi bunlar. milli takımın kamuoyunda eleştirilme nedeni yenilgiler değildi zaten. kabullenmişlikti. savaşmamaktı. 31,5 yaş ortalamalı italya 120 km. koşarken bizim 102 koşmamızdı. hırvat badelj 16, modriç 15 top kazanırken, selçuk’un 5, ozan’ın 8’de kalmasıydı. arzulamamaktı, yüreğini ortaya koymamaktı. tablo böyleyken hem terim’in hem de arda’nın basın toplantılarındaki “hakkımız yeniyor, bu ülkede değerimiz bilinmiyor” temalı konuşmalarını ve mutsuz üsluplarını çok anlayamadım doğrusu. bu ülke terim’e 3 kez milli takım, 3 kez de galatasaray antrenörlüğü şansı vermiş. hiç kimseye verilmemiş “türkiye futbol direktörlüğü” payesini layık görmüş. arda’ya milli takımda hem 10 numara hem de kaptanlık teslim edilmiş. ismi genç yaşında sokaklara caddelere verilmiş. sevgiyse sevgi, saygıysa saygı, kazançsa kazanç... daha ne verebilir ki bu ülke size? eflak’la boğdan’ın anahtarını mı? sahada yürüyen, ilk iki maçın her ikisinde 50’de kontağı kapatan milli takımın mücadele etmediği için eleştirilmesinden daha doğal ne olabilir ki allah aşkına?
emre’nin masum yüzü
eğer şans bir kez daha yanımızda olsa ve ikinci tura çıksak, turnuvada nereye kadar gidebileceğimizi tahmin etmek kolay değil tabii. ama söz konusu olan dünya futbol tarihinin en şanslı takımı türkiye ise, ileri gitme şansımız olduğunu düşünmek çok iyimser sayılmazdı. euro 96 elemelerinde birinci torbada italya-almanya-fransa-hollanda varken isveç’i çekerek başladık şanslı maceramıza. finallerde de birinci torbadaki 4 ülke ingiltere, ispanya, almanya ve danimarka içinden yine danimarka’ydı şansımıza düşen.
euro 2008 elemeleri birinci torbasından yine hollanda, portekiz, ingiltere, fransa’yı değil yunanistan’ı çektik biz. finallerde de birinci torbadan ev sahibini çekme şansımız, isviçre’yle eşleşerek sürdü. euro 2016’ya gelirken aldığımız son iki galibiyetin her ikisi de turnuvaya gitmeyi matematiksel olarak garantilemiş çekler ve izlandalılar’a karşıydı. sonrasını biliyorsunuz: kazaklar 12 yıl sonra bir deplasman galibiyeti aldı. yedek ispanya, ukrayna’yı ilk milli maçında ilk golünü atan gaspar’la geçti. biz de izlanda’yı 90’da selçuk’un frikiğiyle...
belki de 20 yıl sonra ilk kez fransa’da gerçekten zor bir kura çektik, doğru... ama ilk iki maçta yürümesek, samimi bir mücadele versek yolumuz öyle açıktı ki, bu zor kuranın da bir sebebi varmış diye düşünmeden edemiyor insan! sadece bir galibiyet ve -2 averajla son 16’ya kalsaydık, bunun nedeni 24 takımdan 16’sını, yani fransa’ya gelenlerin yüzde 67’sini terfi ettiren düzenekti. başaramadık. başarsaydık rakibimiz galler olacaktı... sonrasında da finale kadar önümüze almanya, italya, ispanya, fransa ya da ingiltere çıkmayacaktı. çünkü her 5 favori de bizim bulunmadığımız yarım havuza düştüler şans eseri. ve finale bu beşliden sadece biri çıkabilecekti.
yazık oldu gerçekten... her şey beklediğimiz gibi gitseydi, şans yine sonuna kadar yanımızda olsaydı 5 büyüğün yer almadığı bu havuzdan yürüyüp yarı final görebilirdik. yeter ki tek işimiz futbol olsaydı, birbirimizi dövmek değil. sahaya koyduğumuz yalnızca mücadele olsaydı, nefret ya da intikam değil. oysa milli takım deyince emre mor’un gol sevincindeki masum yüzünü hatırlamak istiyorduk biz. basın toplantılarındaki hesap görme konuşmalarını değil...
--- alıntı ---
http://sosyal.hurriyet.com.tr/...stiyorsunuz_40120953
adam yazmis iste uzerine konusmaya bile gerek yok.
"biz bitti demeden bitmez", güzel slogan...
ama içinde biraz “kötü başlama ön kabulu” barındırmıyor muydu sizce de? henüz turnuvaya başlamamışız bile. hiçbir şey kaybetmemişiz henüz. ama “biz bitti demeden bitmez” nidalarıyla gittik fransa’ya nedense.
sonra bu sloganın altında yatan ön kabuller yavaş yavaş döküldü ortaya. önce arda, “biz fransa’da ne yaparsak yapalım başarılıyız zaten. turnuvaya gelmemiz en büyük zaferdi” diye cevapladı bir soruyu. gerçekten de öyle mi yahu? 24’e genişleyen bir şampiyonaya, arnavutluk’un, k.irlanda’nın, izlanda’nın geldiği bir turnuvaya katılmak mıydı büyük başarı? zaten avrupa’da 28-30 yarışmacı ülke var, bu turnuvanın dışında kalan hollanda, danimarka, yunanistan ve bosna’yı ekleyebiliriz sanırım esas oyunculara. yani 30 yarışmacı ülke arasından ilk 24’e girmek mi zaferdi gerçekten? yoksa ligi avrupa’nın en pahalı altıncı turnuvası olan, uefa kulüp puanlarında da 11’inci basamakta yer alan türkiye için 24’lü turnuvaya katılmak artık sıradan mı sayılmalı?
sonra başka ön kabuller döküldü önümüze: terim, “ispanya’ya karşı siz yaslanmasanız ne olacak, onlar zaten sizi yaslar” diyerek o maçı da oynamadan kaybettiğini itiraf etti kamuoyuna. maç sonu bir başka itiraf daha geldi: turnuva öncesi terim’in kafasındaki hedef puan 4’müş. hırvat maçı planlarını bozmuş. yani ispanyollar’a biz 17 haziran’da nice’te değil, aylar önce kuralar çekildiğinde kaybetmişiz de, haberimiz yokmuş! hangi ispanyollar’a? 2014 dünya kupası’nda gruptan çıkamamış, hırvatlar’ın pek de geriye yaslanmadan yendiği ispanyollar’a...
kabullenmişlik eleştirildi
tabii ki esas mesele, ispanyollar’a ya da hırvatlar’a kaybetmek değil. her iki takım da bizi yenebilirler, çok olağanüstü sonuçlar değildi bunlar. milli takımın kamuoyunda eleştirilme nedeni yenilgiler değildi zaten. kabullenmişlikti. savaşmamaktı. 31,5 yaş ortalamalı italya 120 km. koşarken bizim 102 koşmamızdı. hırvat badelj 16, modriç 15 top kazanırken, selçuk’un 5, ozan’ın 8’de kalmasıydı. arzulamamaktı, yüreğini ortaya koymamaktı. tablo böyleyken hem terim’in hem de arda’nın basın toplantılarındaki “hakkımız yeniyor, bu ülkede değerimiz bilinmiyor” temalı konuşmalarını ve mutsuz üsluplarını çok anlayamadım doğrusu. bu ülke terim’e 3 kez milli takım, 3 kez de galatasaray antrenörlüğü şansı vermiş. hiç kimseye verilmemiş “türkiye futbol direktörlüğü” payesini layık görmüş. arda’ya milli takımda hem 10 numara hem de kaptanlık teslim edilmiş. ismi genç yaşında sokaklara caddelere verilmiş. sevgiyse sevgi, saygıysa saygı, kazançsa kazanç... daha ne verebilir ki bu ülke size? eflak’la boğdan’ın anahtarını mı? sahada yürüyen, ilk iki maçın her ikisinde 50’de kontağı kapatan milli takımın mücadele etmediği için eleştirilmesinden daha doğal ne olabilir ki allah aşkına?
emre’nin masum yüzü
eğer şans bir kez daha yanımızda olsa ve ikinci tura çıksak, turnuvada nereye kadar gidebileceğimizi tahmin etmek kolay değil tabii. ama söz konusu olan dünya futbol tarihinin en şanslı takımı türkiye ise, ileri gitme şansımız olduğunu düşünmek çok iyimser sayılmazdı. euro 96 elemelerinde birinci torbada italya-almanya-fransa-hollanda varken isveç’i çekerek başladık şanslı maceramıza. finallerde de birinci torbadaki 4 ülke ingiltere, ispanya, almanya ve danimarka içinden yine danimarka’ydı şansımıza düşen.
euro 2008 elemeleri birinci torbasından yine hollanda, portekiz, ingiltere, fransa’yı değil yunanistan’ı çektik biz. finallerde de birinci torbadan ev sahibini çekme şansımız, isviçre’yle eşleşerek sürdü. euro 2016’ya gelirken aldığımız son iki galibiyetin her ikisi de turnuvaya gitmeyi matematiksel olarak garantilemiş çekler ve izlandalılar’a karşıydı. sonrasını biliyorsunuz: kazaklar 12 yıl sonra bir deplasman galibiyeti aldı. yedek ispanya, ukrayna’yı ilk milli maçında ilk golünü atan gaspar’la geçti. biz de izlanda’yı 90’da selçuk’un frikiğiyle...
belki de 20 yıl sonra ilk kez fransa’da gerçekten zor bir kura çektik, doğru... ama ilk iki maçta yürümesek, samimi bir mücadele versek yolumuz öyle açıktı ki, bu zor kuranın da bir sebebi varmış diye düşünmeden edemiyor insan! sadece bir galibiyet ve -2 averajla son 16’ya kalsaydık, bunun nedeni 24 takımdan 16’sını, yani fransa’ya gelenlerin yüzde 67’sini terfi ettiren düzenekti. başaramadık. başarsaydık rakibimiz galler olacaktı... sonrasında da finale kadar önümüze almanya, italya, ispanya, fransa ya da ingiltere çıkmayacaktı. çünkü her 5 favori de bizim bulunmadığımız yarım havuza düştüler şans eseri. ve finale bu beşliden sadece biri çıkabilecekti.
yazık oldu gerçekten... her şey beklediğimiz gibi gitseydi, şans yine sonuna kadar yanımızda olsaydı 5 büyüğün yer almadığı bu havuzdan yürüyüp yarı final görebilirdik. yeter ki tek işimiz futbol olsaydı, birbirimizi dövmek değil. sahaya koyduğumuz yalnızca mücadele olsaydı, nefret ya da intikam değil. oysa milli takım deyince emre mor’un gol sevincindeki masum yüzünü hatırlamak istiyorduk biz. basın toplantılarındaki hesap görme konuşmalarını değil...
--- alıntı ---
http://sosyal.hurriyet.com.tr/...stiyorsunuz_40120953
adam yazmis iste uzerine konusmaya bile gerek yok.