herkesin derdi var. gerçekten dertsiz insan yok.
daha önce bu duvarı defalarca kirletmiş biriyim. biraz uzun ve muhtemelen çok sklenmeyecek bir şeyler yazacağım.
hayatımın hiçbir anında başarılı olmayı arzulamadım. çocukken bile hiç istemedim. içimden gelmedi. başarısızlıklarımı bunla kamufle etmeye çalışmıyorum, zamanında "başarılı" olmuş biriyim. herkes gibi mutluluğu arayarak yaşadım fakat hiçbir başarıda mutluluğu bulamadım. tipik 18-19-20-21-22-23-24-25 yaş sendromu falandır dedim ama hiç geçmedi.
ailemin zorlamasıyla sayısal okudum. fena sayılmayacak bir lisede. liseyi bitirdim, üniversiteye girmedim; bir fabrikada işçi olarak işe başladım. o kadar çok üstüme gelindi ki "oku oku" diye, işçiliği 1 sene kadar sürdürdükten sonra sikkosundan bir mühendislik programına yerleştim. 7 yıldır okuyorum ve sürekli başarısız, genellikle mutsuzum.
inşaatta çalıştım, fırında çalıştım, güvenlik görevlisi olarak çalıştım, kimya sektöründe çalıştım, otomotiv sektöründe çalıştım, yarım yamalak mühendislik yaptım, idarecilik yapmaktayım. ama mutsuz olduğum anlar mutlu olduğum anların 72-73 katıdır. (küsüratlı sayı vererek inandırıcılık kasma çakallığı)
diyeceksiniz ki senin derdini skeyim. haklısın sevgili sözlük yazarı. haklısın amk. ne diyeyim. ulan insanın sebebini çözemediği genel bir mutsuzluk hali mi olur? olabilir. herkes mutsuz. çevremdeki herkes bir şekilde mutsuz. tanımlanmış başarı basamaklarını yakalayıp orada bir süre mutlu olup bir sonraki basamağa kadar mutsuz adımlarla yürüyen ve koşan insanlar görüyorum. bir sürelik mutluluk için mutsuz uğraşlar silsilesi yaşayan tomarla insan var etrafımda. bu tespiti yaptım diye övünmüyorum zira bu çok bilinen bir gerçek.
mutlu olduğumuz an yok galiba, mutsuzluğumuzu hissetmediğimiz anlar var. ilüzyon gibi bir şey amk. yani o an hissettiğin o yapay şey ön plana çıkıyor ve gerçekte hissetmen gerekenleri hissetmiyorsun. yani elin sıcak bir yere değip yanıyor ama o an başka bir uzvun çok keyifli olabiliyor.
* bağlıyorum; elin yanıyor ama o an umrunda değil. fakat dönüp baktığında her yerin yanık, ve tüm bu mutlu olma uğraşları bitip işten/hayattan emekli olduğunda sana kalan tek şey o yanıklar. anlamlı ve hisli gibi yazmaya çalışmıyorum. kendime doğru düzgün bir amaç bulamıyorum.
şimdi ben 35 yaşımda şu kadar maaş alsam, oğlanı tenise kızı baleye yazdırsam, akşam iş çıkışı fitness'a gitsem, haftada bir dışarıda yemek yesek fırsat buldukça sinema/tiyatro kovalasak ve denk geldiğinde konsere gitsek... kafamda bu hesaplarla yaşamaktan bıktım. ama yaşamadığım yıllardan vazgeçemiyorum da. iş kursam kendimin patronu olsam ama o zaman da hizmet verdiğim yerlerin memnuniyeti için uğraşsam? yok o da olmuyor. kitapçı açsam, çay makarna ve pilav paramı çıkarsam? hayır o da olmuyor doğmamış çocuklarıma da hayat kurmam gerekiyor...
hayat bizi gollum ediyor sözlük. takım elbiseli diksiyonu düzgün yabancı dili olan gollumlar oluyoruz. biz bu durakları kovalarken insanlar ölüyor, türlü ahlaksızlıklara tanıklık ediyoruz. sen ömrün boyunca bisiklete binip, mavi kapak toplayıp, suyu idareli kullanıp geri dönüşümlü bir hayat kuruyorsun kendine ama bir uçak içinde diplomat ve tüccarlarla beraber hareket edince senin ve ailenin 60 yıllık tasarrufunu skip atabiliyor. yanisi şu ki sözlük, sen ne kadar idareli ve düzgün yaşarsan yaşa; düzensizlik ya değişmez ya da artar. her sistem, her yapı bozulma eğilimindedir. bu seni de beni aslında anlamsız kılmıyor ama önemsiz hissetmeni sağlıyor. yukarıdan sana kurulan başarı veya mutluluk durakçıklarını kovalayarak gidiyorsun ve son sözlerin tarlayı büyük oğlana, apartmanı da kıza bıraktım oluyor.
http://www.youtube.com/watch?v=mqWDU9UmI9Y *