• 26
    --- alıntı ---

    türk futbol kafilesinin 1936 yılında gittiği sscb'den dönüşünden sonra, cevdet kerim bey'in ailesinden son anda izin alması sayesinde rusya'ya gidebilen gündüz kılıç, mustafa kemal atatürk ile sscb'deki maçlar üzerine sohbet edecektir.. dinamo moskova'ya 4-0, spartak moskova'ya 3-1, dinamo kiev'e 9-1, leningrad karmasına 1-0 ve dönüşte dinamo odessa'ya 2-1 yenilmişlerdir... kılıç, yıllar sonra bu görüşmeyi şöyle anlatacaktır:

    "o sıralarda milli futbol takımımız, halkevleri takımı adı altında rusya'da maçlar yapmıştı. maçların çoğunda da fena sonuçlar alınmıştı. yaşımın pek genç olmasına rağmen ben de kadroda vardım. ülkesinde olup biten her şeyle ilgilenen atatürk'ün rusya yenilgileri de gözünden kaçmamıştı. ilk sorusu 'neden yenildiniz?' oldu. kemküm ederek bir şeyler söylemeye çalıştım. atatürk, pek üstelemeden ikinci sorusunu sordu: 'peki bu yenilgiler, seni çok üzdü mü?'.. son derece üzüldüğümü anlatmaya çalışırken bir el hareketiyle beni susturup kendi konuştu: 'dünyada yenilmeyen kimse, yenilmeyen ordu, yenilmeyen kumandan yoktur. yenildikten sonra üzülmek de tabiidir. ancak bu üzüntü insanın maneviyatını yok edecek, onu çökertecek seviyeye varmamalıdır. yenilen hemen toparlanmalı, kendini yeneni yenmek için olanca gücüyle, azmiyle daha çok çalışmalıdır' dedi. sonra futbolun nasıl oynandığını anlatmamı istedi. hemen kağıt kalem aldım, oyun sahasını çizerek, o zamanki deyimiyle müdafileri, muavinleri ve muhacimleri yerlerine yerleştirip onların görevlerini ve ana kaideler ile hedeflerini anlattım. atatürk, 'yahu desene bizim harp oyunları gibi bir şey sizin oyun da. sizin iş de strateji bilgisi ve kurmay kafası ister..' diye önemser şekilde başını salladı.."

    (cem atabeyoğlu, "atatürk ve spor")

    --- alıntı ---

    (bkz: mustafa kemal atatürk)
    (bkz: gündüz kılıç)
  • 28
    bana göre tarihimizin büyüklüğünü anlatan en güzel ifadelerden birisidir falih rıfkı atay'ın zeytindağı eserinin ilk sayfaları;

    ''biz, şimdi kırkına yaklaşanlar osmanlı imparatorluğunun son gençleriyiz. 1914'de üç,beş,yedi yaşında bulunan çocuklar, bugün yeni türkiye'nin gençleri olmuşlardır ve hatıralarında imparatorluktan hiçbir iz kalmamıştı. işte onlara,saltanatın, suriye'de,filistin ve hicaz'daki son yıllarını anlatmak istiyorum.

    bizden belgrad'ı aldıkları zaman düşman delegeleri niş kasabasını da istemişlerdi. osmanlı delegesi ayağa kalkarak:

    -ne hacet,dedi, istanbul'u da size verelim.

    babalarımız için niş, istanbul'a o kadar yakındı.
    biz eğer vardar'ı, trablus'u, girid'i ve medine'yi bırakırsak, türk milleti yaşayamaz sanıyorduk.

    çocuklarımızın avrupa'sı marmara ve meriç'te bitiyor.

    batış ve kurtuluş gibi, bir milletin tarihinde ikisi tek yüzyıl içine pek az defa sığmış olan ve yalnız biri milli tarihin en büyük faslı olan iki hadiseyi dört, beş yıl içinde görüp geçirmiş, en büyük acıyı ve en büyük milli sevinci tatmış olanların hikayeleri okunmaya değer. ''
  • 30
    isveç'le danimarka'nın dışişleri bakanlığı gibi kurumların yürüttüğü resmi hesaplar üzerinden twitter üzerinden atışması:
    http://9gag.com/gag/adXqA0D?ref=fbp

    modern warfare başlığına çok güldüm. :(

    bir tane kızın ya ben yarı danimarkalı yarı isveçliyim lütfen tartışmayı keser misiniz? annem babam kavga ediyormuş gibi hissediyorum demesine ayrı güldüm.

    1. klavye savaşı...
  • 33
    efsaneler ve gerçekler - piri reis'in dünya haritası --------- http://bugraderci.blogspot.com/...ler-piri-reisin.html

    piri reis'in, 1513 yılında çizdiği dünya haritası, 16. yüzyıl avrupalı ve müslüman denizcilerinin bilgilerini içeren tarihi bir belgedir. aslında piri reis, bilinen dünyanın tamamını gösteren dev bir dünya haritası yapmıştı, lakin bu haritanın yalnızca 3'te 1'lik bir parçası günümüze ulaştı. harita'nın elimizde kalan parçaları; atlantik okyanusu, afrika'nın batı kıyıları, ve güney amerikanın doğu kıyılarını gösteriyor.

    http://3.bp.blogspot.com/...0/piri+reis+1518.jpg
    http://2.bp.blogspot.com/...6b7db4b46abe840a.jpg

    topkapı sarayı müzeye dönüştürülürken ortaya çıkan piri reis'in dünya haritası, zamanla dünya çapında ün kazanıp bir fenomene dönüşürken, akıllarda da birçok soru işareti bıraktı. öyle ya, piri reis o zamanlar kimsenin bilmediği, kendisinin de gidip görme ihtimali olmayan amerika kıtası'nı nasıl bu kadar kusursuz çizebilmişti?*

    harita hakkında efsaneler

    bilimsel soslu fantezi yazan, sözde araştırmacılar için bu konu bulunmaz bir nimetti. ilk iddia, parapsikoloji meraklısı tarih öğretmeni charles hapgood'dan geldi: "antarktika bir zamanlar ekvatora yakın bir konumda, daha kuzeyde ve daha yaşanabilir bir yerdi. orada büyük bir medeniyet vardı ve o insanlar yüksek teknolojiyle haritalar çizdiler. piri reis, mısır'a yaptığı ziyaret sırasında bu haritaları bulmuş ve dünya haritasını çizmiş olmalıydı." ne jeolojik ne tarihi hiçbir bilimsel kanıtı olmayan bu tez, hatta ne tezi düpedüz uydurma ve deli saçması olan bu iddiayı anlatan kitap, onlarca dile çevrildi. ciddi bilim insanları bu iddiaya bi taraflarıyla gülerken, yeni bir şehir efsanesi de yaratılmış oldu. ondan sonra yazılacak kitaplara ilham kaynağı olacaktı. bazıları, amerika'y hiç gitmediği halde, kıtayı ilk keşfedenin piri reis olduğunu söyledi. mu uygarlığından, kayıp kıta atlantis'e ne kadar magazinsel konu varsa işlendi. o da yetmedi, haritanın, dünyanın uzaydan görünüşü şeklinde çizildiği, çağının çok ötesinde olduğu, olsa olsa uzaylıların yardımıyla bu haritanın çizebileceği dillendirildi.

    bugün ülkemizde "piri reis'in sırları" (şifresi veya esrarı) adıyla yayınlanmakta olan toplama kitaplar, bu tip iddialarla piri reis haritası'na ne yapıp edip bir "olağanüstülük" atfetmeye çalışırken, günü birlik ticarî çıkarlar adına hiç bir bilimsel süzgeçten geçirmeksizin piyasaya sürüldüler. peki, bunları bir kenara bırakıp baştaki soruya geri dönelim. piri reis o zamanlar kimsenin bilmediği, kendisinin de gidip görme ihtimali olmayan amerika kıtası'nı nasıl bu kadar kusursuz çizebilmişti?* sorudaki önkabuller tümden hatalı.

    amerikan'ın keşfi

    birincisi, amerika kıtasını gösteren ilk harita, piri reis'in haritası değil. colomb amerika´ya gitmeden önce bile bu kıta hakkında bilgi ve çizimler vardı. tarihi kaynaklar gösteriyor ki, kıtanın son kaşifi(!) colomb, amerika´ya körlemesine gitmemişti, elindeki bu haritalardan yararlanmıştı.

    kolomb amerika'ya ilki 1492 olmak üzere 4 farklı sefer yapmış ve ulaştığı sahillerin haritalarını çizmişti. lakin asya ile avrupa arasında başka bir kıta olduğunu bilmiyor, küba ve san salvador adalarını hint adaları zannediyordu. bugün amerikalıların kızılderililere hala "indian" yani hintli denmesinin sebebi buydu.

    birçok denizci, kolomb'un açtığı yoldan ilerleyip yeni toprakları keşfe koyuldu. özellikle ispanyol, portekizli ve italyan denizciler başı çektiler. bu yeni dünya'ya ismini verecek italyan kaşif amerigo vespucci de bu denizcilerden birisiydi. amerigo, güney amerika kıyısı açıklarına vardıktan sonra italya'ya yazdığı mektuplarda, keşif yaptığı kara parçalarının beklenenden çok daha geniş olduğunu, bu yüzden de bir yeni dünya, yani avrupa, asya ve afrika'dan sonra 4. kıta olarak kabul edilmesi gerektiğini yazdı.

    amerika kıtasını gösteren ilk haritalar

    kolomb'un çizdiği haritaların ne aslı ne de kopyası günümüze ulaşabildi ama 1500 yılından itibaren keşfedilen toprakları gösteren birçok harita çizildi.

    juan de la cosa (1500), cantino (1502), caverio (1505), waldseemüller(1507), rosselli (1508) günümüze ulaşmayı başarmış bilinen haritalardan bazıları...

    http://3.bp.blogspot.com/...la_Cosa-North_up.jpg
    http://3.bp.blogspot.com/...5E/s1600/cantino.jpg
    http://2.bp.blogspot.com/...o_map_medium_res.jpg
    http://1.bp.blogspot.com/...auLk/s1600/mundo.jpg
    http://2.bp.blogspot.com/...eis_world_map_01.jpg

    `piri reis haritasını nasıl çizdi?`

    piri reis, haritayı nasıl çizdiğini, haritanın kenarına aldığı notlarda anlatıyor. http://bugraderci.blogspot.com/...i-reisin-notlar.html

    http://2.bp.blogspot.com/...KvFZBE/s1600/ilk.jpg

    bu notlardan öğreniyoruz ki; piri reis´in amcası kemal reis, bir çarpışmada colomb´un ilk üç amerika seferine katılmış bir ispanyol´u esir almış.piri reis, esiri sorguya çekmiş ve kolomb'un seferleri, sahiller, adalar, yer şekilleri, amerika'da yaşayan yerliler ve gördükleri hayvanlar hakkında malumat almış.(madde 6). dahası, ispanyol esirin elinde gittiği bölgelerin harita varmış. piri reis, haritasındaki amerika kıtası ile ilgili bilgilerin neredeyse tamamını bu şekilde elde etmiş.

    yine harita kenarındaki başka bir notta (madde 9), piri reis haritanın derleme olduğunu kullandığı kaynakları sıralayarak açıklamış;
    "20 harita ve büyük iskender zamanında çizilen haritaların sekizinden -ki dünyanın insan yerleşimli bölgelerini gösterir ve araplar onlara caferiye der- arapların bir hindistan haritasından ve portekizlilerin zamanımızda çizdikleri dört asya haritasından ve kolonbo'nun batıda çizdiği haritadan faydalandım. bunları karşılaştırmalı olarak inceleyip çıkarımlarda bulunarak bu haritayı ortaya çıkardım."

    yani şimdilerde iddia edildiği gibi astaral seyahatle (ruhun bedenden ayrılıp gezinmesi) çizilmemişti bu harita.

    gerçi burada piri reis'in de biraz kabahati var. kitab-ı bahriye adlı eserinde, haritasını derlerken, ortadoğu ve akdeniz kıyılarını gösteren antik bir haritadan faydalandığından söz ediyor. piri reis, gemilerin ilkel ve denizciliğin geri olduğu antik çağlarda çizilen bu haritanın insana, cinlere, kuşlara ve rüzgara hükmettiğine inandığı süleyman peygamber tarafından çizildiğine inanıyordu.

    yanlışlar-kusurlar

    piri reis'in ilk dünya haritası kusursuz ve zamanının ilerisinde değildi. aksine batılı denizcilere göre istihbarat ve harita edinmesi daha zor olan piri reis, bu dezavantajı yüzünden bazı büyük hatalar da yapmıştı. brezilya sahilleri kusursuz bir şekilde çizilmişken diğer kısımlarda ciddi hatalar vardı. mesela virgin adaları piri reis haritasında 2 kere çizilmişti. bunun gibi hataları, karşılaştırmalı haritada açıkça görmek mümkün.

    http://1.bp.blogspot.com/.../s1600/dsa%C4%B1.PNG

    piri reis’in ii. dünya haritası

    piri reis'in, 1528’de hazırladığı ikinci dünya haritasının kuzeybatı köşesi günümüze ulaşmıştır. bu haritada; orta amerika, kanada’nın kuzeydoğusu, modern amerika birleşik devletleri’nin atlantik’e bakan florida eyaleti ve grönland gösteriliyor. piri reis bu haritada doğruluğundan tam olarak emin olmadığı yerleri beyaz bırakmıştı.

    http://3.bp.blogspot.com/.../PiriReis_ikinci.jpg

    amiral’in kanuni sultan süleyman’a armağan ettiği harita, piri reis'in ilk haritasıyla beraber bugün topkapı sarayı’ndadır.

    ilk haritada bulunan bazı hayali adaların bu haritada yer almaması, ilk haritanın aksine bahama, antiller, haiti ve küba'nın oldukça doğru çizilmesi, yengeç dönencesi’nin -enlemi biraz hatalı olarak da olsa- çizilmiş olması, amerika kıyılarının daha da isabetli çizilmesi, piri reis’in birincisinden daha doğru bir harita çizmeye çalıştığını ve kolomb’dan sonra yapılan yeni keşifler hakkında istihbarat alıp bunları haritalarına işlediğini kanıtlıyor.

    piri reis'in denizcilik tarihimiz için önemi

    bütün bunları piri reis'i kötülemek için anlatmadım. aksine safsatalar, söylentiler ve efsanelerle piri reis'i yüceltmeye çalışırken aslında ismini kirletiyorlar. gerçekleri söylemek, yaşamış en büyük türk denizcisi olan piri reis'e karşı bir borcumuzdur.

    keşifler çağında, denizcilik tarihi ve coğrafi keşifler açısından tarihin en büyük çekişmesi yaşanırken, kimsenin tam olarak bilmediği toprakların haritaları çok değerliydi. dünya tarihi yeniden şekillenirken, yeni topraklar hakkındaki bilgiler ve haritalar, bir yandan yüksek paralara alıcı buluyor, aynı zamanda da hırsızlık ve casusluk gibi faaliyetlere de sıkça maruz kalıyordu.

    piri reis, coğrafi keşiflerin ehemmiyetini anlamış olacak ki; yıllarca istihbarat kovaladı, çok kıymetli haritalar edindi. kendi denizcilik ve kartografya bilgisiyle en doğru haritayı çizmeye çalıştı.

    kitab-ı bahriye

    en az çizdiği dünya haritaları kadar önemli bir eseri daha var; kitab-ı bahriye. piri reis, türklerin coğrafya alanında oluşturduğu en önemli eser olan kitab-ı bahriye'yi tamamladığında, 50 yaşında ve otuz yılı aşkın deneyim ve bilgi birikimi sahibidir.

    bu eser iki açıdan çok önemlidir. birincisi, denizciler için temel teknik bilgiler verilir. fırtınalar, pusula, yıldızlarla yön bulma, okyanuslar, ve onları çevreleyen kara parçaları anlatılır, avrupalı kâşiflerin seyahatleri hakkında bilgiler verilir. ikincisi, akdeniz`de yüzlerce ada, kıyı, kent ve liman ayrıntılı bir şekilde haritalarla anlatılmıştır. kitab-ı bahriye'de 210 farklı harita kullanılmış, her bir liman ve kıyının su derinlikleri, demir atma yerleri, kıyı bitki örtüsü ve içme suyu imkanları not edilmiştir. dahası her şehrin; halkı, kültürü, politik güç dengeleri hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiştir. kitab-ı bahriye; hem denizciler için önemli bir harita-kılavuz kitabı, hem de benzersiz bir akdeniz seyahatnamesidir.

    piri reis'in hayatı

    gerçek adı muhyiddin piri bey olan piri reis, korsanlıkla başlayan macerasına osmanlı donanmasına katılarak devam etmiş, osmanlı bayrağı altında ispanya, venedik ve cenevizlilere karşı birçok deniz muharebesine katılmıştı. sapienza (1499) ve modon'da (1500) venediklilerle savaşmış, (1517)’de mısır’ın fethinde, (1523)'teki rodos kuşatmasında görev almıştı.

    1552’de hint okyanusunda görevlendirilen piri reis, portekiz hakimiyetindeki limanlara akınlar yaptı ve ganimetler kazandı. lakin kazandığı yüklü ganimetleri çok güçlü bir donanmayla üzerine gelen portekizlilere kaptırmamak ve hakkında çıkartılan "padişahın emrine itaat etmedi" ve "portekizlilerden rüşvet aldı" iftiralarını yalanlamak için, donanmasını basra körfezinde bırakıp üç kadırgasıyla kızıldeniz'e geldi.

    bu iftiraların yayılmasında büyük payı olan basra beylerbeyi kubad paşa'nın divân-ı hümâyûn’a gönderdiği raporlar yüzünden, 86 yaşındaki piri reis, ihanet ve emre itaatsizlik suçuyla, kahire'de, boynu vurularak idam edildi.
  • 34
    naziler iktidarı nasıl ele geçirdi, kitleleri peşinde nasıl sürükledi? alman halkı faşist düzene, soykırımlara, neden sessiz kaldı, nasıl ikna edildiler?

    normal olan her insan bu soruları kendisine soruyor. böyle bir şey nasıl olabildi?

    http://1.bp.blogspot.com/...-nazi-rally-1937.jpg

    bu sorulara doğru cevaplar bulmak, sadece tarihi anlamak için değil, insan medeniyetinin geleceği için de çok önemli bana kalırsa.

    siyaset bilimci ve bence 20. yüzyılın en büyük filozoflarından hannah arendt, nazilerin yaptığı kötülüklerden yola çıkarak kötülüğün doğası üzerine çok etkileyici tespitlerde bulunmuş. "kötülüğün sıradanlığı" adlı eserinde, bu ölçekte bir kitlesel kötülüğü "eylemin veya eylemsizliğin sonuçlarını düşünmeksizin çoğunluk görüşüne itaat etme" olarak tanımlıyor.

    varlığının kaynağı olan düşünme ve sorgulama yeteneğini reddedip, düşünmeden denileni yapan veya elinden gelen bir şeyler varken hiçbir şey yapmayarak güce itaat eden "kötüğün sıradanlığı", insanlığın ortak hafızasını bolca kan ve göz yaşı ile suladı.

    bugün gücü elinde bulunduran iktidar erklerine "itaat eden" “iyi bir vatandaş" ve "iyi bir devlet memuru” olmamız tembihlenirken, yaşadığımız coğrafyada kanlı cinayetler hatta daha kötüsü katliamlar yaşanmaya devam ediyorsa eğer, bu konu üzerinde daha çok düşünmeye ihtiyacımız var.

    asıl konumuza geri dönersek, nazilerin işini en çok kolaylarştıran şey; gücün büyüsüne kapılıp onları destekleyen, "iyi" birer vatandaş, asker, polis, öğretmen, sanatçı, şair, yazar, bilimadamı... olmak için verilen emirleri harfiyen yerine getiren veya yaşananları sorgulamadığı ve düşünmediği için olan bitenin farkına bile varamayıp hiçbir şey yapmayan "sıradan" insanlardı.

    ama madalyonun bir de diğer yüzü var; hikayenin pek de üzerinde durulmayan kısmı...
    i. dünya savaşı'nı kaybeden alman halkı, galip devletler tarafından çok çok ağır koşullarda teslim olmaya zorlanmıştı. omuzlarına yüklenen ekonomik yaptırımlar, almanları derin bir bataklığa çekerken, ekonomik buhranları siyasi krizler izledi.

    hitler; mağlup, aşağılanmış, toprakları parçalanmış, ekonomik ve siyasi krizlerde yolunu kaybetmiş alman halkının, kendine çıkış yolu bulamayan saldırganlığına, küskünlüğüne, hayal kırıklığına, korku ve kızgınlığına hitap ediyordu.

    alman halkının algılarını; medya manipülasyonları, şiddet gösterileri ve popülist söylemlerle etkileyen naziler'in, devleti ele geçirmeleri, ve sonrasında yaşananlar; iyi hesaplanmış, becerikli ve tarihin en yoğun propaganda faaliyetinin bir sonucuydu. iktidara geldikten sonra devlet baskısı ve şiddetini sonuna kadar uyguladılar.

    hikayenin devamını hepimiz biliyoruz; tarihin en kanlı savaşı, yaşamını yitiren on milyonlarca insan, harabeye dönen şehirler, katliamlar, tecavüzler, soykırımlar...

    http://2.bp.blogspot.com/...2e1392986232b4b7.jpg

    bu yazı dizisi nazilerin iktidara geldiği, nazi almanyasındaki son özgür seçim olan 5 mart 1933 seçimlerine kadar olan zamanı ayrıntılı bir şekilde ele alıyor. yazının ilk bölümünde “hitler’in siyasete girişi”, ikinci bölümde” i. dünya savaşı sonrası almanya’nın yaşadığı sosyo-ekonomik buhran ve nazilerin iktidara gelişi”, üçüncü bölümde “nazi propagandası’nın temel prensibleri” anlatılıyor.

    1- hitler'in siyasete girişi ve "çıraklık" yılları http://bugraderci.blogspot.de/...ve-craklk-yllar.html

    2- hitler'in yükselişi: mağlup almanya'nın içine düştüğü ekonomik ve siyasi buhran http://bugraderci.blogspot.de/...aglup-almanyann.html

    3- nazi propagandası'nın temel ilkeleri http://bugraderci.blogspot.de/...-temel-ilkeleri.html

    .........................................................................................................

    ayrıca hitler'in hayatı ve nazi almanyası hakkında ilginizi çekebilecek yazılar;

    nazi yaşken eğilir: nazi almanyasında eğitim http://bugraderci.blogspot.de/...azi-almanyasnda.html

    savaş dönemi çizgi filmler http://bugraderci.blogspot.de/...i-cizgi-filmler.html

    kavgam'dan propaganda ile ilgili alıntılar http://bugraderci.blogspot.de/...m-ve-propaganda.html

    tarihi değiştiren başarısızlık: adolf hitler'in çizdiği resimler http://bugraderci.blogspot.de/...basarszlk-adolf.html

    adolf hitler ve eyfel http://bugraderci.blogspot.de/...-iii-paris-1940.html

    bernhard operasyonu; devlet eliyle kalpazanlık http://bugraderci.blogspot.de/.../11/kalpazanlar.html

    nazilerin kanlı planı; engelli katliamı http://bugraderci.blogspot.de/...engelli-katliam.html
  • 35
    aşil tendonu ve truva savaşı'nın hikayesi

    aşil (achille veya akhileus) yunan mitolojisinin en önemli kahramanlarından birisidir. homeros'un m.ö. 720 yılında yazmış olduğu 16.000 dizelik ilyada destanı adlı mitolojik eserinin baş karakterlerindendir.

    hikayeye en başından başlayalım. yeryüzündeki suyun tanrıçası, güzeller güzeli thetis ile zeus birlikte olmak ister. ama bir kehanet işleri değiştirir. kehanete göre thetis'ten doğacak çocuk babasından daha güçlü olacaktır. bunun üzerine tanrılar thetis'le evlenmek istememiş, onu bir ölümlü olan phatya kralı peleus ile evlendirmişler. bir tanrıçayla bir faninin evliliğinden, yarı-tanrı olan aşil dünyaya gelmiştir.

    http://4.bp.blogspot.com/...etis+ve+achilles.jpg

    aşil'in annesi themis, oğluna ölümsüzlük kazandırmak için, onu ölümsüzlük nehri styx'de yıkar. ancak thetis'in elini bu nehre sokması yasaktır. thetis, elleriyle aşil'in topuklarından tuttuğu için, aşil'in topukları yıkanmamıştır. aşil bu sayede ölümsüzlük kazanır, tek bir şartla; topuklarından vurulmadığı sürece.

    http://3.bp.blogspot.com/...tis+and+achilles.jpg

    aşil büyüdüğünde dünyanın en büyük savaşçısı olur. karşısında düşman dayanmaz.

    efsaneye göre, truva kralı’nın 50 oğlundan birisi ve “ölümlü erkeklerin en güzeli” olarak bilinen paris, sparta’da kralı menelaos’un konuğu iken, menelaos’un güzeller güzeli karısı helen'i görür ve aşık olur. helen de paris'in aşkına karşılık verir ve birlikte truva'ya kaçarlar.

    https://3.bp.blogspot.com/...lene_Paris_David.jpg

    menelaos'un şerefi iki paralık olmuştur ve intikam ateşiyle yanmaktadır. kılıçlar kınından çekilir. menelaos, güçlü kardeşi mykene kralı agamemnon’dan yardım ister. akhalar denilen yunan şehir devletleri güçlerini birleştirip, yapılan küstahlığa haddini bildirmek ve kaçırılan helen'i geri almak için bir ordu kurup truva kapılarına dayanır.

    aşil de, truva savaşı'na katılıp öleceği kehanetine rağmen, adının sonsuza kadar anılması, nesiller boyu kahramanlıklarının anlatılması için, o güne kadar yaşanmış en büyük savaşa katılmaktan geri kalmaz. agamemnon'un liderliğindeki orduya katılır.

    sefer sırasında yapılan muharebelerde topladıkları ganimetler paylaşılırken büyük bir kavga çıkar; büyük savaşçı yarı-tanrı aşil ile akha ordularının komutanı agamemnon, esir kızlardan birisi için birbirine girer. agamemnon, kızı aşil’in elinden alır. aşil deliye döner, savaştan çekilip çadırına kapanır ve tanrıça olan annesi thetis’den tek bir şey ister: "ben savaşmadığım sürece akhalar zafer kazanamasın!"

    bundan sonra, akhalar ile truvalılar arasında sayısız muharebe olur. aşil hiç birinde yoktur. bir türlü yenişemezler. üstünlük bir truvalılara, bir akhalara geçer. savaş 10 yıl daha devam eder.

    akhalar, aşil savaşa dönmezse hiçbir şey elde edemeyeceklerini anlamıştır. ikna etmesi için aşil’in kuzeni aynı zamanda can yoldaşı patroklos elçi olarak aşil'e yollanır.

    patroklos arkadaşına yalvarır yakarır, ama aşil'e laf anlatamaz, en sonunda "korkunç aşil, ne sarsılmaz yüreğin varmış senin, istemem hiçbir zaman, girmesin yüreğime, öfkenin böylesi’ diyerek pes eden patroklos "sen gelmesen bile ben savaşacağım" der aşil'in çadırından ayrılır.

    savaşta büyük yiğitlikler gösteren patroklos nice truvalı askeri öldürür. karşısına, truva’daki en güçlü ve en yiğit adamı çıkar; truva kralı'nın büyük oğlu hektor... canı pahasına ülkesini savunan hektor, aşil’in dostu patroklos'u kendi elleriyle öldürür.

    kara haber aşil'e ulaştığında, öfkeden deliye döner. iki eliyle ocağın küllerini avucuna alıp yüzüne bastırır. çığlığını duyup çadırına gelen annesine intikam yeminleri eder: "hektor kargımla vurulup can vermezse, patroklos’u öldürmenin cezasını ödetmezsem ona, yaşamak benim neyime!"

    aşil, böylece savaşa geri döner. azgın kudurmuş bir canavar gibi düşmana saldırır. bir sürü truvalı askeri katleder, savaş meydanını kızıla boyar, cesetleri skamandros ve simoeis ırmaklarına atar. nehirler kan rengi akmaktadır.

    truvalılar korku ve dehşetle kaçıp kentlerine sığınırlar. bir tek yiğit hektor kalır surların önünde. aşil’in karşısına çıkar. teke tek vuruşurlar.

    http://4.bp.blogspot.com/...ctor_vs_Achilles.jpg

    aşil tanrıların da yardımıyla öldürmeyi başarır hektor'u. can verirken hektor'un ağzından şu sözler dökülür: "senin ne olduğun yüzünden belli, demirden bir yürek var göğsünde. ama uyanık ol, uğramayasın tanrı lanetine."

    aşil'in öfkesi hala dinmemiştir. hektor'un cesedini arabasının arkasında sürükleyerek truva surların etrafını yedi kez dolaşır. cesedini de vermez truvalılara.

    hektor’un babası truva kralı, aşil'e yalvarır, oğlunun cesedini vermesi için.

    https://4.bp.blogspot.com/...xandr_Ivanov_005.jpg

    yüreği yumuşayan aşil, hektor'un cesedini kendi elleriyle yıkayarak teslim eder babasına. bir kahramanın şanına yaraşır bir cenaze töreni düzenlenir, truvalılar ağıt yakar hektor'un arkasından.

    savaş hala devam etmektedir. intikamını alan aşil, savaşın çıkmasına sebep olan, helen'i kaçıran paris’in attığı zehirli bir okla topuğundan vurulur. tek zayıf noktasından aldığı yara, ölümüne sebep olmuştur.

    https://1.bp.blogspot.com/...dlp8mcNG71r0nx58.jpg

    aşil'in okla vurulduğu bölge baldırda bulunan kasların topuğa bağlandığı yerdir. burası vücudun en güçlü tendonudur ve 500 kg.lık gerilmelere bile dayanıklıdır. tendona bu efsaneden esinlenilerek aşil tendonu ismi verilmiştir. aşil tendomu rahatsızlıkları çok sancılıdır. zedelenmesi durumunda yürüme esnasında ağrı ve acı verirken kopması durumunda ise yürümeyi imkansız hale getirir. ödem oluşması halinde iyileşmesi çok zordur ve sürekli tekrarlanır.

    http://2.bp.blogspot.com/...illes_tendonitis.jpg

    neyse biz hikayemize dönelim. hektor ve aşil öldü ama savaş hala bitmemişti. ve hepimizin bildiği son; akhalar, onca yıllık mücadelenin sonunda savaşmaktan vazgeçtiklerini, geri çekildiklerini ilan eder, hediye mahiyetinde dev bir tahta at yapıp truva surlarının önüne bırakırlar.

    https://2.bp.blogspot.com/...00/maxresdefault.jpg

    hediyeyi memnuniyetle kabul eden truvalılar, atı şehre alır ve kutlamalar başlar. ama atın içinden akha askerleri çıkar ve şehri ele geçirirler. kenti yerle bir eden akha askerleri, erkekleri sağ bırakmaz, kadınları da ganimet olarak bölüşür.

    bu yıkımdan sadece çok az truvalı kurtulabilmiştir. kurtulanlar ida dağı'na kaçar, orada bir gemi yaparak denizlere açılırlar. bir efsaneye göre bu kaçan truvalılar, italya'ya gidecek ve burada roma şehrini kuracaktır.

    kaynak: http://bugraderci.blogspot.com/...-ve-truva-savas.html
  • 39
    pocahontas'in gerçek hayat hikayesi

    bir zamanlar, kuzey amerika kıtasında, bugünkü amerika birleşik devletleri'nin kuzeyinde algonquin kabilesi yaşardı.

    1595 yılında, algonquinlerin şefi powhatan'ın bir kızı dünyaya geldi. ismini matoaka koydular. lakabı ise "şımartılmış çocuk" anlamına gelen pocahontas'ti.

    http://2.bp.blogspot.com/...s1600/POCAHANTES.png

    ingilizler, bu bölgedeki kabilelere baskınlar düzenleyip bazı yerlileri katlediyor, bazılarını da tutsak ediyordu. 17 yaşındaki pocahontas'te esirler arasındaydı.

    http://2.bp.blogspot.com/...s1600/POCAHONTAS.jpg

    bir yıl kadar tutsak kalan pocahontas, bu sırada ingiliz tüccar john rolfe ile tanıştı. john rolfe, pocahontas'e kendisiyle evlenmesi karşılığında, esaretten kurtulacağı sözünü verdi. pocahontas teklifi kabul etti.

    jhon rolfe, evlenme amacını ingilizlere şöyle açıklamıştı: "eğitimsiz, kaba, davranışları barbarca, soyu lanetli bir kafir ile evlenerek; ülkemizin onuru, tanrı'nın yüceltilmesi ve kendi kurtuluşum için; dinsiz bir yaratığı gerçek tanrı'ya ve isa dinine döndürmek..."

    aslında şefin kızı ile evliliğinin asıl amacı, kendi ticari çıkarlarıydı. tütün ticaretiyle uğraşan rolfe'un niyeti, şefin kızını kullanarak yerlilerle iyi ilişkiler geliştirmek, hatta belki yerlileri işçi olarak kullanmaktı.

    pocahontas ve rolfe evlendi. "rebecca" ismini alan pocahontas, kabilesi ile ingilizler arasındaki barışı sağladı. şef, john'a güvenmişti. ingilizler tarafından "algonquinlerin kralı" ilan edilen şef, yerlilerin beyazlar için işçi olarak çalışmasına izin vermişti.

    1612 senesinde rolfe tarafından londra'ya götürülen pocahontas, burada vaftiz oldu.

    ancak pocahontas londra'ya bir türlü alışamadı, iklimine, havasına uyum sağlayamadı. yurt özlemi çekti. doğduğu büyüdüğü topraklara geri dönmek istedi. bu arada vücudu da zayıf düşmüş, bağışıklık sistemi çökmüştü.

    geriye dönmek için çabalasa da başaramadı. en nihayetinde, 21 mart 1617'de 21 yaşında hayata gözlerini yumdu.

    1617'de şef'in ölümünden sonra kandırıldıklarını düşünen algonquin yerlileri, ingilizler ile ters düştü. beyaz adamın sahip olduğu ateşli silahları önemsemeden, isyana kalkıştılar. bu isyan sonlarını hazırladı, soykırımla sonuçlandı. nüfusu 8000 olan kabileden geriye sadece 1000 kişi kalmıştı.

    1995 yılında walt disney firması, pocahontas adında bir çizgi film yaptı. bu çizgi film, disney'in beyaz ırk dışında başka bir ırka mensup ilk karakteriydi ve yine ilk defa, gerçek bir kişiden esinlenilmişti.

    https://2.bp.blogspot.com/...ajoltr_7dec6df5.jpeg

    ben de çocukken -sanırım italyan yapımı olan- pocahontas çizgi film serisini severek izlemiştim. jeneriği dinlediğinizde hatırlayanlarınız olacaktır.

    https://www.youtube.com/watch?v=ZbGEY7hvMC4

    http://bugraderci.blogspot.com.tr/...2/11/pocahontas.html
  • 42
    `anlatılmayan hikaye: cumhuriyet nasıl ilan edildi?`

    1923 yılının 29 ekim sabahı....
    mustafa kemal paşa çankaya köşkü'nde uyandığında, uzun ve yorucu bir mücadelenin en keskin virajında olduğunun farkındaydı. yıllardan beri hayalini kurduğu, şartların olgunlaşmasını beklediği cumhuriyet fikrini hayata geçirebilmek için doğru zaman gelmişti.

    bugüne kadar, rejimin adını baştan koyarsa, dava arkadaşlarıyla sürtüşmekten çekinmişti. ilk beşler denilen kurtuluş savaşı'nın mimarı ve ilk 5 lideri kazım karabekir, mustafa kemal, ali fuat, refet ve rauf paşalar düşmanı yurttan kovmak için omuz omuza savaşmıştı. anadoluda düşman orduları denize dökülmüş, saltanat kaldırılmış ve istanbul geri alınmıştı. peki bundan sonra ne olacaktı?

    mustafa kemal paşa 'vatanı kurtardık, mücadelemiz bitti' diye düşünmüyordu. ona göre asıl mücadele yeni başlıyordu. kurtarılan vatan üzerinde yeni ve bağımsız bir ülke kurulacaktı. aklında toplumu tümden dönüştürecek ve uygar medeniyetlerin seviyesine çıkaracak; siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik ve hukuki devrimler vardı. bilim ve aydınlanmanın öncülüğünde ilerleyecek güçlü bir ulus devletin inşası için çok çalışmak gerekiyordu. bütün bunların ilk adımı, cumhuriyet'in ilanı olacaktı.

    http://3.bp.blogspot.com/...ograflari%2B(33).jpg

    işte bu noktada eski dava arkadaşlarıyla yolları ayrılmış, hatta düşman olmuşlardı. kazım karabekir, ali fuat, rauf ve refet paşa muhalefete geçtiler. gazi'nin bütün yetkilerini kendinde toplayıp diktatör olacağından endişeliydiler. "her şeyi ben yaptım diyebilen bir adamın, daha sonra her şeyi ben yapacağım diye ortaya çıkararak ne denli tehlikeli maceralara atılabileceğini enver paşa örneğinde yaşadık" diyordu kazım paşa. mustafa kemal'in emirlerine boyun eğen, o sağa da gitse, sola da gitse, hep beraber ona ayak uyduracaklar bir meclis istemiyorlardı. meclis çevresinde, kendileri gibi durumdan hoşnut olmayan ve kişisel bir dikta rejimine kayıldığını düşünen insanlar vardı.

    mustafa kemal atatürk ve kazım karabekir http://1.bp.blogspot.com/...m3JpVK1k/s1600/6.jpg
    rauf orbay ve mustafa kemal atatürk http://4.bp.blogspot.com/...%2Brauf%2Borbay.Jpeg

    devrimin evlatları şimdi karşı cephedeydiler.

    1923 seçimlerinde "ikinci grup" denilen muhalif vekiller meclis dışında bırakılmıştı. lakin 2. millet meclisi tek gruptan oluştuğu halde, bu tek partili meclis içinde dahi ideolojik ve siyasi beraberlik yoktu. başbakanı ve bakanları seçme yetkisi meclis'teydi. meclis aynı zamanda atatürk'ün aklındaki devrimlere muhalefet edecek birçok vekil barındırıyordu. mustafa kemal paşa, ulusun istikbali için ipleri kendi eline alması gerektiğini düşünüyordu.

    mustafa kemal bir yandan savaşırken; bir yandan meclisi, anayasayı, partiyi oluşturmuş ve cumhuriyet'e giden yolun taşlarını birer birer döşemişti. artık taşlar yerine oturmuş, şartlar olgunlaşmış ve rejimin adını koymanın zamanı gelmişti.

    şimdi ancak kendisinin hakemliğinde çözülebilecek bir kriz yaratıp, o sancılı krizden yeni bir rejim doğuracaktı. 5 gün içinde sonuca ulaşabileceği zekice bir plan kurdu. üç hamle sonrasını görebildiği bu satrançta, oyundan galip çıkan mustafa kemal olacaktı.

    23 ekim 1923 salı... ordu müfettişliğine atanan ali fuat paşa meclis 2. başkanlığı'ndan istifa etmişti. böylelikle meclis başkanı mustafa kemal'in hemen altındaki koltuk boşaldı. ertesi gün, hem başbakan, hem içişleri bakanlığı görevini yürüten fethi bey, mustafa kemal paşa'nın emriyle, 2 görevi birden yürütmenin zor olduğu gerekçesini öne sürerek içişleri bakanlığı'ndan istifa etti. en kritik makamlar sahipsiz kaldı. böylelikle hiç yoktan bir kriz doğmuş oldu.

    anayasaya göre bu 2 koltuğa atama yapma yetkisi meclisteydi. 25 ekim'de halk partisi grubu boşalan yerlerin yerine yeni atamalar yaptı. ilginç bir şekilde ne mustafa kemal, ne de fethi bey bu çok önemli 2 makam için aday göstermeyip grubu serbest bıraktı. ve gruptaki sandıktan 2 sürpriz isim çıktı; içişleri bakanlığı için sabit bey, meclis 2. başkanlığı için lozan'dan beri küskün olan rauf bey. gazi'nin hiç hoşlanmadığı iki isim çok önemli görevlerdeydi artık.

    kimilerine göre mustafa kemal, meclisin kendisiyle inatlaşmasını bahane ederek kafasındaki cesur adımların zeminini hazırlayacaktı.

    26 ekim 1923, cuma gecesi...
    mustafa kemal paşa, kabineyi çankaya köşkünde topladı. uzun süren toplantıda bakanlara "muhaliflerin oyununu" bozmak için planladığı karşı taarruzu açıkladı. bakanların hepsi birden istifa edeceklerdi. meclis onları yeniden seçerse, görevi kabul etmeyeceklerdi. sonu cumhuriyet'e varacak taktik savaşın 2. hamlesiydi bu.

    27 ekim cumartesi....
    mecliste, gazi'nin başkanlığında toplanan parti grubunda fethi bey daha kuvvetli bir hükumet oluşturulmasına ortam hazırlaması için hükumet üyelerinin topluca istifası ettiğini açıkladı. asıl planı bilmeyen parti grubu çok şaşırmıştı, toplu istifaya anlam veremediler. aslında bütün bu tantananın gerçek sebebini fethi bey bile bilmiyordu. bu yolun sonu cumhuriyet'e çıkacaktı. yeni bakanlar kurulunun 29 ekim pazartesi günü seçileceği duyuruldu.

    28 ekim pazar....
    vatan gazetesinin başsayfasında, istifa eden bakanların resimleri vardı. ülke resmen hükümetsizdi. meclis o pazarı tatil olmasına rağmen çalışarak geçirdi. kulislerde hükumet listeleri hazırlanıyor, adaylar değerlendiriliyor, ittifaklar kurulmaya çalışılıyordu. ama nafile... mustafa kemal'e yakın isimler teklifi reddediyor, muhalifler çekiniyor bir türlü güçlü hükmet listesi çıkmıyordu. herkes rejimin geleceğinden kaygılanmaya başlamıştı.

    muhaliflere gelince... rauf bey, doktor adnan, refet paşa o sabah haydarpaşa istasyonu'nda ankara'dan istanbul'a gelen ali fuat paşa'yı karşıladılar. milli mücadelenin önemli isimleri o günün akşamı, sarayda halife abdülmecid efendiyle buluştular. aynı saatlerde atatürk çankaya köşkü'nde arkadaşlarına "yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz" diyordu.

    ali fuat paşa, adnan adıvar, kazım karabekir, rauf orbay ve refet bele http://2.bp.blogspot.com/...e%2BRefet%2BBele.jpg

    mustafa kemal bu krizin düğümünü kılıçla kesecek, yeni bir hükumet değil yeni bir rejim kuracaktı.

    29 ekim pazartesi...
    halk partisi grubu toplandı. gündemde hükumet krizi vardı. söz alan milletvekilleri gazi'nin neden meclise gelip fikrini söylemediğini sordular. bu aşamada önceki gece köşkte yapılan plan uygulamaya kondu. gece sofrada bulunanlardan kemalettin sami paşa, hükumet krizini çözmek için mustafa kemal'in görevlendirilmesini istedi. paşa zaten bu çağrıyı bekliyordu. kendi yarattığı krizin reçetesini de hazırlamıştı.

    http://2.bp.blogspot.com/...ograflari%2B(30).jpg

    mustafa kemal, toplantı salonuna girer girmez doğruca kürsüye çıktı ve şunları söyledi: "efendiler! bakanlar kurulu seçiminde görüş ayrılıklarının hasıl olduğu anlaşılmıştır. bana bir saat kadar müsaade buyurun. bulacağım çözümü arz edeceğim."

    çözüm zaten çoktan hazırdı. mustafa kemal paşa meclisteki odasında ikna turlarına başladı. mecliste temsil edilen değişik grupların lideri sayılan milletvekilleriyle sırayla görüştü. onlara krizi çözecek basit önerisini söyledi: anayasa değişikliği.

    krizi çözecek sihirli formül ilk maddede yazılıydı: "türkiye devleti'nin hükumet şekli cumhuriyettir." dahası başbakanı atama yetkisi meclisten alınarak cumhurbaşkanı'na verilecekti. yani mustafa kemal paşa meclis, ordu ve partiden sonra hükumetin de iplerini eline alacaktı.

    pazarlık başladı. meclisteki vekillerden bazıları halifeye yürekten bağlı muhafazakar kişilerdi. cumhuriyet'in dinsizlik getireceğinden endişeliydiler. onları rahatlatacak çözüm 2. maddede sunuldu: "türkiye cumhuriyeti'nin dini islam'dır". kemal paşa 2. maddeyle 1. maddeyi garantilemiş oldu. (1928 yılında; yeterince güçlendiğinde devletin dini islam'dır ifadesini anayasa'dan çıkaracaktı)

    http://3.bp.blogspot.com/...kv-g/s1600/3c31b.jpg

    1 saatlik süre dolunca grup yeniden toplandı. mustafa kemal salona sessiz adımlarla girdi. kendinden emin gözüküyordu. artık oyundaki son hamleyi yapmak üzereydi. kürsüye çıktı ve şunları söyledi:
    "muhterem arkadaşlar, hallinde müşkülata düştüğünüz meselenin sebep ve bağlantılarının, bütün arkadaşlarca anlaşılmış olduğu kanaatindeyim. hepinizin topluca bakanlar kurulunu seçmeye mecbur olmanızda görülen müşkülatın halli zamanı gelmiştir. görülüyor ki, bu usul bazen birçok karışıklıklar doğuruyor. yüce kurulunuz bu müşkülün halline beni memur kıldınız. ben de bu arzettiğim kanaatten ilham alarak düşündüğüm şekli tesbit ettim. onu teklif edeceğim. teklifim kabule değer bulunursa kuvvetli ve kendi içinde tutarlı bir hükümet teşkili kabil olacaktır. devletimizin şekil ve mahiyetini tespit eden ve hepimiz için gaye olan anayasamızın bazı noktalarına açıklık getirmek lazımdır. teklifim şudur:"
    dedi ve sonra teklifi okuması için elindeki kağıdı katip beylerden birine uzatarak kürsüden indi. o daha kürsüden inerken katip ilk maddeyi okudu: "hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. türkiye devleti'nin hükumet şekli cumhuriyettir"

    milletvekilleri krize çözüm beklerken cumhuriyet önerisiyle karşılaştılar. ipler meclisten yeni seçilecek cumhurbaşkanının eline geçecekti. kimin seçileceğini de istisnasız herkes biliyordu: tabiki gazi mustafa kemal paşa hazretleri. rauf bey ve diğer muhalif ağır toplar ankara dışındaydılar. o an mecliste olan muhaliflerin itirazları zayıf kaldı. çıkıp konuşan vekiller genelde ilk şaşkınlıklarını dile getiriyor, süreci yavaşlatmak için fikir beyan ediyorlardı.

    paşa grubun ilk sırasında oturuyor, konuşulanları birer birer not alıyordu. bu notları daha sonra nutuk'ta yayınladı.

    sabit bey (erzincan): "kabine usulünün lehindeyim. ancak anayasanın tadili teklifiyle bugünkü buhranı halletmek kabil değildir. biz, şimdi, bir başbakan seçelim. anayasa tadilini sonra düşünürüz"
    vehbi bey (karesi (balıkesir): "biz, şimdiye kadar görüşüldüğü işitilen anayasadan haberdar değiliz. gazetelerde filhakika gördük. bu, kafi mi? binaenaleyh biz, evvelemirde, bunu topluca görüşmek üzere sonraya bırakıp buhranı halledelim."
    halil bey:"anayasanın tadiline ve yeniden yapılmasına salahiyetimiz vardır. fakat, bu tadilat, hakikaten vatan ve milletimizin saadet halini gerçekleştirebilecek midir; bunu söylemek lazımdır. bunu, hukuk erbabından, hukuk ulemasından olan arkadaşlarımız gelsinler, izah etsinler. izahat verilmedikçe, bunun, derhal halledilmesine taraftar değilim."
    azadan biri: "anayasa öyle çalakalem tadil edilemez."
    hamdullah suphi bey (istanbul): "dört sene evvel böyle ayrı ayrı seçimler yapılmasının zararlarını söylemiştim; bugün de aynı hal baş gösterdi. gazi paşa'nın teklifine gelince, bu yeni değildir. dört sene evvel yapılan bir kanunun, daha açık bir surette ifadesidir. binaenaleyh, bunun hilafına olarak söz söyleyecekler gelsin, fikirlerini söylesinler. fakat, zamanımızın uzun uzadıya beklemeye tahammülü yoktur."
    ragıp bey (kütahya): "kanunların en iyisi hadisat ve ihtiyaçtan doğanıdır. ihtiyaç ise meydandadır. anayasanın kamil hale getirilmesi lazımdır. daha açık hale getirilmesi icap eder. teklifin derhal müzakeresine geçelim."
    adliye vekili seyit bey: "teklif edilen şekil, yeni bir şey değildir. mevcut anayasanın daha açık hale getirilmesi ve tespitidir. kanunları ihtiyaç yapar. nazariyat yapmaz. zaman, hadiseler, her şeye hakimdir. tekamül yasaları, değişmez bir kesin düsturdur. teklif edilen şekilde bir yenilik yoktur. mevcut şekli, daha sarih ve açık olarak ifade edersek millet ve memleketimizin menfaatine elbet daha uygun hareket etmiş oluruz."
    eyüp sabri efendi (konya): "biz, gazi paşa hazretlerini hakem yaptık. bizim, anayasayı tadile salahiyetimiz yok demek, gayrı meşru olduğumuzu kabul etmek demektir. meclisin, anayasayı tadile salahiyeti aşikardır. hükümetimizin şekli, behemehal cumhuriyet olacaktır."
    ismet paşa: "parti genel başkanının teklifini kabule ihtiyaç katidir. cihan, bizim bir hükümet şekli görüştüğümüzü biliyor. bu müzakerelerimizi bir neticeye ulaştıramamak ve açıklayamamak, güçsüzlük ve kargaşayı sürdürmekten başka birşey değildir. bir tecrübeden bahsedeyim. avrupa diplomatları bu hususta beni ikaz ettiler. devletinizin başı yoktur, dediler. mevcut durumunuzdaki başkanınız sadece meclis başkanı sıfatı taşımaktadır. demek ki, siz, bir başka başkan bekliyorsunuz. avrupa düşüncesi işte budur. halbuki, biz böyle düşünmüyoruz. millet, hakimiyetine, mukadderatına, bilfiil sahip çıkmıştır. o halde, bunun hukuksal ifadesini söylemekten neden çekiniyoruz? ortada bir cumhurbaşkanı yokken bir başbakanın seçilmesini teklif etmek anlamsız olur. bunda şüpheye mahal yoktur. başbakanın seçimini kanuni ve mümkün kılabilmek için gazi paşa hazretlerinin teklifinin kanuniyet kespetmesi lazımdır."
    abdurrahman şeref bey:"hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir, dedikten sonra, kime sorarsanız sorunuz, bu, cumhuriyettir. doğan çocuğun adı budur. ama, bu ad, bazılarına hoş gelmezmiş, varsın gelmesin."

    grup anayasa değişikliğini önce tümden sonra madde madde oylayıp kabul etti. şimdi sıra anayasa komisyonu ve genel kuruldaydı. anayasa değişikliği mecliste apar topar adalet komisyonu'na gönderildi. komisyon 1 saat içinde teklifi, "acil görüşülmesi istemiyle" genel kurula sevk etti. normalde haftalar alacak işlemler birkaç saat içinde halledilmiş ve değişiklik meclise getirilmişti.

    genel kurulda söz alan vekiller artık itiraz etmediler. işin ilginci, 287 vekilli mecliste sadece 158 vekil hazır bulunuyordu. muhalifler oylamaya katılıp red vermektense gelmemeyi tercih etmişlerdi. bu yüzden anayasayı değiştirmek için gerekli çoğunluk neredeyse sağlanamıyordu. durum anlaşılınca o güne kadar meclise hiç gelmemiş 9 mebus apar topar ankara'ya çağrılıp yemin ettirilmişti. böylelikle yeterli çoğunluk mecliste hazır bulundu ve oylamaya geçildi.

    başkan kabul edenleri sordu; bütün eller havaya kalktı. anayasa değişikliği saat 20.30'da 158 üyenin tamamının oyuyla, "yaşasın cumhuriyet!" nidaları eşliğinde kabul edildi. türkiye artık bir cumhuriyet'ti.

    ve bir de cumhurbaşkanı seçilmeliydi. cumhuriyetin ilanından sadece 15 dakika sonra, cumhurbaşkanının hemen seçilmesi teklif edildi. aday yoktu aslında. gizli oylamada mebuslar istediği vekili yazmakta serbesttiler. 158 mebusun tamamı ittifakla gazi mustafa kemal'in adını yazmıştı.

    http://2.bp.blogspot.com/...BAtaturk%2Bmason.jpg

    cumhurbaşkanı seçilen mustafa kemal, meclis salonunu çınlatan alkışlar eşliğinde şu konuşmayı yaptı:

    "muhterem arkadaşlar,
    mühim ve cihanşümul olağanüstü hadiseler karşısında muhterem milletimizin uyanıp teyakkuza geçişinin kıymetli bir vesikası olan anayasamızın bazı maddelerini açıklığa kavuşturmak için özel encümen tarafından yüksek heyetinize teklif olunan kanun layihasının kabulü münasebetiyle türkiye devletinin zaten cihanca malum olan, malum olması lazım gelen, mahiyeti, beynelmilel idrak edilmiş unvanıyla yadedildi. bunun tabii sonucu olarak, bugüne kadar doğrudan doğruya meclisin başkanlığında bulundurduğunuz arkadaşınıza ifa ettirdiğiniz vazifeyi cumhurbaşkanı ünvanıyla yine aynı arkadaşınıza, bu aciz arkadaşınıza veriyorsunuz. bu münasebetle, şimdiye kadar hakkımda göstermek inceliği buyurduğunuz muhabbet ve samimiyet ve itimadı bir defa daha göstermekle yüksek kadirşinaslığınızı ispat etmiş oluyorsunuz. bundan dolayı yüksek heyetinize bütün samimiyeti ruhiyemle arzı teşekkürler ederim.
    efendiler, asırlardan beri şarkta mağdur ve mazlum olan milletimiz, türk milleti, hakikatte fıtratından gelen hasletlerden yoksun telakki ediliyordu.
    son senelerde milletimizin fiilen gösterdiği kabiliyet, istidat, idrak, kendi hakkında suizanda bulunanların ne kadar gafil ve ne kadar tetkikten uzak, dış görünüş düşkünü insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. milletimiz sahip olduğu vasıfları ve liyakatini hükümetinin yeni ismiyle, medeniyet cihanına daha da kolaylıkla göstermeye muvaffak olacaktır. türkiye cumhuriyeti, cihanda işgal ettiği mevkiye layık olduğunu eserleriyle ispat edecektir.
    arkadaşlar, bu yüce müesseseyi vücuda getiren türk milletinin son dört sene zarfında gözler önüne serdiği zafer, bundan sonra da birkaç misli olmak üzere tecelliyatını gösterecektir. bendeniz, aciz dostunuz, mazhar olduğum bu emniyet ve itimada liyakat gösterebilmek için pek mühim gördüğüm bir noktadaki ihtiyacı arzetmek mecburiyetindeyim. o ihtiyaç, yüksek heyetinizin şahsım hakkındaki teveccüh ve itimadının ve gözetmenizin devamıdır. ancak bu sayede ve allah'ın inayetiyle şahsıma verdiğiniz ve vereceğiniz vazifeleri en iyi şekilde ifaya muvaffak olabileceğimi ümit ederim.
    daima muhterem arkadaşlarımın ellerine çok samimi ve sıkı bir surette yapışarak onların şahıslarından kendimi bir an bile üstün görmeyerek çalışacağım. milletin teveccühünü daima dayanak noktası telakki ederek hep beraber ileriye gideceğiz. türkiye cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır."

    bu konuşmanın ardından, afyon vekili hami bey kürsüde bir dua okudu ve meclisin tarihi oturumu son buldu.

    mustafa kemal paşa, sabah 10'da meclis başkanı olarak geldiği binadan 12 saat sonra cumhurbaşkanı olarak ayrılıyordu. meclis çıkışında 20 kişilik müfreze yeni cumhurbaşkanını silah atarak kutladı.

    fethi ve ismet beyleri yanına alan mustafa kemal, çankaya köşkü'nde zafer sofrasına oturduğunda ankara top sesleriyle yankılanıyordu. 100 pare top atışı yeni cumhuriyet'i ilan etti.

    istanbul'da top atışları gece 3'te başladı. uyanan istanbullular bunu işgal kuvvetlerinin saldırısı zannederek sokağa fırladı. işin aslı sabahleyin gazetelerden ve vali'nin açıklamalarından sonra anlaşıldı. yurt çapında bütün resmi kurumlar tatil edildi. halk sokaklara döküldü. evler bayraklarla süslendi. cumhuriyet'ten herkes farklı bir şey anlıyordu ama herkes mutluydu.

    ankara'da olmayan muhalif vekiller haberi ancak ertesi sabah gazetelerden öğrenmişti.

    kaynak: http://bugraderci.blogspot.com/...riyet-nasl-ilan.html
  • 43
    10. yıl nutku

    rus harbi... trablusgarp... balkan savaşları... galiçya... sarıkamış... hicaz... yemen... çanakkale...

    onlarca yıldır savaşan bir halk düşünün. yedi düvelle harp etmiş, yüzlerce yıllık ata yadigarı topraklarını kaybetmiş, vatanım dediği anayurdu düşman askerlerinin çizmeleri altında kalmış.

    son büyük bağımsızlık savaşı, işte bu zor şartlar altında, yorgun ve bitkin düşmüş halkın kendinde bulduğu son takatle muvaffakiyete ulaşmış, türkiye cumhuriyeti böyle zor bir sürecin sonunda kurulmuştu.

    iç ve dış düşmanlar mağlup edildikten sonra, uygar devletler seviyesine ulaşmak ve güçlü bir ulus devletin inşası için siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik ve hukuki birçok devrim gerçekleştiren genç türkiye cumhuriyeti, 10. yılı kutlamaları için büyük bir tören düzenleme kararı aldı. böylelikle cumhuriyetin nasıl büyük bir atılım yaptığı dosta düşmana gösterilecekti. bütün dünyadan delegasyonlar, gazeteciler, kameramanlar ve yabancı devletlerin büyük elçileri 10. yıl törenine davet edildi.

    törene sscb'yi temsilen meclis başkanı vorosilof gelmiş ve beraberinde kutlamaları filme alması için sinemacı sergey yutkeviç'i getirmişti.

    sergey yutkeviç http://2.bp.blogspot.com/...0%B2%D0%B8%D1%87.jpg

    elbette ki töreni filme alması için çağırılan tek sinemacı o değildi. yutkeviç'ten başka ingiliz, fransız, alman ve daha pek çok batılı meslektaşı da törende hazır bulunacaktı.

    29 ekim sabahı, törenin düzenleneceği hipodrom'da coşkulu bir kalabalık vardı. devlet protokolü ve davetliler yerini almıştı. bundan sonrasını sergey yutkeviç'in kendisinden dinleyelim.

    "bilirsiniz, biz ruslar biraz kabayız. kameralarımız, kablolarımız da öyle. mikrofonlarımız da... komplekse kapılıyorum diğerlerini görünce. kameralarımızı kemal paşa'nın konuşacağı protokol tribününün karşısına kuruyoruz. yan yana. sonra makineye bağlı o parmak kalınlığındaki kordonu kürsüye çekiyorum. mikrofonu bağlıyorum kürsünün üstüne. öbür kameramanlar gülerek, biraz da küçümseyerek bakıyorlar bana. gerçekten acınacak haldeyim. ezildikçe eziliyorum."

    üç farklı açıdan üç kamerayla kayıt alacak olan sergey yutkeviç, alet ve edevatlarının eski ve kaba olması sebebiyle batılı meslektaşlarının alaycı bakışlarını üzerinde hissetse de işini yapmaya devam etti. çok geçmeden gazi'nin dolma tekerlekli, üstü açık makam arabası göründü. bu anları yutkeviç'ten dinlemeye devam edelim.

    "vizöre gözümü dayayıp basıyorum deklanşöre. kamera çalışıyor. araba bize doğru yaklaşıyor. gözüm vizörde, hiçbir şeyi kaçırmamaya çalışıyorum. atatürk bütün güzelliğiyle önümüze doğru geliyor. araba önümüzden geçerken, birden çevremde bağrışmalar, koşuşturmalar duyuyorum. ne olduğunu öğrenmek için meraktan ölüyorum. fakat gözümü vizörden ayıramıyorum. atatürk otomobilden inip ağır ağır merdivenlerden tribüne çıkıyor. ben kamerayla takip ediyorum onu. sonra kürsünün önünde durup o hıncahınç dolu hipodromdaki kalabalığı selamlıyor. hipodrom alkıştan yıkılacak gibi."

    http://3.bp.blogspot.com/...+y%C4%B1l+nutku+.jpg

    atatürk 10. yıl söylevine başlayınca, kamerayı kürsüye doğru sabitleyip gözünü vizörden ayırın yutkeviç, biraz önce neler olduğunun farkına vardı. gazi'nin arabası bütün kabloların üzerinden geçmiş, batılıların son teknoloji ama ince kabloları ezilip çalışmaz hale gelirken bir tek rusların eski ama kalın kablosu sağlam kalmıştı.

    http://2.bp.blogspot.com/...t%C3%BCrk+araba+.jpg
    http://4.bp.blogspot.com/...l+kutlamas%C4%B1.jpg

    "müthiş bir şaşkınlık yaşıyorum. benimle birlikte çekim yapan tüm kameraların kordonlarının, üstünden atatürk'ün otomobili geçince, parçalanmış olduklarını görüyorum. ve size bir şey diyeyim mi, bizim rus kabalığı ilk kez işe yarıyor o gün. o bizim parmak kalınlığındaki kordonlar parçalanmıyor. meslektaşlarım adına üzülmüyorum. ama kendi adıma çok seviniyorum. çünkü, 'yutkeviç,' diyorum, 'bu görüntüleri dünyada filme alan tek kişi sensin.' 10. yıl filmini çekmiş olan tek kişi olmaktan onur duyuyorum."

    sergey yutkeviç'in kamerasından atatürk'ün 10. yıl nutku
    https://www.youtube.com/watch?v=g0lMDKAWaQg

    bundan bir yıl sonra "türkiye'nin kalbi ankara" isimli belgesel tamamlandı. bu belgeselde sovyet delegasyonunun vapurla izmir ve istanbul'a gelişleri, başkent ankara'nın görüntüleri ve 10. yıl kutlamaları yer alıyordu. sergey yutkeviç, filmin bir kopyasını atatürk'e armağan olarak gönderdi.

    komünizm propagandası iddiasıyla bi dönem sansüre uğrayan film, aslında türkiye cumhuriyetinin kalkınması üzerine kurulmuş ve cumhuriyeti öven bir propaganda filmiydi.

    "türkiye'nin kalbi ankara" belgeseli: http://bugraderci.blogspot.com.tr/...in-kalbi-ankara.html
  • 44
    atatürk'ün sol gözü ve yunan asker

    bu görüntüler, bir yunan kanalında 1977 yılında yayınlanmıştır. olayı aktaran yunanlı, eskiden izmir'de yaşayan rum bir marangozdur. yunanlıların anadolu'yu işgal hareketi başlayınca gönüllü olarak yunan ordusuna katılır. daha sonra türk ordusuna esir düşer ve marangoz olarak çalıştırılır. o sıralar çankaya köşkü'nde tamirat işleri için marangoza ihtiyaç vardır. mustafa kemal'le karşılaşması bu vesileyle olur.

    https://www.youtube.com/watch?v=IOvU3i0FPfo

    atatürk, rum marangozla türk-yunan savaşı hakkındaki konuşmuş, osmanlı coğrafyasındaki rum okullarının türklere karşı nasıl kin aşıladığı, tiyatro oyunlarıyla nefretin nasıl canlı tutulduğu, azınlık nüfusunun ekonomiyi nasıl ele geçirdiği, ve dini özgürlükler gibi birçok konudan bahsetmiş. hatta bir ara sinirli bir şekilde "yunanlıların diş etlerine bakarsan türklerden ısırıp kopardıkları eti bulursun" ifadesini kullanmış.

    yine rum asker atatürk'ün eşi latife hanım'ın tırnaklarına kına yaktığından ve atatürk'ün gözlerinden birisinde bir gariplik olduğundan bahsediyor. bu iddianın doğruluk payı var gerçekten de.

    atatürk'ün sol gözü

    trablusgarp savaşı sırasında yaşananları mustafa kemal'in yakın silah arkadaşı fuat bulca'nın ağzından dinleyelim:

    "yanındaki az sayıda arkadaşlarıyla süvari hücumuna kalkıştı. kendisini zaptedemedim. nitekim kısa bir zaman sonra, ben artçı kuvvetlerle kalmıştım; o, kasr-ı harun’un ilk basamakları önüne erişmişti. burada boğaz boğaza bir boğuşmadır başladı. harabenin duvarlarının arkasında geçen bu mücadelenin safhalarını göremiyordum.biz harabeler içinde mücadeleye devam ederken mustafa kemal’in yanındaki az sayıda arkadaşı ile kasr-ı harun’un merkez binasına kadar ilerlediği ve buraya daldığı görüldü. işte bu sırada gökyüzünde bir gürültü duydum. iki italyan hücum uçağı çok alçaktan uçuyor ve bizim arkamıza saldırarak bombalarını koyuveriyordu. mustafa kemal’in yanına vardığımda onun yüzünü tanınmaz bir halde buldum. bir elinde kılıcı vardı, diğer elinde mendili gözünü kapatıyordu. yaralandığını zannettim. hayır, yaralı değildi. fakat harabeler arasında yıkılan bir sütundan fırlayan kireçli bir taş parçası şiddetle gözüne çarpmıştı. sönmüş kireç olmasına rağmen, bir kısmı göze nüfuz etmişti."

    http://4.bp.blogspot.com/...gPWE/s1600/ata-4.gif
    http://1.bp.blogspot.com/...stafa-kemal-1912.jpg
    http://4.bp.blogspot.com/.../s1600/Derne%2B3.jpg

    ve atatürk'ün kaleminden sonrasında yaşananlar (kerim beye yazdığı mektup);

    “aziz kardeşim kerim bey,
    …tobruk’ta birkaç gün kalarak başarılı bir netice veren 22 aralık 1911 muharebesi’ni yaptıktan sonra derne’ye geldik. yollarda oldukça yorulmuş, ıslanmış, üşümüş, sefalet çekmiştik. derne’de de henüz başlangıç halinde bulunulduğu için sefaleti gidermek mümkün olamamıştı. 16/17 ocak 1912 baskını’yla başlayan 17 ocak muharebesi gecesi ve günü zaten hastalıklı görünen sol gözüm kanlandı ve görmez oldu. istırabın derecesi vazife yapmama mani oldu. hilâliahmer (kızılay) hastanesi’ne yattım. bir ay tedaviden sonra tam olarak göremediğim halde hastaneden çıktım.
    vaziyet biraz büyüdüğü için enver umum kumandan, ben de derne kuvvetleri kumandanı oldum. bu sırada idi ki, 3 mart 1912 günü umumi bir muharebe oldu. bugün de olağanüstü yorgunluk ve açlık ve muharebe geceye kaldığından soğuğa maruz kaldık. bunun sonucu olarak gözümün rahatsızlığı ertesi gün nüksetti. on beş gün kadar yataktan kalkamadım, gözlerimi açamadım. nihayet ıstırap geçti, tekrar işe başladık. fakat sol gözüm daha az görür oldu. doktorlar mısır’a gitmemi tavsiye ettiler. ben razı olamadım. nihayet bugüne kadar görme derecesinde bir fark görülemeyecek o derecenin yerleştiğine hükmedilmiştir. gerçi uzman doktor zamanla açılacaktır diyor, fakat ben inanmıyorum.
    bu harbin bitmesinden sonra askeri hayata veda ederek istirahat köşesine çekilebilmek ihtiyacı bilmem nasıl sağlanacak ?
    bu mektubun salimen size ulaşacağından emin olduğum için bu kadarla yetiniyor ve mektubunuzu, hatta telgrafınızı bekliyorum. hürmetle gözlerinizden öperim kardeşim.”

    mustafa kemal, trablusgarp'ta, gözünden dolayı tedavi görürken, hilâl-i ahmer (kızılay) çadırı önünde... http://1.bp.blogspot.com/...aflarla-Hayati16.jpg

    http://4.bp.blogspot.com/...H6UzM/s1600/sb11.jpg

    çok bilinmese de şu bir gerçek; mustafa kemal, libya müdafaası sırasında sol gözünden ciddi biçimde yaralanmış ve neredeyse gözünü kaybetmek üzereymiş. hayatının sonuna kadar sol gözündeki (zaman zaman fark edilen) hafif kaymanın sebebi bu olsa gerek.

    kaynak: http://bugraderci.blogspot.com.tr/...ve-yunan-askeri.html
  • 47
    arkadaşlar, şöyle bir yorum gördüm, noktasına virgülüne dokunmadan aynen yapıştırıyorum. bu insanlara yapılanlara, eğitim sistemimize resmen hakaret gibi olan bu çarpık düzene bir kez daha lanet ettim.

    buyrun sizler de okuyun.

    --- alıntı ---

    türk halkı cigarasını yakmış şöyle bir bakıyor ki;

    amerikalı marsta koloni kurma planları yapıyor.
    avrupalılar medeni yaşama konusunda kendilerini aşmışlar. sokağındaki hayvan bile bizim insanımızdan fazla değer görüyor.
    adamlar işinde mutlu, kazancı yerinde. geçim sıkıntısı yaşamıyor. hobilerine bile para harcayabiliyorlar.

    cigaradan bi derin nefes daha çekiyor bizimki,

    lise yıllarında gördüğü yarım yamalak tarih bilgisinden bildiği kadarıyla akdenizi göl yapmış bir millettik diyor, avrupalı bokun içinde yüzerken biz akça pakça dolaşırdık diyor... düşünüyor. ne ara olmuş bunlar. osmanlı zamanında.
    adam istiyor ki yine böyle olsun.

    tarih dersi diye 400 yıl önceki hadiseler arasından sadece savaş zaferlerini anlatırsan bu halka, ne yapsın bu halk?

    tarih derslerinde cumhuriyet kurulur ve tarih biter. lan son 80 yılda bu cumhuriyette neler olmuş. ne başarılar elde edilmiş. kimler ne noktalarda bunların yitirilmesine sebep olmuş anlatılmaz.

    tarih derslerinde türkiye'nin kuruluş yıllarında yokluk içindeyken uçak fabrikası kuracak kapasiteye geldiği, yetmezmiş gibi bu uçakları hollandaya dahi satabildiği anlatılmaz. uçak fabrikasının bu satışlar engellenerek kapatıldığı, mezberelik bir harabeye çevirildiği anlatılmaz.

    türkiye'nin yerli otomobil yaptığı, ancak eften püften sebeplerle bu işin de baltalandığı anlatılmaz.

    türkiye'nin marshall yardımı diye aldığı kredilerden önce neleri başardığı anlatılmaz. tarımda sanayide neler yapılmışken bunlar bir bir nasıl kimler tarafından yitirilmiş anlatılmaz.

    sıfırdan kurulan tekstil fabrikaları için kıt kanaat imkanlarla yurt dışına gönderdiği öğrencilerin ülkenin tekstilini nasıl ayağa kaldırdığı anlatılmaz ki bu gün bildiğiniz en iyi tekstil markalarının başında hala bu adamlar vardır. projenin başarısına rağmen bu da baltalanmış önü kesilmiştir. bu arkadaşlar da özel sektöre gitmek zorunda kalmışlardır.

    türkiye'nin mimari başarıları, sanat başarıları anlatılmaz.

    köy enstitülerinin gomunist bunlar diye kapatılması, akabinde aç kalan yoksul kalan köylünün istanbul'a göç etmesi, bu günkü köylü-kentli balansının bozulmasının mimarları bilinmez duyulmaz.

    bunların konusu açılınca " ama siyaset konuşmuyoruz biz" denilir " siyaset şeyapmayalım şimdi" denilir.

    türk halkı ne yapsın. bi elinde fatih'in fethi kalmış tee 1453 lerde. onu ezberler.
    akşam evinde tek eğlencesi olan televizyonunu açar. karşısında sağlı sollu oturmuş 4 adam. ki bu adamlar ne hikmetse her konunun uzmanıdır. adaları şurda kaybettik lozan aslında lozan değil. sen aslında sen değilsin minvalinden saçma sapan bişeyler geveler. bizim halk cigara üstüne cigara çeker. günler böyle gelir geçer

    --- alıntı ---
  • 48
    ardahan'da bir inşaat çalışması esnasında bulunan yeraltı mezarının tabutu içerisindeki rus askerin kimliği tespit edilmiş: karl karloviç rjepetski.

    (belki rahatsız edici olabilir diye kendisinin direkt olarak göründüğü fotoğrafları koymadım)

    http://arkeofili.com/...ads/2017/05/rus2.jpg

    fotoğrafta görülen apolet tablasının üç yıldızı ve oksitlenmiş bakır sırmaları kendisinin yarbay (podpolkovnik) olduğunu, 20 sayısı ise 20. tümene bağlı bulunduğunu gösteriyor. rus arşiv kayıtlarına göre ardahan asker mezarlığı'na işgal süresince yalnızca tek bir yarbay defnedildiği için de bu kişiyle tabuttaki müteveffa eşleştirilmiş ve kimliği ortaya çıkmış.

    üst rütbeli bir subay olduğundan mütevellit kendisi için önemli bir mimari işçilik sayılabilecek kesme taştan beden duvarları üzerinde yükselen tuğladan tonozlu bir yeraltı mezar odası inşa edilmiş. keza içerisinde büyükçe bir yastığa doğru askeri üniforması ile yatırıldığı, üzerinde de rus ortodoks haçları bulunan ahşap tabutu da pek ihtişamlı idi.

    http://arkeofili.com/.../2017/05/russ12.jpeg

    http://arkeofili.com/.../2017/05/russ13.jpeg

    http://arkeofili.com/...ds/2017/05/rus3.jpeg

    rus imparatorluğu'nun 1. kafkas kolordusu'na bağlı 20. piyade tümeni'nin günümüzde gürcistan içerisinde kalan ahılkelek'te konuşlanmış 78. navaginsk piyade alayında yarbay olarak görev yapan karl karloviç rjepetski 1894'te geçirdiği beyin kanaması sebebiyle vefat etmiş ve ardahan asker mezarlığı'na defnedilmiş. bilindiği üzere kars oblastı olarak tanımlanan ve ardahan'ın da içerisinde bulunduğu bölge yaklaşık 40 sene rus işgali altında kalmıştı.

    yarbay rjepetski o dönem rus imparatorluğu toprağı olan estonya’nın başkenti tallin’de doğmuş fakat soylu bir kökeni olup aslen polonya orijinli ailesi günümüzde ukrayna’nın batısında yer alan vladimir-volinski bölgesinden imiş, ki burası zaten bugün bile polonya sınırının hemen dibinde bulunuyor. yarbay rjepetski askeri eğitimini varşova piyade okulu'nda tamamlamış. polonya da 19. yüzyılın neredeyse tamamında rus imparatorluğu'nun bir parçası idi. ölümünden sonra yarbay rjepetski'nin eşi ve iki kızının sırayla tiflis, grodno (belarus) ve daha da sonra 1904 itibariyle moskova’da yaşadığı henüz kesinlik kazanmamış bilgiler. kendisinin soyadı ve türevlerini taşıyan ailelere günümüzde hala rusya, kazakistan, ukrayna, belarus, polonya ve moldova'da rastlamak mümkün. polonya orijinli branş "repetowska" diye geçiyor.

    yarbay rjepetski aslen polonya kökenli olduğu üzere katolik hristiyan imiş fakat ardahan’da roma katolik kilisesi olmadığı için kendisinin cenaze ve ayin işlemlerini şehirdeki ermeni katolik kilisesi gerçekleştirmiş. ölümü ile ilgili belge de bu sebepten dolayı hem rusça, hem de ermenice yazılmış. tarih dergisi'nin haziran sayısında bu konuyla ilgili daha kapsamlı bilimsel bir yazı yayınlanacakmış.

    yarbay rütbesine karşın cenazesinin bir ordu geleneği olduğu üzere memleketine gönderilmeyip ardahan'a gömülmesi biraz ilginç ve de üzücü olmuş. bu hususta atatürk'ün bir sözüyle bitirmek isterim: "uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; göz yaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bağrımızdadır. huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır."

    not: internetteki çeşitli kaynaklardan derledim.
  • 49
    günün anlam ve önemi olarak 31 mart vakası'na yol açan gerici isyanını kurmay başkanlığını mustafa kemal paşa'nın yaptığı, selanik'ten gelen hareket ordusu'na komuta ederek bastırmış ve türk hava kuvvetleri'nin de kurucusu olan mahmut şevket paşa'nın, istanbul'daki isyanı bastırmak üzere hareket ordusu'yla yola çıkmadan önce askerlerine yaptığı tarihi nutku buraya bırakıyorum.

    https://www.youtube.com/watch?v=xIRUC8p0t7M

    bugün tarih yine 31 mart. vatan yine gidiyor, millet yine mahvoluyor. cehaletin bir türlü mağlup edilemediği, etmeye çalışanların da ömrünün yetmediği veya yettirilmediği bu güzel ülkemde 100 yıldan fazladır değişen hiçbir şey olmamış.

    ne güzel sormuş paşam, "bizde cesaret, bizde hamiyyet yok mu?"

    oyunuza kuvvet.

    bir tarih aşığı olarak galatasaray sözlük'teki en sevdiğim kulüp.
  • 50
    (bkz: wizna muharebeleri)
    başlangıcı
    1939'da nazi almanyası'nın danzig ultimatomunun polonya tarafından kabul edilmemesi ile başlayan polonya'nın işgalinde yaşanmış muharebelerdir.
    süreç
    almanların 40 bin piyade, 350 tank ve 600 topçusuna karşı 700 polonyalı piyade mücadele etmiş, 7 eylülden 10 eylüle kadar alman ordusunu uğraştırmıştır. polonya piyadeleri defansif sığınaklara konuşlanması almanların işini çok zorlaştırmış pek çok sığınaktan polonyalılar cephanesi bitene kadar çıkmamıştır.
    sonuç
    nihayetinde almanlar bu leh birliğinin tamamını ya öldürmüş ya esir almıştır. polonya savunmasının komutanı yüzbaşı vladislav raginis almanların kendisini canlı ele geçiremeyeceğine yemin etmiş, cephanesi bitene kadar savaşmış, bitince de el bombası ile intihar etmiştir.
    termofille karşılaştırılması
    bu savaşa batılılar polonya'nın termofili demeye çalışsa da termofilden çok daha kahramanca bir savunmadır. termofil
    tehçizat ve kalite olarak üstün bir kuvvetin, sayısal olarak üstün bir kuvvete karşı savunma yapmasıdır. efsaneleşmiş olduğu için abartılıdır. iddia edildiği gibi 300 spartalı felan yoktur. pek çok yunan şehir devletinin katkısı ile hazırlanmış toplama bir ordudur. sayı tahminleri 2000 ile 10000 arası değişir. çok iyi mevkiye konuşlanmış yunan ordusu ağır piyadelerden bir phalanx duvarı oluşturmuştur. karşılarındaki pers ordusu da 1 milyon kişi değildir. bu abartılı sayılar herodotosun bu savaşı iki asır sonra anlatması dolayısıyla fazladır. o dönemde böyle bir ordunun oluşması bir yana, ikmali ve teçhizatı neredeyse imkansızdır. 100 bin kişi bile benim görüşüme göre fazla bir sayı olsa da nispeten daha kabul edilebilir bir sayıdır. yunan ordusunun pers ordusuna karşı pek çok avantajı varken, wizna savaşında polonyalıların sığınaklar hariç hiçbir avantajı yoktur. polonyalılar 40:1'e savaşırken yunanlarda bu oran daha azdır.

    unutmadan sabatonun 40:1 adlı bu savaşla alakalı efsane bir şarkısı vardır. kesinlikle tavsiye edilir.
App Store'dan indirin Google Play'den alın