• 177
    türkçülük akımının kurucusu. balkan savaşı sırasında yunan ve sırp cephelerinde savaşmış, hatta esir bile düşmüş. kısacık ömrüne nice eserler sığdırmış asker, öğretmen, şair. evet ömer seyfettin'den bahsediyorum.

    işte 35 yıl kadar süren kısa ve zorlu yaşamda bizlere bıraktığı şiirlerden bir tanesi.

    koşma

    ey türk genci! aç gözünü azıcık
    etrafına bir dikkat et, gördüğün
    hayal değil, hakikattir, pek açık,
    pusu kurmuş herkes sana bak bu gün!..

    medeniyyet ateş, demir eliyle
    kan taşırtan, yuva yıkan seliyle
    ilerliyor elektrik piliyle,
    yapılır mı uçurumda hiç düğün!

    artık uyan, keyif zamanı değildir,
    içtiklerin bade değil, hep zehir,
    kuvvetlenip garb'i korkut ve sindir,
    galip gel de, sonra, türk'üm de öğün!..
  • 181
    nasılsın

    iyi günlerimde çok eller uzanır ellerime, 
    resmimi baş köşeye asarlar... 
    fakat demir kapıların her kapanışında üzerime, 
    ardında taş duvarların her kaldığım zaman, 
    ne arayan beni, ne soran... 

    eeeehhhh, daha iyi be bunun böyle olduğu... 
    minnetim ve borçluluğum yalnız sana kalsın. 
    iyi günlerimde benim unuttuğum insan eli 
    nasılsın???

    nazım hikmet

    nazım hikmet için, "üstat" kelimesi bile hafif kalıyor bazen...
  • 182
    on yedi ağustos ulusal ölüm bayramınız kutlu olsun

    -kocelisin sen bizim canımız!-
    feat tomwaits…

    yıkıldık. yıkıldıkça kanatlarımız
    kanatlarımız morardı gökleri gördük.
    kalemizde erhan vardı, görkleri gördük.
    orta saha canavardı, götleri gördük.
    gördük kıyamet mormuş imam vaazından
    işte amcam bir kirişi öpmüş ağzından
    “ve insan buna ne oluyor dediği zaman”
    u must say good-bai 2 me.
    ınh! ınh!

    çürüdük. çürüdükçe babalarımız
    babalarımız koktu toprağa döktük
    toprak koktu toprağı allah’a döktük
    allah çoktu cehennemi cennete döktük.
    döktük gitti aklımız al pasiflora iç!
    ali gelme okul çökmüş seni şanslı piç!
    göklerdeki babamız geç kalmazdı hiç?
    u must say good-bai 2 me.
    ınh! ınh!

    uyandık. uyandıkça sakallarımız
    sakallarımız vardı dervişe kestik
    devlet aciz, rahmet olduk yolları kestik
    mecbur kaldık cesetlerden kolları kestik.
    kestik, boş tabuta bari bir uzuv girsin
    bitsin bu azap burda, dünyada bitsin
    bağırmayan taraftar siktirsin gitsin
    u must say good-bai 2 me.
    ınh! ınh!

    ah muhsin ünlü*
  • 183
    bu vatana nasıl kıydılar

    insan olan vatanını satar mı?
    suyun içip ekmeğini yediniz.
    dünyada vatandan aziz şey var mı?
    beyler bu vatana nasıl kıydınız?

    onu didik didik didiklediler,
    saçlarından tutup sürüklediler.
    götürüp kâfire : «buyur...» dediler.
    beyler bu vatana nasıl kıydınız?

    eli kolu zincirlere vurulmuş,
    vatan çırılçıplak yere serilmiş.
    oturmuş göğsüne teksaslı çavuş.
    beyler bu vatana nasıl kıydınız?

    günü gelir çarh düzüne çevrilir,
    günü gelir hesabınız görülür.
    günü gelir sualiniz sorulur :
    beyler bu vatana nasıl kıydınız?

    nâzım hikmet
  • 184
    yedi kapılı teb şehrini kuran kim?
    kitaplar yalnız kralların adını yazar.
    yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
    bir de babil varmış boyuna yıkılan,
    kim yapmış babil’i her seferinde?
    yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
    altınlar içinde yüzen lima’nın?
    ne oldular dersin duvarcılar
    çin seddi bitince?
    yüce roma’da zafer anıtı ne kadar çok!
    kimlerdir acaba bu anıtları dikenler?
    sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?
    yok muydu saraylardan başka oturacak yer
    dillere destan olmuş koca bizans’ta?
    atlantik’te, o masallar ülkesinde bile,
    boğulurken insanlar
    uluyan denizde bir gece yarısı,
    bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden.
    hindistan’ı nasıl aldıydı tüysüz iskender?
    tek başına mı aldıydı orayı?
    nasıl yendiydi galyalılar’ı sezar?
    e bir aşçı olsun yok muydu yanında?
    ispanyalı filip ağladı derler
    batınca tekmil filosu.
    ondan başkası ağlamadı mı?
    yediyıl savaşı’nı 2. frederik kazanmış?
    yok muydu ondan başka kazanan?
    kitapların her sayfasında bir zafer yazılı.
    ama pişiren kim zafer aşını?
    her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam.
    ama ödeyen kimler harcanan paraları?
    işte bir sürü olay sana
    ve bir sürü soru.
    bertolt brecht

    http://www.youtube.com/watch?v=TS_QziIaLOs

    *
  • 185
    bazı sorulara cevap bulamadım;kuşkusuz gerekli de değildi.
    soruyu soru halinde bırakıp,sahici yanımı korumaya çalışmamı cahillik mi sandılar yoksa?
    bedenlerin sadece başka bir beden olduğu,ruhların ruhlardan çıkarttıkları karşılıklı acıların birbirini daha da acıttığı zamanlarda düştün aklıma.
    aklıma yayıldın...
    bir başkasının nesnesine dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı yok ettiğin.
    melankoli değil de,daha fazla ortak bir acı bulamama sorunsalıydı belki terkediş..
    şimdi.. her kadın gibi doğurmaya çalışmak hevesi,ya da her erkek gibi ücra bir dağ köşesinde,gözden uzak hüzünlenme denemeleri aslında şimdi..
    öncesi dersen,bir sebebi yok yalnızca sevdim.
  • 186
    propaganda

    köleler gördüm, karavaşlar
    hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı
    artık kelimeleri kalmamış fiyatları sormaktan
    saçları taranılmaktan usanmışlar
    sinemalarda saklanıyor kışın
    yaz olunca denizin yalayışlarına
    kaldırımlarda demokrat
    otobüslerde dindar
    geceyi
    saatlerine bakarak anlıyorlar
    ve sabah
    gökyüzünün karnını gerdiği zaman
    dağların kokusundan fabrikalar
    acıkınca
    köleler!
    gözleri camekânlarda.
    silâhlar gördüm
    namlusu akla çevrilmiş sahra topları
    mürekkebin utandığını gördüm basılı kâğıtlarda
    tetiğe basan parmaklarda çare yok, gördüm mürekkebi:
    çare yok, radyoları kapatsam
    çare yok, secde etsem anılarıma
    bu bozulmuş yeminlerin bayrakları altında
    olacak şey mi duymak portakal bahçelerini
    mermiler araya girmeden anlayabilir miyiz artık
    hangi kızlar hangi serin yerlerimize değdi:
    sanırdık saçlarımız kumrularla kaplanır
    bir çocuk, işte ırmak! diyerek haykırınca
    o zaman belki çocuklar zabıtalardan daha çoktu
    belki biz daha çok ağlardık bir aşk pıhtılanınca:
    gördüm
    gözlerinde zındanlarla bana baktıklarını
    düşündüm yaslanarak şehrin kasıklarına
    düşündüm kafa kemiklerimi eritinceye kadar
    nedir bu kölelerin olanca silâhları
    silahların köleleri olmaktan başka.
    bıkmadım
    koyu renkler kullanıyorum hayatımda
    koyu mavi, acıyı anlatırken
    sessizce öperken, koyu beyaz
    ve saçlarım hakaretlerle okşanırken
    koyu bir itiraf sarıyor beni.
    susmak elbette zehirlidir
    ve rahatlık getirir yazıklanmak da.
    ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!
    ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!
    gelin ve boğdurun bu köleleri.

    ismet özel
  • 187
    maria missakian, attilâ ilhan'ın fransa'da tanıştığı ermeni sevgilisidir. uzun süre türkiye'ye getirebilmek için uğraşır ancak başaramaz. çok güzel de bir şiiridir. okumak ve sonra da kendi sesinden dinlemek farzdır: http://www.youtube.com/watch?v=Gx8XWYq4m7A

    maria missakian

    yüksekkaldırım'da bir akşam
    maria missakian'i düşündüm
    eğer kendimi bıraksam
    yağmur olabilirdim yağardım

    kasım'da bir çınar olurdum
    yaprak yaprak dökülürdüm
    kalbimi sıkı tutmasam

    döküp saçıp boşaltsam
    içimde yükselen şiiri
    kaldırımlara döküp harcasam
    gözleri balıkçıl gözleri
    dudaklarında tutup rüzgarı
    maria missakian adında biri
    gelse göğsüne kapansam

    gece gölgesine sokulsam
    gökyüzünde bulutlar büyüseler
    yağmuru dinlesem anlatsam
    şimşekler kırılıp dökülseler
    bizi sokaklarda bıraksalar
    leylekler üşüyüp gitseler
    dönüp arkalarına bakmadan

    yine akşam oldu attilâ ilhan
    üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı
    belki paris'te maria missakian
    avuçlarında bir çarmıh acısı
    gizlice bir sefalet gecesi
    çocuğunu boğarmış gibi boğup paris'i
    sana kaçmayı tasarlar her akşam

    attilâ ilhan

    "çocuğunu boğarmış gibi boğup paris'i" diyor yahu! muhteşem.
  • 188
    üstünden yalnızlık geçti şehrimin.
    kalbimi böldü biri,
    lime lime ezdi.
    2 gün önce ağustostu ve aşıktık.
    susarken bile sevebiliyorduk,
    konuşmak anlamsızdı bazen.

    seni sana anlatmaya seviyordum,
    delice gelse de güzel.
    saçlarını avuçladığım ilk gün gelmişti aklıma,
    yeni bir renk keşfetmiş ressam haltetmişti.
    kristof colomdan daha işe yarar bi yer keşfettiğime de emindim.

    ağustos böcekleri normaldi bu ayda,
    parmak uçlarında dudaklarımı kavrayışını aşk addetmiştim.
    seslerin coşkusuna kapılıp,
    ağustos böceklerinin şarkısında buldum kendimi,
    bülbül bu denli şakımamıştı bu güne değin.
    hülasa aşk ateşi yakıyordu bizi
    mecusi için ateş neyse,
    sen oydun benim için.
    kutsaldın,
    bir ömür tavafa hazırdım.

    gitmek istedin sonra,
    şiirleri ayaklarının altına alıp hemde.
    seni anlatan ayetlere küfürdü bu.
    beni boşver,
    peygamberi tarafından katli vacip zerdüşttüm artık

    bana ait yeni bir şiir daha.
  • 189
    bu vatana nasıl kıydılar

    insan olan vatanını satar mı? 
    suyun içip ekmeğini yediniz. 
    dünyada vatandan aziz şey var mı? 
    beyler bu vatana nasıl kıydınız? 

    onu didik didik didiklediler, 
    saçlarından tutup sürüklediler. 
    götürüp kâfire : "buyur..." dediler. 
    beyler bu vatana nasıl kıydınız? 

    eli kolu zincirlere vurulmuş, 
    vatan çırılçıplak yere serilmiş. 
    oturmuş göğsüne teksaslı çavuş. 
    beyler bu vatana nasıl kıydınız? 

    günü gelir çarh düzüne çevrilir, 
    günü gelir hesabınız görülür. 
    günü gelir sualiniz sorulur: 
    beyler bu vatana nasıl kıydınız?

    nazım hikmet
  • 190
    denizlerden
    esen bu ince havâ saçlarınla eğlensin.
    bilsen
    melâl-i hasret ü gurbetle ufk-i şâma bakan
    bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
    ne sen,
    ne ben,
    ne de hüsnünde toplanan bu mesâ,
    ne de âlâm-i fikre bir mersâ
    olan bu mâi deniz,
    melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.
    sana yalnız bir ince tâze kadın
    bana yalnızca eski bir budala
    diyen bugünkü beşer,
    bu sefîl iştihâ, bu kirli nazar,
    bulamaz sende, bende bir ma'nâ,
    ne bu akşamda bir gam-i nermîn
    ne de durgun denizde bir muğber
    lerze-î istitâr ü istiğnâ.

    sen ve ben
    ve deniz
    ve bu akşamki lerzesiz, sessiz
    topluyor bû-yi rûhunu gûyâ,
    uzak
    ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
    bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz...

    o belde?
    durur menâtık-ı dûşîze-yi tahayyülde;
    mâi bir akşam
    eder üstünde dâimâ ârâm;
    eteklerinde deniz
    döker ervâha bir sükûn-ı menâm.
    kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylîdir,
    hepsinin gözlerinde hüznün var
    hepsi hemşiredir veyâhud yâr;
    dilde tenvîm-i ıstırâbı bilir
    dudaklarındaki giryende bûseler, yâhud,
    o gözlerindeki nîlî sükût-ı istifhâm
    onların ruhu, şâm-ı muğberden
    mütekâsif menekşelerdir ki
    mütemâdî sükûn u samtı arar;
    şu'le-î bî-ziyâ-yı hüzn-i kamer
    mültecî sanki sâde ellerine
    o kadar nâ-tüvân ki, âh, onlar,
    onların hüzn-i lâl ü müştereki,
    sonra dalgın mesâ, o hasta deniz
    hepsi benzer o yerde birbirine...

    o belde
    hangi bir kıt'a-yı muhayyelde?
    hangi bir nehr-i dûr ile mahdûd?
    bir yalan yer midir veya mevcûd
    fakat bulunmayacak bir melâz-i hulyâ mı?
    bilmem... yalnız
    bildiğim, sen ve ben ve mâi deniz
    ve bu akşam ki eyliyor tehzîz
    bende evtâr-ı hüzn ü ilhâmı.

    uzak
    ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
    bu nefy ü hicre, müebbed bu yerde mahkûmuz..

    ahmet haşim - o belde
  • 191
    en sevgili
    ey sevgili
    uzatma dünya sürgünüm benim

    ülkendeki kuslardan ne haber vardir
    mezarlardan bile yükselen bir bahar vardir
    ask celladindan ne çikar madem ki yar vardir
    yoktanda vardan da ötede bir var vardir
    hep suç bende degil beni yakip yikan bir nazar vardir
    o sarkiya özenip söylenecek misralar vardir
    sakin kader deme kaderin üstünde bir kader vardir
    ne yapsalar bos göklerden gelen bir karar vardir
    gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardir
    yanmissam külümden yapilan bir hisar vardir
    yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardir
    sirlarin sirrina ermek için sende anahtar vardir
    gögsünde sürgününü geri çagiran bir damar vardir
    senden umut kesmem kalbinde merhamet adli bir çinar vardir
    sevgili
    en sevgili
    ey sevgili

    sezai karakoç
  • 192
    12 eylül sabahı !

    çalarken kapı sabahın köründe
    felanca köyde evin birinde
    neler olacağını bilerek
    tedirgin ve ürkek

    ’’erkeğiniz nerde’’ dedi
    ayağı postallı adam
    tarladalar desemde
    dalıverdi evin içine
    hiç izin istemeden

    giderken onlar
    kapının önünde bekleyen
    kızıma yöneldim hemen
    daha sormadan
    ’’ anne babamın nerde olduğunu
    söylemedim ben ’’
    ..............

    sevinmem gerekirken
    anlamadı bir türlü üzüntümü
    ona sarılıp ağlarken

    güldane dal
  • 195
    lütfen şiiri şu müzik ile birlikte okuyunuz.

    http://www.youtube.com/watch?v=e_0s_Ao9drM

    ellerin ellerime değdiğinde başlıyordu hayat benim için,
    ne zaman gözlerine baksam, ne zaman sesini duysam,
    atıyordu kalbim.
    her zerremde hissediyordum seni delicesine,
    korkmadan, usanmadan sana koşuyordum,
    nefessizce.
    her yeni günde seninle doğuyordum yeniden,
    seni arıyordum tan yeri ağarırken,
    sana gülümsüyordum her yağmur damlasında,
    bıkmadan, usanmadan.
    sen her saniye soluduğum hava gibi,
    içtiğim her damla su gibi işledin bedenime sevgini,
    sana açtım kalbimi umarsızca,
    delicesine.
    şimdi yalnızım dört duvar arasında,
    senden çok uzakta ellerimde bir avuç hatıra,
    her daldığımda uzaklara biraz daha yaklaşıyorum sanki sana,
    avazım çıktığınca susmak istiyorum,
    her yazdığım satırda sana birikiyor duygularım,
    yıkıntılarım, ahlarım.
    tek bildiğim olmayan bir sevdaydı bizimkisi,
    elimden kayıp giden zaman gibi,
    bitiremediğim kelimelerim gibi,

    seni seviyorum.

    (u: asla benim olmayacağını bildiğim ama hala içimde umudunu taşıdığım birine ithafen yazılmıştır.)

    yapma hayrettin / 29.09.2014 ( galatasaray sözlük şiir kulübü )
  • 197
    sen gülünce;
    dünya daha iyi bir yer olurdu.
    bütün çiçekler güneşe dönerdi yüzünü,
    ve bahar açardı ağaç dallarında.

    sen gülünce;
    ben daha da iyi hissederdim kendimi,
    ruhum kol gezerdi semada,
    gökyüzünde ki bir yıldız misali.

    sen gülünce;
    herşey, herkes daha sevimliydi oysa,
    bütün öfkelerin yerini sevgi alırdı.
    ve umut hep galip gelirdi, hüzne.

    sen gülünce;
    ben daha iyi bi adam oluyordum.
    en büyük hediyeydi benim için,
    gözlerinde mutluluğu görmek.

    sen gülünce;
    hissettiklerimi hiç unutmadım ben.
    sadece ayırt edemedim kalp kırıklarımın arasında,
    ve sen hiç bilmedin.

    yine gülsen bana,
    mevsim bahar olsa,
    rengarenk yağmurlar yağsa yeryüzüne,
    ben yine gülebilsem gözlerinin içine baka baka...

    şu şarkıyı uygun gördüm nedense şiire;
    http://www.youtube.com/...so&feature=share
  • 198
    içim bir tuhaf
    sabah ezanı okunurken
    güneşin eli kulağında
    eskiciler yola çıkarken
    ve ben
    günün ilk sigarasını içerken
    aklımda sen ilham bekliyorum

    orhan veli, cahit sıtkı
    veya ahmed arif
    neden bütün şairler
    çift isim taşımıyor
    sen burda yokken
    diğer insanlar yetmiyor
    fırat tanış doğru söylüyor
    yani olmuyor
    beni sevmediğini söylüyorsun ya
    ruhum bedenimden ayrılıyor
    kobane’de insanlar ölüyor
  • 199
    ölülerimiz
    sesleri dünyamız kadar bilge 
    birazdan kalkacaklarmış gibi 
    uzanıp bir sipere 
    koyulaşan 
    ölülerimiz 
    bakışları 
    uçmaya
    hazırlanan bir kartal kadar çevik 
    vurgunum 
    gizleyemem

    sen bağrımı amansızca zorlayan siyahlık 
    unutma 
    öldürmekten daha kuvvetlidir ölebilmek

    nihat behram'dan, bugün (9 ekim 1967) ölüm yıldönümü olan ernesto che guevara'ya gelsin!
  • 200
    sokağa çıkma yasağı

    öyle büyük hicran ki
    cam çerçeve bırakmıyor
    kırdı kapıları döküldü sokağa
    havada yangın kokusu
    itfaiye sirenleri
    uzaktan uzağa

    öyle büyük hicran ki
    telefonlar devamlı meşgul çalıyor
    trafik durdu
    çarşılar darmadağın
    çığlıklar geçiyor karanlıktan
    camlarda sinsi bir titreme
    boğuk bir uğultu
    yeraltından borular patlamış sular
    vahim bir tenhalığa akıyor

    öyle büyük ki hicran
    zincirleme
    elektrik kontakları
    şerareler dökülüyor sokak lambalarından
    ceryanlar kesildi
    gözden kayboldu şehir
    sanki siyah bir denize batıyor
    ayak sesleri boş meydanlardan
    hoyrat kanatları
    yukarda bir helikopterin
    o ihanet sessizliğini
    par
    par
    parçalıyor

    attila ilhan
App Store'dan indirin Google Play'den alın