• 128
    (bkz: bir kış gecesi eğer bir yolcu)

    italyan yazar italo calvino tarafından kaleme alınmış, insanda inception etkisi bırakan muazzam bir kitap . calvino'nun bu kitaptaki üslubu şu ana kadar okuduklarınıza hiç benzemiyor.üstelik kitap adeta bir detay cenneti. okurken yeri gelecek insanın yüzünde küçük tebessümler oluşturacak , yeri gelecek vay am*na koyim dedirtecek detaylar mevcut. okumanızı şiddetle öneririm
  • 130
    (bkz: asla denemediğimizi söyleyemezsin)

    polisiye tarzı romanlar ilgi alanım dışındadır ancak dershane hocamın yazmış olduğu bu kitap gerçekten başarılı. ciddi anlamda sürükleyici ve sonuyla insanı şok ediyor. onedio'da falan görürüz ya hani "sonunda yok artık dedirten 30 film" galerisi falan. bu filmlerin kitap olan hali işte. polisiye roman seven yazar kardeşlerime şiddetle öneriyorum. kitabın yazarı erdinç atça.
  • 132
    (bkz: kürk mantolu madonna)
    kuyucaklı yusuf'u okuduğu sırada önünden geçen sabahattin ali'ye hayran hayran bakan şapşik madonna'nın o sırada masasına kahve koymakta olan garsonu görmeden bir hevesle ayğa kalkmak istediği sırada üzerine dökülen kahve sebebiyle mantosuna kahve dökülmesi ve sabahattin ali'nin şahitlik ettiği bu olaya kitap yazmasını konu alır. hatta rivayet odur ki, ön sözünde "kahvelerinizi aldınızsa başlıyalım." yazmış ilk neşrinde. okuyun efendim cahil kalmayın!!!
  • 137
    kürk mantolu madonna yazıyorsunuz da olayı yazmıyorsunuz arkadaş. olayı bilmeyenler için özeti şuradadır: https://twitter.com/...s/787914248722718720 yine de yazayım; funda özkalyoncuoğlu diye ünlü olduğu iddia edilen biri tv 8'de programında bu kitabı bildiğin madonna hakkında yazılan bir kitap diye falan yorumluyor. onu geçtim bilmiş bilmiş konuşup ukalalık yapıyor.

    bu yüzdendir millet sağda solda kürk mantolu madonna kitabını trollüyor.
  • 141
    hak ettiği değeri bulamadığını düşündüğüm;
    steven pressfield - ateş geçitleri
    hak ettiğinden fazla yüceltildiğini düşündüğüm;
    amin maalouf - semerkant
    nasıl yazılabildiğini aklın almayacağını düşündüğüm;
    kafka - dava
    yıllarca tamamen kendi aptalca önyargılarım yüzünden okumadığım fakat beni basbayağı göt eden;
    george orwell - hayvan çiftliği
    bilinen dünyaya hükmeden bir insanın nasıl bu kadar aşmış olabileceğini düşündüren;
    marcus aurelius - kendime düşünceler (kendime notlar olarak da geçer)
    çok geç tanıştığım için üzüldüğüm muhteşem eser;
    ahmet hamdi tanpınar - saatleri ayarlama enstitüsü
    okurken ne okuduğumu da bir taraftan anlayayım diye beni esir eden;
    umberto eco - foucault sarkacı
    atıştırmalık iyi giden;
    ferdinand von schirach - suç 1 ve suç 2

    aklıma gelenler.
    sonra fırsat bulunca sebepleriyle bu giriyi genişletmeyi düşünüyorum. aslında ne zamandır aklımdaydı da bir başlangıç olsun istedim. sonuna kadar okuyanlara selam olsun :)
  • 146
    kitapsever sözlük ahalisinin beğeneceğini dusundugum kisa bi hikayeyle kulübe giriş yapmak istiyorum.

    yazar: murat karaca
    bir robotun hikayesi; rıfkı ik

    --- alıntı ---
    bu robot çok tuhaf! geçenlerde onu çamaşır makinesine sulanırken yakaladım. geceleri gizli gizli motor dergilerini karıştırıyor. kapıyı açtığım an dergileri saklamaya çalıştı. üstü başı makine yağı içindeydi. tost makinesiyle sohbet etmeye başladığı gün anlamıştım bir anormallik olduğunu. dedim ona: “geri zekâlı o bir tost makinesi!” makineyle konuştuğu şey de şu: “pres ütülerin sizinle aynı mantıkla çalışıyor olması seni de rahatsız etmiyor mu?” ne bu şimdi? robotun bu tuhaf davranışını annem, “yalnız işte yazık, kendine arkadaş arıyor” diyerek savundu.

    normalde hırsızları yakalaması gerekli bunun. geçen gün eve hırsız kılığında camdan girdim. salonda öylece duruyor. çekmeceleri karıştırmaya başladım. hiçbir hareket belirtisi yok. yanına gittim, “geri zekâlı” dedim kafasına fenerle vurarak, “burada evi soyuyorlar sen aval aval bakıyorsun” “sizin olduğunuzu anlamıştım zaten” dedi. “nerden anladın?” dedim. “içeri giren şahıs fizyolojik bilgilerinizle tam uyumluluk gösterdi” dedi. bunun üzerine sordum: “yani bana benzeyen bir hırsız bu evi soyabilir öyle mi?” “bunun gerçekleşme olasılığı göz ardı edilebilir düzeyde” diye cevap verdi hemen. dili de pabuç kadar. “gözüm üzerinde” dedim uzaklaşırken. arkamdan bir takım sesler çıkardı cızırdayarak. “ne dedin sen?” dedim geri dönerek, “küfür mü ettin?” “duydunuz mu? hayır, bir şey demedim” gözleri belirdi ve kafasını bir sağa bir sola çevirmeye başladı. “duydum tabi. sana yüksek voltaj vermemi ister misin?” dedim. böyle bir şey yapacak değildim elbette. onu korkutmak hoşuma gidiyor. kocaman açılmış gözlerle çabucak: “hayır” dedi. “voltaj vaktin gelmiş senin. şehir cereyanı yemek ister misin?” “hayır, istemem” üzerine doğru eğildim ve “şöyle tazesinden 220 volt ha?” kafasındaki uyarı lambası kıpkırmızı oldu! ahahaha! bunu görmeliydiniz!

    kendini insan zannediyor. geçtiğimiz ramazanı oruç tutarak geçirdi. “sana farz değil. şarjın bitecek sonra mal gibi odanın ortasında kalakalacaksın” dedim. babam, “bırak karışma, tutsun” dedi. akşama doğru sofrada bir elinde uzatma kablosu bir elinde adaptörü ile beklerken neşeyle, bir ona bir buna bakıp, “sevaba giriyorum öyle değil mi? sevaba giriyorum” deyip duruyor. “he, sevaba giriyorsun” dedim. şu işe yardım et desen etmez pilim biter diye. hayır, tutabilecek durumda değilsen tutma zaten.

    fakat gerçekten sinir olduğum bir tarafı; sürekli bizimkilerin gözüne girmeye çalışıyor olması. “bakın ben ne yaptım” dedi geçen gün. benim uyurken ki resmimi çizmiş kâğıda. ağzımdan salyalar akıyor filan. evdeki herkese gösteriyor. ablam çok güldü buna. “bak kızım” dedim, “şu yürüyen teneke mi, ben mi?” robota sarılarak, “o benim canım” dedi. “canın çıksın” dedim. nasıl da seviyorlar şu mikroçip beyinliyi. “ne kadar da yetenekli!” imiş. yaptığı tek şey fotoğrafımı çekip, bunu kalemle kâğıda aktarmak hepsi bu. yazıcıdan farkı ne? onu kıskandığımı filan sanmayın. bir robotun nesini kıskanacağım? kötü niyetli olduğundan şüpheleniyorum bazen. dünyayı ele geçirebilirler biliyorsunuz.

    bayramda halamlar eve misafirliğe geldiğinde, “hoş geldiniz, cüneyt bey” dedi hemen eniştemin ayağına terlik uzatarak. eniştemin bir hoşuna gitti bu, bir hoşuna gitti; “adımı nerden biliyor?” diye sordu hemen. öğrenmiş nasıl öğrendiyse. sonra oturdular, politika, spor filan her şeyi konuştular. “baksana” diyor bana dönüp, “tüm maç skorlarını ezbere biliyor” “enişte sen sorduğunda o internetten indirip söylüyor, bir şey bildiği filan yok” dedim. “yok, olur mu hemen bildi işte” dedi büyülenmiş gözlerle. herkesin nasıl da damarına giriyor ya hayret!

    o gün akşam yemeğinde nefes boruma bir şey kaçacağı tuttu. hemen uyarı ışığı yandı bunun ve sırtıma vurdu birkaç kez. olmadı, tuttu beni ters çevirdi, sallamaya başladı. işe yaradı. sonra evin içinde “hayatını kurtardım” diye ortalıkta dolanıyor, övünüp duruyor. abartmıyorum, geberseydim bundan daha iyiydi. neymiş mükâfat olarak teknoloji fuarına onu da götürecekmişim.

    her neyse gittik fuara. orada bir sunum robotuyla fingirdeşmeye başladı bu. rahat durmuyor ki. el ele tutuştular ve kablolarını birbirlerine bağladılar herkesin ortasında. “gidiyoruz” diyerek kabloyu söktüm. onları mı bekleyeceğim? eve geri getirdim. bu bir kötü oldu, bir kötü oldu; “beni sevgilimden ayırdın. ben senin hayatını kurtardım, sen benim canımı aldın canımı!” diye söylenip durmaya başladı. biraz üzüldüm. pişman oldum gibi bir şey. “sana robot mu yok” dedim. “o başkaydı” dedi, “h serisiydi, onlardan sınırlı sayıda üretiliyor” dertlendi efkarlandı filan, bayağı depresyona filan girdi bu. “şuramda bir ağrı var” diyerek göğsünün ortasındaki enerji göstergesini tutuyor. “ne ağrısı?!” dedim. manyak ya. sonra şiir gibi konuşmaya başladı. “aşk güldür, açan sinede. solunca gül, diken kalır geriye. batar da batar tam yüreğine…” “şair mi oldun şimdi de başımıza!” diyerek elimdeki boş süt kutusunu fırlattım oturduğum yerden. kutu ‘tok’ diye kafasına çarpıp yere düştü. komik geldi bu ve güldüm, fakat bu sırada kutunun dibinde kalan sütün bir kısmı suratından aşağıya süzülmeye başladı. bu üzgün haliyle sanki gözlerinden yaş geliyor gibi gözüktü gözüme. içim cız etti. kalkıp reset attım. düzelmesi için yeterli oldu.

    geçen gece de yanından geçerken baktım cızır bızır sesler çıkarıyor, “ne yapıyorsun sen öyle?” dedim. “elektrikli koyun düşlüyorum” dedi. “ben de uyuyamadım” dedim, “gel biraz dolaşalım” parkta yürüyoruz, adamın teki çıkageldi, “sökülün paraları!” diyor. “gerekeni yapmamı ister misiniz?” diye sordu. adamın suratına alaycı bir ifadeyle bakarak; “neden olmasın?” dedim. adamı ayaklarından tutup ters çevirdi, polis gelene kadar öylece tuttu. bu arada ben de adamın üzerine işedim.

    normalde robotlara isim vermem. fakat bu olaydan sonra biraz gözüme girdi ve ona rıfkı adını taktım. rıfkı ismi de tam adının rfk 55145-ik filan oluşundan geliyor. rakamları yanlış yazmış olabilirim. soyadı da insankaynakları. o da ik dan geliyor tabi. kaynaklanmış insan gibi. her neyse, “rıfkı gel buraya” dedim az önce evin içinde. normalde hemen gelmesi lazımdı. salona baktım yok, üst kata çıktım filan yok ortalıkta. evin her tarafına baktım. yok. deli olacağım. mutfağa geldim, “anne nerde bu robot?” dedim. “sattık robotu haberin yok mu” dedi. “nasıl ya?” bir şey demeden önündeki bezelyeleri kabuklarından ayıklamaya devam etti. “evde duran robot satılır mı ya ne saçma şey evde duran robot!” annem intikam alırcasına: “hani sevmiyordun o robotu?” dedi, “ya ne alakası var evde duran robotu niye satıyorsunuz!” diyerek çıkıştım. “şaka yaptım” dedi, “pazara gittiler babanla, birazdan gelirler” “ha, iyi” dedim. bir an için çok kötü olmuştum. e tabi robot mobot, insan alışıyor sonuçta …

    --- alıntı ---
App Store'dan indirin Google Play'den alın