• 276
    20 haziran 2020 tarihine ayarladığım düğünümü covid-19 sebebiyle iptal etmek durumunda kalmıştım. müstakbel eşimle 2-3 ay daha bekleyip düzgün bir düğünle evlenme kararı aldık. 4 ekim tarihine aldırdığım ikinci düğünüm de dün ki çıkan genelgeyle beraber iptal oldu. şimdi sadece nikah yapacağız zaten ne heves kaldı ne heyecan. olur da biterse şu lanet uygun bir vakitte telli duvaklı düğünümü yapacağım. stadlar açılıyor, f1 için 100bin seyirciden bahsediliyor ama ben 300 kişi toplayıp düğün yapamıyorum. ne denir ki, hayat.
  • 279
    pazar günü ayağımın üstüne düştüm sözlük, baş parmak burkuldu, şişti. ortopedist bir arkadaşıma gittim bugün, baş parmakta kırık olduğunu, bir kısmının eklem bölgesine denk geldiğini ve ameliyat gerektirebileceğini söyledi. o ayakla 3 gün boyunca çalışmak durumunda kaldım. yurt dışından çok önemli bir malzemem gelmişti ve zaten beklediğimden daha uzun süre gümrükte kaldığı için hemen işleme sokmam gerekti aksi takdirde ürün bozulacaktı.

    üniversitede doktora yapıyorum, bursiyerim aynı zamanda. nick'ten anlaşılacağı üzere genetikçiyim. burs yatıyor ama sigorta yatmıyor, burs kuş kadar yatıyor, dışarıdan sigorta ödemiyorsun ay sonu anca geliyor zaten. bir de bu iş için o kırık ayakla gece 3-4'lere kadar laboratuarda çalıştım, eve gidip bir duş bile alamadım.

    yaş 27 olmuş, bütün arkadaşların yavaştan çift haneli maaşlara yaklaşmış, kimisi geçmiş. sen de en az onlar kadar çalışıyorsun, sürekli kendini yenilemek zorunda olduğun bir iş yapıyorsun. gecen gündüzün olmuyor, daha karnını zor doyuruyorsun. annenden babandan para istiyorsun. yeri geliyor sakat ayağınla 3 gün bu iş için uğraşıyorsun, daha sonra bir ameliyat ihtimali doğuyor daha ssk'n bile yok ne bok yiyeceğim diye düşünüyorsun. üstelik dalga geçer gibi dönem başlarında sana laboratuarda başıma bir şey gelirse sorumluluk bendedir kağıdı imzalatılıyor.

    çok kafa ütüledin diyen olabilir, içimden geldi anlatmak istedim, kendimi rahatlatmak için yazdım sadece. buraya kadar okuyan varsa tek istediğim en azından bir dua etsin de ameliyat riski ile karşılaşmayayım. bir dert sahibi daha olmayayım sözlük.
  • 280
    öyle bir red yedim ki abdurrahim albayrak münih’e gidip önce kimmich’e sonra gnabry’ye en sonunda da lewandowski’ye teklif yapsa böyle red yemez. sözlüğün topluca evlendiği şu kutlu günde biz de hayırlara vesile olan bir hareket yapalım dedik içimizde patladı. şimdi götümüze baka baka normal hayata dönüp 11 ekim 2020 miami heat los angeles lakers maçını bekliyoruz. sabah da kalkıp mesaiye gideriz. yaşadığımız hayatın ağzına tüküreyim. iyi geceler sözlük.
  • 281
    ev arkadaşlığı ilişkisi insan ilişkileri arasından en çarpık, en insan doğasına ters, en psikoloji bozan ilişki türü herhalde. ev arkadaşlarıyla geçen son beş sene bana bunu öğretti. aralarından iyileri de vardı şimdi, haklarını yemeyelim. leziz hatay mutfatığını bana tanıtan, ben yokken odamı süpüren, tozunu alan, sohbeti güzel, saygılı tiplere de denk geldim. ama bu ev arkadaşı denen şeyin ekseriyeti hayvan oğlu hayvan oğlu hayvan! babadan oğula nesil soyları kuruyasıcalar.

    iyilerine de rastladım dediğim gibi, ama üç farklı evde üç tane nevi şahsına münhasır şerefsizliklere sahip, her biri ayrı bir itlikte ihtisas yapmış ev arkadaşım oldu ki bu dallamaların sonuncusu, yani şu an yan odada elli yıldır sigara içen dayılar gibi balgam atan şerefsize ayrı bir parantez açmadan içim soğumayacak.

    bu adam ev arkadaşlığı hiyerarşisinde tepede yer alıyor, yani evi kuran kişi. aynı zamanda bir tatlı su solcusu, ama kendini fazla kaptırmış olanlardan. pandemi öncesi evde düzenli olarak "das kapital" okumaları olurdu. bir gün işten eve dönerdim ve salonu amfiye çevrilmiş bulurdum. allahın cins manyağı. baya profesör bile getiriyordu herif. 15-20 kişi salonda bulduğu yere oturmuş, normalde balkonda duran katlanabilir masayı kürsü olarak kullanan iktisat profesörü abimiz elinde her sayfasından post-it fışkıran das kapital'i okuyor bunlar da öyle dinliyor.

    yanlış anlaşılma olmasın, okunan kitapla bir derdim yok. gençler okusun güzel, de birader o kitap kapandıktan sonra kendi evlerinizin en skdrik odasını kirayı fazladan gösterip birinci sınıf üniversite öğrencilerine kaktıracağınızı, her allahın günü elli kişi toplanıp iğrenç iğrenç solcu türküleri dinleyerek mahallede kafa skeceğinizi, çekirge sürüsü gibi toplandığınız evi talan edip bir çöp almadan sktir olup gideceğinizi bilmesek idealleri doğrultusunda yaşayan gerçek solcular sanacağız sizi. nerde kaldı adalet, hak, hukuk, emek? saygı? yok...varsa yoksa solculuk oynasınlar sonra da birbilerine yürüsünler tatlı su solcuları. yaşları gelmiş otuza hala liseli gibi yaşıyorlar, leş gibi ter kokuyorlar, boktan tütün sarıp böğüre böğüre sohbet ederek benim ve diğer düzgün ev arkadaşımın kafasını beceriyor andavallar... git bir gün alın teri dök para kazan desen götleri tutuşur, otuz yaşında ana baba parası yemekten gocunmaz hıyar ağaları. sorsan memleketi kurtarıyorlar, troçki'ye o konuda çok kırgınlar, proleter devrim devamlı olmalıdır diye kafası dumanlı pozlar keser ağzını kırdıklarım.

    neyse, pandemi sayesinde bu cihangir solcularından kurtulduk, babaları okullar kapalı olduğu için yanlarına çağırdı da memleketlerine gitti çoğu allahtan. *

    şimdi biraz sürüsünden ayrı kalan şerefsiz ev arkadaşımın şahsi şerefsizliklerinden bahsedelim:

    bu it her işi lütfediyormuş gibi yapar. bir çöp atar sanki köşe bucak ev temizlemiş gibi laf etmeye başlar. "şu bulaşık makinesini dizin", "bu tuvalet çöplerini kim alıyor" , "şuranın şurası bilmemney olmuş" bir de öyle bir tavırla söylüyor ki rica etmek, lütfen demek yok. ulan angut, o senin nimetten saydığın ev işlerinin on katını yapıyoruz, sırf sana raporlamıyoruz diye elimizi işe sürmüyor mu oluyoruz? beyimiz hiç merak etmez ama bu parkeler neden parıldıyor, bu klozet nasıl hep temiz kalıyor, bu mutfak tezgahındaki lekeler nasıl çıktı....yüzüne söylemeyegör kırk karış suratla küser oturur sonra vatan hayini...

    diyeceksiniz ki neden çekiyorsun bu dingili kardeşim? geleceğim.

    şerefsizlik numero 2: malum evden çalışıyoruz, evimiz ofis oldu. geçen ne dese beğenirsiniz? "kardeşim bee, benim manitam gelecek sen bugün kafeden çalışsan?"

    la havle çekip çıktım sırf suratını çekmemek için, gittim açık kafe aradım zangır zangır müzikte çalıştım, o günün akşamına da buna dedim ki cumartesi de sen çık madem ben de manitamla bir romantik akşam geçireyim. iyi dedi.

    cumartesi oldu, balık yapacağız, midye almışım, şarap alalım diye çıktık, balıklar fırında kızarıyor. şarabı aldık eve döndük ne göreyim: en sevmediğim iki arkadaşını eve toplamış salonda alem yapıyor cinsini sevdiğimin çocuğu. balıklar kızarmış beyefendilerin salonu boşaltmasını bekliyoruz. kız arkadaşım yanımda olmasa kafası dumanlı it soylarının üzerine kızgın balık yağı dökecektim. en sonunda sktiroldular gittiler de kafa dinledik.

    beyimiz işsiz güçsüz bir sümük olduğu için gece 4'te yatıp öğlen 2'de kalkar. bu it uyanmasın diye kapıları yavaş kapatırım, tabak çanak sesi yapmam, odamda usulca çalışırım. oldum olası gürültü yapmayı sevmem, yapandan tiksinirim. bir de tabii uyanıp ağzımın tadını bozmasın diye sessiz takılıyorum.

    bu it napıyor? ben çalışırken milleti topluyor, salonda (odaların kapısı doğrudan salona açılıyor) abuk subuk şarkılar, mal mal sohbetler...toplantıdayım diye bağırmadıkça da susmuyor angut. he pardon kanka diyor sanki kazara böğürüyorlar beş saattir.

    nasıl bir hastalığı varsa hırbonun, yetmiş yaşında bıyıkları sararmış dayılar gibi öksürüyor.

    son bir aydır falan dolaba koyduğum kahvaltılıklar, banyodaki duş jelleri, şampuanlar, mutfakta duran bir şişe cin ve viski ve hatta yine mutfakta duran multi vitaminler şüphe uyandıracak bir hızda azalmaya başladı. baştaki anlaşmamız biri başkasının bir şeyini tamamen yer bitirir veya tüketirse yerine koysun, az bir şey alırsa da helal olsun şeklindeydi. ama ses seda yok, sabah uyanıyorum, yumurta kıracağım o da ne? dün 5 tane yumurta olan karton boş! zeytinyağı tenekesine el atıyorum, dibi görülmüş, mutfak lavabosuna bakıyorum kızartma bulaşığı var. mantığını sevdiğim güzelim zeytinyağıyıyla patates kızartmış....

    la havel la havle çeke çeke ermişe döndüm. ama bununla da bitmiyor. en sonunda bu it baktı diğer parazit arkadaşları memleketlerine döndü, canı sıkılıyor, ben de gidiyorum memlekete dedi. öyle bir oh çektim ki karşıki dağlar yıkılırdı içimden çekmemiş olsam. bir iki gün sonra bir mesaj, oda için ilan verdim, ben yokken biri kalacak. kim amk? kim kalacak? bana sordun mu? başta böyle anlaşıldı mı? sen sadece kirayı ver, aidat ve faturalara karışma dedim, ses etmedi. iki gün sonra rastgale oda ilanına denk geldim. haber de vermemiş it soyu. ne getirecek bakalım, kendisi gibi bir zırtlan getirir ne getirecek?

    şimdi neden buna katlanıyorum sorusunu cevaplayalım: çünkü üç ay kadar önce bir ameliyat geçirdim, covid'ten dolayı özel hastanede yaptırmış bulunduk, masraf..tam bu ay kyk geri ödemesi başladı, masraf...tecil bitiyor bedelliye para lazım, masraf...salgın ailenin iş kolunu da fena vurdu, destek isteyecek durum yok. bugün istanbul'da tek kişi eve çıkmanın başlangıç maaliyeti en az 7-8 bin gayme olmuş, nereye çıkam? lanet yağsın böyle ekonomiye de böyle gençliğe de, ev arkadaşlığına da lanet olsun. keşke tüm parazit ev arkadaşları telef olsa.

    ameliyat dedim bak aklıma geldi...ameliyattan önceki gün, ağrı ve korkuyla yatıyorum, yine eve insan topladı soyunu sevdiğimin oğlu, kız arkadaşım da bende, kızcağız yarın hastaneye gelecek refakat edecek falan. içerden şöyle bir muhabbet geliyor: "abi karıyı aldım götürdüm yiycem de karı leş......" kahkahalar bilmem ne. ev arkadaşım olacak vatan hayini de biliyor ha yarın ameliyata gireceğimi en son fıttıracağım çıktım: yarın ameliyatım var burayı boşaltın dedim, o bok ağızlı herife de birader senin çeneni eline vereceğim, içerde misafirim var anca o zaman gitti develer. hayvanca konuşunca anlıyorlar sadece. ben de o ameliyatlık halimle neye güvenip üç dört tane it kopuğa bağırdımsa...

    neyse, yarın ev bakıyorum sözlük. sonunda kendi evime çıkacağım. borçsa borç harçsa harç. cinnet geçirip bunu doğramamak için çıkmak zorundayım artık. gözü kararttım.

    kurtuluş nasıl bir mahalle sözlük?
  • 283
    evde küçük kızımla yalnızız. tv'de 65 saat sonra elif perinçek isimli küçük kızımızın enkazdan kurtulduğu haberini gördüm. o kadar mutlu oldum ki. kızım kucağımda, ona sıkı sıkı sarılıyorum, dua ediyorum, şükrediyorum, ağlamamak için kendimi sıkıyorum ama dayanamıyorum.

    upuzun ömrün olsun elif. allah hepimizin çocuklarını, küçük yavrularımızı korusun ve bizlere bağışlasın.
  • 284
    kara kış yine geldi. hani insanlar kardan dışarı bakılan resimler paylaşıyorlar ya romantik romantik. ben o dışarıyı izledikçe o soğuğu iliklerime kadar hissediyorum ve dışarıda yaşamak zorunda kalan insanlara üzülüyorum. hani diyorlar ya soğuğa çare var ama sıcağa yok diye. bunu söyleyen birisi bir gün gidip o soğukta dışarıda yatmak zorunda olan insanlara da anlatsa ya soğuğun çaresini. allah dışarıda yasamak zorunda kalanlara yardım etsin.
  • 285
    son 10 gündür yoğun kaygı ve endişe hali taşıyorum, hiç olmayacak şeylere kafayı takıyorum. göğüs çarpıntım oluyor. hayatımın hiç bir döneminde böyle hissetmediğim için de altından kalkması epey zor oluyor.
    fizyolojik olarak hiç bir sıkıntım yok ama psikolojimin bozulduğunu hissediyorum.
    perşembe günü için psikiyatır'dan randevu aldım.
    benzer süreçleri yaşayan ve yaşamış olan arkadaşların önerilerini dinlemek iyi gelir diye düşünüyorum.
    şimdiden çok tşkler...
  • 288
    bugün 9 gibi bizim çocukların yanına uğrayım 2 muhabbet edelim diye evden çıktım. 10 dakika sonra filan bir teyze beni durdurdu ''abi evde çocuklarım aç süt alamadım bana varsa süt parası verir misin'' dedi. yok deyip devam ettim ama 100 metre sonra durdum ve geri döndüm. uzaktan elllerini başının arasına koyduğu düşünceli halini gördüm ve teyzeye ''para vermem ama süt alırım'' dedim ve o da ''tamam, ufak bir süt alsan yeter'' dedi. gittim 1 litre sütle, nesquik alıp poşeti verdim. teşekkür filan etti ne dediğini hatırlamıyorum açıkçası dağılmıştım çünkü.

    olayın üzerinden 4 saat geçti ama durum hala farklı değil. umarım o çocuk bu gece mutlu uyumuştur ama neden be birader. neden ülkenin %90'ı ken loach filmlerinde ki gibi hayat yaşıyor. neden bu düzen böyle ve hiç değişmeyecek ve aksine daha da kötü olmaya devam ediyor...
  • 291
    farklı farklı dertleri ya da sevinçleri okuduğumuz duvardır. ben gün geçtikçe delirdiğimi hissediyorum, normal olduğum zamanları düşününce anlayabiliyorum delirdiğimi. anda kimse yaşayamıyor aslında, an sürerken bir dalganın peşinden koşuyoruz mal mal sonra vakit geçince fark ediyoruz. bu vaktin geçişi de çinliler’in başımıza musallat ettiği virüs sayesinde gözüme çarptı. online eğitim falan derken okul bitti, tek eğlencem ve yaşama amacım olan iki haftada bir gittiğim galatasaray maçları da bitti, başka da bir amaç kalmadı hayatımda. iş aramıyorum, he zayıf karakterli diyen de olur canı sağolsun ama aramayacağım. işe girip ilk işimden ikinci ayda istifa etsem o kariyer başlamadan bitmiş olur, o yüzden boş hayal kurmadım. hazır online eğitim varken bir yüksek lisans çaktım ama ; o da tuz biber oldu gerginliğime. iş hayatından kaçmak için bir bahane olarak ortaya attım, çevremden de destekleyenler çıkınca hıyara koşar gibi elimde tuzlukla koştum ama ; tabii ki evdeki hesap çarşıya uymadı. zaten delirmenin eşiğindeki beynime elli tane bilgi gelmeye devam etti. son 1-2 haftadır yüksek lisansı da siktir ettim derslere girip ilgimi çeken kısmı dinliyorum sonra da açıp youtube izliyorum. gece yaşıyorum ve geceyi de sabah olsun uyuyayım diye yaşar oldum. bir de sürekli geçmişi düşünüyorum, gelecekte ona benzeyen ne olacak? it gibi yaşayan üniversite öğrencisi olamayacağım, geleceği merak etmeyen ve düşünmeyen liseli de olmayacağım. bir daha asla cuma günü öğleden sonra uyanıp önce mecidiyeköy’e ya da taksim’e geçip oradan stada geçemeyeceğim. bir daha asla mayıs ayında bir pazar sabahı heyecandan ve sıcaktan uykum kaçınca sabahın köründe avrupa yakasına metrobüsten galatasaray bayraklı arabaları izleye izleye geçemeyeceğim. (
    he bunu yapabilirim aslında eğer bulacağım iş hafta sonu çalıştırmazsa)
    virüs bitince sike sike hafta sonunda bile bana kalıp kalmayacağı meçhul olan vakti satın almak için iş bulup çalışacağım. çalışacağım tabii ki, zaten önceki yıllardan birikmişler dışında ne param var ne de başka alternatifim ama ; benim iflahım sikilirken şu sürekli vergi affı alan holdinglerin sahiplerinin çocukları ellerinde nargile o leş gibi sakalları ve suratlarıyla yanındaki tuhaf kılıklı hatunlarla iyi hayatlar mı yaşayacak? sonra da içini boşalttıkları devleti çok düşünüyormuş gibi rol mü yapacaklar? sonra muhalifim diye iki devlet memurunun büyüttüğü bana vatanseverlik(akpseverlik aslında) mi öğretmeye çalışacaklar? muhalif derken de ondan da tam olamıyorum, iyi parti’yi seviyorum çünkü ; bana çocukluğuma dair ve normalleşeceğimiz noktaya dair tek umut veren parti o, yoksa demokrasi ya da diğer ucube kavramlar umrumda değil. eskisi gibi vatandaşı düşünen bir devlet, fakir olsa da umudu olan insanlar olsun istiyorum. ulan televizyonu açsam bir şaban filmi izlesem adamcağızın eşoleşek demesi sansürleniyor ama artık dizilerde adamlar birbirlerinin karısını sikiyorlar. tık yok. eskiyi unut der insanlar ama bu benim için imkansız. şuan fark ediyorum her galatasaray maçı beni eskiyle bağlayan bir ipmiş ya da okuldaki herhangi bir gün, eski yaşantımda yaptıklarım da o bilinçsizce kendi kendime eskiyi hatırlatmakmış... sahi neden virüs yokken de hep aynı cafede, hep aynı pubda, hep aynı sinemada, hep aynı sokaklarda gezdim? eve kapanınca eski diye bir şey kalmadı. ucube bir yeni var artık. eskiyi hatırlamak için tek yol düşünmek ve yokluğuyla acı çekmek.
    yeninizin ayrı normalinizin ayrı hepsinin... çocukluğuma ve ergenliğime dair yıktığınız her şey için acı çekin.

    edit: burada da değişimi göstermek için nonda35 nickli yazarın kronolojik olarak girdiği entryleri referans vermek istiyorum.

    (bkz: #2405072)

    (bkz: #2473631)

    (bkz: #2628918)

    durum açık sayılır aslında söz konusu yazarın yazdıklarından kronolojik olarak ilerlersek...
  • 295
    "acı" her zaman kalbine inmez insanın... gözlerinden çıkmaz... her zaman katıdan sıvıya dönüşüp yağmaz burnunun üstüne.... hüzünlü bir şarkı olmaz, odayı doldurmaz.... her zaman doldurmaz kadehi... insan bazen acıyı alkolle yıkamaz... yıkayamaz.

    bazen, bazı insanlara... kulaklarından girer acı.. boğazından geçer, bir tam tur atar kemiklerinde..
    midesinden çıkar... kupkuru bırakır zaman zaman... bulutları parçalar.. yağmur içine içine yağar... susturur dünyanı, boşaltır bardakları... bardaktan boşalır acı, seni boş bırakır... bir sigara yaktırır, iki sigara yaktırır, üç sigara yaktırır... uyutmaz.

    girdiği kulağında kalır...
    bir sis gibi kaplar odanı,
    karla karışık yağar acı.
  • 296
    hayatıma derin etki etmiş, en önemlisi beni galatasaraylı yapmış dayımı çok genç bir yaşta kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyorum. hayatımda tanıdığım en düzgün, en iyi insanlardan biriydi ve tanıdığım en iyi galatasaraylıydı. son 3 senedir çektiği tüm acılarından kurtuldu. son aylarda hasta yatağından bile sadece galatasaray maçlarını izlemek için çıktı nerdeyse. şimdi bir yerlerden yine galatasarayımızın başarılarını izleyecektir, o halde bile maç kaçırmayan adam orada da maç kaçırmaz.

    güle güle dayıcığım. galatasaray bize emanet.
App Store'dan indirin Google Play'den alın