• 281
    ev arkadaşlığı ilişkisi insan ilişkileri arasından en çarpık, en insan doğasına ters, en psikoloji bozan ilişki türü herhalde. ev arkadaşlarıyla geçen son beş sene bana bunu öğretti. aralarından iyileri de vardı şimdi, haklarını yemeyelim. leziz hatay mutfatığını bana tanıtan, ben yokken odamı süpüren, tozunu alan, sohbeti güzel, saygılı tiplere de denk geldim. ama bu ev arkadaşı denen şeyin ekseriyeti hayvan oğlu hayvan oğlu hayvan! babadan oğula nesil soyları kuruyasıcalar.

    iyilerine de rastladım dediğim gibi, ama üç farklı evde üç tane nevi şahsına münhasır şerefsizliklere sahip, her biri ayrı bir itlikte ihtisas yapmış ev arkadaşım oldu ki bu dallamaların sonuncusu, yani şu an yan odada elli yıldır sigara içen dayılar gibi balgam atan şerefsize ayrı bir parantez açmadan içim soğumayacak.

    bu adam ev arkadaşlığı hiyerarşisinde tepede yer alıyor, yani evi kuran kişi. aynı zamanda bir tatlı su solcusu, ama kendini fazla kaptırmış olanlardan. pandemi öncesi evde düzenli olarak "das kapital" okumaları olurdu. bir gün işten eve dönerdim ve salonu amfiye çevrilmiş bulurdum. allahın cins manyağı. baya profesör bile getiriyordu herif. 15-20 kişi salonda bulduğu yere oturmuş, normalde balkonda duran katlanabilir masayı kürsü olarak kullanan iktisat profesörü abimiz elinde her sayfasından post-it fışkıran das kapital'i okuyor bunlar da öyle dinliyor.

    yanlış anlaşılma olmasın, okunan kitapla bir derdim yok. gençler okusun güzel, de birader o kitap kapandıktan sonra kendi evlerinizin en skdrik odasını kirayı fazladan gösterip birinci sınıf üniversite öğrencilerine kaktıracağınızı, her allahın günü elli kişi toplanıp iğrenç iğrenç solcu türküleri dinleyerek mahallede kafa skeceğinizi, çekirge sürüsü gibi toplandığınız evi talan edip bir çöp almadan sktir olup gideceğinizi bilmesek idealleri doğrultusunda yaşayan gerçek solcular sanacağız sizi. nerde kaldı adalet, hak, hukuk, emek? saygı? yok...varsa yoksa solculuk oynasınlar sonra da birbilerine yürüsünler tatlı su solcuları. yaşları gelmiş otuza hala liseli gibi yaşıyorlar, leş gibi ter kokuyorlar, boktan tütün sarıp böğüre böğüre sohbet ederek benim ve diğer düzgün ev arkadaşımın kafasını beceriyor andavallar... git bir gün alın teri dök para kazan desen götleri tutuşur, otuz yaşında ana baba parası yemekten gocunmaz hıyar ağaları. sorsan memleketi kurtarıyorlar, troçki'ye o konuda çok kırgınlar, proleter devrim devamlı olmalıdır diye kafası dumanlı pozlar keser ağzını kırdıklarım.

    neyse, pandemi sayesinde bu cihangir solcularından kurtulduk, babaları okullar kapalı olduğu için yanlarına çağırdı da memleketlerine gitti çoğu allahtan. *

    şimdi biraz sürüsünden ayrı kalan şerefsiz ev arkadaşımın şahsi şerefsizliklerinden bahsedelim:

    bu it her işi lütfediyormuş gibi yapar. bir çöp atar sanki köşe bucak ev temizlemiş gibi laf etmeye başlar. "şu bulaşık makinesini dizin", "bu tuvalet çöplerini kim alıyor" , "şuranın şurası bilmemney olmuş" bir de öyle bir tavırla söylüyor ki rica etmek, lütfen demek yok. ulan angut, o senin nimetten saydığın ev işlerinin on katını yapıyoruz, sırf sana raporlamıyoruz diye elimizi işe sürmüyor mu oluyoruz? beyimiz hiç merak etmez ama bu parkeler neden parıldıyor, bu klozet nasıl hep temiz kalıyor, bu mutfak tezgahındaki lekeler nasıl çıktı....yüzüne söylemeyegör kırk karış suratla küser oturur sonra vatan hayini...

    diyeceksiniz ki neden çekiyorsun bu dingili kardeşim? geleceğim.

    şerefsizlik numero 2: malum evden çalışıyoruz, evimiz ofis oldu. geçen ne dese beğenirsiniz? "kardeşim bee, benim manitam gelecek sen bugün kafeden çalışsan?"

    la havle çekip çıktım sırf suratını çekmemek için, gittim açık kafe aradım zangır zangır müzikte çalıştım, o günün akşamına da buna dedim ki cumartesi de sen çık madem ben de manitamla bir romantik akşam geçireyim. iyi dedi.

    cumartesi oldu, balık yapacağız, midye almışım, şarap alalım diye çıktık, balıklar fırında kızarıyor. şarabı aldık eve döndük ne göreyim: en sevmediğim iki arkadaşını eve toplamış salonda alem yapıyor cinsini sevdiğimin çocuğu. balıklar kızarmış beyefendilerin salonu boşaltmasını bekliyoruz. kız arkadaşım yanımda olmasa kafası dumanlı it soylarının üzerine kızgın balık yağı dökecektim. en sonunda sktiroldular gittiler de kafa dinledik.

    beyimiz işsiz güçsüz bir sümük olduğu için gece 4'te yatıp öğlen 2'de kalkar. bu it uyanmasın diye kapıları yavaş kapatırım, tabak çanak sesi yapmam, odamda usulca çalışırım. oldum olası gürültü yapmayı sevmem, yapandan tiksinirim. bir de tabii uyanıp ağzımın tadını bozmasın diye sessiz takılıyorum.

    bu it napıyor? ben çalışırken milleti topluyor, salonda (odaların kapısı doğrudan salona açılıyor) abuk subuk şarkılar, mal mal sohbetler...toplantıdayım diye bağırmadıkça da susmuyor angut. he pardon kanka diyor sanki kazara böğürüyorlar beş saattir.

    nasıl bir hastalığı varsa hırbonun, yetmiş yaşında bıyıkları sararmış dayılar gibi öksürüyor.

    son bir aydır falan dolaba koyduğum kahvaltılıklar, banyodaki duş jelleri, şampuanlar, mutfakta duran bir şişe cin ve viski ve hatta yine mutfakta duran multi vitaminler şüphe uyandıracak bir hızda azalmaya başladı. baştaki anlaşmamız biri başkasının bir şeyini tamamen yer bitirir veya tüketirse yerine koysun, az bir şey alırsa da helal olsun şeklindeydi. ama ses seda yok, sabah uyanıyorum, yumurta kıracağım o da ne? dün 5 tane yumurta olan karton boş! zeytinyağı tenekesine el atıyorum, dibi görülmüş, mutfak lavabosuna bakıyorum kızartma bulaşığı var. mantığını sevdiğim güzelim zeytinyağıyıyla patates kızartmış....

    la havel la havle çeke çeke ermişe döndüm. ama bununla da bitmiyor. en sonunda bu it baktı diğer parazit arkadaşları memleketlerine döndü, canı sıkılıyor, ben de gidiyorum memlekete dedi. öyle bir oh çektim ki karşıki dağlar yıkılırdı içimden çekmemiş olsam. bir iki gün sonra bir mesaj, oda için ilan verdim, ben yokken biri kalacak. kim amk? kim kalacak? bana sordun mu? başta böyle anlaşıldı mı? sen sadece kirayı ver, aidat ve faturalara karışma dedim, ses etmedi. iki gün sonra rastgale oda ilanına denk geldim. haber de vermemiş it soyu. ne getirecek bakalım, kendisi gibi bir zırtlan getirir ne getirecek?

    şimdi neden buna katlanıyorum sorusunu cevaplayalım: çünkü üç ay kadar önce bir ameliyat geçirdim, covid'ten dolayı özel hastanede yaptırmış bulunduk, masraf..tam bu ay kyk geri ödemesi başladı, masraf...tecil bitiyor bedelliye para lazım, masraf...salgın ailenin iş kolunu da fena vurdu, destek isteyecek durum yok. bugün istanbul'da tek kişi eve çıkmanın başlangıç maaliyeti en az 7-8 bin gayme olmuş, nereye çıkam? lanet yağsın böyle ekonomiye de böyle gençliğe de, ev arkadaşlığına da lanet olsun. keşke tüm parazit ev arkadaşları telef olsa.

    ameliyat dedim bak aklıma geldi...ameliyattan önceki gün, ağrı ve korkuyla yatıyorum, yine eve insan topladı soyunu sevdiğimin oğlu, kız arkadaşım da bende, kızcağız yarın hastaneye gelecek refakat edecek falan. içerden şöyle bir muhabbet geliyor: "abi karıyı aldım götürdüm yiycem de karı leş......" kahkahalar bilmem ne. ev arkadaşım olacak vatan hayini de biliyor ha yarın ameliyata gireceğimi en son fıttıracağım çıktım: yarın ameliyatım var burayı boşaltın dedim, o bok ağızlı herife de birader senin çeneni eline vereceğim, içerde misafirim var anca o zaman gitti develer. hayvanca konuşunca anlıyorlar sadece. ben de o ameliyatlık halimle neye güvenip üç dört tane it kopuğa bağırdımsa...

    neyse, yarın ev bakıyorum sözlük. sonunda kendi evime çıkacağım. borçsa borç harçsa harç. cinnet geçirip bunu doğramamak için çıkmak zorundayım artık. gözü kararttım.

    kurtuluş nasıl bir mahalle sözlük?
App Store'dan indirin Google Play'den alın