316
dünya üzerinde birçok ülkede spor denildiği zaman akla gelen ilk kavram futboldur. dünyanın hemen hemen her yerinde müptelasını görebileceğimiz bu sporu, yalnızca bir eğlence aracı olarak görmek doğru değildir. sevince ve üzüntüye sebep olan, insanları bir araya getiren ya da birbirinden ayıran, uluslararası maçlarda insanları bayrak etrafında toplayabilme gücüne sahip olan bu spor; içinde birçok unsuru barındırmaktadır. simon kuper’in de dediği gibi “futbol asla sadece futbol değildir.”, bundan çok daha fazlasıdır.
tarihini orta asya’daki tepük oyununa kadar indirebilsek de, modern futbolun 19. yüzyılda ingiltere’de başladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. 1857 yılında dünyanın ilk futbol kulübü olan sheffield’in ortaya çıkması ve 1862 yılında uppingham koleji öğretmenlerinden john charles thring’in yazdığı oyunun ilk kuralları ile organize olmaya başlayan önlenemez futbol hareketi, 1863 yılında ingiliz futbol birliği’nin (football association, fa) kurulmasıyla resmiyet kazanan bir spor dalı hüviyetine bürünerek, ingiltere’den başta kolonileri olmak üzere tüm dünyaya hızla yayılmış ve toplumların sosyal hayatlarında giderek daha fazla yer alan önemli bir aktivite haline gelmiştir. aradan geçen 150 yılda futbolun ekonomik pastadaki dilimi yüzlerce kat büyümüş, at kearney yönetim danışmanlık şirketi verilerine göre, spor endüstrisinin gelirleri yıllık yüz milyar dolara ulaşırken, bu sayı 130 ülkenin milli gelirini geçmiştir. tabi bu spor endüstrisini de büyük oranda futbol oluşturmaktadır. bu ekonomik büyümenin sonucunda futboldaki rekabet saha dışında birçok alana yayılarak had safhaya çıkmış, kulüpler birer şirket gibi yönetilmeye başlanmış ve petrol zenginleri de paris saint germain ve manchaster city gibi futbol kulüplerini satın alarak dengeleri değiştirip kendi ünlerine de ün katmışlardır. insanlar futbol maçlarını izleyebilmek için aylar öncesinden kombineler satın almaya başlamış, televizyon yayınları için aylık gelirlerinin önemli miktarını ödemeyi kabul etmiş, tuttukları takım için kilometrelerce mesafeyi kat etmiş ve o takımların logolarını barındıran ürünler için hiç düşünmeden paralar harcamaya başlamışlardır. tüm bu sayılanlar manchaster united kulübünü kuran demiryolu işçilerine bahsedilecek olsaydı eğer büyük ihtimalle bunlara inanmazlardı ve anlatanların saçmaladığını düşünürlerdi ancak gerçek şu ki futbol artık çok büyük paraların döndüğü bir endüstri ve metin oktay’ın da dediği gibi “insanların kalplerine bir din gibi, mezhep gibi yerleşmiş köklü bir inançtır.”.
ancak, “futbol yalnızca futbol değildir.” sözünü yalnızca ekonomiyle sınırlandırmamız mümkün değildir. futbol öyle bir spordur ki; dini grupları bir araya toplamış, savaşlara vesile olmuş ya da zaman zaman diktatörlerin oyun alanı haline gelmiştir. iskoçya’da katolik azınlığın temsilcisi celtic ile protestan çoğunluğun temsilsi glasgow rangers’in mücadelesi, ispanya’da katalanlar ve basklıların barcelona ve athletic bilbao üzerinden verdiği mücadele, franco’nun real madrid’i, hitler’in schalke 04’ü bu duruma verilebilecek güzel örnekler olsa da, bunlardan çok daha absürt örnekler bulabilmek mümkündür. turnuva öncesinde ismi italyan devi milan ile alınan kolombiyalı futbolcu andrés escobar 1994 dünya kupası müsabakasında kendi kalesine gol attığı için öldürülmüş, 1969 yılında oynanan honduras – el salvador maçı iki ülke arasındaki savaşı tetiklemiş ve belki de en dikkat çekici olanı ise 1990 yılında zagreb maksimir stadyumunda oynanan dinamo zagreb – kızılyıldız maçında bir futbolcunun polise attığı tekme, tıpkı avusturya-macaristan veliahtının öldürülmesiyle başlayan birinci dünya savaşı gibi, yugoslav iç savaşı’nın başlamasına ve ülkenin parçalanmasına vesile olmuştur.
futbolun içindeki diğer unsurlara ineceksek eğer, bunun için bakmamız gereken ilk unsur hiç şüphesiz ki fanatizm ve holiganizmdir. türk dil kurumu’na göre “bağnazlık” anlamına gelen fanatizmin futboldaki karşılığı ise, kendilerini bir futbol kulübüne bağlı hisseden bireylerin ya da grupların kendi tuttukları takımın her şeyini mutlak anlamda doğru görmesi ve bu kulüplere olan bağlılıklarını aşırı tepkiler vererek göstermeleri durumudur. holiganizm ise tuttukları takımın kazanmasından ya da kaybetmesinden bağımsız olarak, kendisinden olmayan herkese düşmanca saldıran holiganlarca gerçekleştirilmektedir.
insanoğlu ve onların henüz tam anlamıyla insansı bile olmamış ataları yaklaşık kırk milyon yıldır sosyal varlık olarak evrimleşmiştir. bu sosyalitenin sonucu olarak da kendilerini devamlı olarak bir yere ait hissetmek isteyen insanlar, özellikle şehir yaşamına adapte olamamalarının sonucu, kendilerini yapayalnız hissetmişler ve bu durumdan kurtulmak için de bazı gruplara bağlanmışlardır. bunun dışında ekonomik anlamda zorluk çeken ya da psikolojik sorunları olan insanların kısa süreli de olsa deşarj olma isteği veya eğitimsiz kitlelerin yaptığı eylemlerin sonuçlarını kestirememe durumu da fanatizmi ve holiganizmi ortaya çıkarmaktadır. futbol kulüpleri ie siyasi partiler bu gruplarda başı çekmektedir. ülkemizde daha çok üç büyükler olarak adlandırılan galatasaray, fenerbahçe, beşiktaş kulüplerinin ve bunlara ek olarak bursaspor, trabzonspor ve karşıyaka gibi köklü futbol kulüplerinin sahip olduğu bu fanatik kitleler, dünyada da güney avrupa ve latin amerika ülkelerinde oldukça yaygındır. öyle ki, latin amerika ülkelerinde militan fanatiklerin kulüpler tarafından desteklendiği bilinirken, ülkemizde de bazı futbol kulüplerindeki yönetim kurullarının taraftar gruplarını besledikleri ve bu yolla da tribünlerde istenmeyen tepkilerin ortaya çıkmasını engellemeye çalıştıkları bilinmektedir.
yaklaşık 30 yıl önce holiganizm denildiği zaman akla gelen ilk ülkelerden biri olan ingiltere’nin, holiganizmi büyük oranda bitirmesi diğer ülkeler için de önemli bir örnek olmuştur. ingiltere’de 1966 dünya kupası’ndan sonra ortaya çıkmaya başlayan holiganizm, 68 kuşağının eylemlerini stadyuma taşıması ve the sun ve daily mirror gibi gazetelerin de bu grupları tetiklemesi sonucu iyice çığırından çıkmıştı. ancak 1985 yılında belçika’da heysel stadyumunda liverpool ile juventus arasında oynanan şampiyon kulüpler kupası final karşılaması öncesinde çıkan olaylar holiganizmde bir dönüm noktası oldu. literatüre “heysel faciası” olarak geçen ve 39 liverpool taraftarının hayatını kaybettiği olayların ardından yayınlanan taylor raporu olarak da bilinen savcı lord peter taylor’un raporu, holiganizmin çözümü için yapılması gereken reformları da içeriyordu. taylor, holiganizmi besleyen sebeplerin medya, sosyal sorunlar ve kulüp yöneticilerinin yanlış davranışı olduğunu belirttikten sonra şu can alıcı cümleyi yazmıştı: “insanlara nasıl muamele ederseniz öyle karşılık görürsünüz. şayet siz onlara hayvan muamelesi yapıp bir kafese tıkarsanız, hayvanca karşılık görürsünüz. siz medeni davranırsanız medeni karşılık görürsünüz.” bu raporun ardından ingiltere’de stadyumlardan tel örgüler kaldırılarak koltuksuz tribünlere koltuklar yerleştirildi ve tüm seyircilerin maçları oturarak izlemesi sağlandı, kara listeye alınmış holiganlar sıkı takibe alınarak bu holiganların futbol stadyumlarına girişleri engellendi. bu önlemlerin ardından ingiltere’de futbol maçlarındaki toplam taraftar sayısı ve bu taraftarların içindeki kadınların oranı gün geçtikçe arttı. artık ingiltere’de futbol bir haftasonu eğlencesi olarak görülüyor ve bu sebeple de futbol maçları genellikle hafta sonu öğleden sonra oynanıyor.
fanatizm ve holiganizm dışında, futbolun sadece futbol olmadığını ortaya koyan bir diğer olgu ise futbolun endüstriyelleşmesi ve küreselleşmesidir. futbolun insanlara para kapısı olabileceği gerçeği henüz futbolun emekleme döneminin yaşandığı zamanlarda ingiltere’de keşfedilmiş olsa da, bu işin gerçek anlamda endüstriyelleşmesi uzun zaman aldı. o dönemde maçları organize eden organizatörlerin kazandıkları paralardan, aynı zamanda birer fabrika işçisi olan futbolcuların da pay almaya başlaması futbolda profesyonelleşmeye ilk adım olarak kabul edilebilir.
özellikle 1980’li yıllardan sonra küreselleşme eğiliminin artması ve iletişim teknolojisinin hızla gelişmesiyle birlikte futbol iyiden iyiye endüstriyelleşmeye ve küresel bir hal almaya başlamıştır. futbol takımlarının oynadığı maçlar dünyanın birçok yerinde aynı anda yayınlanmaya başlamış ve özellikle batı avrupa’nın büyük kulüpleri dünyanın birçok yerinden taraftar kazanmışlardır. örneğin manchaster united ve real madrid arasında oynanacak basit bir dostluk maçı için, belki de bu iki şehre hayatları boyunca hiç gitmemiş insanlar, amerika birleşik devletleri’ndeki yüz bin kişilik bir stadyumu doldurabilir hale gelmişlerdir. bunun yanında, küreselleşme ile ülke sınırlarını aşarak dünyaya yayılan büyük şirketlerin ve onlara ayak uydurmaya çalışan yerel markaların futbol takımlarına büyük paralarla sponsor olmaya başlamaları, üst düzey iş adamlarının kendi tanınırlıklarını arttırmak ve kendilerine yeni eğlenceler üretebilmek adına futbol kulübü satın alması ve bu takımı dünyaca ünlü yıldızlarla donatması, önemli futbol müsabakalarını yayınlayan kanalların bu maçlardan önemli gelirler elde etmesi ve oluşturulan havuz sistemi sayesinde futbol kulüplerinin de bu gelirden pay almaları, futbol kulüplerinin daha büyük gelirler elde etmek amacıyla stadyumlarının kapasitelerini arttırmaları ya da kendilerine yeni “beş yıldızlı stadyumlar” inşa etmeleri, aynı kulüplerin kendi logolarını içeren forma, tişört, atkı, ev eşyası gibi ürünler üretip bunların satışını yaparak taraftarlarından bilet geliri dışından gelirler elde etmesi ve bu nedenle giydikleri maç formalarını her sene başı yenileyerek taraftarlarda satın alma isteği oluşturmaları futbolun endüstriyelleştiğini gösteren önemli örneklerdir. futbolda dönen para artık öyle bir kıvama gelmiştir ki, birçok insan 10 milyon euro karşılığında bir futbol kulübünden öbür kulübe transfer olan futbolcunun transfer bedelini çok görmez olmuştur. çünkü 222 milyon euro karşılığında fc barcelona’dan paris saint germain kulübüne transfer olan neymar’ın sözleşme fesih bedelinin yanında bu miktar bir hiçtir(!).
futboldan para kazananlar yalnızca futbol takımları ve futbolcularla sınırlı değildir. bunların dışında antrenörler, hakemler, futbol yorumcuları, diğer kulüplerden futbolcu izleyerek kendi kulüplerine futbolcu önerilerinde bulunan scout ekipleri, masörler ve kulüp doktorları da bu işten gelir elde etmektedir. bunların dışında futbol takımlarının formalarını ve antreman ürünlerini üreten nike, adidas, macron gibi firmalar, takımların deplasman maçlarına ulaşımlarını sağlayan havayolları ve diğer ulaşım şirketleri, bahis firmaları ve futbol maçlarını yayınlayan yayıncı kuruluşlar da futboldan büyük kazançlar sağlamaktadırlar. özellikle yayıncı kuruluş gelirleri öyle bir seviyeye ulaşmıştır ki, ingiltere’de 2016-2017 futbol sezonunun sonunda futbol kulüplerine toplamda 2,4 milyar sterlin ödeme yapılmıştır.
futbolun böylesine büyük bir pazar halini alması sonucunda işin içine illegallikler de girmeye başladı. futbol kulüplerinin başarılarını arttırarak uzun vadede daha fazla gelir elde etme mücadelesi sonucu yaptıkları şikelerle beraber bahis işinden elde edilen gelirlerin artması sebebiyle bazı çetelerin organize ettikleri bahis şikeleri zaman zaman gündeme gelmektedir. 2009 yılında bochum savcılığı tarafından yürütülen soruşturma sonucunda türkiye de dahil olmak üzere avrupa’da oynanan birçok karşılaşmada bahis şikesi yaptığı tespit edilmiş ve birçok kişi tutuklanmıştır. 2006 yılında ise italya’da juventus genel direktörü luciano moggi ile italya futbol federasyonu hakem kurulu üyesi pierluigi pairetto arasındaki telefon konuşmalarının basında yer almasıyla 'calciopoli' adı verilen italya'daki şike skandalı patlak verdi. bu skandalın ortaya çıkmasıyla birlikte juventus’un 2004-05 ve 2005-06 sezonu şampiyonlukları elinden alınıp kulübe küme düşme ve puan silme cezası verilirken milan, fiorentina ve lazio gibi kulüplere ise puan silme cezası verildi.
toparlama:
futbol, futboldan hoşlanmayan ve bu sporu takip etmeyen insanların dediği gibi yirmi iki tane aptalın(!) bir topun peşinden koşturup durduğu ve bu uğurda yerlere yuvarlandıkları oyundan ibaret değildir. kimileri için futbol bir tutkudur, aşktır; yazdıkları marşlarda da belirttikleri gibi gerektiğinde canlarını feda edebilecekleri bir saplantıdır. aynı zamanda romalı gladyatörlerin izini görmek de mümkündür bu sporda, tutkulu taraftarlar sahadaki futbolcusunun gerektiğinde tekmeye kafa atmasını, formasının sırılsıklam hale gelmesini isterler; bunun karşılığında da kulübü için yüzlerce kilometre deplasman yolculuğu çekmekten ya da cebindeki parasının yarısını maç biletine ya da takımının logosunu içeren bir ürüne vermekten de çekinmezler.
futbola, böylesine büyük tutkuyla kitleleri peşinden koşturması nedeniyle, afyon benzetmesi yapanlar da yok değildir. onlara göre bu spor milyonlarca insanlara açlıklarını, sefaletlerini unutturan; ülkelerindeki ya da dünyadaki sorunları gözardı etmelerini sağlayan bir tür uyuşturucudur. ne yazık ki bazı diktatörlerin açıklamaları ve faaliyetleri de bu tezi doğrulamakta. portekiz’in ünlü diktatörü salazar’ın toplumu 3f (futbol, fiesta ve foda) sayesinde rahatlıkla yönettiğini savunması, rumen diktatör çavuşesku’nun avrupa’da zirveye çıkarttığı steaua bükreş’i ya da franco’nun 150.000 kişilik bir uyku tulumu talebi sonunu inşa edilen santiego bernabeu stadyumu gibi örnekler futbolun bir afyon olarak kullanılabileceğini göstermektedir. ancak, futbolun toplumu bir araya getirme gücünü de gözardı etmek mümkün değildir. herhangi bir ülkenin milli takımının attığı gol ya da kazandığı herhangi bir galibiyet sonrasında rakip takımların taraftarları bir araya gelerek şehir meydanlarında hep beraber zafer şarkıları söyleyebilirler; ya da olayı daha global açıdan incelersek eğer liverpool ve barcelona gibi kulüplerin çin’den abd’ye kadar dünyanın her yerinde sempatizan toplaması ya da çin ile tayvan’ı aynı organizasyonun içinde yer almaya ikna eden bir tek şeyin futbol olması, samuel huntington’ın medeniyetler çatışması tezine rahatlıkla karşı gelebilir ve insanların istedikleri zaman aralarındaki tüm mesafeleri kaldırabileceklerini gösterir.
halkın oyunu olarak ortaya çıkan futbol, günümüzde endüstriyel futbol adı altında her geçen yıl daha fazla sektörel bir kimliğe bürünmektedir daha fazla gelir elde ederek rakiplerinin gerisinde kalmamaya çalışan futbol kulüpleri giydikleri formaları birer reklam panosuna çevirmekten çekinmiyorlar ve çok büyük meblağlara sponsorluk antlaşmaları yapabiliyorlar. bu nedenle futbolun içine futbol dışı birçok sektör girmekte ve bu pastadan daha fazla pay almak isteyenler tarafından da içinde milyonlarca doların döndüğü hileler futbolun içine sokulmaktadır.