• 126
    söylendiği kadar sıkıcı ve kolay olmadığına inandığım oyun. kolaydan kasıt galatasarayla türkiye şampiyonu olmaksa evet oyun çok kolay. tıpkı önceki oyunlarda olduğu gibi.

    aynı şekilde oyunu pragmatist oynamayı seviyorsanız, evet oyun çok kolay. ancak ben bu oyunu herkesi alışık olduğu mevkide alışık olduğu rolde oynatarak oynadığımda zevk almıyorum. veya aynı şekilde, antrenmanları yardımcıya devrederek de çok zevk almıyorum.

    oyundan maksimum tat almak için ya journeyman kariyeri oynamanız gerekiyor, ki ben o kadar sabırlı değilim. ya da idealist yaklaşıp başında olduğunuz takıma, diziliş ekranı kıpkırmızı olsa bile bir taktik anlayışı benimsetmeye çalışmak çok daha zevkli oluyor.
  • 128
    1 ay haplanmış gibi oynayıp 10-15 günlük ara verdiğim oyun. şimdi kaldığım yerden devam edeceğim. geride bıraktığım 8 sezonu şuraya bir özetleyeyim istedim.

    tıkladım yeni kariyere. ingiltere'nin en alt liginden ismi gözüme en hoş gelen takımı alacaktım. hedef kaç yıl sürerse sürsün premier ligi ve şampiyonlar ligi'ni kazanmak. oyunda ingiltere'nin en alt 2 ligi olan vanarama north ve vanarama south liglerinde seçebileceğim 44 takım vardı. tercihim north liginden spennymoor takımı oldu. ilk sezonumu 3. bitirip play-off'a kaldım. oradan vanarama national lig'e yükseldim. bu şekilde* 1 sezon bile yerimde saymadan championship'e kadar geldim.

    bu süreçte bazı play-off maçlarında elenince save/load yaptım. hile sevmem aslında ama koca sezon uğraşmışım oradan bırakmam yani.*

    championship'e yükseldiğimde 4 sezon bitmiş, 5. sezona başlayacaktım. bilenler bilir alt liglerde bonservis ödeyerek transfer yapmak hayaldir. hep kiralık ve boştaki oyunculara yönelmiştim. championship'e yükselince nispeten yüksek transfer ve maaş bütçesi bekliyordum. vere vere 4m euro maaş, 200k euro transfer bütçesi verdiler. benden sonraki en düşük maaş bütçesi 20m euro gibi bir rakamdı championship'te. hadi neyse dedim daha yeni yükseldik, 1 sene idare edersem önümüzdeki sene iyi bir bütçe verir. championship'teki gelirlerin yüksek olacağını tahmin ediyordum.

    o sezon inişli çıkışlı bir grafik sergiledik ve 24 takımlı ligi orta sıra sayılabilecek bir yerde, 15. sırada bitirdik. sezon biter bitmez yönetim ön bütçeyi açıkladı maaş bütçesi 4.5m, transfer bütçesi 300k civarı. yönetimin kapısında yattım yaz boyu, para dilendim. 1 cent koklatmadı namussuzlar. "verilmiş bir sözüm, vazgeçmediğim bir hayalim var" diyip devam ettim yola. ettik de etmez olaydık. sezon başladı benim tıkır tıkır işleyen taktiğim işlemez oldu. ilk 10 maçın neredeyse hepsini kaybedip ligin dibine çöreklendik. yaklaşık yarım saatimi ayırıp birmingham maçı öncesi yeni bir taktik üzerinde çalıştım. cesur bir taktik sayılırdı. 2 stoper, 2 kanat bek, 3 merkez orta saha ve 3 santrfordan oluşuyordu. sağ ve sol santrforlarım bol bol kanatlara açılacak, orta sahalar koş yoluna sürekli pas yapacak. kanat beklerim sürekli gidip gelecekti. maçı 7-2 kaybettik. bastım istifayı.

    1 ay kadar tatil yaptıktan sonra fransa lig 1'in dibine demir atmış reims kulübü görüşmek istedi. riskli bir hamleydi fakat kariyerim için büyük bir sıçrama olacaktı. zaten başkanla görüşmemizde maçan yiyecek mi böyle itibarlı bir takım çalıştırmaya? gibi sorular sordu sürekli. görüşmeden yaklaşık 1 hafta sonra sözleşme teklif ettiler. kabul ettim. o sezon spennymoor'da işleyen taktiğimle ligi 13. sırada bitirdim. fransa kupası'nda finalde lyon'u mağlup ederek kupayı kazandım. kariyerimin ilk önemli kupasıydı. spennymoor'da fa ödülü diye alt lig takımlarının katıldığı bir turnuvayı kazanmıştım ama ne maddi ne manevi bir değeri yoktu.

    benim kariyerdeki 7. sezonum olan 2025/2026 sezonuna başlarken takımın 2 kilit oyuncusunu 76m € ücretle çin ligi'ne gönderdik. bu parayla 10-15 adet transfer yaptım. lige iyi girip iyi bitirdik. sezonu psg'nin arıdndan 2. sırada tamamladık. fransa kupası'nda psg'ye yarı finale elendik.

    2026/2027 sezonunda şampiyonlar ligi grubumuz hamza hamzaoğlu'nun görse orgazm olacağı cinstendi. porto, borussia dortmund ve valencia ile aynı gruba düştük. 6 maçta 2 galibiyet*, 4 mağlubiyet alarak sonuncu olup elendik.

    fransa kupası'nda alt lig takımlarıyla eşleşe eşleşe finale kadar geldik. finalde nancy'i penaltı atışları sonucu eleyerek kariyerimdeki 2. fransa kupası'nı kazanmış oldum.

    ligde ise fm hayatımın en heyecanlı finallerinden birini yaşadım. 37. hafta sonrası puan durumu. ol 93, reims 91, psg 82 şeklindeydi. son hafta ol psg ile içeride, ben de nantes ile dışarıda oynadım. ol psg maçı 1-1 bitti. nantes'i 5-1'le geçtim.genel averajla ligi şampiyon bitirdim. reims'e 65 yıl sonra lig şampiyonluğu kazandırmanın gururu bir başkaydı tabi.

    2027 temmuz ayına geldiğimizde favori takımım olan galatasaray ile ilgili bomba bir haber düştü. fatih terim 73 yaşında takımdan ayrılmış, emekli olmuş. ne yapmış hocam 8 sene boyunca diye göz gezdirdim. ilk 3 sezon titrini korumuş. sonraki 4 sezon üst üste trabzonspor göğüslemiş ipi. son sezon hocam yine şampiyon yapıp zirvede bırakmış.

    haberi görünce hemen iş başvurusunda bulundum. gizlice istanbul'a uçup başkanla görüştüm. sözleşme teklifi gelince hemen kabul ettim. ayrıca galatasaray reims'e 5m € tazminzat ödedi benim için.

    şu an 2027-2028 sezonu eylül ayındayım. ilk 3 maç 9 puan yaptık. takımda regen olmayan az sayıda oyuncu kalmış. marcao hala duruyor. 31 yaşında ikinci kaptanımız. ligin 4. haftasında kadıköy deplasmanına çıkacağız.

    avrupa katsayı sıralamasında 28. sıradaydık, şl kurasına 3. torbadan katıldık. h grubunda r.madrid, m. united ve shaktar ile eşleştik. işimiz zor görünüyor.

    bu kariyerde şunu anladım, tek kulüp odaklı değil de menajer odaklı ilerlediğinizde çok daha fazla keyif veriyor. daha önce hep tek bir kulüple ilerleyip, başarıdan başarıya koşmaya çalışırdım. istifa et, kovul, takımdan takıma geç çok daha fazla keyif veriyor.
  • 130
    oynamak isteyen fakat benim gibi oyunu satın almak için verecek 200 lirası olmayanlar için çok güzel bir tavsiye vereceğim oyun.

    microsoft, xbox konsolunda satışa sunduğu "game pass" üyeliğini beta olarak bilgisayarlar için de sunuyor. "xbox game pass for pc" ismiyle satışta ve tıpkı netflix, spotify gibi aylık üyelik sistemiyle işliyor. her ay üyeliğinizi yenileyerek sunulan yüzden fazla oyuna aylık ücrete ek hiçbir ücret ödemeden erişiyorsunuz. paketin içeriğine pek çok a sınıf oyun gibi başlığına yazdığım bağımlılık yaratan meret de dahil.

    windows 10 işletim sistemi olan bilgisayarınızdan microsoft store uygulamasına girip ilk ay 5.99 tl'ye (sonraki aylarda 15 tl) game pass for pc üyeliğinizi alarak, hemen bu oyunu ve daha pek çok fazlasını bu zorlu ve sıkıcı karantina günlerinde, tek oyuna 200 tl vermeden oynayabilirsiniz. şu an oyunda fatih hocam emekli olana kadar journeyman modunda takılıyorum, bir gözüm de hep cimbomba :)
  • 132
    belki de serinin en kolay oyunlarından biri.

    karantina günlerinde evde sıkıntıdan ingiltere 5.lig yani vanarama national lig takımlarından chesterfield ile yıllık 3 5 paket sigara karşılığında bir kariyere başladım. neden chesterfield ? çünkü ismi güzel başka da bir numarası yok.

    sezon öncesi lig tahminlerinde 7. sırada gözüken takıma bonservissiz ve kiralık oyunculardan yaptığım takviyelerle sezonu şampiyon bitirdik. bu arada edgar davids ekibimize katıldı. maksat goygoy yapsın, anılarını anlatsın, makara olsun. antrenör özellikleri pek bir işe yarayacak gibi değildi çünkü.

    skybet lig 2'ye çıktığımda oyuncuların çoğu kulüpten ayrılmıştı çünkü sözleşmelerinin son senesinde olan bir çok oyuncu vardı. bir de önceki sezonun son takım toplantısında kendilerine ''önümüzdeki seneyi orta sıralarda bitirebiliriz'' demiştim. bu vizyonsuzlar ''çıtayı çok yükseğe koyuyorsunuz'' demişti. sanki cl alırız dedik. neyse dolayısıyla çoğu kulüpten gitmeyi hak etmişti yani. sezona başlamadan önce kulüpte halısahaya gidecek kadar bile adam kalmamıştı. tekrardan bonservissiz ve kiralık oyuncularla bir takım oluşturduk ve bu ligi de şampiyon bitirebildik. bu sırada bonservissiz olan tanıdık isimler bizleydi örneğin erzurumdan tanıdığımız hamroun ve eski arsenal'li ve juventus'lu sonradan rize'ye gelen sol bek traore ( kariyere bak eski yeşilçam yıldızı şuan ne halde tadında bir kariyer).

    3. sezona yeniden bir oluşumla başladık takıma üst liglerden sözleşmesi biten bir çok oyuncu katıldı. tam bir ölücüyüz yani. kulüp yönetimi de sağolsun bir miktar bütçe verdi. takıma vade farksız aylarca süren taksitlerle transferler yaptım. tabi kiralamalara da devam ettik. sezon öncesi lig tahminlerinde 6. gözükürken lige başladık. şimdilik lider ilerliyoruz.

    premier lig yolculuğunda takıma destek veren tüm sözlük ekibine şimdiden teşekkürler. hepiniz gelmeyin stadda yer yok. *

    edit : sezon sonunda durumlardan haberdar edeceğim.
  • 133
    normalde oyun oynamam, fm’yi de en son 10 sene once oynamistim. ilk indirdigimde gozumu korkuttu, bir daha acmamayi da dusundum. cunku cok fazla detay vardi. ve oturup bir oyun icin arastirma yapmak da istemedim ama galatasaray’i secince isler degisti. oyunculari, ligi, taktigi, ffp’yi, antrenorleri, alt yapi oyuncularini kisaca kulupteki her seyi az cok bildigim icin oyun kolaylasti ve cok zevk almaya basladim. ikinci sezonumdayim ve yillardir hayal ettigimiz galatasaray’i kurma yolunda ilerliyorum.

    oyunda soyle bir avantaj var, gercekte elden cikaramadigimiz tum adamlari satabildim. ilk sezon belhanda ve nagatamo’yu 10 milyon euroya sattim. devre arasi emre’yi iyilesince 6 milyona. sezon sonu mariano, feghouli, taylan uclusunu 15 milyona. sener, adem, jimmy uclusu 4 milyon euroya. yani hic al-sat yapmadan sadece takimdaki isimleri yollayarak 35-40 milyon euro civari bonservis kazanabiliyorsunuz. babel yine kiralandi, diagne kiradayken sakatlandigi icin donunce bir turlu satamadim bedava gibi bir rakama gitti. daha iyi bir paraya satilabilirdi. bu adamlari satinca da inanilmaz bir maas butcesi aciliyor. istedigin bonservissiz adami git al rahatca. mesela genc bir takim kurdugum icin, son gun mata ve cenk tosun’u kiraladim. hala 6 milyon euroluk maas odeme hakkim var. aslinda bu oyunda bile gercekte ne kadar sacma sozlesmeler verdigimizi goruyoruz. hic oynatmadigim falcao var bir de takimin en fazla kazanani. ona ragmen 6 milyon euro artidayim.
  • 136
    dışarı çıkmanın tehlikeli olduğu dönemde uyku-iş-fm-uyku gibi bir düzen tutturdum ve manyak gibi fm oynuyorum simdiden 5 günlük oyun süresine ulaşmışım :( galatasaray kariyerimde 6. sezonu geride bıraktım an itibariyle sene 2025... eldeki imkanlar düşünülünce tabi ki rahat şekilde 6 senede 6 şampiyonluk elde ettik. avrupa' da direk grupta ya da ilk turlarda veda ettiğim onca yıldan sonra 2023' de uefa kupasını( finalde chelsea karşısında save-load yaptım) ve 2024 yılında kura şansı etkisi ile(finale kadar hertha berlin-lyon-atletico eşleşmesi) finalde de bala göte reali ilk denemede 1-0 yenerek şl şampiyonu oldum. bu arada 2025 yani son senemde yine ilk turda elime verdiler :) şimdi buraya kadar her şey ok. artık kolay şampiyonluktan sıkıldım ve premier ligde takım çalıştırmak istiyorum. ancak hayvan gibi cv yapmış olmama rağmen bir allahın takımı tarafından teklif almadım. yemin ediyorum lige yeni çıkmış cardiff filan çağırsa basıp gidicem ama yok. ilk defa bir fm kariyerini mülakat bile yapmadan tamamlıcam galiba. ulan kariyer.net bile mülakata çağırıyor zırt pırt bu oyunda kimse gel bi görüşek demiyor. en son 2025 yılında baktım çağıracak takım yok tüm boşta takımlara iş başvurusu yaptım. ve sonuç olarak mülakatlarda küçük emrah oynamama rağmen yine hiç bir takım beni uygun görmedi. en son sevilla gel başla dedi ancak ordada gönlüm valencia istediği için ben gitmedim... neyse sonuç olarak gerçeğe uygun şekilde halı saha topçusu ve 25 yaş olarak başladığım oyuna maalesef cimbomla devam etmek zorunda kaldım. bu arada yönetim sağolsun yıllığı 8 milyon euroluk sözleşme teklif etti. heralde bu kariyer ben bitti diyene kadar cimbomla devam edecek... en kısa zamanda eskişehirspor kariyeri açıcam yalnız orda da mülakat çağrılmama durumu yaşarsam ben bu oyunu silerim. hiç mi başarılı görülüp, taktir edilip kariyer fırsatı sunulmaz arkadaş. sonuç mu? armut.com kadar bile kariyer fırsatı sunulmayan oyun...
  • 139
    1. bölüm: sıfır noktası

    ben 40 yaşında, ulusal a lisansı ve yarı profesyonel futbolculuk geçmişi dışında hiçbir şeyi olmayan bir adamdım. bir hiçtim yani. menajerlik hayalim vardı, hayalimden başka da hiçbir şeyim yoktu. yine de bir şekilde alt lig piyasasında bulduk kendimizi. beklentim zaten düşük hedefli takımlardan birinde işler kötü giderse kapağı atmaktı. tabii ki memleketim olan samsunspor'a gidebilmek için de her fırsatı değerlendirmeye çalışacaktım. tff 2. lig beyaz grupta açık ara 1. olması beklenen samsunspor, 15. hafta sonunda 3. sıradaydı ve teknik direktörünü kovdu. açıkçası umutsuz bir şekilde iş başvurusu yaptım. en azından adımız duyulsun, samsun'a olan ilgimiz bilinsin dedim. ben ''sizin ilginize gülüp geçiyorlar.'' mesajını beklerken görüşmeye çağrıldım. bir şey isteyecek, bir şey önerecek, önerilen bir şeyi reddedecek halim yoktu. ne derlerse okumadan eyvallah dedik. bunu dedikten sonra ''vizyonunuzu beğendiler ama daha iyi birini arıyorlar.'' mesajını beklemeye başladım. ilerleyen günlerde bafra’da pide yerken aldığım samsunspor'dan sözleşme teklifi haberine bir süre inanamadım. editör mü kullandım lan ben diye kendimden bile şüphe ettim ama kullanmamıştım. sonuç olarak kendimi yine samsunspor'un başında buldum. ''takımın başında samsunlu adam olsun bari.'' diye mi aldılar hala bilmiyorum.

    ilk sezon 3. olarak aldığım samsunspor'u şampiyon yaparak 1. lige çıkardım. başka çarem olmadığı gibi yapamasam ayıp olurdu. samsunspor'un kırmızı-beyaz fark etmeksizin 2. ligin en güçlü takımı ve bütçesi olmasını geçtim, tff 1. lig için bile fena bir kadrosu yoktu. forvetlerden gol katkısı alamamak dışında pek sıkıntı yaşamadık. 3 tane merkez oyuncusuyla sahaya 4-3-3 diziliminde çıkıyorduk genelde. bu dönemde ilyas yavuz, gökhan alsan ve aytaç sulu ciddi şekilde ligi domine ettiler. 25. haftaya 2. manisa'nın 8 puan önünde girerken, 33. haftaya yalnızca 3 puan önünde girdim. takım rehavete mi kapıldı nedir son düzlükte ciddi sıkıntı yaşadık ama neyse ki atlattık. şampiyon olarak çıktığımız son hafta maraton tribününde yapılan ''biz ormanların kralıyız aslanım, ite çakala verecek canımız yok.'' temalı, bulunduğumuz lige gönderme yapan koreografi sezonun akılda kalanlarından biri oluyordu. play-off'a kalsam bile kovulmam gündeme gelebilirdi çünkü takım gerçekten ligin çok üstünde ve net bir şekilde şampiyonluk bekleniyor. zaten şampiyonluk ne yönetimi ne de taraftarı ciddi anlamda etkilemişe benziyordu. herkes olağan şekilde devam ediyordu hayatına diyebilirim. tabii ki sevildik, övüldük ancak aşırıya kaçan hiçbir şey olmadı. işin bu yönünü biliyordum zaten. kazanırsam ''herhalde kazanacaksın.'' diyeceklerdi, 2. olsam ''yuh artık.'' deyip yol vereceklerdi. bu lig samsunspor için ısınma turuydu. asıl hikaye şimdi başlayacaktı.

    2. bölüm: öngörülen ve öngörülemeyen

    2. sezon 1. ligdeydik. dediğim gibi kadro zaten ligin çok üstündeydi hatta 1. lig seviyesindeydi. bu sebeple yeni çıktığımız bu ligde beklenti ''ligde kalmak'' değil, ''ligi orta sıralarda bitirmek'' idi. sezon öncesi tahminlerde 10. olacağımız düşünülüyordu, biz de medyayı yanıltmadık ve çok net bir şekilde 10. olduk. öyle bir takımdık ki kazanma ihtimalimizin yüksek olduğu her maçı kazanıyor, kazanamama ihtimalimizin yüksek olduğu hiçbir maçı kazanamıyorduk. bahisçilerin en sevdiği takıma dönüştük bir anda. tam bir orta sıra takımıydık. bunda ilyas yavuz, bahattin köse gibi beklentilerimizin olduğu oyuncuların hiçbir katkı verememesi de etkili oldu. yine de 10.'luk aslında iyiydi. bu sezonun asıl kazandırdığı şey devre arasında aldığımız albers oldu. albers, 1.96 boyunda, iyi bir bitiriciliğe sahip ve 17 zıplaması olan hayvani bir forvetti. yani bir nevi yeni nesil crouch diyeceğim ama kendisi 30 yaşındaydı. 2. yarıda attığı 11 golle gelecek yıl ligi kasıp kavurabileceğinin sinyallerini vermişti. bu arada sezon başında ''ülkenin kaşar topçuları'' kontenjanından aramıza katılan regattin de ciddi katkı vermişti. tabii yeni çıktığımız ligde 10. olmak hatta sezon içinde zaman zaman play-off potasını kovalamak kulüp içindeki ve taraftar gözündeki itibarımı ciddi şekilde artırmıştı.

    3. sezonumuzda hedef ''1. ligi üst sıralarda bitirmek'' idi. bir dönem samsunspor forması giymiş sezer ve ndiaye ile stoper takviyesi yaparken, boşta olan fransız melvin neves'i de alarak kadroyu güçlendirmiştik. neves'ten beklentimiz vardı ancak boşta olması da şüphe uyandırıyordu. tüm sezon istikrarlı şekilde iyi oynadık ve 3. olduk. savunmada ortalama bir performans sergilerken gol yollarında çok etkiliydik. özellikle öne geçtikten sonra 3'ü atmadan bırakmıyorduk. açıkçası belki ilk 2'ye girip süper lig'e direkt çıkabilirdik ancak bursaspor ve konyaspor kaliteleriyle ligi domine etmişti. özellikle bursaspor ligi paramparça etti. açık ara en çok gol atan, en az gol yiyen takımdı ve yalnızca 1 kere yenildiler. konya ile oynadığımız 2 maçta da berabere kalmasaydık belki bir ihtimaldi 2.'lik. bu arada albers hayvani bir performans sergilemiş, 25 gol 6 asistle ligi domine etmişti. neves de ilk yarıda düşük bir performans sergilese de 2. yarı açılıp ciddi katkı vermişti. play-off yarı finalinde rakibimiz akhisar olmuştu. akhisar zaten sezon içinde de bize sıkıntı çıkartan bir takımdı ancak ilk maçı deplasmanda 2-1'le geçince rahatladık ki zor maç olmuştu. 2. maç evimizde 1-0'lık skorla kendimizi finale attık. finaldeki rakibimiz denizlispor olmuştu. denizli'yi akhisar'a tercih ederdim açıkçası çünkü sezon içinde de kendilerine karşı çok zorlanmamıştık. neticede tahmin ettiğimiz gibi bir maç oldu ve çok zorlanmadan 2-0 yenerek 10 yıl sonra süper lig'e merhaba dedik. 3 sezonda 2 lig yükselmiştik. bu başarı benim kariyerimin yapı taşlarından biri olabilirdi. şimdi ciddi manada taraftarın sevgilisi olmuştum işte. kulüpte dokunulmaz olmuştum. adıma tezahüratlar yapılıyordu. aslan amcanın ''önceki görevlerde hedef gizlilikti, artık bitti. kurtlar vadisinde herkes seni konuşmalı.'' sözleri kulağımda çınlıyordu. bu ne alaka ben de bilmiyordum.

    3. bölüm: çanlar

    bütün bu kolej havası ortamında yeni sezon hazırlıklarına başladık. futbolu bilirsiniz, dün diye bir şey pek yoktur bu sporda. taraftar başarıyı ilk gece kutlar, diğer gün gelecek sezonu kurmaya başlar. ben ise başarıyı ilk gün bile tam anlamıyla kutlayamadım. kafamda dönüp duran bir hikaye vardı çünkü: hızlı giden atın hikayesi. hızlı gitmiştik, birçok açıdan yetersizdik ve ben süper lig'i biliyordum. 1. lige falan benzemeyeceğini biliyordum. yönetimi bu konuda uyardım ancak geçtiğimiz dönemde kulübün yönetimi el değiştirmişti ve yeni yönetim hiçbir dediğimi yapmıyordu. 2.5 milyon maaş bütçesi, 2.5 milyon transfer bütçesiyle az çok nasıl bir sezon olacağının sinyallerini almıştık. milletin 2.5 milyon maaşı tek adama verdiği yerde tüm takıma 2.5 milyon vererek hayatta kalamazsın maalesef. ben teknik heyete çok önem veririm. her sezon sonunda antrenöründen fizyoterapistine kadar geliştirebildiğim kadar geliştiririm teknik heyeti. yönetime ''antrenör sayımızı yükseltelim.'' diyorum kabul edilmiyor. fizyoterapi kabul edilmiyor. gözlemci kabul edilmiyor. zaten para yok bedelsiz veya kiralık kovalıyoruz, onlara da maaş beğendiremiyoruz. lan 3 sezonda 2 lig yükseldik bir antrenör kursuna bile göndermedi insafsız yönetim. yapabildiğimiz birkaç takviyeye rağmen berbat bir transfer sezonu geçirdik. kadrom ve ben, süper lig'in kurtlarına karşı adeta yem olarak atıldık. biz avdık, onlar avcı.

    menajer olarak 4. sezonumuza ve süper lig'e bu şartlarda girdik. sezon başında durumun farkında olan topçuların yanıma gelip ''hocam ne yapacağız bu halde?'' sorusuna ''kurtlukta kanun düşeni yemektir, düşmeyeceğiz.'' diye cevap verdim. düştük. gelen vurdu, giden vurdu. fenerbahçe deplasmanında 5-0 geriye düştükten sonra yapılan sayısız pas ve oley sesleri durumu özetliyordu. fenerbahçe adeta gekas'ın intikamını alıyordu. maç sonrası yanıma gelen albers'in ''hocam bunlar gol atmıyor, oyun oynuyor.'' sözüne hazırlıklıydım. ''avın eti yenmiyorsa amaç oyun oynamaktır.'' dedim. albers bu repliği hatırlamıyor gibi görünse de uzaklara dalmıştı. ne durumda olursak olalım futbolcuların gözünde bir itibarımız vardı. ligin devre arasına 11 puanla sonuncu olarak giriyorduk. küme düşmeme ihtimalimiz yoktu. transfer yapacak para yoktu, olsa bile transferle toparlanacak durumu bile geçmiştik neredeyse. o saatten sonra durumumuzu gören zaten gelecek olsa da gelmezdi. zor, üzücü ama gerçekçi bir karar almam lazımdı. samsunspor zaten düşmüştü, bu kesin. sezona başlarken düştük zaten ligden. o paralarla başka yol yoktu. kafamda bir oyun kurdum ve yönetimin kapısını çaldım. vermeyeceklerini bildiğim halde ''para verin.'' dedim, reddettiler tabii ki. ben de oyunumu oynadım, ''madem güneş tepeden vurdu, gölge ayağımızın altıdır.'' dedim ve bastım istifayı. görüşmeyi de basına sızdırdım. ben bu 17 hafta sonunda bile taraftarın çok sevdiği bir isimdim. alt lige düştüğümde bile kovulmazsam -ki ihtimaller yarı yarıyaydı- arkamda duracaklardı bence. bu yüzden görüşmeyi basına sızdırdım ve taraftara ''ben istifa ediyorum çünkü yönetim işini yapamıyor.'' dedim. ''yarı yolda bırakan adam'' olmayacaktım. ''samsunspor'u küme düşüren adam'' olmayacaktım, ''küme düşen bir teknik direktör'' olmayacaktım. hem samsunspor'daki saygınlığımı hem de kendi saygınlığımı kaybetmemek için istifa ettim. ayrıca ben taraftar olsam, ne kadar sevsem de o durumdaki bir menajerin istifa etmesini isterdim. galatasaray'a gidemezsem elbet bir gün kurtarıcı olarak dönerdim bu şehre. zaten ayrılıktan sonra her konusu açıldığında ''samsunspor'u seviyorum, bir gün dönmeyi umuyorum.'' diyordum basına.

    istifamdan 2 hafta sonra 7. kasımpaşa çaldı kapımı. aslında kasımpaşa'nın beni istemesi, süper lig maceramda kamuoyunun beni başarısız görmediğini de gösterir nitelikteydi. hedefleri 5. olmaktı. açıkçası kasımpaşa'ya normalde gitmem. taraftarı, kültürü olmayan saçma sapan bir takım bana göre ancak o dönemde bir şekilde iş yapmam lazımdı. fena bir kadroları yoktu. buna rağmen ten mi uyuşmadı nedir işler istediğimiz gibi gitmedi orada. zaten dediğim gibi çok bağlılık hissetmediğim için üzerine de titremiyordum kulübün. ''çıkın oynayın lan işte.'' modunda takıldım çoğunlukla. lig sonunda kasımpaşa 9. sıradaydı. koltuğum sallanıyordu ancak onlar kovmadan önce ben istifa ettim. istenmediğimiz zaman değil, istediğimiz zaman gideriz hesabı. tesis çıkışında beni yakalayıp ''hocam bu beklenmedik istifayı neye borçluyuz.?'' diye soran muhabire tek cümleyle yanıt verdim: ''kalıbımız ağır geldi.'' zaten kafamda hep sene sonu istifa etmek vardı. avrupa ligine gitsek bile görevi bırakacaktım zira cidden istemiyordum orada çalışmayı. bu birliktelik çok suniydi. sanki herkes geçici olduğunu biliyor gibiydi. ne yönetim ne taraftar ne de futbolcularla bağ kurabilmiştik. ayrılmak zor olmadı. kasımpaşa kariyerimin tek güzel yanı antrenörlük kursuna gitmek oldu. nihayet uluslararası c lisansını aldık. en azından bu sıkıcı kasımpaşa maceram bir işe yaramış oldu.

    4. bölüm: peaky fookin' blinders

    sonraki sezona işsiz başladım. kariyerim dağınık gidiyordu. ocak ayının ortasına kadar işsiz devam ettim. hiçbir takıma başvurmadım, hiçbir takım bana gelmedi. para suyunu çekmeye başlamıştı ki bir anda birmingham'ın hocasını kovduğunu gördüm. birmingham... birmingham'ı severim. başka hayatlarda yönetmişliğim bile vardır. tabii sonra peaky blinders falan derken birmingham koltuğu göze daha hoş gelmeye başladı. eski bir dosta görüşme teklif eder gibi gittim yönetime. yönetim de beni kırmadı. birmingham championship'te 18. sıradaydı. yalnız şöyle bir çelişki vardı: takımın sezon öncesinde 21. olacağı, yani küme düşme hattının 1 sıra üstünde olacağı düşünülüyordu ancak yönetim orta sıraları hedefliyordu. başkanın odasına çıktım. ''dayı bu ne yaman çelişki? ne iş?'' diye sordum. hiçbir ifade yerleştirmediği gözleriyle kısa bir süre yüzüme baktı. ''cevabını bilmediğin sorular sorma.'' dedi. amk yerinde herkes vadi replikleriyle konuşuyor. neyse fazla sorgulamadan devam ettik.

    göreve geldikten sonra ilk 2 maçı kazanmak elimizi çok rahatlattı. sonrasında da bizden önceki duruma göre gayet iyi bir performans sergileyerek ligi 12. sırada bitirdik. aslında ilk 10'a girebilecek bir performans sergiledik ancak ben gelmeden önce puan farkı çok açılmıştı maalesef. birmingham olarak inanılmaz bir savunma performansı sergiledik 18 maçta. fulham'dan 4 gol yemeseydik 17 maçta yalnızca 5 gol yemiş olacaktık. maçları feci kitliyorduk. 4-2-3-1 diziliminde kontra oynuyorduk. çoğu zaman pozisyon göremeden maçlar bitiyordu. maçları feci kitliyoruz ancak biz de pozisyona giremiyoruz. kazandığımız çoğu maçı 1-0 kazandık, nadiren 2-0 bitiyordu. 18 maçta yalnızca 2 mağlubiyet alırken, zirveye oynayan takımların belası olmuştuk resmen. ilk 5'e karşı oynadığımız 3 maçı kazandık, 2 maç berabere bitti. zirveye karşı oynadığımız maçlara şu felsefe ile çıkıyorduk adeta: ''biz ölmeyi çoktan göze aldık da yanımızda kimleri götüreceğiz onu düşünüyoruz.'' 40 golle ligin en az gol yiyen 2. takımıydık ki 46 maçta 40 gol yemek gerçekten iyi iş.

    ligdeki 24 takım içinden en az maaş veren 3. takımdık. ben beklentilerin üstüne çıktığım için yönetimin biraz daha keseyi açacağını düşünüyordum ancak iş öyle olmadı. birmingham yönetimi beklentiyi yine ''kümede kalmak'' olarak belirledi. championship seviyesi için çok komik bir bütçe verdiler. belli ki yönetimle aynı vizyonu paylaşmıyordu. yine de o an için rest çekecek durumda değildim. bütçe oluşturmak için 1-2 önemli oyuncumu sattım ancak yine de gerekenden çok daha az futbolcu alabildik. bunlardan biri 36 yaşında, sezon sonu emekli olacağını açıklayan sergio agüero idi. 37 maçta 13 gol 6 asist ile bana göre sıradan bir performans sergiledi. diğer 2 önemli takviyem ise kiralıktı. ligin ilk yarısı bizim için inişli çıkışlı ama başarılı geçti. 3 defa üst üste maç kazanıyorduk, sonra 3 defa üst üste kaybediyorduk. bir ara 4 maç üst üste 0-0 bitti. 5.'liğe kadar çıkmıştık ancak ligin ilk devresini 8. bitirebildik. sağa sola çok belli etmesem de play-off hedefliyordum içten içe. devre arası diye bir şey zaten yok ingiltere'de. zaten 46 maçlık lige göre çok dar bir kadro var, bir de durmadan maça çıkıyoruz. maç yapmadığımız anlar sadece seyahat ettiğimiz anlardı desem yeridir. transfer bütçesi de olmadığı için ocak ayında hiç takviye yapamadık. bizim hedefler büyürken takım küçüldü. iyice yoğunlaşan fikstür ve maçların ölüm-kalım maçlarına dönüşmesiyle birlikte sakatlıklar ve cezalar belimizi büktü. ligin 2. yarısının ortalarını galibiyet görmeden geçirdik diyebilirim ve ligin son düzlüğüne hedefsiz bir şekilde girdik. ligi de 13. bitirdik. tabii yönetim benden çok memnun. 2 sezondur hedef kümede kalmakken ve medya 21. olacağımızı öngörürken küme düşme hattından çok uzak rahat bir sezon izlettik taraftara. sorun şu ki ben memnun değilim kulübün vizyonundan. artık büyük adımlar atmam lazım diye düşünüyordum. yönetim değişmesine rağmen maddi açıdan bir değişimin yaşanmadığı birmingham'da büyük adımlar atmak zordu. ya kendi ayakkabımı küçültecektim ya da yoldan çıkacaktım. biz de direksiyonu yardan aşağı sürdük ve sonuç olarak birmingham maceramızı da istifayla sonlandırdık.

    5. bölüm: kan, ter ve gözyaşı

    birmingham maceram da sona ermişti. güzeldi, rahattı ancak artık yetersizdi. açıkçası bulunduğum takımlarda çoğu zaman beklentinin üstüne çıktığım için artık biraz daha önemli fırsatlar arıyordum. hedefi ''ligde kal'' veya ''üst sıralarda bitir.'' diyen takımlardan ziyade direkt şampiyonluk için veya üst lig için oynayan takımları çalıştıırmak istiyordum. aralık ayının sonlarında o an benim için çok cazip olan 2 takımın da hocası kovuldu: crystal palace ve brighton. palace play-off hedefliyordu, kadrosu ve bütçesi de hiç fena değildi açıkçası. o anda play-off potasının yalnızca 3 puan gerisinde 8. sıradaydılar. brighton ise sezon başında 2. olacağı düşünülen önemli bir takımdı. kadrosu iyiydi, bütçesi de iyiydi. yalnız sezon ortasında hedeflerinin çok gerisinde, 13. sıradalardı. play-off ile aralarında 5, 2. takımla aralarında 9 puan vardı. yine de kadrosu daha cazipti ve ''ben bunları adam ederim.'' diyerek brighton'ın başına geçtim.

    dediğim gibi kadrosu gayet iyiydi. frenkie de jong da takımdaydı. ilk başta ''kadro zaten iyi, çok kurcalamayalım.'' dedim ve 4-3-3'ü değişik şekillerde denedim. çok sallantılı gittik. sezon başında olsak belki idare edebilirdik ancak seri yapmamız lazımdı. takımın puan durumundaki yerinden dolayı yönetim bana play-off hedefi koymuştu ancak benim kafam bir şekilde 2. olarak çıkmaktı. zira amacım takımı çıkarmak olduğu kadar ingiltere'de adımı duyurmaktı. devre arasında 13 milyona santrfor adam idah'ı almak dışında transfer yapmadık. forvetimiz kevin lasagna iyi özelliklerine rağmen gol atamıyordu. idah da bekleneni veremedi. çember daralmaya başlamıştı. ligin boyu kısalıyordu ve sallantılı şekilde gidersek sonu iyi bitmeyebilirdi. radikal bir karar aldım ve takımın en zayıf bölgesi olan bekleri oyundan çıkardım. bitime 14 hafta kala 3-1-4-2'ye döndük. takım resmen şaha kalktı. 5 maç üst üste kazandık. lasagna ve idah yan yana oynayınca bambaşka bir şeye dönüştüler. ya atıyor ya birbirine attırıyorlar. 6. maç sunderland deplasmanında 2-1 mağlup ayrıldık. ibneler belgeseli izlemiş maçtan önce. ölümüne oynadılar. sakat vermedik diye sevindik neredeyse. sonra yine üst üste galibiyetlerle bitime 4 hafta kala 2.'lik koltuğuna oturduk. tek sıkıntı vardı: önümüzdeki 2 maçta lider qpr deplasmanı ve 4. palace deplasmanı bizi bekliyordu. qpr da canavar gibi top oynuyordu. maç çok ortada geçti. yine de bir şekilde 70. dakikaya 2-0 önde girdik ancak 94. dakikada yediğimiz golle 2-2 bitmesine engel olamadık. sonrasındaki hafta palace deplasmanında şanslı bir şekilde 1 puan aldık. çok kötü oynamıştık. bu 2 deplasmadan 2 puan kötü değildi ancak bitime 2 hafta kala 2.'liği stoke'a kaptırmışık. 45. haftada iki takım da kazandı. aynı puandaydık ancak stoke averaj olarak bizden çok daha iyiydi. son hafta biz deplasmandaydık, onlar evde. maçlar başladı. maçın başında idah ile öne geçtik ve hemen sonrasında stoke'un gol yediği haberiyle coştuk. biz 2'yi yaparken stoke da beraberliği bulmuştu. devreye böyle girdik. mevcut skorlar bize yarıyordu. biz 2. yarı maçı koparırken stoke maçından haber bekliyorduk. 2 gol haberi üst üste geldi. stoke city 3-1 yenilmişti. premier ligdeydik. 3'lü savunmayla çıktığımız 14 maçta yalnızca 1 kere mağlup olup, 2 defa berabere kalmıştık. açık konuşmak gerekirse son düzlüğü hayvan gibi oynamıştık. tabii övgüler yağıyor. gazetelerde boy boy fotoğraflar. ''13. aldı, 2. yaptı.'' haberleri gırla... memlekette bile haberlerin ilk sırasında ben vardım sonraki gün. nihayet premier ligdeydik. nihayet beklediğim patlamayı yaptım. hemen gittik zafer sarhoşluğu arasında uluslararası b diploması izni aldık yönetimden. sonra istifa ettim.

    6. bölüm: hayatın tam ortası

    evet her şey bu kadar iyi giderken istifa ettim. premier lig sahnesini kendi ellerimle ittim. yine de siz bir sorun neden istifa ettiğimi. sezon sonu istifa etmek alışkanlık haline geldiği için istifa etmedim elbette. kendimce haklı nedenlerim vardı. bir kere ismimizi fazlasıyla duyurmuştuk. farklı takımlarda beklentilerin üstüne çıkmayı başarmıştık. kendimizi ispatlamıştık. artık büyük oynamak istiyordum. öyle ''üst lige çık, ligde kal, orta sıralarda bitir.'' falan gibi şeylerle kaybedecek zamanım kalmamıştı. kapı kapı dolaşma vakti bitmeliydi, yazıhanecilik bitmeliydi. kariyerimin artık bilmem kaçıncı sezonuna girmişim. hala ligde kalma savaşı vereceğiz, topçuların ''ben o takıma gelmem.'' nazını çekeceğiz falan hiç bunlarla uğraşmak istemedim. direkt olarak şampiyonluk mücadelesi verecek bir takım ya da kısa zaman içinde onu hedefleyecek takımlar istiyordum.

    ancak asıl nedeni hala söylemedim. galatasaray'ın başında 2020/2021 sezonunun başından beri okan buruk vardı. fatih terim o zamandan beri futbol direktörüydü. işin ilginci okan buruk göreve başladığından beri ilk 2'ye bile girememesine rağmen ısrarla kovulmuyordu. süreç boyunca galatasaray'ı hep takip ettim. nihayet okan buruk'un sözleşmesi bitiyordu. istifamın arkasında yatan en büyük sebep buydu. risk aldım, ''artık sözleşme yenilemezler herhalde.'' dedim ve galatasaray'ın dikkatini çekmek için her şeyi yaptım. seri'den başka tanıdık isim kalmamıştı takımda. hem tanıdık bir isimle 1 sene de olsa çalışmak istiyordum hem de futbol direktörü fatih hoca ile başarıdan başarıya koşmak istiyordum. fatih hoca bırakmadan göreve geçmem lazımdı. kumar tuttu, sözleşme yenilenmedi ve galatasaray kapımızı çaldı. galatasaray kapımızı çalar çalmaz biz anahtarı verdik. ''galatasaraylı fatih yuvasına dönmüştür.'' şeklinde geçtik basının karşısına. bir tane mukaveleye de bakmadım zaten imza atarken.

    hayaller gerçek olmuştu. fatih terim futbol direktörüydü, ben teknik direktördüm ve camia başarıya açtı. senaryoyu ben yazsam böylesi denk gelmezdi herhalde. hemen florya'ya giriş yaptık. camiayı uyandırmak için çaycısından malzemecisine hepsini değiştirdik. kadroda radikal değişiklikler yaptık. takımın kaptanı seri ile önce eskiyi yad ettik sonra takım hakkında konuştuk. hemen dikkat çeken yerlileri topladık. merih demiral'ı satın alma opsiyonuyla kiraladık ki bu çok önemli bir hamle oldu bizim için.

    derken sezon başladı. geçtiğimiz sene 6. olduğumuz için avrupa falan yoktu. takımda ciddi değişiklikler olduğu için ilk başta taktik oturmakta zorlandık ve devre arasına beşiktaş'ın 2 puan önünde lider girdik. brighton'da çok başarılı olduğum 3-1-4-2 dizilişiyle çıkıyorduk maçlarda. ilk yarının flaş maçı evimizde fenerbahçe'yi 4-0 yendiğimiz maçtı. bizimkilere maçın sonlarında ''top sektirin.'' talimatı verdim. bu kez ben oyun oynadım fenerbahçe ile. maç sonrası aldığım intikama gönderme yaparak söylediğim ''aslan ceylanı yemeye 40 gün önceden karar verir de 40 gün ortalarda görünmezmiş karnının gurultusu duyulmasın diye.'' sözü diğer gün gazeteleri süslüyordu. sonrasında taktik oturdu, haftada 1 maç yapmanın verdiği avantajla 2. yarı gümbür gümbür top oynadık ve camianın şampiyonluk hasretini sonlandırdık. son maça hocayı onurlandırmak için siyah gömlekle çıktım. teknik direktör olarak da şampiyonluk, kariyerimizin 2. sezonundan beri hasret kaldığımız bir şeydi. tabii herkes çıldırdı. florya'ya akın akın taraftar geldi. sakin kalan tek kişi bu duyguyu defalarca yaşamış ve yaşatmış olan fatih terim idi. sakince tebrik etti, ''alış bunlara.'' dedi. ''hocam sen ne diyorsan o.'' dedik ve içimizdeki coşkuya rağmen sakin kalmaya çalıştık. galatasaray'da şampiyonluklar abartılı kutlanmaz zaten, biliyorduk bunu.

    7. bölüm: her güzel şeyin sonu

    kariyerimin bu dönemiyle ilgili anlatacak çok fazla bir şeyim yok. seriyi bilenler bilir, süper lig'de ilk şampiyonluktan sonrası çorap söküğü gibi gelir. bizde de öyle oldu. 2 sezon daha şampiyon olarak üst üste 3 sezon şampiyonluk yaşadık yuvada. 3-1-4-2 dizilişiyle rakiplere sahayı dar ediyorduk. dizilişi öyle bir oturttuk ki giren çıkan fark etmiyordu 2011 barcelona modeli gibi. dokunulmaz olduk. bu 2 sezonda doğru düzgün zorlanmadık bile. dolayısıyla detaylıca anlatacak bir şey yok. vurduk geçtik işte. yapmamız gerekeni yaptık, en başından beri hayalini kurduğumuz şeyi yaptık. yapmak için orada olduğumuz şeyi yaptık. ilk sezon kupayı salmıştık, sonraki 2 sezon onu da aldık. ne lig ne kupa ne de süper kupa. hiçbir şey bırakmadık. rakip takım yöneticileri canlı yayınlara bağlanıyor, yayıncı kuruluşa ve siyasilere sesleniyordu hegemonyamızı engellemeleri için. ali koç burada bile susmuyordu. hatırlarsınız, 300 filminde kral leonidas ilk savaştan önce ''onlara hiçbir şey vermeyin ama onlardan her şeylerini alın.'' diyordu. biz de bunu uyguladık rakiplerimize.

    bu arada normalde gittiği takımda futbol direktörü varsa direkt kovan ben, fatih terim'e birçok yetkiyi kendi elimle verdim. gerçi ben kimim ona yetki veriyorum lan? transferleri falan birlikte yapıyorduk. genç takımlara istediği gibi topçu getirip götürüyordu. başarıyı kesinlikle onunla paylaşmak istiyordum. ayrıca tabii uluslararası pro lisansını da alarak antrenörlük hayatımızın akademik kısmında zirveyi gördük.

    ancak süper ligin de kötü yanı bu bir yandan. lig basitleşiyor ve ligi oynama motivasyonu kalmıyor insanda. sadece avrupa serüveni için oynamaya başlıyorsun. peki biz ne yaptık avrupa'da? 2. sezon zaten avrupa'da çok iddialı değildik. yine de şampiyonlar liginde gruplardan çıktık 10 puanla. son 16'da ezeli rakip real madrid gelmeseydi belki bir şeyler olabilirdi ancak madrid'e kafa tutabilecek durumda değildik o sezon ve elendik.

    3. sezon ise işler değişti. kadromuzu güçlendirdik. şampiyonlar liginde psg, tottenham ve benfica'nın olduğu gruptan lider çıktık. 3-4-1-2 dizilişi altın çağını yaşıyordu. son 16'da karşımıza sezonun flaş takımı lazio geldi, flaş patladı. italya'da zorlansak da evimizde turu geçmeyi bildik. çeyrek finalde arsenal'i bombaladık. londra'da tokadı bastık, istanbul'da zorlanmadık bile. yarı finalde messi'siz barcelona'ya futbol dersi verdik. deplasmanda birçok fırsatı değerlendiremesek de aldığımız gollü beraberlik işimizi çok kolaylaştırdı. bu arada messi de orada futbol direktörü olmuş, maçtan sonra yaptığım ''sahada olsa daha çok zorlanırdık.'' esprisine gülmedi. finalde ise rakibimiz bayern münih oldu. fm serisinin bela takımı, alman panzeri münih... fatih hocayla birlikte ''dünyadan büyük hayallerimize'' yalnızca 90 dakika uzaklıktaydık. maç çok dengeli ve orta saha mücadelesi şeklinde gidiyordu. devre arasında değiştirdiğim gömleğim terden bir kez daha renk değiştirmişti. tribünde fatih terim'in de aynı durumda olduğunu hissediyordum. dakikalar 82'yi gösterirken hala gol sesi çıkmamıştı. 83. dakikada kimmich ortaladı, erling haaland kafayı vurdu, bayern münih kupayı kaldırdı.

    maçtan sonra elbette üzüntü ve gurur bir aradaydı. kederli ama inançlı gözler görüyordum. seneye kupasının kesinlikle bizde olduğunu söylüyorlardı. haklılardı da. bu sene çok fazla zorlanmadan buraya kadar getirdiysek seneye kesin kazanırdık. tecrübelerim de bunu söylüyordu ancak kimsenin bilmediği bir şey vardı: bu benim son sezonumdu. galatasaray'ın başındaki son sezonum değildi. teknik direktör olarak son sezonumdu. artık yorulmuştum. avrupa'daki 3-5 maç için 1 sezon daha süper lig çekecek durumda değildim. heyecanımı kaybetmiştim. zaten artık doğru düzgün tanıdık bir yüz de kalmamıştı etrafta. ilk önce hocanın yanına çıktım elbette. hocayı bilirsiniz. o sadece kazanınca mutlu olur. yalnızca gerçek zaferi zafer sayar. onu da hoca yapan budur ya zaten. yine de birlikte yaptıklarımızla gururlandığı belliydi ancak beni gördüğü anda sanki düşüncelerimi anladı. hocayla durumu konuştum. elini öptüm, izin istedim. bu camiadan ayrılmanın mümkün olmadığını, en fazla ara verebileceğimi söyledi. biliyordum. galatasaray göreve çağırırsa reddedemeyeceğimi ve zaten öyle bir lüksümün de olmadığını biliyordum.

    lig pazar günü bitiyordu. şampiyonluğu haftalar önce ilan etmiştik ancak son maçım olduğunu duyan galatasaray taraftarı stadyuma akın etmişti. sami yen'de beni o zamana kadar hep bağrına basan galatasaray taraftarıyla vedalaştım. kariyerimin en zor maçından bile daha zor anlardı. sami yen'in sahasından son kez ayrılmadan önce gözüme kuytu köşelerde kalmış ufak ve alabildiğine sade bir pankart gözüme çarptı: ''elbet bir gün.''

    bu pankart beni eskiye götürdü. dolu dolu geçen 10 yıl film şeridi gibi geçti gözümün önünden. başarılar, başarısızlıklar, zaferler, travmalar, istifalar, caka satmalar, intikamlar, hayaller, gerçekler... aslında bu pankart bana mıydı, finalde kaybettiğimiz şampiyonlar ligi kupasına mıydı yoksa ikisine birden miydi bilmiyorum. ben de hangisi için söylediğimi bilmeden ''evet'' dedim. elbet bir gün...
  • 143
    oynamak için gereken motivasyonu bir türlü kendimde bulamadığım oyun. her sene olduğu gibi almak için mart/nisan aylarını bekleyecektim, öyle de oldu. ancak karantina sebebiyle oyunu o kadar kısa sürede tükettim ki şu an hiç hevesim kalmadı. açıp ilk sezondan sonra sıkıldığım onlarca kariyer ve biri 2028 biri 2036 yıllarında olmak üzere iki uzun ömürlü kariyer... açıp giresim gelmiyor :(
  • 146
    çok enteresan bir kariyere ve gidişata şahit olduğum oyun. her zamanki gibi galatasaray ile başladım ve tabi daha ilk sezonun ortalarında ersun'u fenerden kovdurduk. bunun üzerine fenerbahçe şenol güneş ile anlaştı ve adeta lale devrine girdi. o sezon şampiyonluğu 2 puan önümde kazandılar, bizse şampiyonlar ligi gruplarında 3. olup gittiğimiz avrupa liginde yarı final oynamanın mutluluğuyla kendimizi teselli ettik.

    2. sezona yüklü maaşlı oyuncuları yollayıp yerlerine kiralık ve genç ucuz oyuncu hamleleriyle başladık, mükemmel bi sezon geçirip sezonu 87 puanla lider bitirdik. harika bi sezon geçiren fenerbahçe ise 85 puanla son maça kadar şampiyonluk kovaladı.

    3. sezona geldiğimizde ise ffp kıskacından kurtulup şahlanmaya karar vermiştik. zaten elde olan genç yetenekli oyuncuların üstüne bir kaç üst seviye oyuncu takviyesi yaptık ve sezonu rahat şampiyon tamamlayıp, şampiyonlar liginde final oynayıp finalde real madrid'e kaybettik. ilginçlikler silsilesi ise burda başladı. bu sezon fenerbahçe şenol güneş yönetiminde avrupa ligi şampiyonu oldu ve türkiye'ye 3. avrupa kupasını getirmiş oldu.

    4. sezon bunun da gazıyla büyük transferler yaptılar, adeta bi transfer kapışması sonucu iki takımın da çok çok iyi kadroları oldu, şampiyonluk mücadelesi ligin ortalarına kadar devam etti fakat şampiyonlar ligi şampiyonluğuna ulaştığımız bu sezonda lige tam anlamıyla konsantre olamadık ve fenerbahçe'nin 12 puan arkasında 2. olduk ligde. sezon tamamlandıktan sonra da büyük bomba patladı ve şenol güneş manchester united'ın başına geçti.

    devam eden 2 sezonda çok rahat şampiyonluklar aldık ve bir kere de şampiyonlar liginde final oynayıp finalde kaybettik. daha sonra galatasaray'da miadımı doldurduğumu düşünüp sözleşme imzalamayıp serbest kalmayı tercih ettim. çok geçmeden sezonu 14. tamamlayıp yeni bi yapılanmaya giren arsenal teklif yaptı ve arsenal'ın başına geçtim.

    ilk sezon da şenol güneş ile kapışmamız devam etti. manchester united ile ilk 2 sezonunda şampiyonluğu göğüslemişlerdi ve gördüğüm en iyi kadrolardan biri onlardaydı. birlikte geçirdiğimiz ilk premier lig sezonunda yine şenol güneş'in manchester'ı açık ara farkla şampiyon oldu, hemen arkasından biz de ligi 2. bitirip beklentilerin üzerine çıkmayı başardık.

    an itibariyle ise arsenal ile 2. sezonun 21. haftasında 20 galibiyet 1 yenilgi ile 21/21 yapan şenol güneş'in manchester united'ının arkasında zirveyi takip ediyoruz. o ya da ben emekli olana kadar bu kapışma bitecek gibi gözükmüyor.

    edit: 6. sezonda galatasaray ile finalde kaybettiğimi belirttiğim şampiyonlar ligi'ni de şenol güneş'in manchester'ına kaybettik. :(

    edit: https://i.hizliresim.com/yllWuU.png
    ve beklenen son gerçekleşti. ne yalan söyleyeyim bi ufaktan üzüldüm. mevcut sezonda da aynı puanla 23. haftaya girmiş bulunuyoruz ve averajla arkamızdan takip ediyor. umarım sezonu şampiyon tamamlayıp, filozofumuzu uzungöl'e huzurlu bir emekliliğe yolcu edeceğim. :)
  • 150
    200 lira ödeyip 200 milyon liralık oynadığım, zaman geçirdiğim oyun. serinin ilk oynadığım oyununda 96 97 falandı galiba türkiye ligi yoktu, galatasaray'a girip oyunculara falan bakıyorduk. maçlar yazıydı sadece falan, bir amerikan okulunda okumama ve hocalarımın amerikalı olmasına rağmen ingilizce öğrenmemde en büyük pay cm/fm serisinindir. eskiden rakipleri vardı ama zamanla yokoldular. ben şahsen fm 2020'yi keyifle oynuyorum, verdiğim her kuruşa da değdiğini düşünüyorum.
App Store'dan indirin Google Play'den alın