eğer serinin bir önceki oyununa (
football manager 2019) sahipseniz 100 liradan başlayan fiyatları vermenize gerek olmayan fm oyunu. 18 versiyonuna sahipseniz onu zaten oynamıyorsunuzdur. bundan öncesi ise zaten farklı. birkaç ufak yenilik ve düzeltme. genç takım konusunda yapılan yenilik var. mesela en hoşuma gidenleri şubat - mart sırasında birden bir mesajlar genç takım adayları belirleniyordu eskiden. bu oyunda yanlışım yoksa kasım gibi size o bildirim geliyor ancak isimler yine mart ayında açıklanıyor. onun dışında penaltı kaçırma sorununun son güncelleme ile çözüldüğünü düşünüyorum ama karşı karşıya şutlar ne yazık ki hala çok saçma şekilde dışarı çıkıyor. fm serisi hakkında rakipsiz olduğu için gelişmediğinden ve sürekli aynı oyunun güncel transfer yamalı halini çıkardıklarından şikayet olsa da oynanıştaki ufak değişiklikler bence umut veriyor. 4-2-4 kanat oyunu taktiğini kullanıyorum. kasımpaşa ile ilk sene güzel işler yaptım. buradan sonra olayı biraz hikayeleştirerek yazıyorum, hikayeyi okumak istemeyenler en alta inerek taktiğimi, ekran görüntülerimi ve taktiğimin asıl amacını bulabilir
*.
ben ise oyunun 3.0 güncellemesi çıkana kadar hep lig lig dolaşıp yarım sezon veya sadece transfer sezonu açıp o kariyeri unutan birisiyim. yine böyle yapıp türkiye'den bir takım seçmeye karar verdim. önce alt liglere baksam da sonra süper lige çıkarttım kendimi. alanyaspor, gençlerbirliği derken kasımpaşa bana 751 bin eurodan 2 yıllık sözleşme önerdi. başkanla sözleşme detaylarını görüşmek için tesislere gittiğim zaman pavelka, quaresma ve hajradinovic'i bir köşede birbirleriyle şakalaşırken görünce tamam dedim buraya geliyorum. geçen sene galatasaray'da emekli olmadan ve milli takımda onlara karşı oynamış, hatta üçüyle de tanışıklığım vardı. ihanet de yakınından gelirdi zaten...
girdik başkanın odasına, dedi "ilk önce bizi küme düşürme, seneye zorlu bir takım olalım, güzel işler yapalım. yapabilir misin? yapabilir misiniz?" "oldu bil başkanım" dedim. hemen imzalar atıldı. ben aşağı indim takımla ve teknik ekiple tanışmaya. takım fena değildi. pavelka, quaresma ve hajradinovic benim yıldızlarım olacaktı. ama sorun taktikti. çektim takımı sahanın ortasına. yaptım konuşmamı. "beyler sizler kalitenizi ispatlamış futbolcusunuz... şimdi bu sezon neler yapacağınızı herkese gösterin!" takım çığlık kıyamet içinde birbirine sarılmaya başladı, moraller tavan yapmıştı. bu sezon otoriteleri şaşırtabileceğimizi ilk o an anlamıştım. şaşırtacaktık da.
fiziksel çalışma yaptıktan sonra teknik ekiple konuşmaya başladım. ama antrenman konusunda bazı isimleri eksik gördüğüm için güvenebileceğim isimler lazımdı. 4-2-4 oynayacaktık. popov quaresma kanadını etkin kullanmamız lazımdı. hücumda ana planımız topu hızlıca kanatlara aktarmak, ortalarla pozisyon yaratmaktı. bunun için bir pivot santrafor, bir yaratıcı forvet(veya fırsatçı golcü) ve orta sahada rolü fark etmeyen ama topsuz alan özelliği yüksek iki isim lazımdı. orta sahada bir deep-lying playmaker tarzı bir oyuncu da kullanabilirdim çünkü stoperlerimin topla ilişkisi kısıtlıydı.
sonraki sabah direkt başkanın odasına çıkıp bütün teknik ekibi değiştireceğimi söyleyip yerine gelecek isimlerin ve iletişim adreslerinin yazılı olduğu listeyi verdim. geceden hepsiyle iletişim kurmuştum ve hepsi de sağolsunlar kabul etmişlerdi. valencia'da 3 sene, arsenal'de 2 sene ve roma'da 4 sene oynamanın getirilerinden biri, sürüyle farklı kişilerle tanışmaktı ve ben bunu kasımpaşa için kullanmaya hazırdım. bizim ekip toparlanıp gelene kadar işleri şimdiki antrenörlerle sürdürdüm. ama başarı için kalite şarttı. işte o teknik ekip:
https://gss.gs/n7B.png 2. günün sonunda ufak bir taktik idman yaptırdım. beklerim hücuma çıkışı, kanatlar, ortalar, orta sahaların hareketliliği hepsi tamamdı ama forvette sorun vardı. ne indirmesi gereken gerektiği gibi indirilebiliyordu, ne de indiği zaman vurması gereken vurabiliyordu. buna bir çözüm bulmak gerekliydi. ve hızlıca aramalara başladım.
sergio garcia. indiğinde vurabilecek bir isimdi bence. fiziksel olarak bitmiş olsa da hala bizim için birkaç tane sallamaya yetecek tekniği vardı. ama ona bel bağlanamazdı. ayrıca
fode koita topu indirmesine indiriyordu ama hem çabuk yıpranıyor hem de hep yanlış karar alıyordu. üstelik çok da aceleci birisiydi, eli ağayına dolaşıyordu. ayrıca top sürmeye falan kalkıyor defansif orta saha gibi gidip stoperlerden pas istiyordu. neyse diyip o günü bitirdik. bulunurdu bir çaresi. o gün idmandan çıkarken tanıdık bir yüz gördüğümü sandım ama kim olduğunu anlayamadım. kokusu çıkar diyerek devam ettim evime.
evde kim indirir kim vurur hem de yabancı sınırı var diye düşünürken menajer arkadaşım
ahmed kutucuvar ister misin diye mesaj attı. sonuç 5 m satın alım opsiyonu ile 2 yıllık kiralık. maaşını biz ödüyorduk. transfer olduğunun ertesi günü antrenmana iki saat erken gelmiş öyle çalışkan pırıl pırıl çocuk. stoper konusunda veysel sarı'dan istediğimi alamayacağımı farkettim. bir stoper de lazımdı ayrıca sol bek mevkisinde veigneou iyi olsa yedeği yokdu. karşı takımda antrenörü oynatıyordum. özgür çek mi? tamam çok yetenekli topçuydu ama ne nereye gideceğini biliyordu ne maça odaklanıyordu ne de topa dalıyordu. sen quaresma değilsin özgür. üzgünüm... sivasspor'dan uğur çiftçi benim tarzıma uyabilirdi. maaşının %60'ı karşılığında bedelsiz kiraladık. 11 için değildi ama yedeğe yıllık sadece 100 bin euroya daha ne!
ingiltere ispanya italya tüm kaynaklarımı stoper için ayırmaya başladım. ahmed kutucu gelmek üzereydi, sergio garcia gelmişti, uğur sol bek eksiğini kapatmıştı. ama stoperde eksik ve yetersizdik. bir sürü tanıdığımın kapısını çaldım. "abi senin şu çocuğu bedelsiz kirala oynatayım" alacağın olsun pep... son umutlarda tükenirken udinese'den bir futbolcu kiralık listesindeydi. başka takımlardan da teklif vardı ama gittim ben bizzat yüz yüze görüştüm.
nicholas opokutertemiz çocuk. böyle kaslı maslı falan. aldım birlikte döndüm istanbul'a tanıttım hemen takıma. ibreti alem olsun herkes ayağını denk alsın diye veysel'e dedim. gencecik çocuk onu takıma kaynaştır. takım benim otoritemi kabul ediyordu yavaş yavaş.
tek sorun kalmıştı ortayı kimin indireceği. ahmed kutucu'nun geldiği gün başkan beni odasına çağırdı. normalde antrenman devam ederken çağırmazdı ama hayrolsun diyerek yanına çıktım. takım nasıl falan filan diye bir şeyler gevelemeye başladı. az sonra içeri biri girdi. birmingham futbol direktörü. yıllar yılı önce galatasaray altyapısındayken beni almak istemiş ama işte kurallar yüzünden sıkıntı çıkanca nasip olmamıştı. onu görünce geçenlerde antreman çıkışı gördüğümün o olduğunu anladım, yıllar onu bayağı değiştirmiş ve yaşlandırmıştı. buraya kadar gelip bana selam vermemesine kırıldım açıkçası. bayağı muhabbetimiz vardı, son 2-3 senedir pek konuşmasak da. birini isterse, kimi isterse istesin o benim oyunumun en önemli parçası, ben siz başka oyunculara bakın diyecektim kırıldığım için. ama biraz zor olabilirdi oyuncumu takımda tutmak. çünkü ikimizde hırslı insanlardık. bu hırsıma oyuncumu takımda tutmak da dahildi. biraz hoşbeş sonrası (ki tanıdık birinden transfer yapmak çok daha kolay oluyor. uğur çiftçi biraz böyle geldi aramızda kalsın) tam ben asla olmaz demeye hazırlanırken fode koita ismini duydum. başkan dedi ki "2.1 milyon euro. teknik 5 zihinsel 18 bu para çok iyi koita için biliyorsun, hem yerine gelecek oyuncu için kaynak olur".
iki üç gün sonra ben topu indirecek, daha da önemlisi doğru yere indirecek topçu ararken fode mesaj attı whatsapptan. hemen yerleşmiş evine. çoluk çocuk eşi falan hepsi el sallıyordu bana. sevimli insan ya. neyse. hiçbir yerde aradığımı bulamadım. ahmed kutucu'nun instagram'da attığı hikayeyi gördüm, almanya'daki akrabaları ile vedalaşıyordu. o an aklıma aklıma almanya'ya bakmak aklıma geldi. kim olur diye düşünürken sebastian polter aklıma geldi qpr de iki sezon kötü(?) bir performans göstermiş ve almanyaya 1-2 sene önce dönmüştü. belki ayağı pek iyi değildi ve bazen saçmalayabiliyordu ama fa cup'ta bir kere rakip olmuştuk kendisiyle, benim yıldızımı bulana kadar bu sene idare edebilecek isim o olabilir miydi?
700 bin euro bonservis yaklaşık o kadar yıllık maaşla bu işi çözdük. antrenmana geldi bayağı sıcakkanlı birisiymiş. sohbet ettik akşam, anladım ki kafası da düzgün bir isim. takım tamamlandı sonunda. hazırlık maçlarında iyi oynadık. bol bol orta açtık. bol bol indirdik. bol bol ağları havandırdık:
https://gss.gs/0ai.png ilk maç trabzonla idi. ama maçlar başlamadan önce oturdum. taktik konusunda kendimi değerlendirdim. kesin miydi bu taktik diye. ilk amacım topu hızlıca kanatlara aktarmaktı. kanatlarda olacak isimler quaresma ve hajradinovic. popov veigneau ve özellikle pavelka bu iki isme destek olacaktı. takım mümkün olduğunca geniş alana yayılıp boş alan arayacaklardı. açılan ortanın hedefi polter, polter'in indirdiği topun hedefi ahmed, ahmed'in hedefi kale. düşüncede kusursuz. ama işe yarar mıydı, göreceğiz. savunmada ne olacak? top rakipteyken sıkıntı yaşamamak lazımdı çünkü orta sahada hem bir kişi eksiktik hem de orta sahanın asıl rolü topa hükmetmek değildi. bu yüzden takım boyunu mümkün olduğunca kısa tutmak en iyisi olacaktı. bizden güçlü takımlara karşı savunma çizgisi geride çekilecek, diğer takımlara karşı normal yol izlenecekti. savunmanın ise orta sahaya yakın noktada başlaması benim işime gelirdi. hem takım boyu kısalır, hem de top kazanma yüzdem yükselirdi. çünkü kaleciye ve defansa baskı yapsam, ileri oynadıkları zaman ilk görevi bu topları toplamak olan rolü kullanmıyordum. bu pasların çoğu rakibe gidebilirdi. bu yüzden bu riski almayıp savunmayı daha geriden başlatıp rakip kaleci ve stoperleri daha rahat bıraktım. takımın mümkün olduğunca topun arkasında kalması gerektiği için ve ayakta savunun aksi gerekmedikçe diye tembihledim. çünkü ne quaresma ne de hajradinovic top hızlı kazanıldığında birden rakip sahada bitecek oyuncu değildi. hedefim onları çok yormadan kullanmakdı. bu yüzden benim önceliğim doğru pozisyonda kalmaları ve doğru zamanda ortayı yapmalarıydı
*. yani bilerek fazla kart görmeye ve oyunları yıpratmaya gerek yok değil mi? diye düşündüm. kadro aşağı yukarı şu şekli gelmişti:
https://gss.gs/67k.png * görüldüğü gibi bir yer eksik. orayı ya aytaç, khalili veya sadiku dolduracak ya da yeni bir isim gelecekti. aytaç'ın sıkınıtısı sık sık yanlış karar alması veya atakları kaleyi gördüğünde vurarak hiç etmesiydi. khalili genelde kısa paslı oynuyordu, teknik 5 zihinsel 18 uzun oynayın diye bağırıyordu, boğazını patlatıyor sesini kısıyordu. doktoru ona bu kadar bağırmayı kes diyordu ama khalili onu hiç dinlemeyince yapabilecek başka bir şeyi yoktu. bir de khalili de vuruyor ama boşa vuruyor. aytaç en azından arada tutturuyordu yani. son aday sadiku idi. defansif yönü kuvvetli, kararlı, takımı için yüreğini önce koyup jeneriklik gol atsa
* bile önce takım diyecek kadar takım oyuncusu biriydi. hatta tam istediğim tarzda birisiydi. rakibine karşı önceliği ayakta kalmaktı. ama bir sıkıntısı vardı. top bizim takımdayken nereye koşacağını bilmiyordu. sadiku güçlü takımlara karşı bir nebze işe yarayabilirdi ama ya daha zayıflara? mümkün olursa buraya bir takviye yapılabilecek en güzel hediye olurdu. günler günleri kovaladı, ayla güneş saklambaç oynadı ama kazanan olmadı. oyunları son bulmadı. trabzonspor ve antalyaspora karşı iki lig maçı oynandı ama bir hareket yoktu. 26 ağustos pazartesi antalya maçının hemen sonraki gün ormana yürüyüşe gitmiştim. "artık 3 gün kaldı biri gelmez orta sahaya nasip kışa, hem 2 maçı da böyle kazandık daha ne?" diye düşünürken gökler yüreğindeki yakarışı duydu ayla güneş birbirini ebeledi, gök dayanamadı gürledi; bulutlar ağladı şimşekler çaktı. kahramanımızın karşısındaki ağaç yandı, geriye bir parça kağıt kaldı. kağıtta şu cümleler yazıyordu:
igor zubeldia. 2 yıllık kiralık.
transferin son günü geldi, imzaladı. real san sebastian böyle bir oyuncunun gitmesine nasıl izin verdi hala inanamıyorum. resmen onları soyduk. sadece maaşını ödüyoruz. şöyle bir oyuncu bu igor kardeşimiz: 2-3 gün sonra tesiste kahvaltı ederken bizim görevlinin dikkatsizliği sonucu çarpışmışlar, birkaç ufak tefek bardak çanak kırılmış, yiyecek ve içecek yere düşmüş. igor bu duruma bir üzülmüş bir üzülmüş almış sopayı eline kendi temizlemiş. kendi hatası değilmiş halbuki. "yok" demiş "ben düşürdüm ben temizlerim." bunu duyunca alnından öptüm igor'u. biraz terliydi ben öperken ama olsun.
lige hiç fena başlamadık. hatta mükemmel başladık. rakipler bize genellikle topla oynamada üstünlük kuruyordu. bizi çekemeyen basın mensupları da "yine topla oynamada ezildiniz, ne söyleyebilirsiniz bu konuda?" diye soruyordu ama ben gülerek cevaplıyordum. quaresma ortalıyordu. polter indiriyordu. ahmed atıyordu. quaresma ortalıyordu ahmed atıyordu. ahmed atıyordu, quaresma attırıyordu. öyle ki ligin ilk 10 haftasında sadece 1 beraberlik ve 1 mağlubiyet almıştık.
https://gss.gs/hnZ.png pardon? ne yapmıştık? ligin zirvesi? bu bir hayal veya oyun olmalıydı ama iyi ki değildi. teknik 5 zihinsel 18'in mutluluğu kadar gerçekti
*.
10. haftadaki fenerbahçe maçının sabahına çok rahat bir şekilde uyandım. ancak işler yolunda gitmiyordu, evde elektirikler kesilmişti. arabam da bakımda olduğu için bir taksiye atlayıp tesislere gittim. tesislere vardığımda garip bir şeyler oluyordu. "kutlamayı yarın yaparsınız beyler, maçı kazanıp" diye seslendim. tüm herkes bana dönüp sustu popov hariç ama hepsinin yüzünde bir sırıtış vardı. kaşlarımı kaldırıp ben de sırıttım. popov bir kız babası oluyordu. herkesin bu habere bu kadar sevinmesi çok güzeldi çünkü takım içi uyumu gösteriyordu. gerçekten bir şeyler başarmıştım. maçı popov'un doğacak kızı için kazanmalıydık. ama akşam fenerbahçe maçında işler istenildiği gibi gitmedi ve pozisyon bile bulamayarak 2-0 kaybettik. herkes sessiz bir şekilde evlerine dağıldı. elektirikler gelmiş olsa bile hiçbir şeye dokunmayıp direkt yatağa girdim. böyle olaylar olabilirdi, illa kaybedecektik de. ama mücadele edememek... bizi üzen buydu. maçı kafamda tekrar oynarken uyuyakalmışım. sonraki sabaha çok rahat bir şekilde uyandım. ancak bazı işler hala yolunda gitmiyordu, evde elektirikler kesilmişti.. arabam da bakımda olduğu için bir taksiye atlayıp tesislere gittim. tesislere vardığımda garip bir şeyler oluyordu. "kutlamayı yarın yaparsınız beyler, maçı kazanıp" diye seslendim. tüm herkes bana dönüp sustu popov hariç ama hepsinin yüzünde bir sırıtış vardı. kaşlarımı kaldırıp ben de sırıttım. popov ikiz kız babası oluyordu. herkesin bu habere bu kadar sevinmesi çok güzeldi çünkü takım içi uyumu gösteriyordu. gerçekten bir şeyler başarmıştım. maçı popov'un doğacak kızları için kazanmalıydık. kazandık da. ligin en güzel oyunlarından biri olmasa da güzel bir oyunla kazanmasını bildik. bir hayala doğru emin adımlarla ilerliyorduk.
her hayalin bir sonu vardı... ama anladım ki takım istediğim gibiydi. topa sahip olduğumuz maçlarda isabetli şut ve gol pozisyonu sayımız düşüyordu. gençlerbirliği maçında da %50 topa sahip olmuştuk hem. top rakibinde sahalar bizimdir diyerek topu rakibe vermeliydik. genellikle doğru olanı da yaptık. mesela maçında istatistiksel olarak fenerbahçe her alanda üstün gözükse de biz daha fazla pozisyon bulduk. hajradinovic'de bir bu maçta iyi oynadı zaten. oysa en güvendiğim isimlerdendi. yani doğru olanı yapıyorduk. ta ki 12. haftadaki galatasaray maçına kadar. ankaragücü'nü evimizde zorlanmadan ama birçok kayıp vererek geçip türk telekom arena'ya konuk olacaktık. quaresma ve polter cezalı durumu düşmüştü, pavelka'nın ise hafif sakatlığı vardı. ahmed'in dışında en iyi üç oyuncumdan yoksun çıktım arena deplasmanına. kalede fatih öztürk vardı, sorun yoktu. yine galatasaray'a karşı god modunu açacaktı fatih.
galatasaray maçına biz başladık. çok iyi paslaşmalarla geldik. daha dakikalar 1'i gösterirken ahmed'in vuruşunda tüm arena birden sessizliğe büründü. muslera uzandı ama yapabileceği hiçbir şey yoktu. top birkaç santim farkla üstten auta çıktı. 3 dakika sonra galatasaray büyük bir tehlike yarattı. seri'nin kullandığı serbest vuruşu luyindama indirdi, belhanda vurdu ve tüm arena gol diye ayağa kalktı. ancak sallanan sarı kırmızı bayraklar sadece taraftarlara ait değildi. yardımcı hakemde bu isimlerin arasındaydı ve gol bu sebeple iptal edildi. fatih hatalı çıkış yapmıştı, adam paylaşımımız hatalıydı, belhanda aradan sıyrılmış çok kolay bir vuruş yapmıştı... bizim için duran toplar, hafta içinde sıkı sıkı tembih etmiş olsam da tehlike oluşturacak gözüküyordu. fakat şükürler olsun galatasaray baskı kuramamıştı. topla oynuyor ama pozisyon bulamıyordu. hatta art arda iki pozisyona bile girdik ama bay haksız rekabet dolayısıyla öne geçemedik. iki teknik adamında gözü sahadaydı. adeta imparator kim savaşı veriliyordu. kasımpaşa'nın 9 galibiyeti varken, arenanın aslanlarının ise 1 maçı eksik şekilde 7. galibiyetlerini arıyordu. bir taraf farkı açmak isterken, diğer taraf bu maçı çıkış olarak görüyordu.
fatih terim'in çömeldiğini gördüm. gözlerini kısmış şekilde belhanda'yı takip ediyordu. kafasını salladı. doğruldu ve dik durdu. dakikalar 20'yi vurmuş, çanlar kasımpaşa için çalmaya başlayacaktı. sürünün lideri yaşlı aslan fatih terim mi yoksa ona kafa tutan genç aslan teknik 5 zihinsel 18 mi bu savaştan galip çıkacaktı. fatih terim belhanda'ya bir şeyler söyledi ama arenanın gürültüsünden ne söylediğini duyamadım. taraftarlar imparatorun başparmağına gözünü dikmişti. aşağı mı bakacaktı, yoksa yukarı mı? belhanda onaylayarak yerine geri döndü. yapılabilecek pek bir şey yoktu. fatih terim maçın başından beri ilk defa kulübesine oturmuştu. ben hala ayakta maçı izliyor olsam da aklım sadece terim ile belhanda'nın ne konuştuğundaydı. 5 dakika içinde bazı şeylerin değiştiğini fark ettim. aslında geç bile kalmıştım. genç aslan yaşlı aslanın tuzağına düşmüştü. artık kontrol tamamen imparatordaydı. top sadece galatasaraylı topçuların ayağındaydı. iyi ki kalede fatih öztürk vardı. aslında bu bizim planımızın bir parçasıydı ama diğer parçalar eksikti. takım halinde topun arkasında olmamız gerekirdi ama belhanda- seri - feghouli bir bakıyorum sadece 4 defans oyuncusu ve kaleci kalmış. imparatorun başparmağı aşağıyı işaret etmişti.
yürek. aslanlar yürekli oynarlar. yürekli oynayın diye bağırdım. biz lider takımdık ve galatasarayı'da yenebilirdik. yenmeliydik. fatih terim ise hala kulübesindeydi. belki de sadece yarın akşama ne yiyeceğini düşünüyordu çünkü maçı kafasında kazanmıştı bile. ben ise sadece onun ne düşündüğüne odaklanıyordum. ne düşünüyor olabilirdi ki?
ben bunları düşünürken gol geldi. o an hiçbir şey duyamadım. ses yoktu. yaklaşık 30 metreden tam doksana giden bir gol. serbest vuruş, tüm oyuncular orta beklerken kaleye yönelen bir vuruş. sanırım kaleciyi geçmenin başka yolu da yoktu. duran toplar benim de tek şansımdı. ama serbest vuruşu kullanan isim ne yazık ki seri idi. ikinci yarı hajradinovic'i çıkarttım ilhan depe''yi(u: :() oyuna aldım başka oyuncu da yoktu. beynim de çalışamıyordu. duyabildiğim tek ses imparatorun hüpürdeterek içtiği çay sesiydi. kulübede maç sırasında çay içebilir miydi? maç böyle bitti. teknik 5 zihinsel 18 boyunun ölçüsünü almıştı. ama bu yenilgiden büyük bir tecrübe kazanacaktı.
beşiktaş bu durumdan faydalandı. 1 tane burak 1 tane oğuzhan nispet yapar gibi 2 gol atarak kasımpaşa'yı yendi. ama bir ders çıkardım bu iki yenilgiden. göztepe karşısında sezonun en kötü oyununu oynasak da diğer tüm maçlarda rakiplerimiz doğru dürüst pozisyon bile bulamadı.
https://gss.gs/iwm.png zaten nispeten zayıf takımlardı. ama göztepe maçında tamamen şans eseri beraberlik geldi. aslında 85'e kadar önde götürmekten memdunduk takımca. çünkü gollerimiz bile pozisyon değildi ama göztepe birçok pozisyondan yararlanamadı. ama 85 ve 90+4'te bulunan iki gol maçı beraberliğe sürükledi. çok daha azını hak etmiştik.
bizi yendikten sonraki 6 maçını da kazanarak liderlik koltuğuna oturdu galatasaray. biz ise 1 maç daha eksik oynamış ayrıca 1 mağlubiyet ve 1 beraberlik almıştık. ilk yarı bittiğinde arada tam 4 puan fark bulunmaktaydı.
https://gss.gs/0JM.png 38 puan. onca gol. galibiyetler ve sevinçler. peki ne içindi? şampiyonluk? gelebilir miydi, yoksa bir hayal miydi? başardıklarımla yetinmeli miydim? yoksa bursaspor'dan sonra bir ilki başarmak için mi mücadele etmeliydim? kafamda bu deli sorularla beyaz tahtanın önüne geçtim. kim ne yapmıştı ona bakmalıydım.
yıldız isimlerden biri ahmed kutucu olmuştu. tam 13 gol atmıştı ilk yarı. quaresma asist kralı olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. ama takım en iyisi açık ara pavelka idi. tüm takım da ona büyük bir saygı duyuyordu. bu güzel bir şeydi. yoksa değil miydi? takımda bu kadar saygı gören ve performansı iyi bir ismin olması ikinci yarı işimi zorlaştırabilirdi. kötü geçecek bir dönem pavelka'nın oyuncuları bana provoke etmesiyle ve benim kovulmamla sonuçlanabilirdi. yapar mıydı? benim arkadaşımdı pavelka. ama fenerbahçe ilgileniyordu sanırım. bu yüzden sürekli maaşının yükseltilmesi için kapımı çalıyordu. bir kere de nasılsın diye kapımı çal be pavelka. başkana diyorum kadromuzun iskeletini oluşturan oyunculara hak ettikleri maaşları veremiyoruz başkan zırnık vermiyor. neyse başkanla aramızdan su sızmaz. taraftarlar böyle bir başkana sahip oldukları için çok şanslı, çünkü kulüp için elinden geleni yaptığına eminim.
pavelka konusuna döneceksek istediği maaş aldığının neredeyse iki katıydı. derken çinden 8 milyon liralık teklif geldi. ben bu teklife gülüp geçtim çünkü pavelka'yı ancak gerçek değerini yansıtan bir miktara satabilirdim. bu da benim için 12 milyon euro ediyordu. ama çin kulübü bunu kabul etmedi. 10 milyon da mı olmaz deyince bana önerdikleri 5 + 1.5 milyon euroydu. o an dolandırıldığımı anladım. ilk teklifleri olan 8 milyon euro'da anlaşıp pavelka'yı çin'e yolcu ettik. yıllık 7.5 milyon euro kazanacaktı orada ve kötü haber şuydu ki fenerbahçe haberleri asılsız çıkmıştı. kahpe basın. başından beri çin'de alacağı maaşı düşünmekteymiş. ama allah'tan ayrılışı takımda korktuğum tepkiye sebep olmadı. yerine liverpool'dan allan'ı aldım pavelka'nın maaşı miktar paraya. mert çetin'i 1.5 senelik kiralık kadromuza kattım. bu sırf zevk transferi idi. asıl ilgilenmem gereken mevki sol kanattı. hajradinovic ve ihanet. solda oynayamıyordu. güç bela hajradinovic'i kiralamayı başardım. gözüm emre kılınç'a takıldı. hem türk hem de benim oyun sistemim için uygun bir isimdi. şlak diye çıkarıp verdim 7 milyon euroyu. bizzat ben sivas'a gidip metal bir çanta içinde elden teslim ettim parayı. biz o soğuk günde çıtırdayan şöminenin karşısında viskilerimizi yudumlayıp kahkahalar atarken para makinede sayılıyordu. 6.5 milyon euro çıktı oradaki para ama sağolsunlar sorun etmediler. başkana sordum çantaya sığmadı dedi.
orta sahadaki muhteşem adamımı satmıştım. igor zubeldia çok iyi oynuyordu ve allan gelmişti evet ama yedeklerine güvenmiyordum. sanki ne aytaç ne khalili ne de sadiku şampiyonlukla ilgilenmiyor gibiydiler. istediğim performansı bir türlü onlardan alamıyordum. bir kiralık transfer gelirse çok iyi olabilirdi. futbolla alakalı bir konferans için amsterdama gittiğimde gördüm onu. düzenlenen etkinlikte futbol oynalanlardan birisiydi. orkun kökçü. işte aradığım adam. yani aradığım adam olmasa bile türk ve yetenekli. rakiplerimize gitme riskini göze alamayız sonuçta değil mi? yanıma da valencia başkanı oturmuştu etkinlikte. oradan da ruben sobrino'yu aldım sergio garcia'dan istediğim verimi alamadığım için. hajradinovic'i güç bela bir yere kiraladık. yusuf erdoğan'ı da slovakya'ya gönderdik. veya onu da kiraladık bilmiyorum pek ilgilenmedim. benim ilgilendiğim lig idi. taraftarların istediği bu olmalıydı. bu arada taraftar sayımızda muhteşem. maç başına 3 bin kişi ile zirvede yer alıyoruz bu alanda. bin atlı ile dev gibi bir orduyu yendik biz. üç bin kişi var ya neler neler yapar! devre arası transferleri:
https://gss.gs/zRw.png bu arada olmaz denen oldu. kupada 6. tur rakibimiz trabzonspor idi. süper ligin 2. yarısındaki ilk maç da öyle! 8 gün içinde ilki deplasmanda, sonraki ikisi evimizde 3 maç yaptık. ilki kötü oyunla beraberlik olsa da diğer ikisini muhteşem taraftarımızın önünde kazanmasını bildik. bu galibiyetleri onlara armağan etmiştik zira onlar olmadan biz birer hiçiz. fakat bu galibiyetler bize yaramadı çünkü çeyrek finalde beşiktaşa kötü iki oyunla yenildik. süper ligde ise sonraki 4 maçta 1 beraberlik 1 mağlubiyet almıştık. zirve ile fark biraz açılmıştı çünkü bu 4 maçta galatasaray 2 beraberlik almıştı. ama bir tehlike daha vardı: fenerbahçe! sadece talihsiz 1 beraberliği vardı bu süreçte. daha kötü olan ise muhteşem oynuyorlardı. bir şeyler yapmalıydı. fenerbahçe'nin benimle oynamasına daha 5 hafta vardı. umarım bir takım bu muhteşem serilerine bir çelme takardı. son hafta ise galatasaray'la oynayacaklardı. şampiyona 34. hafta fenerbahçe-galatasaray maçı değil benim oynayacağım maç karar vermeliydi. iplerin benim elimde olması gerekiyordu. bu yüzden pavelka'yı gönderdiğime memnun oldum çünkü bu kötü dönemde ikinci bir baş istemezdim. ikinci adamlar sevecen, tombul ve yapılan işten pek anlamayan isimler olmalı. işinin hakkını verenler değil. yoksa sizi koltuğunuzdan ederler. süper lig 5 haftalık periyod:
https://gss.gs/1zp.png ocak ayının ortasında veigneau ufak bir sakatlık geçirdi. uğur çiftçi'nin orayı geçici olarak idare edebileceğini düşünüyordum. etti de. şubat ortasında ise tekrar antremanlara başladı hatta çeyrek final 2. ayak maçıdan forma bile giydi. ama sonraki günlerde çok kötü bir haber aldık. antremanda ayağını kırmış en az 8 ay uzak kalacaktı. yaşının da etkisiyle futbolu bırakmak istediğini söylüyordu. "oğlum" dedim "ayağın kırılmış olabilir ama kesilen sakal daha gür çıkar bırakma kendini." ama dinletemedim. mart'ın ortasında emekli olduğunu açıkladı. şimdi sol bek mevkisinde tek isimdi. ama öyle bir performans gösterdi ki zamanda geri gitsem veigneau'nün ayağını ben kırarım.
önümüzde sadece 12 maç vardı. pavelka'nın ayrılışı oyunu kötü etkilemişti. ahmed kutucu allah rızası için gol orucuna niyet etmişti. allan daha yeni yeni takıma ısınıyordu ama bir pavelka değildi. quaresma iyi oynuyor ama sık sık sakatlanıyordu. takımı toplayıp çektim kulaklarını. "gaziantep maçı ile toparlanıyoruz yoksa yerinize altyapıdan topçuları oynatırım" dedim. liderleri pavelka gittiği için pek ses çıkartamadılar.
bu sözlerim polter'i çok korkutmuş olacak ki performasını ikiye katladı birden. ahmed hala oruç tutuyordu. ruben ise istediğim seviyede değildi. kanatta emre ve quaresma çoşturuyordu ama yedekler konusunda şanssızdım. allan-igor iyi bir uyum tutturuyordu orkun ise diğer isimlerden yedekte güvenilir olmasıyla öne çıkıyordu. tek yapmamız gereken maç maç gidip şampiyon olmaktı. gazientep maçında yakaladığımız çıkışı sonraki 3 maçta da gösterdik ve 4/4 yaptık. muhteşem oynamıyorduk ama kazanmasını biliyorduk. galatasaray 1 galibiyet ve 3 beraberlik almıştı ancak averajla hala lider konumdaydı. ancak fener de 4/4 yapmıştı. yani ikinci yarının il 9 maçında sadece bir galibiyetleri vardı. ikinci yarının 10 haftasında muhteşem taraftarımız önünde fenerbahçe'yi ağırlayacaktık. biz 60 fb 57 puanda olduğunda bir mağlubiyet bizi şampiyonluktan edebilirdi. neyse ki aynı güne iki veya daha fazla kez uyanmama sebep olmadan kötü oyunla 1-0 galibiyet alıp maçtan iyi bir gaibiyetle ayrıldık.
bu böyle kalmış. sene sonunda şampiyon olduk. ekran görüntüleri de gitmiş sanırım. taa 2020 şubat 15'te yazmışım.