1667
geçen sezon, galatasarayın zor zamanları. beyoğlunda eski bir ilkokul arkadaşımla karşılaştım.
ilkokuldayken galatasaraylı olan bu elemanla tek ortak noktamız galatasaraydı. başka da bir samimiyetimiz yoktu. yılda bir iki kez karşılaşırdık o kadar. hatırladığım son konuşmamızda, maçlara gidiyo musun diye sormuştum, "sucularla giriyoruz biz" şeklinde bir cevap alınca da şaşırmıştım. allah allah anladık ultraslana girmişsin de siz biz mi olur tribünde diye düşünmüştüm.
nitekim o zamanlar ben de bir antipati beslemiyordum ultraslana karşı. alpaslan abinin vefatıyla bocalayan galatasarayımın taraftar grubuydular benim için. illa ki su akar yolunu bulur, tribün yeniden toparlanır diye düşünüyordum.
son aldığım cevap hoşuma gitmediği için bu seferki karşılaşmamızda hiç böyle bir soru sorma gafletine düşmedim. zaten beni beklemeden o sordu ilk soruyu. "ne olacak bu takımın hali?" oysa bana sorulmaması gereken bir soruydu bu. "ne olacaksa olacak, biz de yanında olacağız" derim çünkü. fakat eski arkadaşıma böyle bir cevap vermek istemediğim için ağzımda yaaa eüüü auuu şeklinde bir şeyler geveleyip sustum. sanki sözümü bitirmem için saniye sayıyormuş gibi ben susar susmaz girdi lafa: "abi bi de bizi biliyosun"
haydaa, dedim içimden yine başlıyoruz. bu söze verecek cevabım yoktu. hiçbir şey demedim ben de. öyle olunca benden övgü ve minnet bekleyen genç deplasmancı sucucu ultraslan arkadaşım, hiç beklemedi. aynı tondan devam etti: "abi biliyosun, deplasman sami yen sürünüp duruyoruz, yazık bize."
bilmiyorum anasını satayım. vallahi bilmiyorum. ne seni biliyorum, ne tribündeki kendinde istiklal marşını bile tayfasına dönüp söyleme yüceliği gören abercrombie-şapka sentezi abilerini biliyorum. tek bildiğim 40 yıllık galatasaraylı babamın televizyonu kaparkenki siniri, tek bildiğim her yenilgiden sonra okula götürdüğüm sarı kırmızı atkımın pis fenerli sırıtışlarına izin vermeyen asaleti, tek bildiğim her kötü geçen maçın bizi güzel günlerin başlamasına bir adım daha yaklaştırdığı...
demedim tabii ki, tuttum kendimi. onun yerine "zor" dedim. "biliyorum sizin işiniz de zor."
elemanın bu yaklaşımı sayesinde artık sizli bizli olmuştuk. ilk defa başıma böyle bir şey geliyordu. elemanın benden böyle şükran beklemesi, şımarık fenerlilerin her kadıköy deplasmanı öncesi, metin bu akşam size kaç atarız metin demesiyle birdi. ha birine aferin koçum en büyük cimbomlu sensin demişsin, ha ötekine yine yenersiniz bizi sizden büyük yok aferin demişsin. sinir katsayım git gide yükseliyordu ama son bir kez sustum. şu konu kapansın herkes kendi yoluna devam etsin diye, "boşver dedim toparlar takım, sen moralini bozma."
bir saniye geçmedi ulan, bir saniye! hemen bir soru daha patladı yüzümde: "sen gitmiyor musun deplasmanlara?"
ipler koptu. gözlerim hızlıca kapandı, yavaşça açıldı. dedim, "ben gidiyorum. hadi kendine iyi bak. bana sorarsan da ultraslandan bi bok olmaz, haberin olsun."
ilkokuldayken galatasaraylı olan bu elemanla tek ortak noktamız galatasaraydı. başka da bir samimiyetimiz yoktu. yılda bir iki kez karşılaşırdık o kadar. hatırladığım son konuşmamızda, maçlara gidiyo musun diye sormuştum, "sucularla giriyoruz biz" şeklinde bir cevap alınca da şaşırmıştım. allah allah anladık ultraslana girmişsin de siz biz mi olur tribünde diye düşünmüştüm.
nitekim o zamanlar ben de bir antipati beslemiyordum ultraslana karşı. alpaslan abinin vefatıyla bocalayan galatasarayımın taraftar grubuydular benim için. illa ki su akar yolunu bulur, tribün yeniden toparlanır diye düşünüyordum.
son aldığım cevap hoşuma gitmediği için bu seferki karşılaşmamızda hiç böyle bir soru sorma gafletine düşmedim. zaten beni beklemeden o sordu ilk soruyu. "ne olacak bu takımın hali?" oysa bana sorulmaması gereken bir soruydu bu. "ne olacaksa olacak, biz de yanında olacağız" derim çünkü. fakat eski arkadaşıma böyle bir cevap vermek istemediğim için ağzımda yaaa eüüü auuu şeklinde bir şeyler geveleyip sustum. sanki sözümü bitirmem için saniye sayıyormuş gibi ben susar susmaz girdi lafa: "abi bi de bizi biliyosun"
haydaa, dedim içimden yine başlıyoruz. bu söze verecek cevabım yoktu. hiçbir şey demedim ben de. öyle olunca benden övgü ve minnet bekleyen genç deplasmancı sucucu ultraslan arkadaşım, hiç beklemedi. aynı tondan devam etti: "abi biliyosun, deplasman sami yen sürünüp duruyoruz, yazık bize."
bilmiyorum anasını satayım. vallahi bilmiyorum. ne seni biliyorum, ne tribündeki kendinde istiklal marşını bile tayfasına dönüp söyleme yüceliği gören abercrombie-şapka sentezi abilerini biliyorum. tek bildiğim 40 yıllık galatasaraylı babamın televizyonu kaparkenki siniri, tek bildiğim her yenilgiden sonra okula götürdüğüm sarı kırmızı atkımın pis fenerli sırıtışlarına izin vermeyen asaleti, tek bildiğim her kötü geçen maçın bizi güzel günlerin başlamasına bir adım daha yaklaştırdığı...
demedim tabii ki, tuttum kendimi. onun yerine "zor" dedim. "biliyorum sizin işiniz de zor."
elemanın bu yaklaşımı sayesinde artık sizli bizli olmuştuk. ilk defa başıma böyle bir şey geliyordu. elemanın benden böyle şükran beklemesi, şımarık fenerlilerin her kadıköy deplasmanı öncesi, metin bu akşam size kaç atarız metin demesiyle birdi. ha birine aferin koçum en büyük cimbomlu sensin demişsin, ha ötekine yine yenersiniz bizi sizden büyük yok aferin demişsin. sinir katsayım git gide yükseliyordu ama son bir kez sustum. şu konu kapansın herkes kendi yoluna devam etsin diye, "boşver dedim toparlar takım, sen moralini bozma."
bir saniye geçmedi ulan, bir saniye! hemen bir soru daha patladı yüzümde: "sen gitmiyor musun deplasmanlara?"
ipler koptu. gözlerim hızlıca kapandı, yavaşça açıldı. dedim, "ben gidiyorum. hadi kendine iyi bak. bana sorarsan da ultraslandan bi bok olmaz, haberin olsun."