35975
fatih terim'in teknik direktörlük kariyerinde 2000 yılı dönüm noktası. 2000 yılından sonra geçen 22 yıllık süreçte (fiorentina ve milan dönemlerini saymaz isek) hocanın çalıştırdığı iki takım var: galatasaray ve a milli futbol takımı. bu 22 yıllık süreçte galatasaray'da da, milli takımda da hocanın başarıları yıllarının arkasında çalışılmadan/dinlenerek geçirilen ve hırslanılan bir dönem var. başarıya ve kupalara açlıkla geçirilen istirahat döneminin arkasından gelinen görevde (galatasaray veya milli takım) kazanılan başarılar ve bu başarılarla beraber hocanın heyecanını kaybetmesi ve patlak veren hiyerarşik krizler söz konusu. bu konuyu biraz açmak gerektiğini düşünüyorum.
1974-1985 arası 11 yıllık futbolculuk döneminde galatasaray'la şampiyonluk kupası kazanamamış olmak fatih terim'in içinde kalan bir ukte. futbolculuk yıllarından kalma özlemiyle ve şampiyonluğa olan açlığıyla 1996-1999 arasında 3 tane şampiyonluk kazandı hoca. 3 sene üst üste şampiyonluktan sonra, 1999 yazında belliki 4.şampiyonlukla beraber bir avrupa başarısı kazanma yönünde de hırs oluştu kendisinde. 2000 yılında da her iki alanda da hırsını tatmin edecek derecede başarılar kazandı. yapılacak bir şey, kazanılacak bir kupa, doyurulacak bir açlık kalmamıştı artık galatasaray özelinde. bu yüzden 31 mayıs 2000'de florya'dan ayrılan ve italya'ya giden fatih terim ile, mayıs 2002'de biraz da özhan canaydın emrivakisi ile florya'ya dönmek zorunda kalan fatih terim aynı kişi değil. "aynı kişi değil" diyorum çünkü hoca 2001-2002 sezonu içerisinde ankaragücü deplasmanındaki mağlubiyetiyle patlak veren lucescu krizi sonrası 4 yöneticisiyle beraber evine gelen başkan mehmet cansun'un teklifini reddetmişti (tarih tekerrür etti, 9 sene sonra bu sefer başkan adnan polat ekibiyle beraber ekim 2010'da hocanın evine kadar gitti ama onlar da aynı cevabı aldı). ben fatih terim'in 2002'de galatasaray'a gelmek için istekli olduğunu düşünmüyorum. çünkü 1996'da hocanın kafasında bir plan vardı, o plan doğrultusunda beraber çalışmak istediği futbolcular ve kazanmak istediği başarılar vardı. 2002'de terim'in kafasında yeni bir plan, yeni bir oyuncu grubu ve yeni başarılar yoktu. galatasaray onun için artık "yeni bir hırs" değildi. 2002-2004 arasında 1996-2000 arası dönemde beraber çalıştığı veya o dönemden aklında yer edinen kim varsa takıma getirdi. hasan şaş ve ergün penbe'nin 2002 dünya kupası sonrası yurt dışı transferlerine izin vermedi; hakan ünsal'ı, ümit davala'yı, hakan şükür'ü transfer etti. 1998'deki bursaspor performansıyla aklında kalan elvir baliç'i aldı, 1990'lardaki trabzonspor performansına güverenek abdullah ercan'ı bile getirdi takıma. çünkü hocanın kafası hala ilk dönemindeydi; içinde bulunduğu yılda (2002&2003) değildi. çok iyi tanıdığı ama yaşlanan 1970 jenerasyonuna güvendi, onlarla yola devam etti. 1980 jenerasyonu 2002-2004 arası dönemde terim'in aklında yoktu. bilmiyordu, tanımıyordu onları. bu yüzden de ikinci dönemi çok başarısız geçti.
hoca mart 2004'te galatasaray'dan ilk kez başarısızlıkla ayrıldı. teknik direktörlük kariyerinde de ilk kez başarısız oldu. bu onun ilk olumsuz deneyimiydi ve zordu. herkes için (galatasaraylılar da dahil bu herkese), "lucescu fatih terim'den büyük" düşüncesi oluşmuştu çünkü hoca lucescu'nun beşiktaş'ına kaybetmişti. işte bu ayrılıktan sonra hocanın kasım 2005'teki mili takıma dönüşüne kadar olan süreyi kapsayan yaklaşık 20 aylık bir boşluk dönemi var. o 20 ayda hırslanan, futbolu dışarıdan takip eden bir fatih terim var. üstelik 1996'daki ayrılığından sonra 9 yılı aşan bir ayrı dönemi var hocanın milli takımla. milli takım onun için yeni bir hırs, yeni bir meydan okuma 2005'te. galatasaray'daki başarısız ikinci döneminden sonra, en rahat "ben daha ölmedim" mesajını verebileceği yer aynı zamanda. bu mesajı da euro 2008'deki yarı finalle çok net bir şekilde verdiğini düşünüyorum. ama aynı zamanda euro 2008 başarısıyla fatih terim'in milli takım özelindeki başarı hırsının da köreldiğine inanıyorum. ne tesadüftür ki hoca euro 2008 sonrası milli takımla beraber bir kulüp takımı çalıştırma fikrine sahip olduğunu dile getirmeye başladı. herkes bir italyan takımı üzerine kafa yordu o dönem ama bence hocanın aklındaki takım galatasaray'dı. federasyon başkanı mahmut özgener terim'in "iki takım çalıştırma" firkine karşı olduğunu her platformda dile getirdi. hocaya yönelik "karar mercii benim" diyecek kadar da sert konuştu bazen. terim "iki takım" diyordu çünkü euro 2008 sonrası milli takım onu artık heyecanlandırmıyordu eskisi kadar. heyecanını kaybeden fatih terim demek, hiyerarşik kriz demek. her zaman böyle olmuştur. bu kriz sebebiyle de 2010 dünya kupası'na milli takım katılma hakkı elde edemedi ve hoca ekim 2009'da bu kez milli takımdaki görevinden "kısmen başarısız" olarak istifa etti.
ekim 2009 - mayıs 2011. neredeyse geçen iki yıl. başkan ünal aysal'ın güntekin onay'ın ve rıdvan dilmen'ın programında "teknik direktörümüz fatih terim" şeklinde yaptığı açıklamaya kadar, geçen o 20 aylık süreçte fatih terim'i duyan/gören oldu mu? bir kez oldu. ali sami yen'de 17 ekim 2010'da ankaragücü'ne 4-2 kaybettik. kapalı tribün "rijkaard istifa", "imparator fatih terim" diye bağırdı (20 yaşında orada bulunan biri olarak ben de bağırdım). rijkaard ayrıldı ve adnan polat hiç istemese de fatih terim'e teklif yapmak zorunda kaldı. tıpkı yine bir ankaragücü maçı sonrası ekim 2001'de mehmet cansun'un yapmak zorunda kaldığı gibi. hoca mehmet cansun'a ne cevap verdiyse, adnan polat'a da aynı cevabı verdi. reddetti. ama bu kez redettiği galatasaray değildi, adnan polat'la beraber çalışma fikriydi. galatasaray'ı istiyordu aslında hoca. çünkü mart 2004'teki ayrılıktan sonra 7 sene geçmişti ve hoca bu kez hırslıydı. tıpkı 1996'daki gibi, 2011'de de bir planı vardı. en son şampiyonluğunu 2000'de kazanmıştı. elinde en son yükselen kupa mayıs 2000'de şampiyonluk kupasıydı ve üstünden geçen 11 yılda hocanın kazandığı bir kupa yoktu. yeni bir hırs, yeni bir yönetim ve yeni bir galatasaray'dı artık. kafasında da yepyeni bir oyuncu grubu vardı. teknik direktörlük kariyerinde, tıpkı 1974-1985 arası futbolculuk kariyerinde olduğu gibi, kupasız geçirilen bir 10 yıl ve bu 10 yılın getirdiği aşırı hırsla geri döndü mayıs 2011'de kulübüne. bu da galatasaray için muhteşem bir 2011-2013 arası döneme olanak sağlandı. iki şampiyonluk kazandık, iki türkiye süper kupası kazandık, şampiyonlar ligi'nde çeyrek final oynadık. işte bu noktada kocaman bir "ama" giriyor yine konunun içine. hocanın makus talihi, kariyerinin kısır döngüsü...yine başarıya doydu. yine heyecanı azaldı; bu kez galatasaray'a dair duyduğu heyecan azaldı. kazanılabilecek her şeyi kazanmıştı, yapacak bir şey kalmamıştı. gözünü milli takım'a dikti tekrar, muhtemelen 2009'daki başarısızlığı kendine yediremedi ve 2014 dünya kupasında mili takımla orada olma fikri iştahını kabarttı. yıldırım demirören'e "evet" dedi, "iki takımı beraber çalıştırma" fikrini 4,5 sene sonra tekrar gündeme getirdi. ünal aysal'la, bir başkanın gözünden galatasaray'daki organizasyon şemasına meydan okuma şeklinde yorumlanabilecek krizler yaşadı. bu krizler de eylül 2013'teki ayrılığı getirdi.
eylül 2013 - ağustos 2017. fatih hocanın 3. milli takım dönemi. 2014 dünya kupası'na katılamamayla beraber hoca için tabiri caizse yavan geçen yıllar. euro 2016'ya katılımın söz konusu olduğu bir dönem ama euro 2016 ile beraber patlak veren krizler de hepimizin aklında. hocanın ilk kez futbolcuları üzerinde otorite kuramama ve sözünü geçirememe deneyimini tattığı yıldır 2016'da. bu daha önce hiç başına gelmemişti. futbolcuların isyanıyla kurdun kocadığını düşünen ve terim'le geçmişte kalan hesabı olan ne kadar adam varsa 2016 yılında hocaya saldırmaya başladı. oğuz çetin, rüştü reçber, giray bulak vs. "benim karşımda ceketinin düğmesini açamayanlar, bakıyorum da pek bir babayiğit olmuşlar. benim karşımda bırakın ağzını, ceketinin düğmesini açamayanlar" cevabıyla da hoca onlara gereken ayarı vermişti. ama bir yandan da başarısızlık ve kriz ortadaydı. hoca da milli takımdan ve elindeki oyuncu grubundan rahatsızdı. hatırlayanlar olacaktır; fatih terim mayıs 2016'dan başlayarak riekerink dönemimizde az zeytin dalı uzatmadı galatasaray'a. eylül 2016'da galatasaray kulübü yıllar sonra resmi siteden hocanın doğum gününü kutladığında, hoca milli takımda basın mensuplarına "çok mutlu oldum, hatırlanmak güzel şey. 'eski kulübünüz' dediniz ama kulübüm olarak adlandırmak lazım" diye demeç verdi. manşet yaptı kendisini galatasaray üzerinden. boşuna değildi. ağustos 2017'deki selahattin aydoğdu ve çeşme baskını işin sadece patlama noktasıydı. hoca bitirmek istiyordu milli takım dönemini. yıldırım demirören, servet yardımcı gibilere de ayrılık için iyi bir bahane lazımdı. hoca yaptığıyla bu bahaneyi sağladı ve ayrılık gerçekleşti.
ağustos 2017 - aralık 2017. hocanın dışarıda, bu kez görece kısa (4 ay) geçirdiği bir boşluk dönemi. milli takıma çağırdığı ve güvendiği futbolcular üzerindeki otoritesini kaybetmiş, sözünü onlara dinletemeyen; eski futbolcuları ve yardımcı antrenörleri tarafından hedef tahtasına konan; galatasaray camiası dahil futbol kamuoyunun büyük bir kısmının gözünde "kabadayıdan başka bir şey değil" olarak nitelendirilmiş bir fatih terim. yani yine bir şeyleri ispatlamak zorunda olan bir fatih terim. 22 aralık 2017'deki imza töreninde de dediği gibi, "bu bir meydan okuma". bence hocanın hırs küpünü son kez doldurduğu bir meydan okuma; son görev, son isyan. galatasaray'la mayıs 2013'te son kez kupa kaldıran fatih terim 4,5 yıl sonra sezon ortasında galatasaray'da görevi devraldı. bu kez karşısında son iki yılın şampiyonu ve terim'in tahtının yeni sahibi olarak düşülen şenol güneş vardı. aykut kocaman, abdullah avcı gibiler de cabası. bu gibi tablolar fatih terim gibi insanları kamçılar. nitekim öyle oldu. hoca yine muhteşem bir 1,5 yıl geçirdi ve yerelde kazanmadık kupa bırakmadı. galatasaray kariyerindeki şampiyonluk sayısını 8'e yükseltti, cümle aleme en büyüğün kim olduğunu tekrar hatırlattı. milli takım dönemindeki çatlak sesler çıkartan bütün bileşenlerin seslerini kesti. hatta padişaha (fatih terim) karşı yeniçeri isyanını başlatan yeniçeri ağasına (arda turan) boyun eğdirtti, elini öptürdü. bu en az kazandığı iki şampiyonluk kadar önemliydi. yine bu nokta, yani zirveye çıktığı an bence fatih terim'in tekrar kaybetmeye başladığı andı. galatasaray özelinde yine yapılacak bir şey kalmadı. kazanılacak yeni bir kupa yoktu. 2019-2020 sezonundan itibaren kupalara olan açlığı dinmiş her fatih terim döneminde olduğu gibi, fatih hocanın yine görev tanımını zorlayan hamleleri oldu. haklı/haksız mustafa cengiz yönetimine karşı giriştiği savaşlar oldu. hoca mayıs 2019'dan sonra haziran 2021'e kadar bence bir kez sportif anlamda heyecanlandı; bir şeyi sadece kafaya taktı. o da 23 şubat 2020'deki fenerbahçe maçıdır fikrimce. galibiyetten sonra kadıköy'de "benim için çok önemli bir istatistik değil ama galatasaray'ın fenerbahçe'yi nerede olursa olsun yenmesi önemlidir. galatasaraylıların içinde bir ukte kalmaması adına çok sevinçliyim" demişti çünkü taraftarın bu konuya kafayı taktığını ve terim'den bu seriyi sonlandırmasını istediğini farkındaydı. 2019-2020 ve hatta 2020-2021 sezonu şampiyonluklarına dair hocanın bir hırsı, bir kazanma arzusu olduğunu düşünmüyorum. görmedim de. mutlaka bir nebze olsun vardır ama fatih terim'in haziran 1996'da, mayıs 2011'de, aralık 2017'de sahip olduğu hırs ve iştahla karşılaştırdığım zaman, "yoktu" diyebileceğim kadar küçük, ufak bir hırstır. haziran 2021'de burak elmas'la beraber "3 yıllık planlama" söylemi ve 4 ocak 2022'de ayrılığından bir hafta önce twitter hesabından "çıktığım bu yol, kariyerime kazandıracağım bir şampiyonluktan çok daha önemli" ifadesi hocanın başarıya karşı duyduğu açlığın sona erdiğinin göstergesiydi. 21 aralık 2017'de "bu bir meydan okuma" açıkamasıyla girilen yolun sonuna bu şekilde geldi hoca.
çok uzattım, iki şey daha söyleyerek bitireyim. birincisi, biz hocanın başarılarını biliyoruz. üstelik yaşayarak biliyoruz. statta da izledik, televizyonda da izledik. bilfiil içinde olduk, yaşadık. hocaya dair bilmek/duymak isteyeceğim bir şey varsa, o da görünen yüzü değil görünmeyen yüzüdür. yani kariyeri içerisinde galatasaray'dan ve milli takımdan ayrı evinde geçirdiği aylarda/yıllarda ne yaptığı, ne düşündüğüdür. kendi içerisinde yaşadığı sınavı ve kendisiyle kaldığında yaptığı ve dönüşlerinde yaşadığı muhteşem başarılara neden olan özeleştiriyi görmek/duymak isterim ağzından. kasım 2009-mayıs 2011 arasını, ağustos-aralık 2017 arasını örneğin. ne yaptı, ne düşündü vs. ikinci konu da; tıpkı 2009'da ve 2017'de olduğu gibi hoca ocak 2022'den başlayarak yine bir istirahat döneminde. yine tarabya'daki evinde kendisiyle baş başa. bu kez hırslanacağı, bileneceği bir şey bulabilecek mi görmek istiyorum. hocanın aralık 2017'de gerçekleştirdiği meydan okuma ve bu meydan okumayla kazandığı kupalarla birlikte mayıs 2019 itibarıyla kazanmak/yapmak istediği bir şey kalmadığını düşünenlerdenim. bu ayrılık döneminin geçmiş 20 yıldakiler gibi olmayacağını öngörüyorum. hocanın en azından teknik direktör olarak yolun sonuna geldiğine inanıyorum. düşüncem doğrultusunda mı ilerleyecek hayat yoksa fatih terim'in yeni bir iştahlanma dönemi olacak mı merak etmekteyim. biliyorum ki böyle bir hırslanma ve dönüş isteği oluşur ise hocanın içinde, dönüş adresi ya milli takım ya galatasaray olacaktır. 2002 sonrası geçen 20 yılda birçok kez olduğu gibi. şahsi fikrim, böyle bir zorlamanın fatih terim'in kariyerine zarar verececeği ve hocanın artık teknik direktör olarak yapacağı bir şey kalmadığı yönünde. ama ne olacağını hepberaber yaşayarak göreceğiz.
1974-1985 arası 11 yıllık futbolculuk döneminde galatasaray'la şampiyonluk kupası kazanamamış olmak fatih terim'in içinde kalan bir ukte. futbolculuk yıllarından kalma özlemiyle ve şampiyonluğa olan açlığıyla 1996-1999 arasında 3 tane şampiyonluk kazandı hoca. 3 sene üst üste şampiyonluktan sonra, 1999 yazında belliki 4.şampiyonlukla beraber bir avrupa başarısı kazanma yönünde de hırs oluştu kendisinde. 2000 yılında da her iki alanda da hırsını tatmin edecek derecede başarılar kazandı. yapılacak bir şey, kazanılacak bir kupa, doyurulacak bir açlık kalmamıştı artık galatasaray özelinde. bu yüzden 31 mayıs 2000'de florya'dan ayrılan ve italya'ya giden fatih terim ile, mayıs 2002'de biraz da özhan canaydın emrivakisi ile florya'ya dönmek zorunda kalan fatih terim aynı kişi değil. "aynı kişi değil" diyorum çünkü hoca 2001-2002 sezonu içerisinde ankaragücü deplasmanındaki mağlubiyetiyle patlak veren lucescu krizi sonrası 4 yöneticisiyle beraber evine gelen başkan mehmet cansun'un teklifini reddetmişti (tarih tekerrür etti, 9 sene sonra bu sefer başkan adnan polat ekibiyle beraber ekim 2010'da hocanın evine kadar gitti ama onlar da aynı cevabı aldı). ben fatih terim'in 2002'de galatasaray'a gelmek için istekli olduğunu düşünmüyorum. çünkü 1996'da hocanın kafasında bir plan vardı, o plan doğrultusunda beraber çalışmak istediği futbolcular ve kazanmak istediği başarılar vardı. 2002'de terim'in kafasında yeni bir plan, yeni bir oyuncu grubu ve yeni başarılar yoktu. galatasaray onun için artık "yeni bir hırs" değildi. 2002-2004 arasında 1996-2000 arası dönemde beraber çalıştığı veya o dönemden aklında yer edinen kim varsa takıma getirdi. hasan şaş ve ergün penbe'nin 2002 dünya kupası sonrası yurt dışı transferlerine izin vermedi; hakan ünsal'ı, ümit davala'yı, hakan şükür'ü transfer etti. 1998'deki bursaspor performansıyla aklında kalan elvir baliç'i aldı, 1990'lardaki trabzonspor performansına güverenek abdullah ercan'ı bile getirdi takıma. çünkü hocanın kafası hala ilk dönemindeydi; içinde bulunduğu yılda (2002&2003) değildi. çok iyi tanıdığı ama yaşlanan 1970 jenerasyonuna güvendi, onlarla yola devam etti. 1980 jenerasyonu 2002-2004 arası dönemde terim'in aklında yoktu. bilmiyordu, tanımıyordu onları. bu yüzden de ikinci dönemi çok başarısız geçti.
hoca mart 2004'te galatasaray'dan ilk kez başarısızlıkla ayrıldı. teknik direktörlük kariyerinde de ilk kez başarısız oldu. bu onun ilk olumsuz deneyimiydi ve zordu. herkes için (galatasaraylılar da dahil bu herkese), "lucescu fatih terim'den büyük" düşüncesi oluşmuştu çünkü hoca lucescu'nun beşiktaş'ına kaybetmişti. işte bu ayrılıktan sonra hocanın kasım 2005'teki mili takıma dönüşüne kadar olan süreyi kapsayan yaklaşık 20 aylık bir boşluk dönemi var. o 20 ayda hırslanan, futbolu dışarıdan takip eden bir fatih terim var. üstelik 1996'daki ayrılığından sonra 9 yılı aşan bir ayrı dönemi var hocanın milli takımla. milli takım onun için yeni bir hırs, yeni bir meydan okuma 2005'te. galatasaray'daki başarısız ikinci döneminden sonra, en rahat "ben daha ölmedim" mesajını verebileceği yer aynı zamanda. bu mesajı da euro 2008'deki yarı finalle çok net bir şekilde verdiğini düşünüyorum. ama aynı zamanda euro 2008 başarısıyla fatih terim'in milli takım özelindeki başarı hırsının da köreldiğine inanıyorum. ne tesadüftür ki hoca euro 2008 sonrası milli takımla beraber bir kulüp takımı çalıştırma fikrine sahip olduğunu dile getirmeye başladı. herkes bir italyan takımı üzerine kafa yordu o dönem ama bence hocanın aklındaki takım galatasaray'dı. federasyon başkanı mahmut özgener terim'in "iki takım çalıştırma" firkine karşı olduğunu her platformda dile getirdi. hocaya yönelik "karar mercii benim" diyecek kadar da sert konuştu bazen. terim "iki takım" diyordu çünkü euro 2008 sonrası milli takım onu artık heyecanlandırmıyordu eskisi kadar. heyecanını kaybeden fatih terim demek, hiyerarşik kriz demek. her zaman böyle olmuştur. bu kriz sebebiyle de 2010 dünya kupası'na milli takım katılma hakkı elde edemedi ve hoca ekim 2009'da bu kez milli takımdaki görevinden "kısmen başarısız" olarak istifa etti.
ekim 2009 - mayıs 2011. neredeyse geçen iki yıl. başkan ünal aysal'ın güntekin onay'ın ve rıdvan dilmen'ın programında "teknik direktörümüz fatih terim" şeklinde yaptığı açıklamaya kadar, geçen o 20 aylık süreçte fatih terim'i duyan/gören oldu mu? bir kez oldu. ali sami yen'de 17 ekim 2010'da ankaragücü'ne 4-2 kaybettik. kapalı tribün "rijkaard istifa", "imparator fatih terim" diye bağırdı (20 yaşında orada bulunan biri olarak ben de bağırdım). rijkaard ayrıldı ve adnan polat hiç istemese de fatih terim'e teklif yapmak zorunda kaldı. tıpkı yine bir ankaragücü maçı sonrası ekim 2001'de mehmet cansun'un yapmak zorunda kaldığı gibi. hoca mehmet cansun'a ne cevap verdiyse, adnan polat'a da aynı cevabı verdi. reddetti. ama bu kez redettiği galatasaray değildi, adnan polat'la beraber çalışma fikriydi. galatasaray'ı istiyordu aslında hoca. çünkü mart 2004'teki ayrılıktan sonra 7 sene geçmişti ve hoca bu kez hırslıydı. tıpkı 1996'daki gibi, 2011'de de bir planı vardı. en son şampiyonluğunu 2000'de kazanmıştı. elinde en son yükselen kupa mayıs 2000'de şampiyonluk kupasıydı ve üstünden geçen 11 yılda hocanın kazandığı bir kupa yoktu. yeni bir hırs, yeni bir yönetim ve yeni bir galatasaray'dı artık. kafasında da yepyeni bir oyuncu grubu vardı. teknik direktörlük kariyerinde, tıpkı 1974-1985 arası futbolculuk kariyerinde olduğu gibi, kupasız geçirilen bir 10 yıl ve bu 10 yılın getirdiği aşırı hırsla geri döndü mayıs 2011'de kulübüne. bu da galatasaray için muhteşem bir 2011-2013 arası döneme olanak sağlandı. iki şampiyonluk kazandık, iki türkiye süper kupası kazandık, şampiyonlar ligi'nde çeyrek final oynadık. işte bu noktada kocaman bir "ama" giriyor yine konunun içine. hocanın makus talihi, kariyerinin kısır döngüsü...yine başarıya doydu. yine heyecanı azaldı; bu kez galatasaray'a dair duyduğu heyecan azaldı. kazanılabilecek her şeyi kazanmıştı, yapacak bir şey kalmamıştı. gözünü milli takım'a dikti tekrar, muhtemelen 2009'daki başarısızlığı kendine yediremedi ve 2014 dünya kupasında mili takımla orada olma fikri iştahını kabarttı. yıldırım demirören'e "evet" dedi, "iki takımı beraber çalıştırma" fikrini 4,5 sene sonra tekrar gündeme getirdi. ünal aysal'la, bir başkanın gözünden galatasaray'daki organizasyon şemasına meydan okuma şeklinde yorumlanabilecek krizler yaşadı. bu krizler de eylül 2013'teki ayrılığı getirdi.
eylül 2013 - ağustos 2017. fatih hocanın 3. milli takım dönemi. 2014 dünya kupası'na katılamamayla beraber hoca için tabiri caizse yavan geçen yıllar. euro 2016'ya katılımın söz konusu olduğu bir dönem ama euro 2016 ile beraber patlak veren krizler de hepimizin aklında. hocanın ilk kez futbolcuları üzerinde otorite kuramama ve sözünü geçirememe deneyimini tattığı yıldır 2016'da. bu daha önce hiç başına gelmemişti. futbolcuların isyanıyla kurdun kocadığını düşünen ve terim'le geçmişte kalan hesabı olan ne kadar adam varsa 2016 yılında hocaya saldırmaya başladı. oğuz çetin, rüştü reçber, giray bulak vs. "benim karşımda ceketinin düğmesini açamayanlar, bakıyorum da pek bir babayiğit olmuşlar. benim karşımda bırakın ağzını, ceketinin düğmesini açamayanlar" cevabıyla da hoca onlara gereken ayarı vermişti. ama bir yandan da başarısızlık ve kriz ortadaydı. hoca da milli takımdan ve elindeki oyuncu grubundan rahatsızdı. hatırlayanlar olacaktır; fatih terim mayıs 2016'dan başlayarak riekerink dönemimizde az zeytin dalı uzatmadı galatasaray'a. eylül 2016'da galatasaray kulübü yıllar sonra resmi siteden hocanın doğum gününü kutladığında, hoca milli takımda basın mensuplarına "çok mutlu oldum, hatırlanmak güzel şey. 'eski kulübünüz' dediniz ama kulübüm olarak adlandırmak lazım" diye demeç verdi. manşet yaptı kendisini galatasaray üzerinden. boşuna değildi. ağustos 2017'deki selahattin aydoğdu ve çeşme baskını işin sadece patlama noktasıydı. hoca bitirmek istiyordu milli takım dönemini. yıldırım demirören, servet yardımcı gibilere de ayrılık için iyi bir bahane lazımdı. hoca yaptığıyla bu bahaneyi sağladı ve ayrılık gerçekleşti.
ağustos 2017 - aralık 2017. hocanın dışarıda, bu kez görece kısa (4 ay) geçirdiği bir boşluk dönemi. milli takıma çağırdığı ve güvendiği futbolcular üzerindeki otoritesini kaybetmiş, sözünü onlara dinletemeyen; eski futbolcuları ve yardımcı antrenörleri tarafından hedef tahtasına konan; galatasaray camiası dahil futbol kamuoyunun büyük bir kısmının gözünde "kabadayıdan başka bir şey değil" olarak nitelendirilmiş bir fatih terim. yani yine bir şeyleri ispatlamak zorunda olan bir fatih terim. 22 aralık 2017'deki imza töreninde de dediği gibi, "bu bir meydan okuma". bence hocanın hırs küpünü son kez doldurduğu bir meydan okuma; son görev, son isyan. galatasaray'la mayıs 2013'te son kez kupa kaldıran fatih terim 4,5 yıl sonra sezon ortasında galatasaray'da görevi devraldı. bu kez karşısında son iki yılın şampiyonu ve terim'in tahtının yeni sahibi olarak düşülen şenol güneş vardı. aykut kocaman, abdullah avcı gibiler de cabası. bu gibi tablolar fatih terim gibi insanları kamçılar. nitekim öyle oldu. hoca yine muhteşem bir 1,5 yıl geçirdi ve yerelde kazanmadık kupa bırakmadı. galatasaray kariyerindeki şampiyonluk sayısını 8'e yükseltti, cümle aleme en büyüğün kim olduğunu tekrar hatırlattı. milli takım dönemindeki çatlak sesler çıkartan bütün bileşenlerin seslerini kesti. hatta padişaha (fatih terim) karşı yeniçeri isyanını başlatan yeniçeri ağasına (arda turan) boyun eğdirtti, elini öptürdü. bu en az kazandığı iki şampiyonluk kadar önemliydi. yine bu nokta, yani zirveye çıktığı an bence fatih terim'in tekrar kaybetmeye başladığı andı. galatasaray özelinde yine yapılacak bir şey kalmadı. kazanılacak yeni bir kupa yoktu. 2019-2020 sezonundan itibaren kupalara olan açlığı dinmiş her fatih terim döneminde olduğu gibi, fatih hocanın yine görev tanımını zorlayan hamleleri oldu. haklı/haksız mustafa cengiz yönetimine karşı giriştiği savaşlar oldu. hoca mayıs 2019'dan sonra haziran 2021'e kadar bence bir kez sportif anlamda heyecanlandı; bir şeyi sadece kafaya taktı. o da 23 şubat 2020'deki fenerbahçe maçıdır fikrimce. galibiyetten sonra kadıköy'de "benim için çok önemli bir istatistik değil ama galatasaray'ın fenerbahçe'yi nerede olursa olsun yenmesi önemlidir. galatasaraylıların içinde bir ukte kalmaması adına çok sevinçliyim" demişti çünkü taraftarın bu konuya kafayı taktığını ve terim'den bu seriyi sonlandırmasını istediğini farkındaydı. 2019-2020 ve hatta 2020-2021 sezonu şampiyonluklarına dair hocanın bir hırsı, bir kazanma arzusu olduğunu düşünmüyorum. görmedim de. mutlaka bir nebze olsun vardır ama fatih terim'in haziran 1996'da, mayıs 2011'de, aralık 2017'de sahip olduğu hırs ve iştahla karşılaştırdığım zaman, "yoktu" diyebileceğim kadar küçük, ufak bir hırstır. haziran 2021'de burak elmas'la beraber "3 yıllık planlama" söylemi ve 4 ocak 2022'de ayrılığından bir hafta önce twitter hesabından "çıktığım bu yol, kariyerime kazandıracağım bir şampiyonluktan çok daha önemli" ifadesi hocanın başarıya karşı duyduğu açlığın sona erdiğinin göstergesiydi. 21 aralık 2017'de "bu bir meydan okuma" açıkamasıyla girilen yolun sonuna bu şekilde geldi hoca.
çok uzattım, iki şey daha söyleyerek bitireyim. birincisi, biz hocanın başarılarını biliyoruz. üstelik yaşayarak biliyoruz. statta da izledik, televizyonda da izledik. bilfiil içinde olduk, yaşadık. hocaya dair bilmek/duymak isteyeceğim bir şey varsa, o da görünen yüzü değil görünmeyen yüzüdür. yani kariyeri içerisinde galatasaray'dan ve milli takımdan ayrı evinde geçirdiği aylarda/yıllarda ne yaptığı, ne düşündüğüdür. kendi içerisinde yaşadığı sınavı ve kendisiyle kaldığında yaptığı ve dönüşlerinde yaşadığı muhteşem başarılara neden olan özeleştiriyi görmek/duymak isterim ağzından. kasım 2009-mayıs 2011 arasını, ağustos-aralık 2017 arasını örneğin. ne yaptı, ne düşündü vs. ikinci konu da; tıpkı 2009'da ve 2017'de olduğu gibi hoca ocak 2022'den başlayarak yine bir istirahat döneminde. yine tarabya'daki evinde kendisiyle baş başa. bu kez hırslanacağı, bileneceği bir şey bulabilecek mi görmek istiyorum. hocanın aralık 2017'de gerçekleştirdiği meydan okuma ve bu meydan okumayla kazandığı kupalarla birlikte mayıs 2019 itibarıyla kazanmak/yapmak istediği bir şey kalmadığını düşünenlerdenim. bu ayrılık döneminin geçmiş 20 yıldakiler gibi olmayacağını öngörüyorum. hocanın en azından teknik direktör olarak yolun sonuna geldiğine inanıyorum. düşüncem doğrultusunda mı ilerleyecek hayat yoksa fatih terim'in yeni bir iştahlanma dönemi olacak mı merak etmekteyim. biliyorum ki böyle bir hırslanma ve dönüş isteği oluşur ise hocanın içinde, dönüş adresi ya milli takım ya galatasaray olacaktır. 2002 sonrası geçen 20 yılda birçok kez olduğu gibi. şahsi fikrim, böyle bir zorlamanın fatih terim'in kariyerine zarar verececeği ve hocanın artık teknik direktör olarak yapacağı bir şey kalmadığı yönünde. ama ne olacağını hepberaber yaşayarak göreceğiz.