• 594
    hala bu kadar çarpık olmasının, ve gözümüze soka soka sömürülüyor oluşunun sebebi tamamen bizleriz. yani dünyanın herhangi bir yerinde tabii ki böyle bir şeyin suçlusu ya da sorumlusu taraftar olamaz ancak türkiye'de tek sebebi biziz.

    yine dünyanın her yerinde herhangi bir sporun popülaritesi gördüğü ilgi ile doğru orantılıdır. ne kadar çok seyirci; o kadar çok popülarite, o kadar çok para, o kadar çok şan, şöhret, belki de başarı. tabii ki bu ilginin doğru yönetilmesi sonucu o spora gönül verenlerin o oyunu izlemekten ya da oynamaktan, kısaca ona katkı vermekten aldığı hazzın büyük oluşu.

    bizde ise durum çok farklı. tam bir kapitalist düzen; paran, gücün veya bir kaç tanıdığın varsa haz duyan, şanı, şöhreti olanlar kervanındasın. aksi takdirde sisteme katkı veren ve diğerlerinin ceplerini doldurmak için orda olan bir köleden farksızsın. sonucu belli müsabakalar, sonucu belli sezonlar. sen renk aşkıyla yanıp tutuşurken, arkada dönen yüzlerce dolap.

    bunun önüne geçme umuduyla yola çıkan ya da çıkacak kişileri canım ülkemde bekleyen son ise hep aynı olacak; ya hakettiğin yerlere gelemeden önün bir şekilde kesilecek, işin elinden alınacak, sonuçta o pozisyon için orayı henüz geçen hafta aklına koymuş mustafa abi'nin yeğeni var, ya da yola çıkış amacını unutarak ona buna yaltaklık etme şartıyla yavaş yavaş yükselme ama kesinlikle en tepelere ulaşamama. sonuçta en tepe demek para demek, büyük pastanın dağıtıldığı kişi sayısında bir kişilik bir artış demek. yedirmezler paşam.

    biz bunları, dünü, bugünü hatta geleceği bile bile işte böyle bir oyuna katkıda bulunuyoruz. kombine alıyoruz kulübümüze katkı olsun diye, gidiyoruz formalar tişörtler atkılar bereler alıyoruz yine kulübümüze katkısı olsun diye, gidiyor eve lig tv bağlatıyoruz yine takımımızdan ayrı kalmayalım diye. peki bizim renk sevdasıyla harcadıgımız tüm bu para hatta zamana ne oluyor? ben harcadıklarım ile doğru orantılı şekilde bu oyundan almam gereken hazzı hatta fazlasını alabiliyor muyum?

    koca bir hayır. tüm bu para, harcanan zaman ve çekilen onca çile bize yine çarpıklık olarak geri dönüyor. birilerinin cepleri dolarken, mustafa abi'nin yeğeni biraz isim yapıp, daha feyzli abilerin tanıdıkları şöhret basamaklarını beşer beşer çıkıyorlar. işin ilginci tepedekilerin yediği pastanın boyutu her geçen gün gitgide büyürken onu paylaşanların sayısı ya aynı kalıyor ya da ordan da kelleler eksiliyor.

    peki en başta yaptıgımız tanımdaki "belki de başarı" kısmı? senegal'e attıgımız o altın golü kim unutabilir! peki ya çek cumhuriyeti, hırvatistan maçları? galatasaray'ın uefa kupası?

    koca bir yalanın içinde, o yalana ortak olmuş kendimizi kandıra kandıra yıllarımızı harcıyor her gün birilerinin ceplerini dolduruyoruz.

    keşke ülke çapında halkın içinden başlatılarak çok büyük bir ayaklanma başlatılsa, statlara değil bin iki bin kişi kimsecikler gitmese, evlerde kahvelerde maçlar izlenmese, kısaca futbola akıtıtığımız musluklar bir bir kapatılsa, işte o zaman belki bir uyanış, bir silkinme olur. düzen ve baştakiler tepetaklak edilir. belki önümüzdeki 10, 20 sene çöpe atılır ama sıfırdan çok akıllı bir şekilde yapılanılır. hoş, dönüp arkamıza baktıgımızda bir kaç küçük parıltı dışında zaten 90 senemiz de çöpte değil mi?

    hayaller hayaller.
App Store'dan indirin Google Play'den alın