• 51
    bildiğim kadarıyla galatasaray taraftarı olan futbol aşığı. hatta karakullukçu, pclion isimli hesabıyla sözlükte yazdığı dönemler kendisini galatasaray sözlükte yazması için ikna etmeye uğraştığından falan söz ediyordu. gönül şöyle birikimli, futbolu seven adamları kullanalım ister ama bize illa biat edecek evlatlar lazım. işini ehline vermek kim, biz kim? sadece camia bazında demiyorum, memleket olarak böyleyiz.
  • 54
    izmir atatürk lisesinden mezundur. okuduğu zamanlarda çok önemli bir jenerasyon yetişmiştir. aynı sınıftan avrupa anabilim dalında doktora yapan, tıpta ilerleme kaydeden bilim adamları yetiştiren, güzel işler yapan bir nesil içinde ta o zamanlardan belli etmiş futbola merakı ile kendini. galatasaraylı. son olarak futbol oynamak için sonraları bucada başka bir okula geçse de kartal avcısı hasan kabze de kendisiyle aynı dönemin öğrencilerinden.
  • 55
    ailesi istediği için ankara üniversitesi hukuk fakültesini yazmış ve kazanmış eskinin öğrencisi şimdinin yorumcusu. eskinin öğrencisi dememin sebebi de üniversiteyi aile "isteğiyle" yazdığı için olsa gerek tamamlamıyor. yani bu durum bile onun ne kadar zeki ve çalışkan bir insan olduğunu gösteriyor.

    eski cm meraklısı ve hatta birkaç kişiyle birlikte türkiye editörlüğünü de yapmış. ankara' da yaşarken dönemin ankara takımlarının futbolcuların çoğunun özelliklerini belirleyen kişilerden.

    italya ligi meraklısı ve güncel futbolu kendisi kadar iyi yorumlayabilen, socrates dergi youtube ve ssport kanallarında yorumculuk yapan yorumlarını sevdiğimiz ve videolarını mümkün mertebe takip ettiğimiz futbol yorumcusu.
  • 61
    snooker'dan futbola sporun her alanında donanımlı ve bugün geldiği noktayı sonuna kadar hak ediyor ve hak edenin hak ettiği yere geldiğini görmek gerçekten mutluluk verici. ayrıca, birlikte çok snooker finali anlattıkları, tenis maçlarını da muhteşem anlatan adaşı emre yazıcıol'un da daha popüler olacağına inanıyorum.

    ayrıca, emre özcan'ın zamanında bir kaideyi taciz eden istisna kadar olmasa da* fatih hoca ile ilgili ekşisözlükte güzel bir entry'si varmış, hem de en başarısız olduğu zamanda.

    --- alıntı ---
    https://eksisozluk.com/entry/4180021

    galatasaray'da yaşadığı son başarısızlıkla değerinden en ufak bir parça kaybetmeyen iyi teknik direktördür..birçok kulüp takımında stajını yaptıktan sonra ümit milli takımda bugünkü a milli takım oyuncularıyla muhteşem bir uyum yakalamış, takımı büyük başarılara götürmüştür..daha sonra a milli takımda sepp piontek'in yardımcılığına terfi etmiş, beraber başarılar kazandığı ümit milli takımdaki jenerasyonun yavaş yavaş a takıma yedirilmesinde katkısı olmuştur..bu arada da sepp piontek'le yeni bir sistem çalışmasına girmişler, farklı bir oyun stili üzerinde çalışmaya başlamışlardır..türkiye tarihinin gördüğü en büyük taktisyenlerden biri olan sepp piontek'ten çok şey kapmış ve evet gerçekten onun oturtmaya çalıştığı sistemin başına gelerek ekmeğini yemiştir..sepp piontek'in gidişiyle takımda tek yetkili durumuna gelmiş, kafasındaki oyun planını daha iyi oturtmak için fırsat bulmuştur..piontek'ten öğrendiği şeylerin üzerine kendi başına iyi şeyler katmış ve türk milli takımını avrupa şampiyonasına sokmayı başarmıştır.. danimarka, portekiz, hırvatistan gibi gayet üst düzey takımların bulunduğu grupta tecrübesiz bir takım olarak 0 galibiyetle bir şey elde edilememiş ve bunun üzerine medyanın hemen tepkisiyle karşılaşmıştır..zira daha önce yanından bile geçemediğimiz avrupa şampiyonasına katılmamız pek önemli değil, orda sonuncu olmamız önemlidir bir takım ufak kafalı insana göre.. neyse ki bu tip bazı eleştirilerden etkilenmeyen galatasaray yönetimi ısrarla kendisini istemiş ve takımın başına getirmiştir.. fatih terim takımın başına gelir gelmez o zamanlar türkiye'de oldukça moda olan(ki galatasaray gibi alman ekolünden uzun bir süre yararlanmış bir takımda) 3lü defans sistemini bırakacağını açıklamış, kafasındaki hücum futbolunu iyi uygulamak için 4lü defans sistemini tercih edeceğini açıklamıştır.. buna karşı hemen hopp noluyo nidaları çıkmış fakat beklemeye geçilmiştir.. ilk 2 yıl çok sancılı geçmiştir.. özellikle gheorghe popescu gibi bir dünya liberosu da takıma katılınca beklentiler değişmiş, 4lü defansın rezil maçlar çıkarmasıyla birlikte tepkiler artmaya başlamıştır.. zira 3lü defansın çok kullanıldığı bir ülkede hele galatasaray gibi bu sistemle yoğrulmuş bir takımda 4lü defansın oturması elbet zaman alacaktı.. lakin araya atılan her topta galatasaray defansının nal toplaması, içerde dışarda bütün takımlara çok pozisyon verilmesi tepkilerin artmasına neden oluyordu.. özellikle popescu'nun da takıma katılmasıyla hıncal uluç'un başını çektiği yazarlar topluluğu "terim! sen ne biçim adamsın..elinde dünyanın belki de en iyi liberosu var..sen tutturmuşsun bir tandem gidiyorsun.." şeklinde yazılar yazmaya başlamışlardı.. aslında ilk bakışta gayet doğru bir tespitti.. neredeyse hayatı boyunca tandemde oynamamış olan popescu gibi büyük bir beyin takımdayken bu tip bir şeye kalkışmak ne derece doğruydu bilemiyorum.. belki de o sıralar cahil cesareti olarak geldi birçok kesime, terim saçmalıyor denildi.. fakat kimse terim'in kafasındakileri bilmiyordu.. ilerde büyük başarılara imza atacak olan bu adam 2 stoperin arkasında bir adama daha gerek olmadığını, burdaki liberoyu orta sahaya kaydırarak hücumda çok daha büyük bir zenginlik yakalayabileceğini düşünüyordu içten içe.. kötü olan basındaki herkesin bundan bi haber olmasıydı.. evet gerçekten de modern futbol için 4lü defans şarttı fakat galatasaray büyük puanlar kaybediyor, ligde geride kalıyordu.. iyice artan haklı eleştirilere sonunda kulağını tıkayamayan terim kaydırmalı 3lü defans diye bir kombin sistemi takıma monte etmeye çalıştı, başarılı da oldu.. takım defanstayken popescu libero oluyor, hemen önüne bülent ve fatih geliyordu..solda k.hakan sol açık, sağda da okan ya da ümit davala sağ açık durumunda bekliyordu..böylece araya atılan toplara karşı harika bir mekanizma kurulmuştu, fakat işin rengi takım topu ele geçirince değişiyor, bu adamın dehası ilk olarak o zaman ortaya çıkıyordu..top galatasaray'a geçtiği anda popescu hemen bülent'in yanına gelip tandemi oluşturuyor, fatih akyel de sağdan fırlayarak bek konumuna geçiyordu..böylece takım hücumda 8 adamla oynama fırsatına erişirken savunmada da verilen gedikler azalıyordu.. lakin bu muhteşem harakete rağmen bunu da basında farkedebilen adam yoktu.. 3lü defans diye tutturanlar işte biz dedik oldu, demek ki haklıymışız diye kendilerine paye çıkarıyorlar, bir kısmı da yahu bunca zaman bu inat niyeydi diye yüklenmeye çalışıyordu.. terim'se sessiz ve derinden kendi planlarını uygulamakla meşguldu..kaydırmalı 3lü defans inanılmaz başarılı olmuş, 4lü defansa doğru geçişi iyice hızlandırmıştı.. antrenmanlarda 4lü defansın savunma yönlerini çalıştırmaya devam eden terim o mükemmel 4lü defansın diamond optimizasyonunu takıma yediriyordu.. sol ve sağ bekleri orta saha gibi oynayan, bütün hattıyla hücum eden, çarkları muhteşem işleyen bir takım çıkıyordu zaman ilerledikçe.. geçiş zamanını atlattıktan sonra 4lü defansın saf hali harika uygulanmaya başlayınca hıncal uluç başta olmak üzere herkes önce özrünü diledi, sonra da biz bu kadarını tahayyül edememiştik diyerek aslında övgülerin en büyüğünü yaptılar terim'e.. 4 sene sonunda şampiyonlar ligi'nde yaşadığı başarısızlıklara rağmen namağlup uefa şampiyonu olan bir takım çıkmıştı ortaya.. hem de ilk defa bir takım becerebiliyordu bunu uefa'da..hem de kupa galipleri kupasıyla birleşen uefa'nın, yani en zorlu uefa'nın ilk senesinde yapıyordu bunu galatasaray..mimarsa terim'di.. o seneden sonra fiorentina'nın ısrarlı isteklerine dayanamayıp firenze yolunu tutan terim orda da gider gitmez inanılmaz işlere başlamıştı.. italya gibi catenaccio'nun milli sistem olduğu bir ligde hücum da hücum diyor, kafasında ütopya olarak kurduğu saf 2-1-4-1-2'ye doğru taşımaya çalışıyordu takımı..hem de 3-4 ay gibi kısa bir sürede.. kazandığı başarılar, çok büyük takımlara karşı alınan bol gollü galibiyetler italyan basınında yeni bir arrigo sacchi mi doğuyor acaba diye sorular sorulmasına neden oluyordu..aynı sacchi gibi futbol devrimcisi olarak görülmeye başlanmıştı terim..daha o zamanlar adriano galliani'nin dikkatini çekmiş, ilk izlenimler edinilmişti milan tarafından.. ne var ki bu başarılar ve terim'in firenze'de halk kahramanı gibi görülmesi takımın ilgi budalası patronu cecchi gori'nin tepkisini çekmeye başlamış, arka planda büyük tartışmalar çıkmaya başlamıştı.. bunlara dayanamayan terim takım ligde gayet iyi bir durumdayken ve italya kupası'nda finale çıkmışken takımı bıraktı, ne var ki özellikle bizim basınımızda terim komplekslileri tarafından kovuldu diye gösterildi.. ama gerçekler gün gibi ortadaydı.. fiorentina taraftarları bu olay yüzünden kulübü basıyor, milan daha o günden terim'in işini bitiriyordu.. gelir gelmez serie a gibi yabancı hocaların çok çabuk harcandığı bir ligde bu kadar kısa sürede böyle etki yaratmak yetip artmıştı milan'a..milan dönemi daha sancılı başlamıştı.. orda da fiorentina'daki sistemini benimseyen terim yine takıma güzel top oynatıyor fakat özellikle maç kazanmakta zorluk çekiyordu.. beraberlikle bitirilen birçok maç zirveden kopulmasa da çok büyük bir camia olan milan'da söylentilere neden oluyordu.. aynı dönemde boşta olan efsanevi milanlı oyuncu carlo ancelotti'nin milan'da göreve her zaman hazırım şeklinde bir açıklama yapması kara bulutları getiriyor, söylentilerin artmasına neden oluyordu.. tam bu sırada paolo maldini'nin başını çektiği eski oyuncuları da bir tercihi nedeniyle karşısına alan terim kendi ipini çekiyor, takım liderin 3-4 puan gerisindeyken görevine son veriliyordu haksız biçimde.. fakat evet terim ilk defa kovuluyordu, başarısız oluyordu hatta haksızlığa rağmen.. ve arkasından hiç anılmaması gereken özhan canaydın'lı bir galatasaray dönemi.. anılmaması gereken çünkü tarihin en kötü başkan ve yönetiminin yaptığı bir sürü yanlış icraata rağmen terim'in ısrarla ses çıkarmaması italya'da edindiği iş terbiyesinin türkiye'de ne kadar boş olduğunu öğretiyordu belki de.. galatasaray'da tam anlamıyla başarısız oluyordu, fakat nedenler o kadar çok ve o kadar gereksiz ki.. bu tip safsataların bu adamın değeri üzerinde hiç etkisi yoktu evet.. artık muhakeme yapma zamanı gelmiş, türkiye gibi profesyonelliğin 0 olduğu ülkelerde adam gibi davranılmaması gerektiğini öğrenmiş olması belki de en büyük artısı olacak bu başarısız 2. galatasaray döneminde..evet o hala çok büyük bir teknik direktör, çok büyük bir motivasyon ustası..o her zaman ilkleri başaran fatih terim..

    --- alıntı ---
  • 63
    bundan 10 sene kadar önce aşağı yukarı aynı noktada bulunduğumuz sözlük yazarı ve eski blogger. işte o 10 senede farkı nasıl koyduysa kendisi bugün zirveye çıktı, ben de bu soğuk ve depresif şantiye gününde hem soğuk hem de aşk acısından ötürü iç titremesiyle ofisimden kendisi hakkında entry giriyorum... * *

    hayat hikayesini zaten yok yok programında ve ted x konuşmasında anlattı. gerek burda gerek başka mecralarda da genelde o anlatımdan dönem dönem alıntılar yapılıyor. dediğim gibi aynı zamanlarda benzer durumlardaymışız. babam gelip beni izmir'deki evden toplayıp "bari bu bölümü okur musun" diye sorduğunda pek düşünmememe rağmen biraz da o başarısızlığın ve rezaletin mahçubiyetiyle olur dedim. bir okul bitirip bir meslek sahibi olup para kazanmak işleri rayına sokmaksa ben bu şekilde işleri toparladım. onun şansı da blogunun tutması ve deneme için çağırıldığı eurosport'ta bir şekilde şans verilmesi ve pek de düşünmediği halde spikerlik yolunda ilerlemesi olmuş.

    biraz böyle mahalle kahvehanesinde maç izlerken "beni de galatasaray altyapısında yediler" diye anlatılan kofti hikayelere döndü farkındayım. böyle insanların yükselişlerini gördükçe elbette mutlu oluyoruz, bir yakınlık hissediyoruz. belki içten içe de kıskanıyoruz. hayat böyle küçük nüanslarla bazen farklı yollar çiziyor insanlara. bugün sözlükte analiz kasan, blog yazan, twitter'da flood yapıp maç yorumlayan, hızını alamayıp podcast çeken önemli bir kalabalık var. ve bu kalabalığın önemli bir kısmının en büyük motivasyonu bir şekilde bir şans yakalayıp hayatlarının emre özcan'ın yaşadığı tarzda bir kırılma yaşaması. hatta sözlüklerde özellikle bireylere karşı yaşanan tahammülsüzlüğün ardında biraz da bu beklentinin yarattığı agresiflik var. neyse bu ayrı bir yazının konusu belki de...

    emre özcan'ı benim gözümde diğerlerinden ayıran, ve belki de hiçbir zaman medyada bizim bildiğimiz anlamda bir star olamayacak olmasına sebep olan en önemli şey her haliyle bu şansın farkında olduğunu belli etmesi. format gereği cıvıtması gerektiğinde bile belli bir çizgiyi bozmaması. hem işine hem de izleyici/dinleyici/okuyucusuna karşı saygısını hiç yitirmemesi. güç problemi insanoğlunun önemli bir sorunudur. herhangi bir konudaki güç kişide illa ki bozulmaya yol açar. hızla artan popüleritesine ve aldığı övgülere rağmen hala ankara'daki evde "birileri okur mu acaba" diye düşünmesine rağmen belli kurallardan dışarı çıkmadan yazı yazan o umutsuz vaka gibi davranmaya devam ediyor.

    bu aslında tüm öğretilerde tevazu diye öğretilen ve hep nasihat edilen birşey olsa da kolay rastlanmıyor. herşeye rağmen yapıldıkça da ekstra bir saygıyı hak ediyor. dediğim gibi benim gözümde onu bir şekilde takip ettiğimiz pek çok insandan ayrı bir yere koyuyor. ama bu aynı zamanda ne yazık ki orta-uzun vadede belki de hiçbir zaman ana akım medyada büyük bir yıldız olamamasını sağlayacak. çünkü ana akım futbol medyamız ne yazık ki gündelik gündemler ve yaratılan hayali karakterlerin doğaçlama oyunları şeklinde dönmüş durumda. bunu yapmayıp futbol yorumluyormuş gibi görünen kimselerin yaptığı ise su katılmış algı operasyonları oluyor.

    tanıdığımız, sevdiğimiz haliyle emre özcan'ın bu tarz bir iş yapması hem teknik olarak imkansız, hem de kendisi böyle birşey yapmak istemez... "bu işe başlarken yazarlık hayalim vardı ama herhangi bir şekilde konuşarak iş yapabileceğim asla düşünemezdim" diyor hep. kendisini o açıdan da gayet iyi anlıyorum. yüz yüze görmüş tanışmış olanlar benim ne kadar konuşamayan bir insan olduğumu bilir. *

    cem yılmaz'ın bir gösterisinde "aikido" konulu bir esprisi vardır. bir dövüş kursuna gidenlerin birinci ikinci dersten sonra öğrendiklerini etraftakilere göstermeye çalışırken başına gelenleri anlatır. hatta türk mizahının değişmez ögelerindendir, herhangi bir dövüş sanatında uzman kişilerin gerçek bir kavgada dayak yemesi mizanseni. emre eğer günün birinde ana akım medyaya atılırsa* *, hele hele herhangi bir türk takımının teknik heyetinde yer verilirse muhtemelen düşeceği durum da aşağı yukarı benzer olacaktır...

    adamın yaptığı işe gelirsek böyle şans gib gösterdik aslında ama 10-15 yıllık bir birikim var. championship manager oyunundaki with ball/without ball ekranında kafayı kırmakla başlayan yolculukta bugün herkesin baktığı sahada herkesin göremediğini görebilme noktasına gelmiş durumda. aslında bu ikinci "herkesin" lafı yerine "kimsenin" yazıp yazmamak arasında da gittim geldim bir süre ama o da biraz abartı olurdu. futbolu benzer şekilde gören, algılayan, yorumlayan çok fazla sayıda insana rastlamak mümkün.

    ancak hem sahadaki oyunu bu derece algılayabilip hem de bunu bu derece bütünlüklü, detaycı, aynı zamanda temiz bir dille minimum yorum katıp karşılaştırmalı şekilde aktarabilen, bunu yaparken de egosuna yenik düşmeyen insan sayısı çok çok azdır dünya genelinde. emre'yi işte özel ve farklı yapıp zirve yorumcu yapan tüm bunları bir arada yapabiliyor olmasıdır. bunun arkasında da muhtemelen bilinçli olmasa da uzun yıllar ve çok çok fazla çalışma vardır. oynanan yüzlerce saatlik oyun, taktik ekranları başında geçirilen onca zaman, izlenen yüzlerce maç, yapılan analizler, yazılan yazılar...

    ve tabi tüm bunları hayata rağmen yaptıran büyük bir tutku...

    eğer son 10-15 yılının herhangi bir döneminde bu tutkusunu bir kenara bırakıp ailesinin dediklerini ya da "hayatın gereği" olarak bize dayatılan şeylerin peşine düşseydi şu an duruşmadan duruşmaya koşup duran bir avukat, en iyi ihtimalle savcı olurdu.

    tıpkı hemen hepimizin bir şekilde mecburiyetle yaptığı gibi...

    evet belki hayat ona bir şans sundu ama o da şans geldiği zaman hazır olabildi. büyük ve başarılı kariyerler için ikisinin birlikteliği şart. bazen çok iyi olduğunuz bir konuda şans gelmez, bazen çok büyük şans gelse de siz o şansı değerlendirebilecek durumda olmazsınız. ancak bir konuda çok iyi olmak genelde o konuda önünüzde fırsatların doğmasında şans faktörünü biraz azaltabilir. o durumlarda da bir fırsat yakalamamak şanstan öte şanssızlıkla açıklanabilir...

    bu da hayatın akış şeklidir...

    kıssadan hisse; futbol medyası denen şeyin koca koca adamların şekilden şekile bürünmesi olduğu, sahada oynanan şeyden başka herşeyin önemli olduğu bir ülkede bu derece ufuk açıcı şekilde spor yorumlayabilen biri olarak çölde bir vaha gibidir. allah sağlık sıhhat versin, kendisini keyifle takip etmeye devam edebilelim..

    peşindeyiz zirve reyiz...

    * *
  • 65
    kendisini dinledikten sonra diğer yorumcuları dinlemek eziyet gibi geliyor.

    8 mart 2020 sivasspor galatasaray maçında yapılan değişikliklerin takımı ne kadar olumsuz etkilediğini xg istatistikleri ile açıklamış üstat.

    --- alıntı ---

    “gol beklentisine baktım, iki takımınki de 2. sivasspor’un 2 gol beklentisinin 0.65’i, maçın 75. dakikasından sonra geliyor. geriye kalan 1.35’in de 0.8’i de penaltı. yani akan oyunda ilk 75dk 0.5, son 15dk 0.65.”

    --- alıntı ---

    https://youtube.com/watch?v=a34Y2cv94YU
  • 66
    --- alıntı ---

    “galatasaray ise son 2 aydaki ortalamasının altında bir üretkenlikle çok iyi bir maç çıkarmadı. fakat rakibini radikal bir savunma anlayışına itmesi bile galatasaray’ın bu maçtan çıkarması gereken bir artı olabilir. geçtiğimiz sezonlarda manchester city’ye ve bayern münih’e, bu sezon liverpool’a ve juventus’a karşı gördüğümüz altılı savunma örnekleri, genellikle liglerin hakim güçlerine karşı ortaya çıkarılan bir yapı. sezona felaket bir başlangıç yapan galatasaray’ın iki aylık bir dönüşümle rakiplerine bu reaksiyonu verdirmesi onlar adına güzel haber.”

    emre özcan
    --- alıntı ---

    sezonun ilk yarısını çöpe attığımızı net olarak ortaya koyuyor emre özcan. şu oyunumuzla ve kadromuzla lig yeniden başlasa liverpool veya city dominasyonuna benzer bir durum ortaya çıkacağını düşünüyordum.

    umarım winner karakterimiz son haftalarda ortaya çıkar da ilk devre konusunda bu kadar pişman olmayız.
  • 69
    çok bilgili, futbolu çok seven bir futbol yorumcusu. teknik, taktik açıdan çok detaylı analiz ediyor ama fazla heyecanlı, çok hızlı konuşuyor ve anlatımı sırasında daldan dala atlıyor, anlatımı insanı yoruyor biraz sadeleştirmeli. şahsen kendisini dinlerken yoruluyorum. yanlış anlaşılmasın kendisine çok saygı duyuyorum itici bir insan değil ama bence biraz yorumlarını sadeleştirmeli.
  • 70
    galatasarayli ve bilgili turkiye'nin en iyi futbol yorumcusu. ne ali ece gibi nostalji sevenleri bile nostaljiyle bayiltir, ne galatasaray dendiginde objektifligini yitirir ne de baskalarina ego taslar. yabanci olsaydi sky sports'ta premier league yorumluyor olacakti fakat degeri ulkemizde bilinmiyor. yarin derin futbol basladiginda onun ratingleri tabii ki emre ozcan'in dijital yayinindan fazla olacak. bu ulkede insanlar parsellerle ve taktiklerle ilgilenmiyor. takim tutmalarinin tek sebebi tarihten beri gelen kamplasma ve yarismaci fanatik ruh. futbol bitti survivor'da bile kamplasti insanlar. anlayin artik bu ulkede futbolu anlamiyor bile insanlar.
  • 73
    uğur karakullukçu'nun underground ve avrupa futbolu versiyonu.

    saha içi görüşleri -bence doğru da bir biçimde- hemen her entry'de bu kadar övülürken bir kez bile yakın arkadaşı karakullukçu kadar sıkı bir belhandacı olduğu söylenmez ya da ilk geldiğinde kendisinin içinde belhanda övgüleri de bulunan 25 paragraf seri yazısının adı bile geçmemiştir. halbuki seri öven herkes burada 6 ay çarmıha gerilmişti ama baktım herhangi bir entry göremedim.

    https://tardini.co/...rebilir-db6a74f3a305

    bunun aslında çok makul bir nedeni var: kendisi bir türk futbolu yorumcusu değil. şampiyonlar ligi ya da derbi zamanları tadımlık saha içine odaklı türkiye analizleriyle ağızda iyi bir tat bırakıyor.

    emre abiyi kendi tabiriyle 'inanılmaz' seviyorum ve beğeniyorum ve alanında çok iyi. ibrahim altınsay gibi romantik serserilerin yerini alıyor oluşu çok değerli ancak bir kez bile humeyni gibi gelen ali koç, şimdiden şampiyon olduğunu sanan trabzonspor ya da kendini yere atan bir burak yılmaz yorumlamak zorunda olmamış emre özcan'ı a spor'da her türlü pisliği yorumlamak zorunda kalan ılgaz çınar'la ya da entry başında dediğim gibi uğur karakullukçu'yla hatta bence hak ettiğini bulamamış buradaki extensor'la bile kıyaslamak ciddi bir haksızlık.

    boyu geçmeyen bir havuzda yüzmekle açık denizde dalgalara karşı yüzmek aynı şeyler değil.
  • 75
    https://youtu.be/3zysiMtPPhw

    "ilk 16 haftada toplanan 24 puan."

    asıl sorun ne muslera'nın sakatlanması ne andone'nin sakatlanması ne marcao ve luyindama'nın sakatlanması ne de rize maçının* ilk 24 dakikasındaki kötü oyundur. asıl sorun ligin ilk 16 haftasında toplanan 24 puandır.

    fatih hocanın, gelecek sezon bu sorunun üstüne yoğunlaşması lazım. yoksa ikinci devre yine debelenip dururuz ve bir rize maçı ile hayaller yine suya düşer...
App Store'dan indirin Google Play'den alın