63
bundan 10 sene kadar önce aşağı yukarı aynı noktada bulunduğumuz sözlük yazarı ve eski blogger. işte o 10 senede farkı nasıl koyduysa kendisi bugün zirveye çıktı, ben de bu soğuk ve depresif şantiye gününde hem soğuk hem de aşk acısından ötürü iç titremesiyle ofisimden kendisi hakkında entry giriyorum... * *
hayat hikayesini zaten yok yok programında ve ted x konuşmasında anlattı. gerek burda gerek başka mecralarda da genelde o anlatımdan dönem dönem alıntılar yapılıyor. dediğim gibi aynı zamanlarda benzer durumlardaymışız. babam gelip beni izmir'deki evden toplayıp "bari bu bölümü okur musun" diye sorduğunda pek düşünmememe rağmen biraz da o başarısızlığın ve rezaletin mahçubiyetiyle olur dedim. bir okul bitirip bir meslek sahibi olup para kazanmak işleri rayına sokmaksa ben bu şekilde işleri toparladım. onun şansı da blogunun tutması ve deneme için çağırıldığı eurosport'ta bir şekilde şans verilmesi ve pek de düşünmediği halde spikerlik yolunda ilerlemesi olmuş.
biraz böyle mahalle kahvehanesinde maç izlerken "beni de galatasaray altyapısında yediler" diye anlatılan kofti hikayelere döndü farkındayım. böyle insanların yükselişlerini gördükçe elbette mutlu oluyoruz, bir yakınlık hissediyoruz. belki içten içe de kıskanıyoruz. hayat böyle küçük nüanslarla bazen farklı yollar çiziyor insanlara. bugün sözlükte analiz kasan, blog yazan, twitter'da flood yapıp maç yorumlayan, hızını alamayıp podcast çeken önemli bir kalabalık var. ve bu kalabalığın önemli bir kısmının en büyük motivasyonu bir şekilde bir şans yakalayıp hayatlarının emre özcan'ın yaşadığı tarzda bir kırılma yaşaması. hatta sözlüklerde özellikle bireylere karşı yaşanan tahammülsüzlüğün ardında biraz da bu beklentinin yarattığı agresiflik var. neyse bu ayrı bir yazının konusu belki de...
emre özcan'ı benim gözümde diğerlerinden ayıran, ve belki de hiçbir zaman medyada bizim bildiğimiz anlamda bir star olamayacak olmasına sebep olan en önemli şey her haliyle bu şansın farkında olduğunu belli etmesi. format gereği cıvıtması gerektiğinde bile belli bir çizgiyi bozmaması. hem işine hem de izleyici/dinleyici/okuyucusuna karşı saygısını hiç yitirmemesi. güç problemi insanoğlunun önemli bir sorunudur. herhangi bir konudaki güç kişide illa ki bozulmaya yol açar. hızla artan popüleritesine ve aldığı övgülere rağmen hala ankara'daki evde "birileri okur mu acaba" diye düşünmesine rağmen belli kurallardan dışarı çıkmadan yazı yazan o umutsuz vaka gibi davranmaya devam ediyor.
bu aslında tüm öğretilerde tevazu diye öğretilen ve hep nasihat edilen birşey olsa da kolay rastlanmıyor. herşeye rağmen yapıldıkça da ekstra bir saygıyı hak ediyor. dediğim gibi benim gözümde onu bir şekilde takip ettiğimiz pek çok insandan ayrı bir yere koyuyor. ama bu aynı zamanda ne yazık ki orta-uzun vadede belki de hiçbir zaman ana akım medyada büyük bir yıldız olamamasını sağlayacak. çünkü ana akım futbol medyamız ne yazık ki gündelik gündemler ve yaratılan hayali karakterlerin doğaçlama oyunları şeklinde dönmüş durumda. bunu yapmayıp futbol yorumluyormuş gibi görünen kimselerin yaptığı ise su katılmış algı operasyonları oluyor.
tanıdığımız, sevdiğimiz haliyle emre özcan'ın bu tarz bir iş yapması hem teknik olarak imkansız, hem de kendisi böyle birşey yapmak istemez... "bu işe başlarken yazarlık hayalim vardı ama herhangi bir şekilde konuşarak iş yapabileceğim asla düşünemezdim" diyor hep. kendisini o açıdan da gayet iyi anlıyorum. yüz yüze görmüş tanışmış olanlar benim ne kadar konuşamayan bir insan olduğumu bilir. *
cem yılmaz'ın bir gösterisinde "aikido" konulu bir esprisi vardır. bir dövüş kursuna gidenlerin birinci ikinci dersten sonra öğrendiklerini etraftakilere göstermeye çalışırken başına gelenleri anlatır. hatta türk mizahının değişmez ögelerindendir, herhangi bir dövüş sanatında uzman kişilerin gerçek bir kavgada dayak yemesi mizanseni. emre eğer günün birinde ana akım medyaya atılırsa* *, hele hele herhangi bir türk takımının teknik heyetinde yer verilirse muhtemelen düşeceği durum da aşağı yukarı benzer olacaktır...
adamın yaptığı işe gelirsek böyle şans gib gösterdik aslında ama 10-15 yıllık bir birikim var. championship manager oyunundaki with ball/without ball ekranında kafayı kırmakla başlayan yolculukta bugün herkesin baktığı sahada herkesin göremediğini görebilme noktasına gelmiş durumda. aslında bu ikinci "herkesin" lafı yerine "kimsenin" yazıp yazmamak arasında da gittim geldim bir süre ama o da biraz abartı olurdu. futbolu benzer şekilde gören, algılayan, yorumlayan çok fazla sayıda insana rastlamak mümkün.
ancak hem sahadaki oyunu bu derece algılayabilip hem de bunu bu derece bütünlüklü, detaycı, aynı zamanda temiz bir dille minimum yorum katıp karşılaştırmalı şekilde aktarabilen, bunu yaparken de egosuna yenik düşmeyen insan sayısı çok çok azdır dünya genelinde. emre'yi işte özel ve farklı yapıp zirve yorumcu yapan tüm bunları bir arada yapabiliyor olmasıdır. bunun arkasında da muhtemelen bilinçli olmasa da uzun yıllar ve çok çok fazla çalışma vardır. oynanan yüzlerce saatlik oyun, taktik ekranları başında geçirilen onca zaman, izlenen yüzlerce maç, yapılan analizler, yazılan yazılar...
ve tabi tüm bunları hayata rağmen yaptıran büyük bir tutku...
eğer son 10-15 yılının herhangi bir döneminde bu tutkusunu bir kenara bırakıp ailesinin dediklerini ya da "hayatın gereği" olarak bize dayatılan şeylerin peşine düşseydi şu an duruşmadan duruşmaya koşup duran bir avukat, en iyi ihtimalle savcı olurdu.
tıpkı hemen hepimizin bir şekilde mecburiyetle yaptığı gibi...
evet belki hayat ona bir şans sundu ama o da şans geldiği zaman hazır olabildi. büyük ve başarılı kariyerler için ikisinin birlikteliği şart. bazen çok iyi olduğunuz bir konuda şans gelmez, bazen çok büyük şans gelse de siz o şansı değerlendirebilecek durumda olmazsınız. ancak bir konuda çok iyi olmak genelde o konuda önünüzde fırsatların doğmasında şans faktörünü biraz azaltabilir. o durumlarda da bir fırsat yakalamamak şanstan öte şanssızlıkla açıklanabilir...
bu da hayatın akış şeklidir...
kıssadan hisse; futbol medyası denen şeyin koca koca adamların şekilden şekile bürünmesi olduğu, sahada oynanan şeyden başka herşeyin önemli olduğu bir ülkede bu derece ufuk açıcı şekilde spor yorumlayabilen biri olarak çölde bir vaha gibidir. allah sağlık sıhhat versin, kendisini keyifle takip etmeye devam edebilelim..
peşindeyiz zirve reyiz...
* *
hayat hikayesini zaten yok yok programında ve ted x konuşmasında anlattı. gerek burda gerek başka mecralarda da genelde o anlatımdan dönem dönem alıntılar yapılıyor. dediğim gibi aynı zamanlarda benzer durumlardaymışız. babam gelip beni izmir'deki evden toplayıp "bari bu bölümü okur musun" diye sorduğunda pek düşünmememe rağmen biraz da o başarısızlığın ve rezaletin mahçubiyetiyle olur dedim. bir okul bitirip bir meslek sahibi olup para kazanmak işleri rayına sokmaksa ben bu şekilde işleri toparladım. onun şansı da blogunun tutması ve deneme için çağırıldığı eurosport'ta bir şekilde şans verilmesi ve pek de düşünmediği halde spikerlik yolunda ilerlemesi olmuş.
biraz böyle mahalle kahvehanesinde maç izlerken "beni de galatasaray altyapısında yediler" diye anlatılan kofti hikayelere döndü farkındayım. böyle insanların yükselişlerini gördükçe elbette mutlu oluyoruz, bir yakınlık hissediyoruz. belki içten içe de kıskanıyoruz. hayat böyle küçük nüanslarla bazen farklı yollar çiziyor insanlara. bugün sözlükte analiz kasan, blog yazan, twitter'da flood yapıp maç yorumlayan, hızını alamayıp podcast çeken önemli bir kalabalık var. ve bu kalabalığın önemli bir kısmının en büyük motivasyonu bir şekilde bir şans yakalayıp hayatlarının emre özcan'ın yaşadığı tarzda bir kırılma yaşaması. hatta sözlüklerde özellikle bireylere karşı yaşanan tahammülsüzlüğün ardında biraz da bu beklentinin yarattığı agresiflik var. neyse bu ayrı bir yazının konusu belki de...
emre özcan'ı benim gözümde diğerlerinden ayıran, ve belki de hiçbir zaman medyada bizim bildiğimiz anlamda bir star olamayacak olmasına sebep olan en önemli şey her haliyle bu şansın farkında olduğunu belli etmesi. format gereği cıvıtması gerektiğinde bile belli bir çizgiyi bozmaması. hem işine hem de izleyici/dinleyici/okuyucusuna karşı saygısını hiç yitirmemesi. güç problemi insanoğlunun önemli bir sorunudur. herhangi bir konudaki güç kişide illa ki bozulmaya yol açar. hızla artan popüleritesine ve aldığı övgülere rağmen hala ankara'daki evde "birileri okur mu acaba" diye düşünmesine rağmen belli kurallardan dışarı çıkmadan yazı yazan o umutsuz vaka gibi davranmaya devam ediyor.
bu aslında tüm öğretilerde tevazu diye öğretilen ve hep nasihat edilen birşey olsa da kolay rastlanmıyor. herşeye rağmen yapıldıkça da ekstra bir saygıyı hak ediyor. dediğim gibi benim gözümde onu bir şekilde takip ettiğimiz pek çok insandan ayrı bir yere koyuyor. ama bu aynı zamanda ne yazık ki orta-uzun vadede belki de hiçbir zaman ana akım medyada büyük bir yıldız olamamasını sağlayacak. çünkü ana akım futbol medyamız ne yazık ki gündelik gündemler ve yaratılan hayali karakterlerin doğaçlama oyunları şeklinde dönmüş durumda. bunu yapmayıp futbol yorumluyormuş gibi görünen kimselerin yaptığı ise su katılmış algı operasyonları oluyor.
tanıdığımız, sevdiğimiz haliyle emre özcan'ın bu tarz bir iş yapması hem teknik olarak imkansız, hem de kendisi böyle birşey yapmak istemez... "bu işe başlarken yazarlık hayalim vardı ama herhangi bir şekilde konuşarak iş yapabileceğim asla düşünemezdim" diyor hep. kendisini o açıdan da gayet iyi anlıyorum. yüz yüze görmüş tanışmış olanlar benim ne kadar konuşamayan bir insan olduğumu bilir. *
cem yılmaz'ın bir gösterisinde "aikido" konulu bir esprisi vardır. bir dövüş kursuna gidenlerin birinci ikinci dersten sonra öğrendiklerini etraftakilere göstermeye çalışırken başına gelenleri anlatır. hatta türk mizahının değişmez ögelerindendir, herhangi bir dövüş sanatında uzman kişilerin gerçek bir kavgada dayak yemesi mizanseni. emre eğer günün birinde ana akım medyaya atılırsa* *, hele hele herhangi bir türk takımının teknik heyetinde yer verilirse muhtemelen düşeceği durum da aşağı yukarı benzer olacaktır...
adamın yaptığı işe gelirsek böyle şans gib gösterdik aslında ama 10-15 yıllık bir birikim var. championship manager oyunundaki with ball/without ball ekranında kafayı kırmakla başlayan yolculukta bugün herkesin baktığı sahada herkesin göremediğini görebilme noktasına gelmiş durumda. aslında bu ikinci "herkesin" lafı yerine "kimsenin" yazıp yazmamak arasında da gittim geldim bir süre ama o da biraz abartı olurdu. futbolu benzer şekilde gören, algılayan, yorumlayan çok fazla sayıda insana rastlamak mümkün.
ancak hem sahadaki oyunu bu derece algılayabilip hem de bunu bu derece bütünlüklü, detaycı, aynı zamanda temiz bir dille minimum yorum katıp karşılaştırmalı şekilde aktarabilen, bunu yaparken de egosuna yenik düşmeyen insan sayısı çok çok azdır dünya genelinde. emre'yi işte özel ve farklı yapıp zirve yorumcu yapan tüm bunları bir arada yapabiliyor olmasıdır. bunun arkasında da muhtemelen bilinçli olmasa da uzun yıllar ve çok çok fazla çalışma vardır. oynanan yüzlerce saatlik oyun, taktik ekranları başında geçirilen onca zaman, izlenen yüzlerce maç, yapılan analizler, yazılan yazılar...
ve tabi tüm bunları hayata rağmen yaptıran büyük bir tutku...
eğer son 10-15 yılının herhangi bir döneminde bu tutkusunu bir kenara bırakıp ailesinin dediklerini ya da "hayatın gereği" olarak bize dayatılan şeylerin peşine düşseydi şu an duruşmadan duruşmaya koşup duran bir avukat, en iyi ihtimalle savcı olurdu.
tıpkı hemen hepimizin bir şekilde mecburiyetle yaptığı gibi...
evet belki hayat ona bir şans sundu ama o da şans geldiği zaman hazır olabildi. büyük ve başarılı kariyerler için ikisinin birlikteliği şart. bazen çok iyi olduğunuz bir konuda şans gelmez, bazen çok büyük şans gelse de siz o şansı değerlendirebilecek durumda olmazsınız. ancak bir konuda çok iyi olmak genelde o konuda önünüzde fırsatların doğmasında şans faktörünü biraz azaltabilir. o durumlarda da bir fırsat yakalamamak şanstan öte şanssızlıkla açıklanabilir...
bu da hayatın akış şeklidir...
kıssadan hisse; futbol medyası denen şeyin koca koca adamların şekilden şekile bürünmesi olduğu, sahada oynanan şeyden başka herşeyin önemli olduğu bir ülkede bu derece ufuk açıcı şekilde spor yorumlayabilen biri olarak çölde bir vaha gibidir. allah sağlık sıhhat versin, kendisini keyifle takip etmeye devam edebilelim..
peşindeyiz zirve reyiz...
* *