o kadar normal ki...
neden ısrarla iblisvari derecede kötü bir şeymiş gibi irdeleniyor bilemiyorum fakat günümüz türkiye'sinde -hatta daha geniş perspektifle "dünya"sında- son derece doğal bu şekil bir kalıp. x, y, z... türlü türlü jenerasyon kategorizasyonuyla insanların farklı kuşaklara ayrıldığı, kategorize edilen insan topluluklarından bilhassa iş dünyasında farklı beklentilerin olduğu sosyokültürel bir parçalanma hali söz konusu. bu kötü bir şey mi? yoo, değil. neden olsun ki? her yaş grubunun dünyayı farklı bakış açısıyla anladığı ama nihayetinde benimsediği ve sevdiği bir hiyerarşiden bahsediyoruz.
2020'deki taraftar profili ile 14 sene şampiyonluk görememiş taraftar profilini karşılaştırmak doğru bir şey değil. dönemin ekonomik şartları, hayat kalitesi, insanların mutluluk sebepleri, dirayeti bambaşkaydı; şimdinin koşulları, yaşam zorluğu, boğuşulmak zorunda olan(lar) bambaşka. 3-4 yıl öncesinin ana fikrinin bile günümüzle bir tutulamayacağı bir konuda yıllar öncesini referans almak bizlere doğru veri(ler) sun(a)maz.
bir adam düşünün; asgari ücretle aile geçindirmeye çalışıyor. yetmiyor, türlü türlü sıkıntıyla boğuşuyor, yeri geliyor sağlığından vazgeçmek zorunda kalıyor... bu adamın eşi ve çocukları haricinde yegâne mutluluk kaynağı da
galatasaray. galatasaray'ın galibiyetiyle birlikte mutlu oluyor, yaşam enerjisi buluyor ve her türlü aşağılanmaya, soruna dayanma direncini galatasaray sayesinde ediniyor. bu adam, bu insan galatasaray kötü gittiğinde ise kendisini olabildiğince uzak tutuyor sevdiğinden. hayatın zorluklarına müteakip bir de galatasaray'ı sebebiyle üzülmek istemiyor çünkü yeteri kadar başarısızlıkla, sorunla harmanlanmış olan hayatına daha fazla başarısızlık sıkıştırmak istemiyor. ülkemizde sayısı belki de yüz binleri bulan bir taraftar profili bu. keşke hayat tozpembe olsa herkes için ama değil ne yazık ki. varmak istediğim nokta; betimlediğim insanın başarıya endeksli olması sizce de normal değil midir?
sporu seviyorum. sporu basketbolla tanıdım ben. 7 yaşımdayken babamın ve eniştemin omuzlarında takip ettiğim
6 mart 1996 efes pilsen stefanel milano maçından o kadar etkilendim ki, ayağımla topa vurmayı değil de ellerimle sünger topu evdeki minik çembere geçirmeyi denedim hep. zamanla futbolun da güzelliğini keşfettim galatasaray sayesinde.
fatih terim ile birlikte
uefa kupası zaferinin geldiği akşam
* arif erdem'in golü kaçırdığı pozisyonda ekrana küfür etmemin neticesinde annemden terliği yedim, acısını hala hissederim totomda. başarı gördükçe sporu sevdim, başarıyı tattıkça spora bağlandım... diyeceğim şu ki; başarı dediğimiz şey bir çocuğa sporu sevdirir. baban fenerbahçeli olsa bile sen
galatasaraylı olursun çünkü sana tatmin lezzetini tattıran kavram başarı kavramıdır.
eski yazılara gittiğimde başarıya endeksli taraftarın "sığ, geri zekalı, cahil ve bilgisiz" olduğunu fark ettim. öyle denmiş yani. kendimi "başarıya endeksli taraftar olarak" tanımlıyordum şu güne kadar; ancak öğrendim ki hem bilgisizmişim, hem cahilmişim, hem geri zekalıymışım, hem de sığ imişim. bizler de böyleyiz işte, idare edeceksiniz artık, n'apalım...