hayatımızda garip bir şekilde yer edinen; hiçbir iletişimimiz olmamasına rağmen hayatımızın orta yerine koyduğumuz sporcularımız gibiydi benim için. hani sokakta kafa kafaya çarpışsan birbirini tanıyamayacağın, ama sahada top peşinde koşarken yüzlerce kilometre ötede kalbini pırpır ettiren insanlar gibi... "hayatındaki en mutlu 10 günü/anı/vs. say" deseler çoğumuz ağırlıklı olarak galatasaray maçlarından veririz bu listeyi. tribünden görmekten öte bir yakınlığın olmayan
* insanlar rol oynar "hayatının en mutlu an"larında. alpaslan abi de böyle bir insandı işte. çoğu ne kadar zorlu günler de olsa hayatımın en mutlu anılarının birçoğunun içinde rolü vardır. internet üzerinden eften püften konularda bir iki mesajlaşma dışında hiçbir iletişimimiz olmamasına rağmen hayatımda
* bu derece öneme sahip bir insandı.
"büyük insan" lafı onun için boşuna kullanılmış bir övgü değildir. hiç de kolay değildi dünya'nın dört bir tarafındaki herkesin "alpaslan abi"si olmak, en incir çekirdeğini doldurmayan dertlerine bile sabırla yaklaşmak... bunu başarmıştı rahmetli. uzak bir ilden gelen gruplardan birinin otobüsünün lastiği patlasa yolda, ona bile koşardı neredeyse. öyle de fazla bir mesai harcardı, bıkmadan usanmadan. bu "canhıraş" hali tanımayan/anlamayanların aklına hemen rant kelimesini getirirdi. öyle şeylerle işi olmazdı. kaldı ki "üzerine para versen" altına girilmeyecek bir okkaydı sırtladığı.
bazı gazete/dergi/vs. de "amigo" olarak anılırdı. kendisi de bir programda söylemişti bunu, amigo değildi o. hele ki o "bağırın lan"cılardan hiç değildi. bir önder, lider, yol göstericiydi bizlere. ona hakaret olurdu amigo diye kestirip atmak. rahmetli metin oktay demişti ya "galatasaraylılık bir din gibi, mezhep gibidir" diye... bu dinin peygamberi de alpaslan abi'ydi işte. taraftarlığın sınırlarını, bu "hastalığın" nereye kadar götürülebileceğini öğretti bir nesile. sarı ve kırmızının etrafında yüzlerce, binlerce arkadaş, eş, dost kazandırdı herkese. vefa denen şeyin semt adından ibaret olmadığını hatırlattı hep. onlarca galatasaray "efsane"sini gitti buldu yattıkları yerden, son zamanlarını daha bir mutlu geçirmelerini sağladı. huzurevlerine, bakım yuvalarına, hastahanelere alıştırdı yüzlerce kişinin ayağını. tanımadığımız bir insana ilik vermek için hastahanelerde sıra bekler olduk. yarattığı paylaşma ve kardeşlik bilinci böylesine büyüktü. bütün bunları galatasaraylılığın, taraftarlığın karakteristiği olarak anlattı hep gençlere.
dedim ya, babası yaşındaki adama "bağırın lan" diyen amigolardan değildi. kendi tarafındakilere değil, rakiplerine de saygı gösterir; aynı şekilde de saygı görürdü rakipten. bayağı küfürleri, nefreti uzak tutmaya çalışır; rakibe tahammül edebilmeyi, her koşulda öncelikle galatasaray'ı desteklemeyi öğretmeye çalıştı. türkiye'de "lümpen" ve "maganda" gibi sıfatlarla anılan taraftarların prestijini yeniden kazandırdı. amatör şubeleri taraftarla tanıştırdı. hep "yaptı" ve "etti"lerle uzar gider bu entry. türkiye'de taraftarlık denen olguyu ve taraftar denen kitleye toplumun kalanının bakış açısını olumlu anlamda değiştirecek çok önemli adımlar attı. büyük bir birikim ve bilinci "galatasaraylılık" olarak miras bıraktı bizlere...
bunca "yaptı", "etti", "öğretti"nin arasında en acı dersini muhtemelen geçen sene bu gün verdi bizlere. hiç görmediğin bir insanın arkasından bile dakikalarca ağlanabileceğini öğretti. büyük bir şok dalgasıydı sitelere düşen ilk mesajlar. bir süre sonra detaylar gelmeye başladı. bursa yakınları deniyordu. "ne alaka" dedim önce içimden. açtım baktım fikstüre o tarafta hiçbir maç yoktu. futbol takımımız istanbul'daydı zaten ertesi günü. diğer takımlar sezonu bile açmamıştı daha. bayram ziyareti diyorlardı, maçtan sonra da yola çıkabilirlerdi. belli ki kaderin, ecelin çağrısıydı o gün ordan geçmesi, kemerinin takılı olmaması, vs., vs..