• 277
    başıma iş gelmeyecekse maçı kazanmamızı sağlayan olay anonsçu abimizin fatih terim'in tribüne yollandığını anons etmesidir. zaten gaza gelen tribün, iyice oyunun içine girmiştir. futbolcularda bu gazla maçı almıştır. kimse 2.yarıdaki oynadığımız top için müthiş oynadık, harika oynadık diyemez. ama herkes tribünün ve olayların gazıyla tüm topçular elinden geleni yaptı diyebilir.

    yapılmak istenen şeyi sigara olarak düşünün. tribün sigarasını yakmak isterken çakmağı çaktığımızda yanmama ihtimali vardı ancak anonsçu abimiz çakmağın etrafını 2 elle tutarak sigaranın yanmasını sağladı. işte öyle bir şey. ne diyom ben ya? saat olmuş 2 uyusam iyi olacak. eyvallah anonsçu abi.
  • 281
    25 şubat 2013 galatasaray-orduspor maçının adamı galatasaray’dı. yenilen goller, atılan goller, maçtan atılan teknik adamlar, sakatlık anları ve basireti bağlanmış bir hakem vardı arena’da. maçtan önce sorulsaydı; çoğu galatasaraylı’nın “zor geçer.” diyebileceği bir maçtı. bana göre de sezonun ilk yarısında galatasaray’ı yenebilen iki takımdan biri olan orduspor geçilmesi zor bir rakipti. hele ki fatih terim’in oyun anlayışını ve maç içerisinde yapabileceği hamleleri ezberleyen ve sistemimizi çözen hector cuper’in varlığı zor bir maç olacağının kanıtı gibiydi. maçın başlamasıyla birlikte stres tavan yaptı tam anlamıyla. 15. dakikaya kadar durumu idare eden iki adamın kaderi de bu dakikadan sonra değişti. muslera’nın degajında topun selçuk’un bileğinden dönerek gol olması iki takım oyuncularını da taraftarı da şoke etti. hakem golü selçuk’a yazmış olsa da bence gol muslera’nındı. maçtan sonra twitter’da yapılan bir yorumda, “top hamit’in ayağına çarpsaydı; kesin direkten dönerdi.” diye ironisi yapıldı golün. burada şunu da belirtmeden geçmemek lazım: selçuk, allah’ın sevgili kuluymuş. selçuk’un iyi niyeti, düzgün karakteri ve en önemlisi güzel futbolu maçın son golünde verdi meyvesini. gol perdesini kapatma şansını bulan selçuk adına çok mutlu oldum. bu kendini iyi hissetmesi ve suçlu hissetmemesi için, aynı zamanda da takımın kaptanlarından biri olması hasebiyle takım açısından önemliydi. selçuk’un attığı (veya muslera’nın yediği) gol, geçen sezon oynanan manisaspor maçında muslera’nın attığı penaltı golünü ve bu sezonun ilk yarısında melo’nun elazığspor maçında yaptığı penaltı kurtarışını getirdi aklıma. en az bunlar kadar enteresan olmaya adaydır bana göre bu gol. maç orduspor lehine 1-0’a geldikten sonra, ikinci gol gelene kadar burak’ın kaçırdığı pozisyonlar vardı maçta. zor gollerin adamı burak, o anlaşıldı da keşke kolayları da atabilse demeden edemiyor insan. maçın 42.dakikasına kadar zorlayan, isteyen, kovalayan ve pozisyon arayan bir galatasaray vardı sahada. 42. dakikaya gelindiğindeyse; penaltı kararı öncesi verilmesi gereken faul kararı verilmeyince, topu uzaklaştırmaya çalışan hakan balta’nın elle oynaması sonucu verilen penaltı ve gol vardı galtasaray aleyhine. uzun süredir oynamayan gökhan zan ve hakan balta’nın defans bölgesinde alternatif bile olamayacakları görüldü. devreye 2-0 geride giren galatasaraylı futbolcular açısından bence milat, soyunma odasında yapıldığını düşündüğüm sert konuşma ve fatih terim’in hakem tarafından tribüne yollanmasıydı.yükselen sinir ve hararetle beraber ikinci yarıya başlayan galatasaray’ın skoru çevirmek için girişimleri de kararlılıkla uygulanmaya başlandı futbolcular tarafından. bu bölümde yine burak’ın yapamadığı kolay goller vardı. 58. dakikada ise, uzaklardan bizim için gelen sneijder’in gözlerimizin pasını silmek için attığı gol vardı. “sisteminize uyarsa iyi olur; uymazsa senesine varmadan gönderilir.”, “maliyeti de pek fazlaymış.” diyen insanlara en güzel cevaptı bu gol ve özellikle shalke maçında oyundan alındıktan sonra, “fatih hoca’ya küstü.” diyen yorumcuların morarmasına sebep oldu. sneijder’in galatasaray’daki ilk golü olması sebebiyle var olan öneminin yanında unutulmayacak güzellikte bir goldü de bu. devre arasında tribüne gönderilen fatih terim’in canı sıkılmasın ve gol sevincini paylaşacağı bir yardımcısı olsun diye (!) hasan şaş’ta tribüne gönderildi golden birkaç dakika sonra. 67. dakikada oyuna giren sabri ve umut, oyuna olumlu katkıda bulunmaları için alındıklarının farkında olarak büyük bir hırsla başladılar oyuna. 68. ve 70. dakikada burak tarafından atılan gollerin ikisinin başlangıcında da drogba vardı. müthiş güçlü ve sağlam bir fiziğe sahip drogba. golcüler gol atamadığı zaman performansı kötü olarak anılsa da drogba için bunun geçerli olduğunu söylemek gereksiz ve anlamsız. çünkü gollerin, gollerin olmasa bile her pozisyonun içinde olan bir futbolcu. drogba adına tek olumsuz koşul vardı sahada; o da çim. ali dürüst’ün söylediği gibi, bir an önce ampuller gelir de şu saha bir düzelir artık. böyle bir sahada yıkılmayan (oyun anlamında) drogba’yı ve tüm futbolcularımızı düzgün bir sahada kimse kolay kolay durduramaz. 68. dakikadaki golde umut’un direkten dönen topunu tamamlayan burak’ın hırsı ve takipçiliği müthişti. keza umut'un yedek kalmasına rağmen, kulübe ve takıma küsmemiş olması da müthişti. çıkan haberlerin çoğunun uydurulduğunun da göstergesidir bu. gol sevincinde fatih hoca’nın ve abdürrahim albayrak’ın oluşturduğu görüntü enteresandı. fatih hoca’nın müdahalesinden sonra bile sevinmeye devam eden abdürrahim albayrak’ın gol sevinçlerinde nasıl kendinden geçtiğine şahit olduk. burak’ın gol sevincinde ise, fatih hoca’nın atılmasının hırsının yansımaları vardı. burak’ın golden sonra fatih hoca’nın elini sıkması ise, hoş bir görüntü oluşturdu maç içinde. burak’ın ikinci golü ise, herkesi coşturdu. bütün takım, seyirciler, taraftarlar, teknik heyet, herkes sevindi bu gole; ama ben en çok selçuk adına sevindim. “kardeşim” dediği burak, attığı golle onun içinin de rahatlamasına neden oldu. gerçi burak’ın attığı goller olmasaydı ve öne geçmemiş, yenilmiş olsaydık da selçuk’a laf edecek taraftar olduğunu sanmıyorum. atılan goller maçı bizim adımıza katmerli hale getirmişti. 79. dakikada ise, durumu katmerli ekmek kadayıfına dönüştüren ve müthiş bir gol sevincine neden olan o müthiş gol geldi. selçuk’un şanssız taraftan şanslı tarafa geçmesine neden olan goldü bu. 84. dakikada drogba ile çarpışan barral adına talihsiz bitti gece. neyse ki durumunda bir tehlike yokmuş. ikisi adına da ucuz atlatılmış bir pozisyondu bence. hele ki geçen sezon oynanan chealse- norwich maçında drogba’nın yaşadığı sakatlığı hatırlarsak. maçın son bölümünde umut’un yaptığı aşırtma gol olsa, efsane bir gol ortaya çıkacaktı. maçın perdesi selçk’un attığı golle kapanırken; galatasaray belki de kendisini şampiyon yapacak olan 3 puanı bu müthiş maçla alıyordu. maç sonunda görünen iki şey vardı: büyük takım olarak pes etmemenin ve ayakta kalmanın dirayetini öğreten ve uygulayan fatih terim’in felsefesi ve bana göre orduspor için an itibariyle çökmüş olan hector cuper’in felsefesi. maç içinde drogba kaçırdığı bir pozisyon sonrası melo gibi tribünleri hareketlendirdi. taraftarın desteğini ve ateşini gören oyuncularımız tribünler susunca kendilerini kötü hissediyor ve tribünleri harekete geçirme isteği duyuyor demek ki. bu yüzden shalke maçında oturup susan taraftarın maça etkisi de ortaya çıkıyor. “12. adam” tabiri boşuna kullanılmıyor olsa gerek. mhk başkanı zekeriya alp’in yaptığı, “hakem hataları en çok beşiktaş’a yapılıyor.” açıklamasının etkisinden midir bilemiyorum; ama hakemin kararları bu açıklamanın amacına ulaşmış olduğunu gösteriyor, tam da beşiktaş-fenerbahçe maçı öncesinde. böyle açıklamalar yapılmaya, kurumlar tarafsızlığını yitirmeye, kararlar çifte standart olmaya devam ettikçe; taraf olanların (ali dürüst) yaptığı açıklamaları da yadırgamamak gerek. maç sonunda teknik heyet ve futbolcular tarafından açıklama yapılmaması yerinde bir protestoydu. galatasaray-orduspor maçı, belleğimdeki efsane maçlar arasına yerleşti şimdiden. kalan maçlarda takımımızın elinden geleni yapıp, şampiyon olacağından en ufak bir şüphem bile yok. geçen sene play-off maçlarından sonra yazdığım yazılarda da belirttiğim gibi, “kadıköy’ü yakın, şampiyonluk yakın!”. son olarak, umarım selçuk galatasaray’da uzun yıllar kalır ve efsane olur.

    sarı kırmızı günler…
  • 282
    en çok da hector cupercilik oynamaya çalışan anadolu takımlarına ders olan maç, önceki yarı ordu-braga yenilgilerinden sonra rakipler resmen çözmüştü bizi 11 kişi defans yap selçuğu marke et zaten yaratıcı adam yok kontradan da yazarsan 1-2 tane ne güzel.şimdi 11 kişi kapanın bakalım çilingir gibi takıma karşı, selçuğu da marke edin kolay gelsin drogbayı da marke edin ordu maçı gibi 3 kişi artık 22 kişi defans yaparsınız.
  • 283
    --- alıntı ---

    sir-i jiyan'ın başkaldırısı

    dünya'nın gelmiş geçmiş en büyük forveti, didi, vava, zagolla, garricha, pele'nin birlikte oynadığı 1962 şampiyon brezilya forvetidir. 4 yaşındaydın nereden biliyorsun diyenler çıkar. 1970'e kadar her gittiğimiz türk filmi öncesinde bu takımın oynadığı maçların özet filmini izleyerek büyüdük. sonralarında da zaten kendimiz şahit olduk, tek tek bu futbolcuları geçenler çıktı kuşkusuz. ama bir blog halinde yanlarına yaklaşanı henüz futbol tarihi yazmadı, bekliyoruz.

    selçuk, hamit, sarı ejder, tay burak, parçalı fil'in oluşturduğu forvetimizden biri dün gece topla ilk buluşmasında çocukluk günlerime geri gittim. ve canlı izlediğim 1000 den fazla galatasaray maçını taradım hafızamda. net yazabilirim, bu forvet, tüm zamanların en büyük forvetiydi. iş artık netice olarak da zapta geçirilmeye kalıyordu. bir lig maçında direnip, büyük geri dönüş yaptıkları için değil bu yargı. galatasaray tarihi, nice büyük zaferler tarihidir, yaptığımızdan daha büyüğünü yapma ihtimali olduğu için di beni küçük lokma yeyip, büyük konuşturan.

    türkiye'de oynanan lige son 10 senedir hep kuşkuyla bakmışımdır. futbolun endüstri haline gelmesi, çok büyük paralarla finanse edildiğinden beri görünmez bir oligarşi tarafından kurulmaktadır. okuyanlar bilir savcılardan, polislerden önce açtım ben bu kan davasını. ve haklılar, kinaye yapmıyorum gerçekten haklılar, olması gereken şeyi yapıyorlar. bu ülkede para fenerbahçelilerde var.bir şekilde fenerbahçeli diye bir ırk oluşturuldu. varsın olsun ona da itirazım yok, bizde galatasaray ırkıyız. her koşulda söyleyebileceğimiz sloganımız ''hodri meydan''dır. fenerbahçeli her koşulda mutlu olabilen, asla üzülmeyen, maça gitmeyi statü haline getirmiş, medya maymunlarının en önemli hedef kitlesidir. sadece bu yüzden, fenerbahçe'ye hak ettiği cezayı vermeye kimsenin yüreği yetmemiştir. aslında yürekleri yetiyordu da, ah şu gerçek padişah para olmasaydı. fenerbahçe olmasa, biz drogba'yı, sneijder'i falan seyretmeyecektik. lig tv batmıştı, şansal büyüka pazarda limon satıyordu. izin verilmedi endüstrinin çökmesine, çünkü temiz, yaşamım her alanında olduğu gibi futbolda da azdı. az olan emperyaliste göre, kapitaliste göre 5 para etmezdi. aynı olayların bizim tarafımızdan yapılmış olması durumunda hiç düşünmeden bizi en dibe atarlardı. atmazlar, biz zaten kendimiz giderdik ve endüstri de para ve zaman kaybına uğramazdı.

    bütün bu paragrafı bilmeyen kabul etmeyen yok zaten. benim bir daha hatırlatma sebebim, dünkü maç öncesi korktuğumun başıma gelmesi, önümüzdeki maçlarda çok daha beterinin tezgahlanacağından emin olmamdı. bu yüzden maç öncesi endişelerimi zapta geçirdim, çoğu tam isabet kaydetti. durumdan vazife çıkarıp, galatasaray genel kurmay'ına sitemlerimi söylüyorum sadece. fakat bir şeyi yanlış yaptığımı fark ettim. salak gibi, hocayı, bazı futbolcuları şer cephesini memnun ettim. bundan sonra hiç kim oynarsa oynasın, ne netice alınırsa alınsın bir başka pencereden bakıp aktaracağım.

    galatasaray forveti saydığım futbolculardan oluştuğu müddetçe, diğer 6 kişinin kim olduğu hiç önemli değildir. galatasaray 2 yerse 30 dakikada 4 atacak bir takım olmuştur. fatih terim'in kulübede veya evde olmasının da pek önemi yoktur. her galatasaray taraftarı, fatih terim'dir. kadıköy'e bir final daha taşımak isteyenlerden korkumuz yoktur. fakat anlayamadığım bir şey daha vardır. digitürk daha fazla para kazanmak için neden fenerbahçe'nin şampiyon olmasını istemektedir ki? fenerbahçeli zaten polyanna'dır, her koşulda takımın seyredecek bir neden bulabilir. medya maymunlarının fenerbahçeli olmasının parasal olarak da bir mantığı yoktur. zaten ortalık fenerbahçeli kaynamaktadır. galatasaraylı olduğu söylenenler de program öncesi aldıkları talimatları kusup, galatasaray'a saldırmaktadır. bunlar kendi mezarlarını kazmaktadırlar. galatasaraylı ekabirdir, 6 puan geride olan, leş gibi futbol oynayan, hakem yardımıyla puan alan, kenarda karizma sıfır, başkanı mahkum olan takım kendi takımı olsa maça gitmeye utanır, gitmez, televizyon seyretmez, gazete okumazdı. yani iş fikirtepe'li, çorumlu bir fenerbahçeli'yi sömürmek ise kemik yalamaya gerek yoktu. param olsa bu anketi yaptırırım. arena'nın, saraçoğlu'nun kapısında herkese sordururdum. kaç kişi televizyondan spor programları izliyor diye. kendim ortalama bir taraftar olduğumdan iddia ederim ki, maça giden 50.000 kişinin en az 25.000 i televizyon seyretmez bizde. yani demem o ki madem 12 parmak bağırsağı yalaman gerekiyor, galatasaraylıları kollayacaksın.

    büyük galatasaray taraftarı gözünüzü dört açın. arena'ya erken gelin, maç bitmeden çıkmayın. her maçı böyle çeviremezsin, şebekenin tuzağına düşmeyin. oynanan maçlar adil değil, bunu bilerek seyredin. bu ligte şampiyon olmak bizim için sadece araçtır. bizim amacımız çok yakın bir gelecekte, o en büyük kupayı getirmenin çarelerini aramalı ve bulmalıyız. bu bir hülya değil, bu bir rüya değil, galatasaray hasletidir. kükre sen her zaman, dün gece kükrediğin gibi. yaralandıkça, ezildikçe kükre, sakın gaflet uykusuna dalma, nazlı nazlı gezdiğin sahraları, zulüm köpeklerine bırakma.

    http://mahalletakimi.blogspot.com/...iyann-baskaldrs.html

    --- alıntı ---
  • 288
    bu efsanevi maçla ilgili olarak yeterince güzel ifade edilmiş duygular üzerine tekrara girmeye niyetim yok. ama tribün çekimi gol videolarını tekrar tekrar huşu ve zevk içerisinde izlerken bir detay dikkatimi çekti.

    3-2 öne geçtiğimiz, burak yılmaz'ın kafa golü videosunu dikkatlice izleyin. gol anının hemen öncesinde rakip futbolcunun tartışmalı bir top kontrolü var. ekran başındaki ben dahil tribünlerin ve takımın "el var!" diye ayaklandığı an. işte o an burak yılmaz ile umut bulut arasındaki farkı görüyorsunuz. burak yılmaz "el, el!" diye hakeme döndükten sonra el çalınmayacağını fark eder etmez, daha da çevik biçimde tekrar dönüyor yüzünü kaleye. oyuna dönüyor resmen. topa dönüyor. didier drogba'nın mücadelesinden gelen hava topunu gidip gol yapıyor.

    "el var" itirazından hemen önceki saniyede umut bulut, burak yılmaz'a göre çok daha müsait bir noktada oradan gelecek bir orta veya sekecek bir topu gol yapmak için. lakin sevgili umut bulut "el var" itirazı yapacağım diyerek hakeme doğru bir sürü adım atıyor, ceza yayına kadar çıkıyor. yerini iyice kaybediyor. gol atması için uca monte edilmiş adam top ölmemişken hakem peşinde. yetmezmiş gibi burak yılmaz'dan 1-2 saniye daha sonra oyuna dönüyor. ve golü atmak da burak yılmaz'a kalıyor.

    demem o ki, o pozisyonda itiraz sekansı olmasaydı golü atacak olan adam umut bulut'tu. aynı topu aynı biçimde gol yapabilecek yetenekte olduğunu tartışmaya gerek yok. lakin itirazın dozunu fazla kaçırıp oyundan 3 saniye ve 5 metre kopunca golü burak yılmaz'a ikram etmiş oldu.

    peki ya burak yılmaz o sırada oralarda olmasaydı umut? umut bulut'un santimlerle yetişemeyip kaçırdığı bir pozisyon olacaktı ve öncesindeki elle müdahale tartışmasını yapacaktık. belki de maçın dönmesi zora girecekti. top dışarıya çıkmamış, pozisyon cayır cayır, sen neden mevkini terkedip hakem peşinde koşarsın? kendisi dahil herkes bu anı hatırlamalı. sıcağı sıcağına 3-2'ye getirememiş olsaydık belki puan kaybı yaşayacaktık. futbol bu kadar da basit bir oyun işte. bu kadar basit amatörlükler yapmayın gözünüzü seveyim.

    burak yılmaz'ı seversin ya da sevmezsin o ayrı bir tartışma. lakin golü koklamak, pozisyona odaklanmak, işini yapmak gibi konularda örnek profesyonel olduğu bu bahsettiğim noktayla benim gözümde iyice perçinlenmiş oldu.
    bu yüzden burak yılmaz bize lazım, bizim için önemli.

    hatta bu yüzden çıldırıyor bazıları. gol atılacak bir pozisyon varsa burak yılmaz, gider atar.
  • 289
    2012-2013 sezonunu şampiyonlukla noktaladığımızda*, "şampiyonluk yolundaki kilit maçlar"dan biri olarak anılacaktır. ortada hiçbir pozisyon yokken bir anda 0-1 yenik duruma düşüyorsun. futbolcu, taraftar, yönetim; herkes şokta! sonra şanssız bir penaltı pozisyonu, hooop 0-2! sinirden kendime yumruk attım desem belki kimse inanmaz, ya da abarttığım düşünülür ama yaptım! evet, ben bunu yaptım; kendime yumruk attım! battaniyeyi üzerime çekip uyuma isteği uyandıran bir sinirle kontrolsüz hareket eden elim, battaniyeyi ıskalayıp çenemde patladı! tırnağımın yüzümde bıraktığı çizik de cabası! neyse... hakem zaten herkesi çileden çıkartmış, maçın içine etmiş, pisi pisine 2 gol yemişsin ve her şey daha ne kadar kötüleşebilir diye düşünüyorsun... bir de bakıyorsun fatih terim tribüne gönderilmiş! arkasından hasan şaş... bir gariplikler olup bitiyor, anlam veremiyorsun. gerçekten daha da kötüleşebiliyormuş! sneijder'in muhteşem golüyle takımın enerjisi "recharge" oluyor bir anda! ve ertesi gün gazetelere "tarihi geri dönüş" şeklinde manşet attıracak bir sonuçla bitiyor maç; 4-2.

    barral'ın ciddi bir şekilde yaralandığı pozisyon gerçekten çok üzücüydü. drogba'nın gözleri kapalı bir şekilde yerde yattığını görüp şok geçirirken bir anda barral'ın durumunu görüp, donup kaldım resmen... durumun ciddiyetini farkedip kendi sağlık ekibimizi can havliyle barral'a yönlendiren futbolcularımızın üzüntüsü benim de içimi acıttı... neyse ki sonrasında iyi haberler geldi ve her şey normale döndü...

    ilk golden sonra selçuk'un yüzündeki hüzün, attığımız goller sonrası yaşanan "takım sevinci", burak'ın fatih terim'e koşup gol sevincini paylaşması unutulmayacak görüntülerdendi... bir de drogba'nın zemine sinirlendiği an var ki acil önlemler alınması gerektiğine dair bir mesaj olarak algılanmalı. kendi sahanın zemini nasıl sana dezavantaj oluşturabilir, kabullenmek mümkün değil... en kısa zamanda, olması gerektiği şekle dönüşecektir inşallah!

    sonuç olarak, "galatasaray ruhu" ile kazanılmış bir maç olarak 2012-2013 sezonu tarihçesine eklenmiştir...
  • 294
    geçen sene bugündü. düşmanlarımız bize niyetlerini göstermeye başladığı o günlerde ilk icraatleriydi büyük çapta. teknik kadromuz tribüne gönderilmiş ve 2-0 gerideyken 4-2 galibiyet elde etmiştik. bir kibrit çaktık o gün, sene sonu alev alev yaktık ortalığı.

    şimdi yine o milatlardan biri lazım. tıkır tıkır oynayıp rakiplerine "keşke şu top girseyi, belki maçın sonucu farklı olurdu" dedirtmeyecek bir oyun yapısı ve her pazar akşamı içine sıçan bir rıdvan dilmen istiyorum ekranda.
App Store'dan indirin Google Play'den alın