281
25 şubat 2013 galatasaray-orduspor maçının adamı galatasaray’dı. yenilen goller, atılan goller, maçtan atılan teknik adamlar, sakatlık anları ve basireti bağlanmış bir hakem vardı arena’da. maçtan önce sorulsaydı; çoğu galatasaraylı’nın “zor geçer.” diyebileceği bir maçtı. bana göre de sezonun ilk yarısında galatasaray’ı yenebilen iki takımdan biri olan orduspor geçilmesi zor bir rakipti. hele ki fatih terim’in oyun anlayışını ve maç içerisinde yapabileceği hamleleri ezberleyen ve sistemimizi çözen hector cuper’in varlığı zor bir maç olacağının kanıtı gibiydi. maçın başlamasıyla birlikte stres tavan yaptı tam anlamıyla. 15. dakikaya kadar durumu idare eden iki adamın kaderi de bu dakikadan sonra değişti. muslera’nın degajında topun selçuk’un bileğinden dönerek gol olması iki takım oyuncularını da taraftarı da şoke etti. hakem golü selçuk’a yazmış olsa da bence gol muslera’nındı. maçtan sonra twitter’da yapılan bir yorumda, “top hamit’in ayağına çarpsaydı; kesin direkten dönerdi.” diye ironisi yapıldı golün. burada şunu da belirtmeden geçmemek lazım: selçuk, allah’ın sevgili kuluymuş. selçuk’un iyi niyeti, düzgün karakteri ve en önemlisi güzel futbolu maçın son golünde verdi meyvesini. gol perdesini kapatma şansını bulan selçuk adına çok mutlu oldum. bu kendini iyi hissetmesi ve suçlu hissetmemesi için, aynı zamanda da takımın kaptanlarından biri olması hasebiyle takım açısından önemliydi. selçuk’un attığı (veya muslera’nın yediği) gol, geçen sezon oynanan manisaspor maçında muslera’nın attığı penaltı golünü ve bu sezonun ilk yarısında melo’nun elazığspor maçında yaptığı penaltı kurtarışını getirdi aklıma. en az bunlar kadar enteresan olmaya adaydır bana göre bu gol. maç orduspor lehine 1-0’a geldikten sonra, ikinci gol gelene kadar burak’ın kaçırdığı pozisyonlar vardı maçta. zor gollerin adamı burak, o anlaşıldı da keşke kolayları da atabilse demeden edemiyor insan. maçın 42.dakikasına kadar zorlayan, isteyen, kovalayan ve pozisyon arayan bir galatasaray vardı sahada. 42. dakikaya gelindiğindeyse; penaltı kararı öncesi verilmesi gereken faul kararı verilmeyince, topu uzaklaştırmaya çalışan hakan balta’nın elle oynaması sonucu verilen penaltı ve gol vardı galtasaray aleyhine. uzun süredir oynamayan gökhan zan ve hakan balta’nın defans bölgesinde alternatif bile olamayacakları görüldü. devreye 2-0 geride giren galatasaraylı futbolcular açısından bence milat, soyunma odasında yapıldığını düşündüğüm sert konuşma ve fatih terim’in hakem tarafından tribüne yollanmasıydı.yükselen sinir ve hararetle beraber ikinci yarıya başlayan galatasaray’ın skoru çevirmek için girişimleri de kararlılıkla uygulanmaya başlandı futbolcular tarafından. bu bölümde yine burak’ın yapamadığı kolay goller vardı. 58. dakikada ise, uzaklardan bizim için gelen sneijder’in gözlerimizin pasını silmek için attığı gol vardı. “sisteminize uyarsa iyi olur; uymazsa senesine varmadan gönderilir.”, “maliyeti de pek fazlaymış.” diyen insanlara en güzel cevaptı bu gol ve özellikle shalke maçında oyundan alındıktan sonra, “fatih hoca’ya küstü.” diyen yorumcuların morarmasına sebep oldu. sneijder’in galatasaray’daki ilk golü olması sebebiyle var olan öneminin yanında unutulmayacak güzellikte bir goldü de bu. devre arasında tribüne gönderilen fatih terim’in canı sıkılmasın ve gol sevincini paylaşacağı bir yardımcısı olsun diye (!) hasan şaş’ta tribüne gönderildi golden birkaç dakika sonra. 67. dakikada oyuna giren sabri ve umut, oyuna olumlu katkıda bulunmaları için alındıklarının farkında olarak büyük bir hırsla başladılar oyuna. 68. ve 70. dakikada burak tarafından atılan gollerin ikisinin başlangıcında da drogba vardı. müthiş güçlü ve sağlam bir fiziğe sahip drogba. golcüler gol atamadığı zaman performansı kötü olarak anılsa da drogba için bunun geçerli olduğunu söylemek gereksiz ve anlamsız. çünkü gollerin, gollerin olmasa bile her pozisyonun içinde olan bir futbolcu. drogba adına tek olumsuz koşul vardı sahada; o da çim. ali dürüst’ün söylediği gibi, bir an önce ampuller gelir de şu saha bir düzelir artık. böyle bir sahada yıkılmayan (oyun anlamında) drogba’yı ve tüm futbolcularımızı düzgün bir sahada kimse kolay kolay durduramaz. 68. dakikadaki golde umut’un direkten dönen topunu tamamlayan burak’ın hırsı ve takipçiliği müthişti. keza umut'un yedek kalmasına rağmen, kulübe ve takıma küsmemiş olması da müthişti. çıkan haberlerin çoğunun uydurulduğunun da göstergesidir bu. gol sevincinde fatih hoca’nın ve abdürrahim albayrak’ın oluşturduğu görüntü enteresandı. fatih hoca’nın müdahalesinden sonra bile sevinmeye devam eden abdürrahim albayrak’ın gol sevinçlerinde nasıl kendinden geçtiğine şahit olduk. burak’ın gol sevincinde ise, fatih hoca’nın atılmasının hırsının yansımaları vardı. burak’ın golden sonra fatih hoca’nın elini sıkması ise, hoş bir görüntü oluşturdu maç içinde. burak’ın ikinci golü ise, herkesi coşturdu. bütün takım, seyirciler, taraftarlar, teknik heyet, herkes sevindi bu gole; ama ben en çok selçuk adına sevindim. “kardeşim” dediği burak, attığı golle onun içinin de rahatlamasına neden oldu. gerçi burak’ın attığı goller olmasaydı ve öne geçmemiş, yenilmiş olsaydık da selçuk’a laf edecek taraftar olduğunu sanmıyorum. atılan goller maçı bizim adımıza katmerli hale getirmişti. 79. dakikada ise, durumu katmerli ekmek kadayıfına dönüştüren ve müthiş bir gol sevincine neden olan o müthiş gol geldi. selçuk’un şanssız taraftan şanslı tarafa geçmesine neden olan goldü bu. 84. dakikada drogba ile çarpışan barral adına talihsiz bitti gece. neyse ki durumunda bir tehlike yokmuş. ikisi adına da ucuz atlatılmış bir pozisyondu bence. hele ki geçen sezon oynanan chealse- norwich maçında drogba’nın yaşadığı sakatlığı hatırlarsak. maçın son bölümünde umut’un yaptığı aşırtma gol olsa, efsane bir gol ortaya çıkacaktı. maçın perdesi selçk’un attığı golle kapanırken; galatasaray belki de kendisini şampiyon yapacak olan 3 puanı bu müthiş maçla alıyordu. maç sonunda görünen iki şey vardı: büyük takım olarak pes etmemenin ve ayakta kalmanın dirayetini öğreten ve uygulayan fatih terim’in felsefesi ve bana göre orduspor için an itibariyle çökmüş olan hector cuper’in felsefesi. maç içinde drogba kaçırdığı bir pozisyon sonrası melo gibi tribünleri hareketlendirdi. taraftarın desteğini ve ateşini gören oyuncularımız tribünler susunca kendilerini kötü hissediyor ve tribünleri harekete geçirme isteği duyuyor demek ki. bu yüzden shalke maçında oturup susan taraftarın maça etkisi de ortaya çıkıyor. “12. adam” tabiri boşuna kullanılmıyor olsa gerek. mhk başkanı zekeriya alp’in yaptığı, “hakem hataları en çok beşiktaş’a yapılıyor.” açıklamasının etkisinden midir bilemiyorum; ama hakemin kararları bu açıklamanın amacına ulaşmış olduğunu gösteriyor, tam da beşiktaş-fenerbahçe maçı öncesinde. böyle açıklamalar yapılmaya, kurumlar tarafsızlığını yitirmeye, kararlar çifte standart olmaya devam ettikçe; taraf olanların (ali dürüst) yaptığı açıklamaları da yadırgamamak gerek. maç sonunda teknik heyet ve futbolcular tarafından açıklama yapılmaması yerinde bir protestoydu. galatasaray-orduspor maçı, belleğimdeki efsane maçlar arasına yerleşti şimdiden. kalan maçlarda takımımızın elinden geleni yapıp, şampiyon olacağından en ufak bir şüphem bile yok. geçen sene play-off maçlarından sonra yazdığım yazılarda da belirttiğim gibi, “kadıköy’ü yakın, şampiyonluk yakın!”. son olarak, umarım selçuk galatasaray’da uzun yıllar kalır ve efsane olur.
sarı kırmızı günler…
sarı kırmızı günler…