"kaybetmek varsa ne çıkar aşkta yer yok hiç korkuya" diyordu oya ve bora arka fonda spotifyda dinlediğim şarkıda... onları dinlerken de iki gün sonra galatasaray'ın bayern münih'i ezip ezip, kaybettiği maça dair bir kaç satır karalamak istedim bloga...
kuralar çekildiğinde grubun favorisi almanlardı, bilmem kaç sezon gruplarda maç kaybetmemişlerdi, oyuncularının değeri milyar eurolara yaklaşıyordu, birinci belliydi de yarış ikincilik için olacaktı falan filan... istatistikler çok şeyi söylerdi ama hayat istatistikten ibaret değildi, haliyle futbol da hayata fena halde benzeyince, maçın sonucunu önceden tayin etmek olmazdı...
"cesurlar bir gün, korkaklar her gün ölür" diyordu ya fatih terim, öğrencisi okan buruk da "baskın basanındır" demiş topçularına, presle başlatmıştı takımını maça. kapansa nasılsa bir yolunu bulup almanlar golü atacaktı, en azından savaşarak, onlara yara vererek "kaybetmek" en onurlu olanıydı... tuchel'in beklemediği bir oyundu, savunmadan pasla çıkmayı tembihlemişti topçulara da her boşluğu galatasaraylılar kapayınca, ulreich'in uzaklaştırdığı toplar "duvara çarpar" gibi yine kendi yarı sahasına geliyordu. öyle konsantre, öyle arzuluydu ki sarı-kırmızılılar, bireysel hatalarla erken dakikada yedikleri golden sonra bile "eyvah" demeyip, rakip kaleye gittiler, dakikasında cevap vereyazdılar, pozisyon üstüne pozisyon buldular ki ilk devre ulreich'in kalesine 16 şut gibi bir rekora imza attılar da top sadece bir kez filelerle kucaklaştı... yine sahneye ıcardi çıktı, yine kimsenin beklemediğini yaptı, iki hafta önce manchester'da penaltı kaçırmışken, burada jeneriklik "panenka" attı...
rakip kale etrafında topla oynamaya alışık olan almanlar, üç kez muslera'nın 10 metre yanına yanaşabilmışken, galatasaray onlara "empati" yapmayı da öğretiyordu aslında bir bakıma. lakin bir fark vardı, "panzerler" karşısındaki engelleri yıkmadan bırakmazlar, bayern de barcelona'ymış, psg'ymiş, realmiş yakaladığı zaman sürüsüyle gol atar ama "aslan" kendi evinde rakibini parçaladı, ısırdı, boğdu da öldürmeden bıraktı ilk 45 dakikada...
ikinci yarı da öne geçmek için saldırdı galatasaray, mertens'in gününde olmayan tete'nin yerine oyuna dahil olmasıyla "gücüne güç" kattı ama arzulanan gol bir türlü gelmez, "aslan" avıyla oynaşmaktan yorulurken, bayern sinsice orta sahayı ele geçiriyor ve maç boyu sahada olduğu tartışılan kane ile de ikinci golü buluyordu. sonrası da zaten efsanevi bir 70 dakikalık oyun ve hafızalardan silmek isteyeceğimiz bir 20 dakika...
kane'in takımını öne geçiren golü sadece sahadaki galatasaraylıları yıkmadı, maçtan dakikalar öncesinde yaptıkları tezahüratlar ile alman misafirlere geçici sağırlık hissi yaşatan galatasaray tribününü de susturdu. o dakikadan sonra deplasman tribününde taraftar olduğunu fark ettik. oysa ki, erken gelen golde nasıl susmadıysalar, burda da tezahuratın en coskulusunu yapsalar, yorgun bitkin gözüken galatasaraylı topçular kopenhag maçında olduğu gibi geriden gelip, o maçı çevirirlerdi...
olmadı, kısmet böyleymiş, galatasaray zaferlerle dolu mazisine bir şaşalı galibiyet daha ekleyecekti ama sonu "skorseverler" için mağlubiyet olsa da galatasaray'la "nefes alan" bizler için unutulmaz ve onur duyacağımız, "iyi ki galatasaraylıyım" dedirten bir maç oldu...
teşekkürler aslanlar...
kaynak ve maçtan fotoğraflar:
https://ultrasmovement.blogspot.com/...1-3bayern-munih.html